|
Ergenekonda 16 kişi daha gözaltında | |||
Negatif siyaset anlayışı, özünde, muhalefetin öne çıkarmaktan keyif aldığı bir anlayış oldu. Çünkü, yeni politikalar önermek yerine, yapılanları kötülemek son derece kolaydı. İktidarın yaptığı hiçbir şey ülkenin yararına değildi ve bunu söylemek siyaset yapmak için yeterliydi. Ama ne gariptir ki, aynı partiler iktidara geldiklerinde, daha önce eleştirdikleri herşeyi bir bir yinelemeye başladılar. Önceki iktidar partileri de, sanki kendilerinin başına gelmemiş gibi, böylesi bir anlayışı en kolay çıkış yolu olarak görmeye devam etti. Bütün bu politikaların özü, İktidar başarılı olmasın, ülke kötü yönetilsin. Millet bunun görür; oyunu bize verir anlayışında kitlendi. Yani, muhalefet, ülkenin daha iyi yönetilip, daha iyi bir düzeye çıkarılması ile ilgilenmedi. Daha iyi bir Türkiye devralmaktansa, daha kötü bir Türkiyeyi tercih etti. Daha iyi bir Türkiye devralıp, onu daha da ileri götürmenin sorumluluğundan kaçındı. Sonuçta da Türkiye yıllardır kötü könetildi. TOPLUMSAL HASTALIKLAR Siyaset halk dalkavukluğu üzerine kuruldu. Çarklar içerden veya dışardan alınan borçlarla çevrildi. Üretmeden harcayan bir toplum yaratıldı. Siyaset ve siyasal partiler, milletin hizmetkarı olacağına, milletin efendisi oldu. İstediğini ihya etti, istemediğini süründürdü. Bir süre sonra ihya olanlar itibar yitirirken, sürünenler ayağa kalkıp kendilerine yapılanların aynısını tekrarladı. Sadece siyasetin veya siyasi partilerin suçu olarak da göremiyorum bu çarkı. Toplumun da, en azından yakın zamana kadar, buna rızası olmadı diyemeyiz. Başka çaresi de yoktu. Kimi köyden kente göçüp kamu arazisi üzerine kaçak yapı inşa etmiş, kimi aldığı kredilerin üstüne yatmış, kimi banka hortumlamış, kimi kaçak elektrik kullanmış, kimi vergi kaçırmış, kimi devletten geçinmeyi tek yol bellemiş.... Bu örnekleri artırmak mümkün. Siyaset de, işine geldiği için, bunlara göz yummuş; hatta teşvik etmiş. Böylece büyük bir toplumsal hastalık ortaya çıkmış: Üretmeden köşeyi dönmek, üretmeden tüketmek. HASTALIĞI YİNE SİYASET TEDAVİ EDECEK Ama bu hastalığın sonuna gelindi. Bugün Türkiyede bırakın siyasete, hiçbir kişi veya kuruma bile doğru düzgün güven yok. Yapılan araştırmalara göre, Bir başkasına güvenmiyorum diyenlerin, kendi dışında herkesi üçkağıtçı görenlerin sayısının en yüksek olduğu ülkelerin ilk sıralarında Türkiye var. Kimseye güvenimiz kalmadı. Kendi başımıza kaldık. Siyaset de parçalandı, küçücük partilere mahkum oldu. Neyseki bu devir değişmekte. Süreç biraz uzun olacak; ama Türkiye bunu başarmak zorunda. Negatif siyaset ve negatif toplum anlayışı terk edilecek. Buna da yine siyaset öncülük etmek zorunda kalacak. Bunu yapmak durumundalar; çünkü onların da çıkışı yok. Daha kötü Türkiye devralmak onlara da büyük sıkıntılar çektireceğinden, herkesin daha iyi bir Türkiye için çalışması, çifte standartlardan vazgeçmesi gerekiyor. Şimdi önümüzde çok önemli yeni bir süreç daha başlıyor. Koalisyon partilerinin liderleri, uyum yasaları konusunda, bugün kesin kararlarını verirlerse Meclisin bu yasaları bir an önce ele alması gerekecek. Saadet Partisini bir kenara bıraksak bile, DYP ile AKPnin, eğer ABye girmede ve demokratikleşmede gerçekten samimilerse, bu yasalar görüşülürken iktidardan bile daha istekli ve azimli olmalılar. Bu iktidar partilerinin bir daha seçim kazanamayacaklarına en çok muhalefet partileri inandıklarına göre, çıkacak yasalar iktidarın değil muhalefetin işini kolaylaştıracak. ÇİFTE STANDARTÇILAR Aslında bu konu sadece siyasi partiler için de değil, sendikalar, işveren örgütleri başta olmak üzere ülkede söz sahibi her kesim ve kişi için de geçerli. | |||||||||
TİSK Başkanlığına bir dönem daha seçilen Refik Baydur, İş Güvencesi Yasa Tasarısını bir buçuk yıldır Başbakanlıkta bekletmekle övünüyor. Anlayamıyorum, bu işverenler değil mi Türkiyenin ABye girmesi için can atan. Siyaseti bu konuda yavaş davranmakla suçlayan. O zaman sormazlar mı, ABnin öncelikle istediği yasalardan biri de bu değil mi? İşçi kesimi de aynı yolda ilerliyor. Türk-İşin hazırladığı bir rapor geçtiğimiz günlerde kamuoyuna sızdı. Tam bir AB karşıtlığı. Yani kim neyi istediğini neden açık açık söylemez, anlaşılır değil. Yoksa Çetin Altının ifade ettiği gibi, düello geleneğini bulunmadığından Türkler, kapalı kapılar ardında başka, açıkta başka şeyler söylemeye devam mı ediyor? Daha açıkcası, mert olmayı beceremiyorlar mı? Beceremiyorsak, bunu da öğreneceğiz, hem de çok geçmeden. | |||||||||
Meclis'te bir
Hamidiye paşası Bütçe sonrası senoryolar "Ruhlar Evi" MHP'liler 'kuzu kuzu' Gerçekleri gizlemeleri zor Sorunlar da çözümler de aynı Baba ocağına dönüş Ya DSP olmasa Mumculara destek ya da köstek ANAP'lı vekil eşlerine toplu imha planı(!) Ne milleti sevindiryorlar, ne de kendilerini Önce yorulacak, sonra gezecekler Ya küçülecek, ya küçülecekler ANAP artık eyleme geçsin "Vurun Derviş'e" haftası Referandumluk maddeye rötar Top Meclis'te Medeni kanun ve piyasalara uyarı Sezer haksız mı? Diyanet İşleri Başkanı'na destek Kolay milletvekili oluyorlar Dünya yeniden şekillenirken İslam dünyası Böyle olmamalıydı Hükümet ABD'ye "hayır" diyemezdi Seçim 2005'te |
|||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||