|
Altı kardeş, 10 yılı aşkın süreden bu yana çalıştırdıkları, bu dükkan irisi işyerinden elde ettikleri hasılat ile yaşamlarını sürdürüyorlar. Aynı zamanda Mersinde ufak bir seraları da var. Zaman zaman, çilek, domates, yerli muz getirip satıyorlar. Kardeşlerin birkaç tanesi halen orada ikamet ediyor. Sebze - Meyve sipariş etmek için gittiği Mersinden bir - iki gün önce dönen büyük ağabey anlatıyor; Zülfikar abi, ne olacak? Bu böyle gider mi? Yakında kıtlık başlarsa şaşırma. Çünkü kimse, yeni mahsul ekmiyor. Ekemiyor. Mazotun, tohumluğun, suyun - sulamanın, gübrenin, fiyatı ortada. Şu anda yediklerimiz, geçen kış ekilen, bu yaz hasad edilen ürünler. Sebze - meyveler. Domatesin kilosu 250 bin lira. İçine koyup sattığım naylon poşetin tanesi 100 bin lira. Şimdi düşün, sen Ankarada domatesin kilosunu 250 bin liradan yiyorsan, bunun tarladaki fiyatını düşün. 50 bin - 75 bin lira. Kızılayda metroda umumi helada, küçük abdest 250 bin lira. Büyüğü 500 bin lira. Bir tane sakız 50 bin lira, bir kilo domates tarlada 50 bin lira. Bunun toplanması, kasalanması, yüklenmesi, taşınması. Sen kilosunu 50 bin liradan satmak için domates eker misin? Aylarca uğraşıp, biber - patlıcan yetiştirir misin? Kavun - karpuz eker misin? Şimdiden tarlalar boşalıyor. Kimse yeni ürün ekmiyor. Çünkü ekecek takati yok. Bu kış sera domatesini 1 milyon liradan aşağı yiyebilirsen öp başına koy. Gelecek yaz, domatesi 2 milyona bile yiyebiliriz, ya da yiyemeyebiliriz. Mazot her gün artıyor. Gübre haftada bir artıyor. Naylon poşet her hafta artıyor. Herkes sadece dolar ve faiz konuşuyor. Bankaları konuşuyor. Kimse köylünün halinden haberdar değil. Sesi çıkmıyor, sesini duymuyor. Asıl patlama köylerden, tarlalardan gelecek. Bu millet, yiyecek bir şey bulamayacak, bulsa da o fiyattan almaya gücü yetmeyecek. Evet, muhterem okuyucular. Televizyonlarda, gazetelerin ekonomi sayfalarında sadece dolar - faiz - borsa ve para piyasaları veya sermaye piyasaları yazılıyor, okunuyor, konuşulup, tartışılıyor. Dolar ne olacak, faiz ne olacak diye kafa yoruluyor. Kimsenin aklına bu milletin karnı nasıl doyacak? suali gelmiyor. IMF istediği için, tarıma desteklemeler, sübvansiyonlar kalkıyor. Gübre, sulama, mazot desteği artık yok. Seneye hiç olmayacak. Ülke nüfusunun yüzde 40ın üzerindeki kesimi hala köylerde. Tarlasında ektiği buğday, patates, soğan, domatese harcadığının, sarf ettiği emeğinin boşa olduğunu, para etmediğini görüyor. Domatesi denize, sütü asfalta döküyor. Çünkü, ürettiği ürün karşılığında cebine giren para, ineğin yemine, toprak evde yakılan dındik lambasının gazına yetmiyor. Karpuzun kilosunu 100 binden alıp yiyoruz, o sulu karpuzun ifrazatı için mesken haricinde teşaşüre gittiğimizde rahatlamak için 250 bin lira ödüyoruz. Köylünün emeği, lütfen bağışlayınız, çiş parası bile değil. Böyle ülke, insanına, köylüsüne, çiftçisine böyle gaddar, vicdansız, duyarsız bir memleket olur mu? İnsanını insandan saymayanı, adamdan, devletten saymazlar. Size geçtiğimiz haftalarda Hazine Müsteşarlığı ile Ekonomi Muhabirleri Derneğinin (EMD) müştereken düzenlediği bir toplantıdan bahsetmiştik. O toplantıda, Hazine yetkilileri tarım reformu, Tütün Kanunu, doğrudan gelir desteği uygulamaları konusunda malumatlar verdiler, müstakbel uygulamaları anlattılar. Yapılacak reformlar, getirilecek IMF ve Dünya Bankası modelleri ile Türkiyenin nasıl ihya olacağını, köylü nüfusun nasıl azaltılacağını anlattılar. Sundukları sayılara göre, tarımı desteklemenin Türkiye ekonomisine faturası 12 milyar dolar. Ancak bizler sual ettik; Bu 12 Milyar doların köylüye, çiftçiye, üreticiye yansıması nedir? diye. Öğrendik ki, hakikatte tarıma sağlanan destek 4 milyar dolar imiş. Ama faizi ile, finansman maliyetleri ile Hazineye binen yük, 12 milyar doları buluyormuş. Düşününüz lütfen muhterem okuyucular! O kadar yaygara kopartılan, tütünler yakılıyor, kalitesiz ürünler alınıp depolanıyor, çiftçi, köylü hak etmediği derecede destekleniyor, tarıma verilen destek ve sübvansiyonlar memleket ekonomisini batırıyor denilen şey, topu topu 4 milyar dolar. Hazineye maliyeti, yani ilaveten gelen 8 milyar dolardan köylüye ne? Bir de düşününüz, memleket nüfusunun yüzde 40ının (26 milyon kişi) ekmek yediği, istihdam edildiği, hayatını idame ettirdiği bir kesime 4 milyar dolar, bu finansmanı iki misli maliyetle temin eden, buna rağmen yine de batıp devletin - milletin sırtına yıkılan bankacılık kesimine defaten 15 - 20 milyar dolar. Hangi kitapta yazar? Bir de yine her şeyi mükemmel dizayn edilmiş tarım reformu ve Cumhurbaşkanının geri gönderdiği, ancak hükümetin çıkartmakta kararlı olduğu tütün yasası ile ilgili olarak, Hazine adına konuyu yürüten yetkiliye arkadaşlarımızdan birisi Bu tasarıları, modelleri hazırlarken, hiç üreticilerle konuşup, konuşmadıklarını, onların yanına gidip gitmediklerini, dolayısıyla bu tasarıların reform modellerinin tümüyle Ankarada masa başında hazırlanıp, hazırlanmadığını sordu. Hazine yetkilisinin cevabı beklediğimiz gibi idi; Hayır gitmedim. Konuşmadım. Dünya Bankası uzmanları ile birlikte burada (Ankarada) hazırladık. Zaten gitmemiz de gerekmiyor, çünkü biz (Hazine) konunun tümüyle finansman ve parasal boyutuna bakıyoruz. Bizim görevimiz bu. Onun dışındaki konular, uygulamalar, olaylar, Tarım Bakanlığının görev alanına giriyor. Tabii görev dağılımı açısından doğru bir yaklaşım olabilir. Ancak, yine de milyonlarca insanın ürettiği, hayatını kazandığı bir alanla ilgili, ürünlerle ilgili kararlar alıyorsunuz, modeller, yapılar dizayn ediyorsunuz. O kişileri sadece finansmanın parçası, temin edilen, edilecek paranın, doların bölünüp, pay edileceği sayılar, bilançodaki kalemler, tutturulması gereken hesap ve rakamlar olarak görüyorsunuz. Oysa o insanların bir yıl boyunca, sabah ezanıyla kalkıp çapaladıkları, emek verip büyüttükleri ürünün hem tarladaki, hem manavdaki fiyatı, Ankaranın umumi helalarında küçük abdest parası bile değil. Şeker pancarında, tütünde, zeytinde, incirde, pamukta, üzümde, hepsinde böyle. Dünya fiyatlarına bakıp, şekerin, tütünün, domatesin fiyatı piyasada belirlensin bana ne derseniz. Yarın, sattığı karpuzun, domatesin, pancarın parası ile umumi helada hacetini bile gideremeyen üretici, köylü, bir şey ekmez. Zaten o yola girmişiz, gerekirse domatesi de ithal ederiz, pancarı da derseniz o başka. Tanesi 1.5 milyon lira olan dolardan, insanlarınıza 5 dolara domates yedirirsiniz. Ya da yediremezsiniz, Marmara Depreminin ardından, memleketin insanları, bir de açlıktan, kıtlıktan, beslenememekten, gıdasızlıktan kırılır. Hazır olalım. Hazan patlaması, dolar kurundan - bono faizinden önce, kırlardan, köylerden gelecek. HAZİNE BAKANI FAİZ KONUŞUR MU? Peki, tarlada - tapanda bu mutsuz tablonun yanı sıra, kentlerde, piyasalarda olanın manası nedir? Kurlar rampadan fırlamış peyk misali göğe yükseliyor . Kimse satmıyor, herkes döviz alıyor. Kur ile faiz arasında bilinen tersine ilişkinin aksine, bizim piyasalarda ikisi birlikte el ele yükseliyor. Birinci tespit, 22 Şubat kararlarının sonrasından itibaren Hazinemizin borçlanma konusundaki sıkışıklığı aşmaktaki zorluğu giderilemiyor. Özeti, Türk Lirası tercih edilmiyor. Millet dolar iptilasına kapılmış, dolara müptela olmuş vaziyette. Yanlış olan nedir? Türk Lirasının fiyatının (yani faizin) toplumda, piyasalarda kabul görmemesi. Burada ekonomik birimler arasındaki yani Merkez Bankası ile Hazine arasındaki, iletişimsizliğin, farklı yaklaşımların da rolünü kabul etmek gerek. Faiz yaklaşımı konusunda, bu iki kurumun farklı değerlendirmeleri olduğunu biliyoruz. Fakat daha mühimi, anlaşmazlık veya iletişimsizlik - her ne derseniz - noktasındaki aykırılıkların (iki kurum arasındaki) ortasında asıl duran Hazine Bakanı. Yani Devlet Bakanı Kemal Derviş. Türkiye geçmişte de benzer şeyler yaşadı. 1994de, 1997 ve 1998de görüldü ki, ne zaman bir Hazine bakanı iç borçlanma politikalarına, ihalelerine, faizlerine karışır, müdahil olur, fikir beyan eder, olması gereken oran konusunda diktelerde bulunur ise, çuvallanmaktadır! İç borçlanma, iç borçların yönetimi, politika ve stratejilerinin hakikaten teknik bir uzmanlık alanı olduğu, hakikattir. Dolayısıyla teknik adamlarca yürütülmesi gerekir. Genel politika çizilmesi ayrı, stratejinin uygulanması ve fiiliyatı ayrıdır. Bir Hazine Bakanı sürekli olarak, zaman zaman da Hazine Müsteşarı faizler yüksek, düşmesi gerek, ya da faizleri düşürmemiz gerekiyor, bu faizlerle program hedeflerinin yakalanması güç, daha aşağı inmesi lazım diyorsa, hatta ve hatta Hazine Bakanı faizlerin olması - inmesi gereken seviye konusunda oran - yüzde telaffuz ediyorsa, sonra da o bakanın yönetimindeki Hazine açtığı ihalede, üç ay için dahi en yüksek faizi kabul edip, yüzde 98 bileşik faizi veriyorsa, hay hay, derhal, baş - göz üstüne diyorsa, orada durmak ve sorgulamak gerek. Siz sürekli faizin yüksek olduğunu, düşürmek gerektiğini, düşmesi gerektiğini söylerseniz, gayrı ihtiyari olarak, akıllara acaba borçların döndürülebilirliği konusunda bir sıkıntıları mı var? Tıkanacaklar mı, yoksa? suallerini getirir, bunu yineledikçe de kafa karışıklığını güçlendirirsiniz. Hazine Bakanı da, Müsteşarı da bizim kanaatimize, bildiğimiz, gördüğümüz ve örneklerinden anladığımıza göre faiz hakkında ko- nuş- maz- lar! Konuştuktan sonra da, dediklerinin tersini yaparlarsa, insanlar dövize koşar, dövize döner. Neden? Bunlar böyle diyorlardı, faizler inmeli diye konuşuyorlardı, ama, yüzde 100lük, yüzde 98lik faize gıkları çıkmadı bir şeyler planlıyorlar, bilmediğimiz bir şeyler var galiba diyerekten, fiyatı (faizi) daha da yükseltir, risk paylarını arttırır, ya da en iyisi dövizde kalmak deyip, oraya dönerler. IMF programı uygulayan Güney Korede benzer gelişme yaşandı. Hem kur, hem faiz birlikte tırmandı. IMF Koreye kurları tut, tutmak için faizi yükselt dedi. Kore tersini yaptı. Faizleri düşürdü, kuru da tuttu, düşürdü. Belki de, her zaman IMFnin dediğini yapmamak gerek. Hani dervişin dediğini dinleyip, yaptığını yapmamak gibi bir şey. Programda, niyet mektubunda, kitapta her nerede, ne yazıyorsa, aynen uymak, dışına çıkmamak yerine, biraz kendimiz bir şeyler bulup, düşünüp, aykırı olsak, kitabın dışına çıksak, kendi bildiğimizi okusak. Neticede altı üstü bir IMF reçetesi. IMF kendisi bile bir buçuk yılda iki kez değiştirdi. Bir kez de biz değiştirsek, orada yazılanları, bize emredilenleri değil de, kendi inandığımız doğruları yapsak. Allah kelamı mı ki, günaha girelim, ne dersiniz? Boğulursak da büyük denizde boğulalım. | ||||
Ekonomide ve siyasette 'hazan' randevusu Hedeflemede "zımni ve zaruri" mutabakat Siyasette ve ekonomide "yeni yönelişler" başlıyor Programın "toplumsal tabanı" genişletiliyor... ESK nihayet! Tek, yek, bir, yegan... Çare, biçare, naçar... "Akılda" bir yıllık gecikme! "Dandik" liraya cazibe, "tepelenen" sanayiye rehabilite! Hypo vereins, çok keyifli! Teknokratlar mı, bürokratlar mı, seçim mi, bu hükümet mi? Arjantin korkusu, Türkiye'ye siner mi? Banka operasyonu, diplomasi - siyaset - ekonomi birlikte Dalgalı kura devam, banka önlemlerine sürat IMF, Türkiye'de siyasete bulaştı! |
|||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||