Güncelleme: 12:40 TS 28 Kas., 2001
|
|
Lefkoşa NTV-MSNBC |
Kuzey Kıbrıs, AB ile Türkiye arasında köprü olabilir
|
|
NTVMSNBCnin Kıbrıs sorunu üzerine yürüttüğü soruşturmaya katılanlardan biri de, Hasan Kahvecioğlu. Ortam Gazetesi köşe yazarlarından Kahvecioğlunun sorularımıza yanıtları aşağıda.
|
|
Soru: TC ve KKTCnin Kıbrıs konusundaki tezlerinin uluslararası planda ve kurumlar nezdinde kabul görmemesinin nedenleri nedir?
Kahvecioğlu: Kıbrıs sorunu konusunda, ne yazıktır ki Türk tarafınca ileri sürülen tezler kabul görmemektedir. Bunun birincil nedeni, bu tezlerin politik içeriğinin sürekli değişmesidir. Ta 1950lerden beri Türkiyenin, Kıbrıs konusundaki politikaları sürekli zikzaklar çizmiştir. Özellikle son 11 yılda dünya toplumunun çağdaş değerlerine meydan okuyan bir şahin anlayışla bu tezlerde temelli değişiklikler yaşanmıştır.
1950lerde taksim, 1960larda cumhuriyet, 1963ten sonra kararsızlık, 1974ten sonra federasyon, 1983ten sonra bağımsız devlet, 1999da konfederasyon, şimdilerde ilhak ve entegrasyon...
Günübirlik gelişmeler karşısında yalpalayan bir politikanın başarı şansı elbette olamaz...
1995te Demirel-Denktaş deklerasyonunda federasyonun nihai hedef olduğu belirtilirken, TBMM geçen yıl oybirliği ile konfederasyona çark etmiştir.
FEDERESYON TEZİ SAHİPLERİNCE TERKEDİLDİ
1977 ve 1979 zirve anlaşmalarında (Denktaş-Makarios ve Denktaş-Kiprianu) federasyonun kabul edildiğine ilişkin atılan imzalar unutulmuştur. Oysa Rum tarafının ve BM çevrelerinin kabul ettiği federasyon 1960lardan beri bir Türk tezidir ve uluslararası belgelerde yerini aldıktan sonra bu tez sahipleri tarafından terkedilmiştir.
4 Temmuz 1990da Rum tarafı tek yanlı olarak ABye üyelik başvurusunda bulununca, Türk tarafı 11 yıl sonrasını, yani bugünü görememiştir. Rum başvurusunun yaratacağı sorunları hesaplayamamıştır. Bu 11 yıllık dönemde önce ABye küsme, diyaloğu kesme gerginlikleri yaşanmış, Lüksemburg zirvesi ile doruğa tırmanan kızgınlıkla adeta AB defteri kapatılırken, Kıbrısta da sertleşme politikalarına yönelinmiştir. Helsinki zirvesinde Türkiyeye sağlanan prespektiften sonra, AB ile politik diyalog güçlendirileceğine, görüşmelerden kaçarak Rumların eline müthiş bir koz verilmiştir.
Kısaca; Türk tezleri yakın tarihimiz içinde hep değişken olmuş, etkiye tepki biçiminde gelişmiş, Türk dış politikası ilerici ve yapıcı fikirler üretememiş, ileriyi görememiştir.
Bu politikalar ayrıca çoğu kez dünya toplumunun çağdaş kriterleri ile de uyumlu olmamıştır. Türkiyenin 1974ten sonra Kıbrıstaki konumu bu başarısız Türk dış politikası yüzünden hak etmediği bir suçlanmayı da birlikte getirmiştir.
TÜRKİYE TEHLİKELERE DİKKAT ÇEKEN KIBRISLILARI DİNLEMEDİ
TC-KKTC ilişkilerindeki sağlıksız ve dengesiz anavatan-yavruvatan hamaseti de Türk tezlerinin sağlıklı üretimini ve gelişmesini önlemiştir. Türkiye 1990dan beri ABye Rumların tek yanlı alınmasının sonuçlarını vurgulayan, önerilerde bulunan, tehlikelere dikkat çeken Kıbrıslıları dinlememiştir. Hatta milli dava karşıtı saydığı siyasetçileri hükümetlerden dışlamıştır.
Yine Türk tezleri, hep iç politika hesapları ile örgülendiği için dünya gerçeklerine değil, yerel politik popülizm hesaplarına dayandırılmıştır ve politik rant getiren hamasete kurban gitmiştir. Milli dava anlayışının tabulaştırdığı tezler hep bu kriterlere hapsedilmiş, kendi sınırlarımız dışında bir dünyanın var olduğu bir türlü kabullenilmemiştir.
TÜRKİYE MEDYASI TABUYU YIKAMADI
Ne yazıktır ki Türk resmi tarafı yanında, Türkiye medyası ve sivil toplum örgütleri de daha düne kadar bu tabuyu yıkamamıştır.
Şimdilerde, yani tam 11 yıl sonra fark edilen bu acı tabloyu ve sezinlenen olası acı sonuçlarını 4 Temmuz 1990dan beri her platformda dile getiren, ekranlarda ve gazete sayfalarında didinip duran benim gibi birinin tek isteği geç kalmamış olmaktır...
Soru: Kıbrıs Rum Yönetiminin ABye girmesinin (ya da hızla ilerleyen bu sürecin) Kıbrıs sorununun çözümüne ne ölçüde ve nasıl etkileri olur?
Kahvecioğlu: Kıbrıs sorunu 2002 yılının sonbaharına değin çözümlenmezse ya da bu doğrultuda elle tutulur adımlar atılmazsa, AB ile Güney Kıbrısın sürdürdüğü üyelik görüşmeleri tamamlanacak ve en geç 2004 yılı ortalarında Güney Kıbrıs ABnin tam üyesi olacak. Kuşkusuz ki böyle bir gelişme; öncelikle Türkiyeyi öfkelendirecek. Her zaman olduğu gibi gene kendine ve Kıbrıslı Türklere zarar veren önlemlere başvuracak. Türkiye ile ABnin ve Türkiye ile Yunanistanın ilişkileri, büyük bir olasılıkla gerginleşecek.
TÜRK TARAFI KAYBEDİLEN YILLARI HESABA KATARSA...
Güney Kıbrısın ve ABnin sınırlarının nerede bittiği tartışması başlayacak. Türkiyenin K. Kıbrıstaki varlığı, geniş bir dünya platformunda uluslararası hukuk açısından tartışmalar yaratacak. Hepsinden önemlisi Kuzey Kıbrısta yaşayanlar, bütün dünyanın tanıdığı bir pasaportla seyahat imkânı bulunca, yurtdışına hatta Güney Kıbrısa göç hızlanacak. Kuzey Kıbrısın demografik yapısı daha da değişecek. Burası Türkiyenin bir vilayeti olacak. Belki Rauf Denktaşın asırlık rüyası gerçekleşecek ama buralarda Kıbrıslı Türk kalmayacak...
Türk tarafı, işin ciddiyetini anlar ve kaybedilen yılları hesaba katarsa, önümüzdeki limitli zaman süreci içinde Kıbrıs sorununun çözümüne katkı koyabilir ve Güney Kıbrısla birlikte Kıbrıslı Türkler de AB üyesi olabilirler.
Böyle bir üyelik, Kuzey Kıbrısı AB ile Türkiye arasında bir köprü konumuna kavuştıracak ve tüm taraflar bunun yararlarını göreceklerdir. Kıbrıslı Türk bakanların AB kurumlarında yer alacağı, Türkçenin ABnin resmi dili olacağı, Türk tarafının endişelerinin derogasyonlarla giderilerek AB mevzuatına katılacağı bir düzenleme ile önce anlaşma, sonra AB üyeliğinin yaşam bulması, Türkiyenin 150 yıllık rüyasının gerçekleşmesine de katkı sağlayacaktır.
Soru: 4 Aralıktaki Denktaş-Klerides görüşmesi, sorunun geleceği açısından ne tür sonuçlar doğurur?
Kahvecioğlu: 4 Aralık Denktaş-Klerides görüşmesi, büyük riskler taşıyan bir fırsattır...
Risklidir, çünkü bir sonuç üretilmemesi durumunda, öneriyi yapan taraf olarak Türk tarafı kolaylıkla suçlanacaktır. İkincisi somut sonuçlara götürmesi ya da tıkanan yolu açması bakımından oluşan büyük beklentilere yanıt vermelidir. Denktaşın çok iyi hazırlanmış makul önerilerini ve kendisinin pozisyonundaki değişiklikleri içeren, anlatan bir inisiyatif taşımalıdır.
Bu risk faktörleri, bizzat Türk tarafınca hesaplanmış ve yalnızca zevahiri kurtarmak taktiği ile bu görüşme çağrısı yapılmışsa, bu buluşma Türk tarafının uzlaşmazlığını teyit etmekten öteye geçemeyecektir. O zaman da gene Rauf Beyin istediği olacak ve Onlar kendi yoluna, biz kendi yolumuza siyasetinin kurbanları olacağız.
BİZ KIBRISLI TÜRKLER ARALIKLARDAN ÇOK ÇEKTİK...
Ancak, aynı zamanda 4 Aralık büyük bir fırsattır. Kilitlenen bir görüşme süreci vardır. Masadan kaçan taraf olarak Türk tarafı suçlanmaktadır. Mutlaka bir manevra ile ön-şartsız görüşme sürecine dönmenin ve pazarlık sürecini başlatmanın manivelası olabilir bu buluşma. Biz devletten devlete görüşürüm, tanınma olmazsa masaya oturmam şeklindeki ön-şartlarımızı unuttuğumuza ve Meclis kararını da rafa kaldırdığımıza göre; bu fırsata sarılmalıyız. 4 Aralık, yeni sürecin tıkanıklığını aşmanın, gerçek bir barış dönemine ulaşmanın miladı olabilir...
Biz Kıbrıslı Türkler Aralıklardan çok çektik...
21 Aralıkta Kanlı Noelin çatışmalarında katliamlarla tanıştık...
Lüksemburglar, Helsinkiler hep Aralıklarda karşımıza çıktılar...
Görüşme masasını yine Aralıkta bırakıp gittik...
Belki bu Aralık, bundan öncekilerin kötü izlerini hafızamızdan siler...
İki arada bir derede kalmış Kıbrıslı Türklerin geleceğine giden yolu açar...
Türkiye de bedel ödemez, Yunanistan da... |
|