|
|
Cansun'un ziyareti üzerine... Boğalar, Çizme'yi aşmak üzere... İki portre: Biri elma, biri armut Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi istatistikleri BABALAR ve OĞULLARI... |
|||
- TV odanız var mı? TRT 1i alıyor mu? Bizim hanım duruma uyanıyor, yüzü asılıyor. Yan gözle farkediyorum. Kızlarımdan biri anneleri kadar tutamıyor kendisini ve mızıldanıyor. - Ba-baaa ! Burada da mı maç? - Evet kızım, burada da, orada da, şurada da maç. Ohhh! Sefam olsun ! Akşam saatleri, çarçabuk yemek yemece ve kendimi TV odasına atmaca. Bu arada bir gurup Alman genci bağırmakta, yaşları 14-16 arasında. Ben holigan olacak veleti gözlerinden tanırım. Hepsi birer potansiyel holigan Deutsch-land, Deutsch-land diye bağırarak yanımdan geçiyorlar. Belli ki onlar da bir çanak antene sığınıp, Almanya-İngiltere maçını seyredecekler. (Maçtan sonra görüşürüz. Kih,kih..!) Slovakya maçı başlıyor. Türkiye kontrollü, Slovaklar kontrolsüz. Spiker, maçı devlet televiyonundan anlatma ciddiyeti ve bilinci içerisinde. Şükür ki öyle ! 4 gün sonra bu konuda asrın spikeri zırvaları yaşayacağız çünkü. Şükür dedik hemen konuya dönelim. Hakan Şükür yine santrafor pozisyonlarında saç baş yoldurtacak... derken golünü atıyor, bizi rahatlatıyor. Ohh ! Yak bir sigara. Ama Slovaklar deli dana hastalığına tutulmuşlar sanki. Saldırdıkça saldırıyorlar. Eğer Hakan, Şükür ise Rüştü Yarabbi Çok Şükür yine. Turgay Şereni bile hasetinden çatlatacak kurtarışlar yapıyor. Slovakya Panteri oluveriyor. Bir de sakat olmasa(!) adamlar ceza alanımıza giremeyecekler yani. Zaman geçmek bilmedikçe içtiğim sigaraların sayısı artıyor. Düüüt ! Penaltı. Gözerim maçın silik adamı Tayfuru arıyor. Top Hakan Şükürün tekelinde. Ahh ! Keşke penaltı atışları da kafayla yapılabilseydi! Kaleci çoktan yere yatmışken, top avutta bir yerlerde kahır vuruşu oluyor Hakanın o çoğu kez dümensiz olan ayağından. Ve meşhur medet umma, uğurlardan, tılsımlardan medet umma hastalığımız spikerin ağzından zikrediliyor yine. Hakan Şükürün gol attığı hiçbir maçı kaybetmedik ! Vayyy ! Vayyy ! Bu, bu nedi bu? Hakanın büyük golcülüğünü mü gösteriyor bu? Ben mi buzağı avcısıyım öküzler altında? Adama sormazlar mı? Bir golcü ille de hep galip gelinen maçlarda gol atıyorsa mı büyük golcüdür? Ömer Üründül bile anlamadı. Tekrar soralım : Golcünün iyisi takım 2-3 farkla mağlupken, yani rakip bariz şekilde üstün oynuyorken de çıkıp gol atmayı becerebilendir. Hani nerde?? Azz sonra ! 4 gün sonra o da olacak ! Dilimi eşek arıları soksun... Maç bitti. Galibiz ya Ömer Üründülün maç boyu mikrofona yandan fısıldadığı son adamsız, çizgi defansımız çok boşluk veriyor uyarıları da gümbürtüye gitti. Olsun ! Türküz, türkü çığırırız. Geçti nasılsa Borun pazarı, sür eşeği İsveçin önüne... Bu arada U-A 12 Dev Adamdan İspanyollara da Ole ! Sırada Hırvatlar var. Haydi hayırlısı. ÇARŞAMBAYA GELDİK Çarşambaya geldik. İsveç gibi bir ülkede milli takımda zenci olur da ben bronzlaşmaz mıyım? Omuzlarım yanıyor, kalbim de küt küt atıyor. Önce basketbol heyecanı. 19-20 sayı gerilerden yakalıyoruz Hırvatistanı. Hırdavat çarşısı gibi darmadağan edip bir sayı ile öne geçiyoruz. 10-9-8...3-2 biiiiiir ! Türkiye yarı finalde! Nasıl oluyor? diyorum kendime. Ertesi gün Hürriyette Yalçın Granitin ağzından hazırlık dönemini okuyunca çözüyorum işi. 12 dev adam birer piyon aslında... Devleşen sistemli hazırlık, uyumlu ve tecrübeli hocalar... Şenol Güneş de okumuş mudur o yazıyı? Türkiye böyle zaferlere tok (!) ya, aynı anda hem basketbol milli maçı hem de futbol milli maçı var. Organizatörlere pes yani! Neyse Abdi İpekçiden Ali Sami Yene döndüğümüzde dakika 24 ama kayda değer 2 pozisyon bile kaçırmış değiliz. Top orta sahada Türkiyenin Maradonası Emrenin yanından geçiyor (ki ilk maçta o yok diye kötü oynamışmışız) onun aklı İnterde. Kendi sahamızda mutlak galip gelmeliyiz ama bir kombine atağımız yok. Euro 2000deki maçın kopyası oynanmakta. Orada da Türkiye-İsveç maçı şampiyonanın en zevksiz, en yavaş maçı seçilmişti otoritelerce. Tatil Köyündeki TV odası tılım tıklım dolu. Eşim başta gönül koymamış olsa o da çocukları alıp gelecek hani. Salondaki herkes Şenol Güneşten daha çok biliyor(!) bu işi. Vermedikleri taktik yok ama Şenol Hoca duymuyor. Duymaz çünkü maçı anlatan bir Star spikeri var ki evlere, statlara şenlik. Adam susmuyor. Ortada bizim lehimize tek bir pzoisyon yok ama sanki Kuvayı Milliye destanını anlatıyor. Utanmasam Ulan seyrettirdiğiniz görüntüler ayrı, ses ayrı maçlara ait diye gidip otel yetkililerine çatacağım. Hakan yine atıyor, Arif de ortayı yaptı diye bir frikikte Ümit Özatı fırçalayarak topu gaspediyor. İçimden soruyorum : Hadi geçen maç penaltı konusunda itiraz etseler, Hakan ağlayacak gibiydi de bu takımda serbest atışları kimin kullanacağı da mı önceden belli değil? Durum 1-0 olunca, spikerin ar damarı hepten patlıyor. Adım adım dünya kupasına gidiyoruz. Hakanın imzası hala filelerde, Türkün adını finallere yazdırıyor, onun gol attığı maçlarda yenilmedik, yenilmeyiz gibilerinden edebiyat parçalıyor. Maçı falan anlattığı yok. Öyle ki, insanın atlayıp uçağa, Star stüdyolarını basıp bizi futboldan soğuttunuz beee diye sağa sola saldırası geliyor. Maçın bitimine 3-4 dakika var, hani gitti gidecek gibiyiz o çooook uzaktaki Uzak Doğuya. Yalanım varsa namerdim; aklımdan aynen şu geçiyor : Bu ekolsüz, bu kişiliksiz futbolla gitsek noluur, gitmesek nolur allasen!? Aklımı da eşek arıları soksun mu? 2 gol birden yedik işte. Biz yediğimize inanamadık da, onlar attığına inadı mı acaba? Salondaki mırıldanmalar homurtulara dönüşüyor. Hani, herşeyin, bir yudum suyun bile boncuk cinsinden para olduğu o tatil köyünde maçı ekrandan seyretmek için de para verip girmiş olsaydık salona, koltukları söküp Ege denizinin sularına fırlatmaya hakkımız olacaktı(!) sanki. Ne de olsa stat kültürümüz bunu dürtüklüyor içimizde. Yattım yatağa, çocuklar çoktan uyumuş. Aklım hala 1-2lik maçın sonucunda ve genelinde. İçim sıkılmış, uykusuzluk gece boyu. Bir de Ağustos böceği derler. Eylülün 5i 6sına karışmakta hala sinir bozucu şekilde cır-cır ötmekte dışarıdaki mahlukatlar. Kalktım bir sigara yaktım. Gurubumuzdaki takımları bir daha düşüneyim dedim isimlerini bile zor hatırlıyorum. Bu İsveçle ilk maçımızı düşündüm. Son dakikada gelen bir penaltıyla beraberliği kurtarmıştık diye zafer(!) nidalarıyla dönmüştük yurda. O zaman iyiydi de şimdi niye böyle kalleşti bu futbolun cilvesi? Türk futbolu kıpırdanıyor falan dediğimiz şey bu muydu? Yoksa ülkelerin coğrafi bölünmelere maruz kalmasıyla bir bütünden olma yarımşar milli takımların karşımıza çıkıyor olması mıydı, bizi kıpırdanıyor gibi gösterten şey? Çekoslavakyadan Slovakya, dev SSCB kumaşından Azerbaycan, Moldovya gibi düttürü dikilmiş elbiseler çıkarsa karşına, bölünmemiş senden de futbol finalisti çıkar gibi olur elbet. Bir zamanların devleri Brezilyalar, Almanyalar sürünmeye başlarken bizler mi kıpırdanıyorduk; yoksa futbol milli takımlar düzeyinde cazibesini yitirip kapitalizmin marka savaşlarına alet olduğu için nihayet boşluk doldurmaya mı başlamıştık? Milli takımlar düzeyinde hiçbir haber bir yıldız futbolcunun transferindeki detaylar kadar kurcalamıyorsa artık futbol tutkunlarının kafasını, ömründe bir milli zafer yaşamamışlar kıpırdanır gibi olmasın da kimler kıpırdasın ki? Lejyonerleri çoğunlukta olan bir milli takımın bireyleri Avrupalıya karşı oynarken artık aşağılık kompleksi duymaz oldu. Yoksa, asıl bu muydu bizim futbolumuzu kıpırdanıyor gibi gösterten gerçek? Dünya futbol sıralamasında nerelerde olduğu malum takımlardan oluşan bir gurupta hiçbir maçımızı iyi çalışan bir makinenin dişlileri gibi senkronize olarak tamamlayamadık. Daha basit bir ifadeyle hiçbir maçını takır takır futbol oynayarak kazanamamış bir milli takımın ve ilk takır takır oynayan karşısında (en güzel örnek özel Fransa maçıdır) havlu atmış bir milli takımın peşinden sürükleniyor Uzak Doğuda final maçlarına çıkma hayallerimiz... Allah sonumuzu hayretsin. Keşke alt tarafı futbol, alt tarafı bir milli maç diyebilen bir ulusun evladı olarak geçirebiliyor olsaydım tatili. O günleri çocuklarım görebilecek mi bakalım? Bunları düşünürek bindim Dalamandan dönüş uçağına. 08 Eylül Cumartesi günü saat 19:30da havalandık. Biz havadayken Abdi İpekçide havalar nasıldı acaba? İner inmez telefonu açar, sorarım diye planlıyordum. Pilot da bu ulusun evladıydı onu hesaba katmamışım. 1 saatlik yolculuğun sonunda tekerlekler Yeşilköydeki piste dokunduğunda hoparlörler hışırdadı ve pilotun coşku yüklü sesi duyuldu. - İstanbula inmiş bulunuyoruz. Türkiye bir basketle Almanyayı yenip, Avrupa Şampiyonasında finale kalmış. Yolcuların dörtte üçü Türk. Uçakta büyük bir alkış tufanı kopuyor... Arka sıradaki Amerikalı şaşkın bir ifadeyle soruyor : - What happened? (Ne oldu?) - U - A ! Sen anlamazsın. Sen ancak spordan anlarsın ! | ||||
Yazarlık patladı, peki ya okuyuculuk? Onu yazmazsam olmaz... Sarı-lacivertliler erdi muradına... Bu-ra-sı Tür-ki-ye bur-da in-saf yok ! Waldir Pereira Didi... Bir derbinin ardından |
|||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||