Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
 
Sarı-lacivertliler erdi muradına...
 
Bu şampiyonluk öyküsünde Mustafa Hoca’ya, yönetime ve de taraftara rol dağıtımı yaparken futbolcuları atlamak mümkün mü? Onlar öyküye en çok emeği geçen, renk katan baş rol oyuncularıydılar.
 
Tayfun Öneş.
NTV-MSNBC
 
28 Mayıs—  Bu şampiyonluk öyküsünde sanki en önce Mustafa Hoca erdi muradına. 2000 yılının Ağustos ayında, 34 haftalık maratonun başlamasına sayılı günler kala, Fenerbahçe kafilesi Almanya’daki hazırlık kampını tamamlayıp yurda dönerken Atatürk Havalimanına gelen taraftarlar hep bir ağızdan “Mustafa Denizli... Şampiyon yap bizi...” sloganlarıyla hocayı omuzlarına almışlardı. Mustafa Denizli şaşkındı, bir dönem yıllarca “ezeli rakip” bellediği kulübün sevgisi henüz lig başlamadan sarıp sarmalamaştı kendisini.

   
 
       
    MSNBC News Bu-ra-sı Tür-ki-ye bur-da in-saf yok !
MSNBC News Waldir Pereira Didi...
MSNBC News Bir derbinin ardından
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Üzerinde artık solmaya yüz tutan sarı kırmızı renklerden bir tek iz kaldıysa eğer o da yeni giymiş olduğu ateşten gömleğin alevlerinden çıkmakta olan renklerdi sanki. Kolay değildi yeni unvan: “Fener’in yeni hocası” unvanı. Kimler, ne dünya markaları, nasıl şatafatlı törenlerle giyip o gömleği, sezonu tamamlayabilmek şöyle dursun, bir “Merhaba”yı bile doğru dürüst telaffuz edemeden adeta çırılçıplak edilip, gerisin geriye gönderilmişlerdi aynı havalimanındaki peronlardan.
       Uche ve Rüştü’yü bir kenara koyarsak (hatta sonradan görülecekti ki bu sezon Rüştü’nün bir kenara değil, ille de baş köşeye koyulması gerekti) küçük bir dünya karması görünümündeki kadro baştan aşağı yenilenmişti. Yenilerden iki tanesi Alpay ve Oktay erken uçan kuşlar gibi birer kanarya bile olamadan uçup gitmişlerdi Kadıköy’den çok uzaklara. Hoca, onların ardından bakarken takılıp kalmadı ümitsizliğe ve “ben bu kadroyla da başarılı olurum” demişti. (Belki de bu sözünü yutmuş olmamak için(!) sonradan getirilen Baliç’e sezon boyu pek yüz vermeyecekti.) Kafası karışmıştı hocanın bu arada ilk derbisinde 5+1 ile 6+0’ı aynı kefeye koymuş, günlerce basına, kurda, kuşa ve tabii aslana malzeme olmuştu. Kadro birbirine, o kadroya uyum sağlarken haftalar geçmekte bu arada sanki rakipler de atı alıp Üsküdar’ı geçmekteydi. Allahtan Üsküdar’dan ötesi Kadıköy, Kadıköy’ün tam ortası da Şükrü Saraçoğlu’ydu. Yönetim (ki bu maratonun “mutlu son”u için hak edilen övgüden nasibini fazlasıyla almalıdır, onlar da sonunda erdi muradına) bu arada stadı genişletmekte, kanaryayı Kadıköy’de devleştirecek zemini hazırlamaktaydı. Yıllardır bu alemde sefa “süren”ler “bizim projemiz farklı” diyerek bir türlü bitmeyen (ne bitmesi, bir türlü başlanamayan) stat için aslanları bile ninnilerle uyuturken, “yıldırım” başkan birkaç ayda işi bitirmiş, binlerce kanaryayı uyandırıp stada koşturmuştu. Kanarya yeni yuvasını pek sevmişti. Gelen rakiplerin hepsi bir bir o kafese girip, tek yemlik bulamadan evlerine döner olmuşlardı.
       
       O kafese yapılan iki ziyaret yıllarca unutulmayacaktır. Biri Güney Anadolu kaplanı Antep’in ziyaretidir, diğeri de Avrupa’dan kükreyerek gelen Aslan’ınki. Antep aynı maçta 3-0’la bir saat geçirip son yarım saatte 4 gol birden yiyerek futbolda da “Gazi” unvanını alınca, Fener’i adeta kendinden geçirmişti. Aslan ise 3 adım önde ve şen gitmiş, muhteşem seyirci önünde kurdeşen dökmüştü sanki (spora sığmayan “hinlik” ve “hainlik”lerden başka yerlerde söz ettik, bu bir şampiyonluk öyküsüdür, bulandırmayalım öyküyü) Bu iki maça özellikle değinmemizin sebebi bu öyküdeki taraftarın payını vurgulamaktır. Onlar da erdi muradına... Hem de “lig uzun bir maratondur” sözü doğru olsa da, her maraton gibi bunda da son düzlükler çok önemliydi. İşte o iki maç bu maratonun son düzlükleriydi ve ensede hissedilen soluklar altında aşılmıştı o düzlükler. (Daha sonra oynanan maçlar bu güzel öykünün heyecanı uzasın diye yaratılmış bir iki masal kahramanı numarasından öteye gidemediler sanki.)
       
       Bu şampiyonluk öyküsünde Mustafa Hoca’ya, yönetime ve de taraftara rol dağıtımı yaparken futbolcuları atlamak mümkün mü? Onlar öyküye en çok emeği geçen, renk katan baş rol oyuncularıydılar.
       Sokaklarda klakson seslerinin bile “Yaşa Fenerbahçe” namelerini becerebildiği şu günlerde, yıllardır dolaplara hep erken kaldırılan bayrakların balkonlardan ve camlardan adeta tüm dertlerin üzerine birer örtü gibi sarkıtıldığı şu günlerde futbolcuların o bayraklarla dalgalanan gönüllerdeki yeri bambaşkadır. Onlar da erdi muradına.
       Gönüllerinde en güzel renkleri sarı ve lacivert olan genç milyonların uykularında “Acaba Şampiyonlar Ligi’nde nasıl bir kura çekeceğiz?” soruları henüz bir kabusa dönüşmeden görülen rüyaları o futbolcular süslüyor şimdi...
       
       Mahalle maçlarında kendini Rüştü ile özdeşleştirerek kaleye geçen çocuk uzunca bir süre kolay kolay gol yemeyecektir. Her çalımda Revivo olanlar rüyalarında “acaba İsrail nasıl bir ülke?” diye düşleyecekler. Çektiği bir şutu, önündeki baraja rağmen imkansız bir kavisle gol oldurtabilen genç Fenerli gol sevincini arkadaşlarıyla paylaşırken Rapaiç’ten çok da farklı gülümsemeyecektir. Yere düşüp kolu, bacağı kanayan çocuk Gaziantep maçını sakat oldukları için kenardan seyrederken ve acı içinde olmalarına rağmen sahadaki arkadaşları kadar coşabilen Ogün ve Johnsson’u hatırlayıp yeniden koşmaya başlayacaktır. Hislerine en fazla gem vurabilen Fenerli gençler şimdi en fazla Andersson kadar tutacaklar coşkularını ve tutamayanlar da en az Ali Güneş’in Taffarel’i çalımlayıp attığı gol sonrasındaki coşkusundaki kadar coşacaklar bu şampiyonluğa...
       Yıllardır kendilerini hep başkalarının rüyalarını seyrederken bulanlar artık mutlular. Onlar erdi muradına, Türk Futbolu çıksın kerevetine...
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları