|
|
Bu-ra-sı Tür-ki-ye
bur-da in-saf yok ! Waldir Pereira Didi... Bir derbinin ardından |
|||
Üzerinde artık solmaya yüz tutan sarı kırmızı renklerden bir tek iz kaldıysa eğer o da yeni giymiş olduğu ateşten gömleğin alevlerinden çıkmakta olan renklerdi sanki. Kolay değildi yeni unvan: Fenerin yeni hocası unvanı. Kimler, ne dünya markaları, nasıl şatafatlı törenlerle giyip o gömleği, sezonu tamamlayabilmek şöyle dursun, bir Merhabayı bile doğru dürüst telaffuz edemeden adeta çırılçıplak edilip, gerisin geriye gönderilmişlerdi aynı havalimanındaki peronlardan. Uche ve Rüştüyü bir kenara koyarsak (hatta sonradan görülecekti ki bu sezon Rüştünün bir kenara değil, ille de baş köşeye koyulması gerekti) küçük bir dünya karması görünümündeki kadro baştan aşağı yenilenmişti. Yenilerden iki tanesi Alpay ve Oktay erken uçan kuşlar gibi birer kanarya bile olamadan uçup gitmişlerdi Kadıköyden çok uzaklara. Hoca, onların ardından bakarken takılıp kalmadı ümitsizliğe ve ben bu kadroyla da başarılı olurum demişti. (Belki de bu sözünü yutmuş olmamak için(!) sonradan getirilen Baliçe sezon boyu pek yüz vermeyecekti.) Kafası karışmıştı hocanın bu arada ilk derbisinde 5+1 ile 6+0ı aynı kefeye koymuş, günlerce basına, kurda, kuşa ve tabii aslana malzeme olmuştu. Kadro birbirine, o kadroya uyum sağlarken haftalar geçmekte bu arada sanki rakipler de atı alıp Üsküdarı geçmekteydi. Allahtan Üsküdardan ötesi Kadıköy, Kadıköyün tam ortası da Şükrü Saraçoğluydu. Yönetim (ki bu maratonun mutlu sonu için hak edilen övgüden nasibini fazlasıyla almalıdır, onlar da sonunda erdi muradına) bu arada stadı genişletmekte, kanaryayı Kadıköyde devleştirecek zemini hazırlamaktaydı. Yıllardır bu alemde sefa sürenler bizim projemiz farklı diyerek bir türlü bitmeyen (ne bitmesi, bir türlü başlanamayan) stat için aslanları bile ninnilerle uyuturken, yıldırım başkan birkaç ayda işi bitirmiş, binlerce kanaryayı uyandırıp stada koşturmuştu. Kanarya yeni yuvasını pek sevmişti. Gelen rakiplerin hepsi bir bir o kafese girip, tek yemlik bulamadan evlerine döner olmuşlardı. O kafese yapılan iki ziyaret yıllarca unutulmayacaktır. Biri Güney Anadolu kaplanı Antepin ziyaretidir, diğeri de Avrupadan kükreyerek gelen Aslanınki. Antep aynı maçta 3-0la bir saat geçirip son yarım saatte 4 gol birden yiyerek futbolda da Gazi unvanını alınca, Feneri adeta kendinden geçirmişti. Aslan ise 3 adım önde ve şen gitmiş, muhteşem seyirci önünde kurdeşen dökmüştü sanki (spora sığmayan hinlik ve hainliklerden başka yerlerde söz ettik, bu bir şampiyonluk öyküsüdür, bulandırmayalım öyküyü) Bu iki maça özellikle değinmemizin sebebi bu öyküdeki taraftarın payını vurgulamaktır. Onlar da erdi muradına... Hem de lig uzun bir maratondur sözü doğru olsa da, her maraton gibi bunda da son düzlükler çok önemliydi. İşte o iki maç bu maratonun son düzlükleriydi ve ensede hissedilen soluklar altında aşılmıştı o düzlükler. (Daha sonra oynanan maçlar bu güzel öykünün heyecanı uzasın diye yaratılmış bir iki masal kahramanı numarasından öteye gidemediler sanki.) Bu şampiyonluk öyküsünde Mustafa Hocaya, yönetime ve de taraftara rol dağıtımı yaparken futbolcuları atlamak mümkün mü? Onlar öyküye en çok emeği geçen, renk katan baş rol oyuncularıydılar. Sokaklarda klakson seslerinin bile Yaşa Fenerbahçe namelerini becerebildiği şu günlerde, yıllardır dolaplara hep erken kaldırılan bayrakların balkonlardan ve camlardan adeta tüm dertlerin üzerine birer örtü gibi sarkıtıldığı şu günlerde futbolcuların o bayraklarla dalgalanan gönüllerdeki yeri bambaşkadır. Onlar da erdi muradına. Gönüllerinde en güzel renkleri sarı ve lacivert olan genç milyonların uykularında Acaba Şampiyonlar Liginde nasıl bir kura çekeceğiz? soruları henüz bir kabusa dönüşmeden görülen rüyaları o futbolcular süslüyor şimdi... Mahalle maçlarında kendini Rüştü ile özdeşleştirerek kaleye geçen çocuk uzunca bir süre kolay kolay gol yemeyecektir. Her çalımda Revivo olanlar rüyalarında acaba İsrail nasıl bir ülke? diye düşleyecekler. Çektiği bir şutu, önündeki baraja rağmen imkansız bir kavisle gol oldurtabilen genç Fenerli gol sevincini arkadaşlarıyla paylaşırken Rapaiçten çok da farklı gülümsemeyecektir. Yere düşüp kolu, bacağı kanayan çocuk Gaziantep maçını sakat oldukları için kenardan seyrederken ve acı içinde olmalarına rağmen sahadaki arkadaşları kadar coşabilen Ogün ve Johnssonu hatırlayıp yeniden koşmaya başlayacaktır. Hislerine en fazla gem vurabilen Fenerli gençler şimdi en fazla Andersson kadar tutacaklar coşkularını ve tutamayanlar da en az Ali Güneşin Taffareli çalımlayıp attığı gol sonrasındaki coşkusundaki kadar coşacaklar bu şampiyonluğa... Yıllardır kendilerini hep başkalarının rüyalarını seyrederken bulanlar artık mutlular. Onlar erdi muradına, Türk Futbolu çıksın kerevetine... | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||