Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
 
Bir derbinin ardından
 
Fenerbahçe son yılların, hatta kimilerine göre (daha birinci yılında olmamıza rağmen) 21. Yüzyılın derbisini kazandı, sarı-lacivert renklere gönül veren herkesi kutluyoruz.
 
Tayfun Önes
NTV-MSNBC
 
9 Mayıs—  Maçın analizi, takımların ve hakemin performansı, stadın atmosferi vs. hakkında çok şey yazıldı, çizildi. Zaten Türkiye’de futbola gönül vermiş olup da bu maçı (en azından özet görüntülerini) seyretmeyen kişi sayısı herhalde yok denecek kadar azdır. Geride kalan bu heyecanlı ve doyurucu 90 dakikayı ezeli rekabetin “kolay unutulmaz” sayfalarından biri olarak futbol tutkumuzun “+” hanesine attık bile... Biraz saha dışına, maç öncesine ve sonrasına çıkalım.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  İki hafta önce Pazar günü Trabzon-Fenerbahçe maçı bittiğinde o akşam ve Pazartesi günü görsel ve yazılı basınımız Avni Aker’in atmosferinden, seyircinin ateşinden ve taşkınlığından dem vurup rotasını 6 gün sonra, geçen Pazar oynanan derbi maçına çevirmişti. Derbiye doğru gerilimli “geri sayım”lar manşet olmuş, taraftar dolduruşları spora en fazla 2 sayfa ayırabilen günlük gazetelerimizde bile ön sayfalara kadar taşmıştı. Bir hafta boyunca Kadıköy Canavarı ile Avrupa Fatihi’ni soludu Türkiye. Ne ilk, ne de son olacak 90 dakikalık bu mücadele adeta gönül ve akıl kaldıraçlarımızın bir ucuna süslü püslü görünümü ve tüm heybetiyle çökmüş, diğer uçta duran ve aylardır içimizi karartan ülkemiz gerçekleri hafifleyerek havalara kalkmıştı sanki. Ölüm oruçları, ekonomik ve siyasi boyuttaki toplumsal “kriz”lerimizin sancılarını hafifletecek narkoz damarlarımızdaki futbol kanında mevcuttu zaten. Yapılması gereken sadece dozajı artırmaktı. “Günlük siyasi gazete” raconuna ters düşmese, neredeyse spor yazarlarımızın yazıları ilk sayfalara, diğer yazarlarınkiler arka sayfalara kaydırılacaktı. Ona da bir çözüm bulundu ve hafta sonuna gelindiğinde yıllarını siyaset yazılarına adamış gazeteci büyüklerimiz baş-köşe yazılarında Revivo’lu, Hagi’li taktik varyasyonları anlattılar. Ne de olsa arz-talep (hem de talep-arz) meselesiydi işte! Yoksa, Simon Kuper’in dediği gibi “Futbol asla sadece futbol değildir” miydi? (Sayın Derviş bunu da biraz açıklasa ne olur sanki?)
       
       Hergün böylesi bir atmosferden süzüle süzüle geldiğimiz Cumartesi günü ben ve kızım Avrupa’da bile eşine rastlanmayan güzellikteki (belki Champs Elysee bu iddiayı çürütebilir) Bağdat Caddesi’nde yürüyüşe çıkmıştık. Kendimizi baharın o güzel havasına ve kaldırımlardaki rengarenk insan seline kaptırmış, yürüyorduk. Bir ara korna seslerinin arttığını, farklı bir konvoyun ağır akan trafikle birlikte bizim bulunduğumuz bölgeye doğru yaklaşmakta olduğunu fark ettik. Gelenler 20-25 araçlık Fenerbahçe taraftar konvoyuydu. Trafik lambalarından bağımsız, diledikleri yerde duruyor, bayraklar ve flamalarla Fenerbahçe marşları söyleyerek kazanacaklarından emin oldukları maçın zaferini bir gün önceden kutluyorlardı sanki. Kaldırımlarda yürüyen insanların çoğunluğunun bu konvoya alkışlarla katıldığını görünce “moral motivasyon dedikleri şey bu olsa gerek” diyerek gülümsedik. Bir müddet sonra aynı konvoy, araç sayısı artmış olarak bir daha geçti, sonra bir kez daha... Bağdat Caddesi’ndeki 2 saatlik gezintimiz boyunca bu ön kutlamanın(!) 3 kez yinelendiğini görünce, biz de içimizden “inşallah yarın Fener kazanır” diyerek dua eder olduk.
       Önce şişirilen sonra da sağduyu için sözde çağrılarla söndürülmeye çalışılan gerilimli derbi balonunu Pazar günü yerinde izleyenlerden bazıları anlatıyor:
       Fener seyircisi stada soktuğu naylon torbalara idrarını doldurup, Galatasaray seyircisinin bulunduğu tribünlere fırlatmış. Bir de derler ki : “Fanatik Fenerli, Cimbom’lunun yaralı parmağına şey etmez”. Ne alakası var? 21. Yüzyılın derbisi de gösterdi ki sağ duyumuz ve sporla beslenen kardeşlik duygularımız her geçen gün biraz daha gelişmekte (!).
       Bu olay, çakılarla, bıçaklarla başlayıp döner bıçaklarıyla anlam(!) kazanan ancak demode olmaya yüz tutan saldırılardan sonra geliştirilmiş yeni bir “ateşli taraftar” aksiyonudur. Vatana, millete, prostattan muzdarip olmayan tüm futbolseverlere hayırlı olsun(!). Fenerbahçe seyircisini bu buluştan dolayı kutlarken(!) diğer taraftarların sütten çıkmış ak kaşık olduklarını düşündüğümüz sanılmasın sakın. Aksine, futbol topumuz döndükçe “kana kan, intikam” tamtamları da çalınmaya devam edecektir. Peki, ya bir sonraki randevuda, Ali Sami Yen’de GS seyircisi bu aksiyonu daha da geliştirmeye çalışırsa? Düşündükçe burnunuza gelen iğrenç koku yıllardır tiraj ya da reyting uğruna körüklenen fanatizmin kokusudur, düşünmemeye çalışın daha iyi.
       
       Maç sırasında Fenerbahçe’nin attığı gollerden sonra yedek kulübesindeki sevinç yumağı sırasında Mustafa Denizli’nin görüntüsü sizin de dikkatinizi çekti mi? Golden sonra ellerini havaya kaldıran Mustafa Hoca adeta kendisine sarılmaya gelecek bir kişiyi bekler gibiydi. Saha içinden ya da yanındakilerden kimse gelmeyince o arkasına döndü, orada bulunan yardımcısı Oğuz da ona arkasını... Sonra seyirciye baktı hoca ve çok sonra bir tek Rapaiç geldi yanına. Bu görüntüler ve Denizli’nin zafer anındaki yalnızlığı bize bazı Fenerli dostlarımızın maç öncesi yapmış olduğu bir yorumu anımsattı. Şöyle diyorlardı : Fenerbahçe bu maçı alırsa yüzde 90 şampiyon olur, kaybederse Mustafa Denizli yüzde 90 gider... Her ikisine de çok seviniriz vallahi!
       Yoksa, Fenerbahçe bu Pazar günü tarihi bir sınavdan başarıyla geçtiğini zannederken aslında daha önemli bir sınavın sonucunu göremeden sezonu tamamlamış mı olacak? Asıl geçilmesi gereken sınav şu olmasın sakın : Şampiyon olunamasa bile yüzde 90’ı yenilenmiş bir kadroyla başarılı geçirilmiş bir sezon sonrasında aynı teknik heyetle yola devam edebilmek.
       Fenerbahçe yıllar önce benzer soluklu bir sezonda yine bitime birkaç hafta kala Trabzonspor önünde aldığı galibiyetle (ne tesadüf ! O maç da 2-1 bitmişti) son şampiyonluğunu tatmıştı. O günden sonra her sezon ortalama 2 teknik direktörle, iz bırakan başarılar adına bir şey yapılamadan (rakibin poposuna çarparak atılan bir gol sonrasındaki Manchester zaferi bu iddiaya ne kadar ters düşebilir ki?) bu günlere kadar gelindi. Bu sene de bu bağlamda bir şey değişmeyecekse o yıllara damgasını vuran “Fenerbahze büyük zamia” mentalitesi nasıl değişecek?
       Neyse bunlar derin konular, bunların içinden kolay çıkılmaz. Hem, şimdi
       “Bu-ra-sı Ka-dı-köy, bur-dan çı-kış yok!” diye bağırmak varken Kadıköy’den ötesini karıştırmak niye?
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları