Home page
Haber Menüsü


 
Bu savaşın alternatifi barış değil
 
Bugün dev şirketleriniz ve gücünü ekonomiden alan bir ordunuz yoksa, kimse sizi dinlemiyor. Sadece ekonomi kartınızı kullanarak katılabileceğiniz küresel rekabet oyununa hoş geldiniz.
 
Hakan Yaman
NTV-MSNBC
 
17 Şubat—  Olmaz ya, diyelim ki oldu; savaş karşıtı gösterilerden etkilenen ABD ve İngiltere biraderler geri adım attıklarını açıkladılar. Böyle bir haberin ertesinde, barış kutlanır, sonra da tüm dünya ile birlikte, Irak halkı da normal hayatına geri dönerdi, öyle değil mi? O halde gelin Irak’taki o “normal hayatın” neye benzeyeceğini anlamaya çalışalım.

   
 
       
   
MSNBC News Hakan Yaman: Abdurrahman Çelebi sendromu
MSNBC News Hakan Yaman: Bıkmak özgürlüğü
MSNBC News Hakan Yaman: Yetenek ekonomisi
MSNBC News Hakan Yaman: Kıbrıs Türkleri tavuk yemek istiyor
MSNBC News Hakan Yaman: Hülya Avşar bal gibi de bir markadır!
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Birleşmiş Milletler; 6 Ağustos 1990’da, yani Kuveyt’in işgal edilmesinden beş gün sonra, Irak’a karşı kapsamlı bir yaptırım paketini onayladı. Amaç: Bu ülkenin kitle imha silahları üretmesini önlemek.
       Oysa, geçen on iki yılda, yaptırımlar sadece çalışan kesime, fakirlere ve çocuklara karşı “etkili” oldu. Bunun yanında, yaptırımların getirdiği yasaklarla beslenen karaborsa, Baas Partisi’ne ve Saddam’a yakın bir avuç bürokrat ve akrabanın servetine servet kattı.
       UNICEF’in yaptırdığı araştırmalara göre; ülkenin kuzeye kıyasla daha fakir olan orta ve güney bölümlerinde, beş yaşından küçük çocuklardaki ölüm oranı, savaşın başlamasından bu yana ikiye katlanmış. Bu da, geçen on iki yılda ambargo nedeniyle fazladan binlerce çocuğun hayatını kaybettiği anlamına geliyor. “Fazladan” kelimesi burada kullanılınca ne kötü duruyor değil mi?
       Bir numaralı ölüm nedeni, ishalin yol açtığı aşırı su kaybı. İshali, su ve kanalizasyon sisteminde klor kullanarak önlemek isteyen Bağdat şehri, bu maddeyi yaptırımlar nedeniyle ithal edemezken, klor, karaborsa zenginlerinin yüzme havuzlarında asla eksik olmuyor.
       Sokaktaki Iraklı; bugün sadece üçüncü dünya ülkelerinde görülen sıtma, kolera veya verem gibi hastalıklarla boğuşmak zorunda. Oysa aynı ülke, Saddam’ın “iyi çocuk” olduğu 1990 öncesinde, gelişmiş bir sağlık alt yapısına sahipti.
       
KURŞUN KALEM SİLAHTIR!
       Petrol gelirlerini alt yapıya harcamak istediğinde, Irak hükümetinin karşısına “ikili kullanım” (dual use) maddesi dikiliyor. Bu maddeye göre, Irak; tüketim veya yatırım için ihtiyaç duyduğu, ama aynı zamanda silah yapımında da kullanılabileceği belirlenen klor, ambulans, temel gıda maddeleri ve kurşun kalem gibi malları istediği zaman ve istediği sayıda ithal edemiyor.
       İnsani bir çözüm olarak kabul ediliyor; ama yaptırımlar Körfez Savaşı’ndan daha fazla sivilin ölümüne neden oldu. Pentagon’un açıkladığı rakamlara göre İngiliz ve Amerikan savaş uçakları, uçuşa yasak bölgede, Körfez Savaşı’nın bitmesinden bu yana 350 binin üzerinde sorti gerçekleştirmişler. Bu süreç içinde sadece İngiliz uçaklarının, yüz bin tonun üzerinde bomba bıraktığı söyleniyor, gerisini siz tahmin edin...
       “Canım, Iraklılar da biraz kafayı çalıştırıp diktatörlerini devirsinler, böylece yaptırımlardan kurtulurlar” mı diyorsunuz? Aslına bakarsanız; yaptırımlar Saddam’ın rejimini perçinliyor. Irak halkı son on yılda daha da fakirleşip kendi canının derdine düştü. Ülkede hastalık ve açlık olağan dertlerden sayılıyor. Halkın haber ve bilgi alması da engelleniyor. Böyle bir ortamda kim Saddam’a muhalefet edebilir ki?
       
YÜZEYDE NELER OLUYOR?
       Olanlar ilk bakışta, basit bir petrol savaşı gibi görünüyor. Doğaldır. Dünyadaki toplam petrol rezervlerinin yüzde on birine sahip Irak, dev petrol şirketleri için çok önemli bir bölge. Dahası, yüzeye yakın olduğu için, Irak’taki petrolün çıkartılması da görece çok daha ucuz.
       Soğuk savaş döneminde, ABD ve müttefiklere karşı Doğu Bloku bir güç dengesi sağlıyordu. Böylece, her iki taraf da yıllarca, adımlarını dikkatli atmak zorunda kaldılar. Ayrıca, uluslararası şirketler, devletlere posta koyacak kadar palazlanmamışlardı. Bugün aynı şirketler, hazır etrafta tekerlerine çomak sokacak bir rakip yokken, Irak petrollerini tamamen kontrolleri altına almak istiyorlar.
       Bu, OPEC’in kurulmasıyla ulusallaşan Ortadoğu petrollerine “patron”un kim olduğunu göstermek için de bulunmaz bir fırsat. Soğuk Savaş yıllarında Doğu Bloku ile uğraşmaktan kendi petrol şirketlerine yeterli zamanı ayıramayan ABD ve İngiltere hükümetleri de artık “full time” onların yanlarında.
       Uzun uzun bu süreci anlatmak gibi bir niyetim yok. Dünya enerji rekabetine daha fazla odaklanmak isteyenlere, geçen yıl Om Yayınevi’nden çıkan “Küreselleşme-İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar” kitabından, Emre Akbaş’ın “Küresel Enerji Politikaları” isimli makalesini öneririm.
       
SİSTEM ÇATIRDIYOR
       Benim hikaye ise asıl burada başlıyor. Irak savaşı öncesinde yaşadıklarımız, öncelikle, ulus-devletler için tasarlanmış organizasyonların ve sistemlerin artık miadını doldurduğunun alametleri.
       Sadece devletleri tanıyan ve bir güç dengesi olmayınca işlevlerini yitiren BM, WTO (Dünya Ticaret Örgütü), IMF, NATO gibi demode organizasyonlar, Irak savaşı karşısında ne yapacaklarını bilemez hale geldiler. Bu kuruluşlar, krizi yara almadan savuşturamayacaklar: Tıpkı iç denizler için yapılmış bir teknenin, sert okyanus fırtınalarına dayanamayarak batması gibi.
       Üyeler, oylarını, ulusların ortak belirledikleri kurallara göre değil, kendi ülkelerinden gelen baskılar yönünde kullanmaya başladılar. Amerikalı veya İngiliz üyelerin vetosu, herhangi bir karşı hareketi durdurmak için yeterli oluyor.
       “Emperyalizmin huyu kurusun, hep böyle yapar” hezeyanları artık geçmişe ait. Krizi basit bir “petrol savaşı” olarak tanımlamak resmin tümünü bize gösteremez. “Savaşa Hayır” gösterileri çok şirin, ama sloganların adresi devletler ve kendi içlerinde kavga eden organizasyonlar olduğu için, onların da bir sonuç elde etmeleri hayli zor.
       Her şeyin ötesinde, artık gücün devletlerden uluslararası şirketlere geçtiğini görmek ve yeni oyunda devletler için yazılan rolü iyi anlamak lazım. ABD ve İngiltere devletleri “imparatorluk” filan kurmak istemiyorlar. Onlar çoktan, dev şirketlere “hizmet” veren bir tür şirket haline dönüştüler.
       Bütün bunlar olurken, Petrol devleri, tüketicilerin ve kamuoyunun gazabından gizlenip, paravan arkasından istediklerini yaptırıyorlar. Nasıl olsa siyasi hükümetler ve organizasyonlar böyle baskılara alışık; onlar zaten bu işler için “para” almıyorlar mı?
       
TÜRKİYE NEREDE DURUYOR?
       Burada mola verip, Türkiye’nin durumuyla ilgili bir yorum yapalım: Yeni düzende, “Türkiye, coğrafyası itibariyle, çok jeo-politik öneme sahip bir ülkedir, bundan yararlanmalıyız” gibi söylemler çok komik kalıyor.
       Bugün, değil kritik kavşaklara yakın durmanız, söz gelişi, Musul veya Kerkük’ün üzerinde oturuyor bile olsanız, dev şirketleriniz ve gücünü ekonomiden alan bir ordunuz yoksa, kimse sizi dinlemiyor. Sadece ekonomi kartınızı kullanarak katılabileceğiniz küresel rekabet oyununa hoş geldiniz...
       
KÜRESELLEŞEN GÜÇ KONTROLDEN ÇIKINCA
       Önceki yazılarımda, küreselleşmenin hem olumlu hem de olumsuz taraflarının olduğunu belirtmiştim. İşte bu kriz de küreselleşmenin olumsuz bir yan etkisi.
        Dev şirketlerin, kendilerini denetleyen bir otorite olmadığı durumlarda, işi nereye kadar götürebileceklerini, Irak krizinde çok açık görüyoruz. Başka bir deyişle, Irak krizi, bir “petrol savaşı”ndan öte, küreselleşmenin kontrolden çıkmış halini yansıtıyor.
       Oysa bu güce bir sınırlama getirilmesi mümkün. İş yine, sadece demokratik ortamlarda etkili olabilen bilinçli kamuoyunun ve tüketicilerin yapacağı baskıya düşüyor.
       Bugün, dev şirketlerin tabi oldukları ve çoğu yazılı olmayan kurallar ve uygulamalar var. Yurt dışı operasyonlarında çocuk emeği kullanan şirketlerin boykot edilmesi ve sigara şirketlerinin ödedikleri milyarlarca dolar tazminat örnek olarak gösterilebilir.
       
VAKA ÇALIŞMASI: SHELL VE NİJERYA
       Shell’i tanımayan birisine bu şirketin reklamlarını gösterseydik, onu bir tür çevre örgütü sanabilirdi. Şimdi, aynı Shell’in, çok değil sadece yedi sene önce, basına hangi haberlerle manşet olduğuna bir bakalım.
       10 Kasım 1995’te, Nijeryalı şair ve çevre eylemcisi Ken Saro-Wiwa ve sekiz arkadaşı, Nijerya’nın kanlı diktatörü General Abacha tarafından idam edildi. Saro-Wiwa; Mobil, Chevron, Texaco ve özellikle Shell şirketlerinin, operasyonlarıyla Ogoniland isimli bölgeyi kirletmelerine ve yeni bir boru hattı inşa etmelerine karşı mücadele veriyordu.
       Ken Saro-Wiwa ve arkadaşlarının idamından hemen sonra Shell, boru hattı projesine başladı. Boru hattı, Ogoniland üzerinden geçip, Birleşmiş Milletler’in petrol kirlenmesinden en fazla zarar gören bölge ilan ettiği Nijer Delta’sına ulaşıyordu.
       Shell, bu süreçte çok sert bir uluslararası dirençle karşılaştı. Çevre ve insan hakları örgütleri bütün güçleriyle hükümetlere ve Shell’e kredi açmaya hazırlanan finans kuruluşlarına baskı yapmaya başladılar. Bu sırada tüketiciler de Shell istasyonlarında boykotlarına devam ediyorlardı. Sonunda, Shell şirketi, operasyon yaptığı ülkelerdeki politikalarını gözden geçirmek zorunda kaldı.
       Bugün, Shell hissedarları ve yönetim kurulu, şirketin iş hedeflerinin yanı sıra, çevre ve insan hakları konusundaki göstergeleri de yakından takip ediyor. Şirketin iç denetim bölümlerinin bir görevi de bu konulardaki uyumsuzlukları üst yönetime rapor etmek.
       
BİLGİYİ SİNDİRMEK
       Toplumsal bilinçlenme sağlanamazsa ve küreselleşen dünya, dev şirketleri denetleyecek organizasyonları yaratamazsa, Irak savaşının alternatifi barış değil, onun başka türleri sayılan yaptırımlar veya kabadayı şirketlerin başlarına buyruk operasyonları olacaktır.
       Bilinçlenme diyoruz da, söylemek aslında yapmaktan daha zor. Etrafımızda savaşla ilgili o kadar fazla gösteri haberi, son dakika bilgisi ve komplo teorisi var ki, o hengamede en basit gerçekleri bile aradan ayıklayıp önümüze koyabilmekte zorlanıyoruz.
       Bu, aslında yüzyılımızın bir tuzağı: Hızlı yaşamak ve aşırı bilgi, düşünme felcine neden oluyor. Gerçeği elde etmek için araştırma yapmaya, sorgulamaya ve kendi yorumlarımıza ulaşmaya mecalimiz kalmıyor. Kafamız bulanınca da yorumlar bize “hap” gibi verilsin biz de onları yutalım istiyoruz. Oysa hap içmeye gerek yok: Yüzeyin hemen altında görebileceğimiz çok basit doğrular var, yeter ki biz sakin olmayı becerelim. Tıpkı Küçük Prens’in tavsiye ettiği gibi:
       “Günaydın” dedi küçük prens.
       “Günaydın” dedi satıcı. İnsanların susuzluğunu gidermek üzere hazırlanmış haplar satardı. Haftada bir kez bu haplardan aldınız mı, o hafta hiç susamazdınız.
       “Peki bunları niçin satıyorsunuz?”
       “Çünkü bu, insanlara çok vakit kazandırıyor. Uzmanlar araştırmasını yaptılar. Haftada tam elli üç dakika kazanıyorsun.”
       “Peki bu elli üç dakikada ne yapıyorlar?”
       “Canları ne isterse.”
       “Eğer elli üç dakikam olsaydı,” dedi küçük prens, “bir su pınarına doğru ağır ağır yürürdüm...”
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları