|
|
Bilirsiniz; geç kalanların, yerlerine geçmeye çalışırken, oturanların ayaklarına basa basa izledikleri şu açılış sahnelerinden söz ediyorum. Sonra, karartmalı ve sıkıcı geceler takip etti. Ve babam, bir öğleüzeri, tankların fotoğrafını anı olsun diye çekerken gözaltına alındı. Neyse ki, bir hakim olduğu için karakolda onu uzun süre tutmadılar. Mersin şehri, 1974ün Temmuz ayında, genç irisi bir askeri üs haline dönüşmüştü. Bu sırada, bir tanıdık yüzbaşı adaya görevli gitti. Döndüğünde yanında, on beş, bilemediniz on altı yaşında Kıbrıslı bir genç kız da vardı. Öğrendik ki zavallının ailesi Rumlar tarafından katledilmiş. Gazetelerde, televizyonda bize anlatılanların dolduruşuyla, genç Kıbrıslıya karşı şefkatle karışık ve sadece hayat kurtarıcılarda rastlanan bir üstünlük duygusu beslemeye başladık. Bütün gazeteler cayır cayır yazmıştı: Biz onların canlarını ve namuslarını koruyorduk. Teoride, hepsinin bize yerden göğe kadar müteşekkir olmaları gerekiyordu. Ben yaştakiler ilk defa, başka bir ülkeye, iyileri kurtaran Tommiksin temiz yüzlü özgüveniyle, yukarıdan bakıyorduk. Gücümüz şimdilik Kıbrısa yetiyordu, ama olsun; Bugün Kıbrıs, yarın kim bilir neresi diye düşündük. Şu Megalo ideanın bir tür yerli uyarlaması yani... TAVUK BİLE BULAMAMAK! Sonradan anladım ki, kazın ayağı ve soydaşlarımızın hissiyati bizim düşündüğümüz gibi değilmiş. Rum süngülerinden kurtardığımız Kıbrıslı kız, bir sohbet sırasında demesin mi: Müdahale kötü oldu, Türkler geldikten sonra tavuk bile bulamadık diye. Şaşırmıştım, çünkü kendisini ejderhanın pençesinden aldığımıza inandığımız bir prenses, bize vefasını değil hoşnutsuzluğunu itiraf etmişti. Şaşırmıştım, çünkü bizim için av eti yokluğunda olan tavuk, meğer dışardaki dünyanın en harcıalem çereziymiş. 1970lerde biz tavukları daha çok, babamın davalarına baktığı köylüler evimize ricaya geldiklerinde, onların ellerinde canlı canlı baş aşağı beklerken görürdük. Köylüler akıllıydı: Babamın hediyeleri kabul etmeme olasılığına karşı, değerli hayvanlarını öldürmeden sunuyorlardı... Kapıların arkasına saklanarak izlediğimiz bu tiyatro, hakim beyin ricacıları geri çevirmesiyle biterdi. Sonra da kırk yılın başını bekle ki, köylüler, her biri farklı biçim ve ağırlıktaki tavuklarını şehir kasaplarına satsın, biz de tavuk yiyelim. Ölme tavuğum ölme! Buna benzer ikinci bir şoku ise 1980lerde, üniversitede Kıbrıslı bir öğrenciyle tanıştıktan sonra yaşadım: Kantin seansları sırasında arkadaşımız, kendilerini İngiltereye daha yakın hissettiklerini söyledi ve Türklerin müdahale sırasında verdikleri zararları bize şikayet etti. Hangisine yanıt vereceğime karar verememiştim: Neredeyse işgalci gibi görülmemize mi yoksa adaya o kadar para ve insan gömmemize rağmen kendilerine yaranamamış olmamıza mı? Ama yanıt vermedim, çünkü biliyordum ki algılanan şey gerçeğin ta kendisidir... TARİH BİLGİSİ YERİNE EKONOMİK VİZYON Sonraları Kıbrısla ilgili tüm tartışmalara, bu iki olayı kerteriz almadan bakamaz oldum. Bugün görünen o ki, baba Denktaşın ve bizdeki şahinlerin istedikleriyle, Kıbrıs halkının planları örtüşmüyor. Kıbrıslının düşünceleri 1974den bu yana da pek değişmemiş. Onlar kendilerini Türkiyenin yavrusu gibi görmek istemiyorlar. Bunca yıldır süren, ama bir yere varamayan ilişkimizin, ekonomik açıdan, kuru kuruya bir iki turist ve üniversite öğrencisi demek olduğunun farkındalar. Ayrıca, kendisine bile faydası tartışılacak Türkiyenin, yavrusuna yardım edebileceğinden de emin değiller. Kıbrıslı öz kimliğini, Avrupaya daha çok yakıştırıyor. Tarihin gereğinden fazla ayrıntılı irdelenmesi, Kıbrıstaki kararları çözümden uzaklaştırıyor. Amaç sanki, bize en yüksek faydayı sağlayacak kararı vermek değil de, bir tarih münazarasını kazanmak; bir tür Tarihi Fazla İyi Bilme Felci. Oysa, Kıbrıs kararınızın jürisinde, tarihsel ayrıntılardan daha çok, gelecek vizyonu ve ekonomik değerlendirme yer almalıdır. Belli ki insanlar gibi ülkelerin de canı çıkmadan huyları çıkmıyor. Kıbrısı kendi ülkemiz gibi görüyor ve aynı çürük paradigma tahtalarına basarak değerlendiriyoruz. Gelin biz, rahatsız edici sorulara yaslanıp bu paradigmalara biraz kabadayılık taslayalım: Kıbrıs halkının gerçek hissiyatını yansıtan görüşler, basınımızda neden bölücü örgüt muamelesi görüyor? Yeni küresel düzende artık, yumuşak karın gibi anlamsız kavramlar kaldı mı: Fark ettiniz mi, adam baskın bir devlet olduğu için, istediği zaman atlama taşlarını kullanıp dünyanın öbür ucundaki ülkelere bile müdahale edebiliyor. Statüyü korumak, ne zamandan beri pazarlığı kazanmak olarak adlandırılıyor: Bunca senedir bir anlaşma yapılamaması ve ada ekonomisinin geriye kaymasını önleyememek bile kendi başına başarısızlıklar değil mi? İnsanlara ilaç gibi geleceği biliniyor olmalı ki, kendi kaderlerini belirleme hakkı Kıbrısta yıllarca halkın erişemeyeceği, serin ve kuru bir yerde saklanmış. Şimdi AB yumurtası kapıya gelince köşeye sıkışıp varılacak anlaşmadan ne hayır bekliyorsunuz? Asıl çetin pazarlık ve anlaşmazlık Türkiye ile Kıbrıs halkı arasında. Bakmayın, bu durumlarda en iyi çözüm işleri kendi akışına terk etmektir. Bırakın Kıbrıs halkı, nereye ait olduğuna kendisi karar versin. Bırakın Kıbrıs halkı, artık istediği gibi tavuk yesin... | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||