|
|
Bunları izlerken kafamda bir dolu soru oluştu. Bakın bu listede neler var? Baş örtüsü, dinci siyasetin simgesiyse, açık baş hangi siyasetin simgesidir? Eğer kamusal alan bütün siyasi simgelere yasak bölgeyse, neden bu ikinci simgeye yasak değil? Eğer kadınlarımızın neredeyse yüzde 40ı, bir simge kullanacak derecede siyasileşmişse, neden mecliste sayıları bu kadar az? Türk kadınının daha çağdaş bir seviyeye gelmesine bu kadar hassasiyet gösterenler, neden okula gönderilmeyen kız çocuklarını okutmak veya hanımlara daha fazla iş olanağı yaratmak için aynı hevesle çalışmazlar? Uçları aşağıya dönük bıyık veya çember sakal, baş örtüsünden çok daha iyi bilinen siyasi simgeler değil mi? Bunlar kamusal alanda şimdiye kadar hiç sorun olmadı da neden şimdi baş örtüsüne tepki gösteriyoruz? Yoksa, gücümüz sadece kadınlara mı yetiyor? İrana giden aydın kadınlarımız, örtünmek zorunda kalmaktan şikayet ederler. Biz de Türkiyede kadınların başlarını zorla açmaya çalışıyoruz. Eğer belli düşünceleri ve inançları başkalarına zorla benimsetmek yanlışsa, bizim İrandan farkımız nerede? Her fırsatta övündüğümüz sağlam demokrasimize ve savunma gücümüze rağmen, basit bir kumaş parçası, bizi neden bu kadar ürkütüyor? Diyelim ki, başı örtülü bir bayan Türk profesörü, ABDde, gelişmekte olan ülkelerin kalkınması alanında çok önemli bir kuram geliştirdi. Bir de üstüne Nobel Ekonomi Ödülünü aldı. Bütün dünya profesöre, Gel teorilerini bizde uygula, diye yalvarıyor. Ama, profesör: Ah! vatanım diyor da başka bir şey demiyor. O zaman böyle bir kişiden, başı örtülü diye yararlanmayacak mıyız? Geçenlerde, Avrupa Parlementosu Karma Parlamenterler Komisyonu Türkiye Raportörü Arie Oostlander şöyle bir demeç verdi: ABye girişte müzakere tarihi istiyorsanız, insan hakları esas alınacaktır. Çünkü AB ülkeleri için insan hakları ve hukuk üstünlüğü çok önemli. Çatışmaların sona ermesinden sonra çok şey oldu, ama işkence hala sürüyor. Ülke bütünlüğünün korunmasını anlarım, ama bu sırada yapılan bazı şeyler doğru değil. Bu açılardan Türkiye birliğe girmeye hazır değil. Geçmişte bazı hatalar yapıldı ve Türkiye Avrupada hala bu hatalarla anılıyor. Türkiye, olmazsa olmaz koşulları yerine getirmedikçe tarihten söz etmek doğru değil... ÖRTÜ MÜ, FÖN MÜ? Biz kendimizi kaptırmış halde, kadınların başı örtülsün mü, fön mü çekilsin yoksa üniversiteye perukla mı gelsinler onu tartışıyoruz, ama AB yetkilisi diyor ki: Ülkenizde hala insan hakları ihlalleri görüyoruz ve bu yüzden ABye girmeniz zor. Aklıma hemen bir soru geliyor: Madem kendimizi ABye bu kadar yakıştırıyoruz; neden bizim gündemimizde baş örtüsü varken birlik yetkilileri başka başka konulara öncelik veriyorlar? AB ile, daha kendi ülkemizin gündeminde bile anlaşamıyorsak, koskoca Avrupanın sorunlarını el birliğiyle nasıl çözeceğiz? Gelin şimdi biraz AB fantezisi kuralım. Diyelim ki, bizi yarın ABye alıyorlar. Öyle kuru kuruya olur mu; elbette bir anlaşma, bir tören filan düzenlenecek. Sonuçta çok uzun süredir beklediğimiz bayramsal bir gün bu. Üst düzey heyetimizi, Brüksele anlaşmayı imzalaması için uğurlayacağız. Elbette, törende baş örtülü başbakan hanımı, meclis başkanı eşi filan istemeyiz! Yanlış anlaşılmasın, kişisel değil; anayasamız kamusal alanda baş örtüsüne izin vermiyor ya, o yüzden...Şimdi, benim yanıtını bulamadığım soru şu: Brükselde imzayı attıktan sonra heyetimiz yurda döndüğünde, Türkiye artık Avrupa yasalarının hüküm sürdüğü bir ülke olacağına göre, karşılama töreninde baş örtüsü kabul edilebilir mi edilemez mi? Fantezi bu ya; var sayın ertesi gün de bir yöneticimiz önemli bir AB komisyonunun Türkiye ofisinin başına getirildi. Haliyle ofiste Avrupanın farklı ülkelerinden gelen personel de çalışıyor olacak; örneğin, Pakistan asıllı bir İngiliz vatandaşı ve onun da başı örtülü. Şimdi Türk yönetici, şu karmaşık kamusal alan teorimize göre bu AB vatandaşına da gidin simgelerinizden arının işe öyle gelin diyemeyecek mi? Bizi, böyle gelişmiş (!) uygulamalarımızdan dolayı ABye aldıklarına göre neden bu devlet yönetme birikimimizden onlar da yararlanmasın? Eğer yararlanmayacaklarsa, bizim Avrupa medeniyetine ne katkımız olacak? TİMSAH VE BAŞ ÖRTÜSÜ Bu sorular, evrim geçirmesini ümitle beklediğimiz mevcut devlet anlayışımızla öyle kolay yanıtlanacak türden değiller. Geçenlerde izlediğim bir televizyon programında, iki yıl kadar önce, bir Afrika köyünde nehrin kıyısında çamaşır yıkarken timsahların saldırısına uğrayıp, ağır yaralanan bir kadınla röpörtaj yapılıyordu. Kadıncağız kurtulmuştu, ama vücudunda ve ruhunda derin izler kalmıştı. Deneyimini anlatırken bir yerde dedi ki: Nehre her baktığımda yaralarım o günkü gibi acıyor. Bizim irticayla baş örtüsünü karıştırmamız da, Afrikalı kadının nehirle timsahları özdeşleştirmesine benziyor. Biz aslında baş örtüsüne değil, onunla kafamızda ilişkilendirdiğimiz başka suçlara ve olası felaketlere tepki gösteriyoruz. Ama hukuk devleti ve güvenlik güçleri, zaten bu olasılıkları ortadan kaldırmak için varlar, öyle değil mi? Nietzscheye göre yargılar, gerçeğin yalandan bile daha tehlikeli düşmanlarıymış. Dünyayı ve olayları sorgulamak yerine, önyargılarımızla algılamaya daha ne kadar devam edeceğiz? Sadece geçmişi dikkate alıp, yargılarla ve vizyonsuz politikalarla geleceğe hazırlanmak, tıpkı arabayı sadece dikiz aynasına bakarak kullanmak gibi. Umarım çok yakın zamanda önümüze bakmaya başlayıp, baş örtüsü üzerine yapışıp kalan şu timsah-nehir sarmalını kırarız. Bundan sonra da ben, ne kadar bilimsel olursa olsun, bir tane daha baş örtüsü doğru mu, eğri mi tartışması izlemek istemiyorum. Boş duvara bakarım daha iyi. | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||