|
|
2 Aralık Annemin küresel tişörtü başlıklı yazımda, küreselleşme karşıtlarının geçenlerde Beyoğlunda bir McDonalds dükkanına koku bombası atarak yaptıkları eylemi eleştirmiştim. Yazıyı bitirirken de, Naomi Kleinın küreselleşme karşıtları tarafından kutsal kabul edilen, No Logo isimli kitabını okuyacağımı söylemiştim. |
Kitabı bitirdim, ama daha okumanın başında, iyi bildiğimi sandığım bir dersi de yeniden öğrenmek zorunda kaldım: İnsan, yeni bir kitaba hazırlıksız başlamamalı. Ne beklemeniz gerektiğini bilmeden okumaya girişmek, ya hayal kırıklığına neden oluyor ya da zaman kaybına. Bu nedenle, kitabın ilk 70 sayfasını okurken biraz bocaladım. Ben tam, işte geliyor, şimdi şöyle doyurucu bir yorum okuyacağım diye beklerken yeni bir gözleme veya vakaya geçiliyor, benim hevesim de kursağımda kalıyordu. Bunu fark ettikten sonra, özgün bir yorum aramadan, sadece birbirini kovalayan örneklere dikkatimi verdim; sorun çözülmüştü. KİTAP NE ANLATIYOR? Öncelikle belirteyim; amacım kitap eleştirisi yapmak değil. Sadece No Logoda övülen küreselleşme karşıtı görüşleri ve eylemleri sorgulamak istiyorum. Ben, Türkçesi Bilgi Yayınevinden geçenlerde çıkan kitabın İngilizcesini okudum; dolayısıyla alıntılarım Türkçe metinden farklı olabilir. Kitap, ürün sorumluluları, iletişimciler, markacılar ve reklamcılar için geniş bir arşiv niteliğinde. Çoğu zaman, günlük ekonomi veya pazarlama haberlerinin uç uca eklenmesinden oluşan bir tefrika okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Klein, markalaşmanın ve küreselleşmenin, toplumlar, şirketler ve çalışanlar üzerindeki etkilerini konu ediyor. Yorum yönünden zayıf da olsa, bol örnek ve gözlemlerle, zamanımıza farklı bir bakış açısı getiriyor. Kitap; markalaşmanın, küreselleşme aracılığıyla, ulusal kültürlere ve ekonomilere ciddi zararlar verdiği teorisi etrafında kurgulanmış. Belki de teori, Kleinın yaklaşımını tarif eden doğru kelime değil. Çünkü yazar, düşündüklerini bilimsel bir süzgeçten geçirip test etmek yerine, gözlemlerini kolay yoldan edinildiği besbelli yargılara bağlamayı seçmiş. 1999 Aralıkta, Seattleda düzenlenen Dünya Ticaret Zirvesi sırasındaki küreselleşme karşıtı gösterileri hatırlarsınız. Kitabın, bu gösterilerden sadece dört hafta sonra piyasaya çıkmış olması, ister istemez, zamanlamanın usta pazarlamacılar tarafından ayarlandığını düşündürüyor. Kitapların da, pazarlamaya tabi ürünler olduğunu unutmuşum. Artık, bir kitabın çok satabilmesi için özgün düşünceler içermesi ve ustaca yazılmış olması değil, iyi pazarlanması daha etkili oluyor. Zaten şu bestseller denilen, pazarlama torpilli kitaplara oldum olası ısınamamışımdır. Bana, hep iyi giyimli ve bakımlı, ama sohbeti saman kağıdı tadında olan insanları hatırlatır... SEMERİNİ DÖVMEK Kitaptan alıntılar yaparak ilerleyelim. Ben aralarından sadece üç tanesini seçtim, ama kitap aşağıda verdiklerime benzer içerikle doldurulmuş. Zaten örneklerin sayısı arttıkça kendilerini tekrarlamaya başlıyorlar. İşte ilki: (Adbusting: Advertisement+busting. Reklam vandalizmi. Özellikle açık hava reklam panolarına zarar vermek) Adbusting, sayıları giderek artan bir grup genç eylemcinin, markalarını satın almaları için kendilerini taciz eden, veya onları işlerinden eden uluslararası şirketlerden duydukları hoşnutsuzluğu ifade etmek için seçtikleri bir araç haline geldi...Son iki yıl içinde de bu eylemcilere, büyük şirketlerin web sitelerine zarar veren hacktivistler eklendi. (Hacktivist: Hacker+activist) (Sayfa 284) Küreselleşmeye, reklam panolarına veya şirket sitelerine zarar vererek tepki göstermek sadece suç değil, aynı zamanda yararsız bir yöntem. Bu bana eşeğe gücü yetmeyen semerini döver sözünü hatırlattı... İkinci hata da, sorunların sanki sadece markalaşmanın bir sonucuymuş gibi sunulması. Oysa, büyük şirketler markalaşma başlamadan da suç işliyorlardı; hem de çok daha kötülerini. Eskiden onları durduracak bu kadar hassas bir kamuoyu da oluşmamıştı. Üstelik çokuluslu firmalar, dünyayı tek başlarına yöneten ülkeler üstü canavarlar gibi tarif ediliyor. Ama şirketler henüz devletlerden daha güçlü değiller. Ayrıca, dev şirketlerin dünyayı ele geçirmek için ortak hareket ettikleri tezi, ucuz Hollywood senaryolarını çağrıştırıyor. HER BELANIN SORUMLUSU MARKALARDIR! Ve ikinci örnek: Büyük şehir merkezlerindeki fakir gençler; Nike, Polo, Hilfiger ve Nautica marka giyecekler için birbirlerini bıçaklamaya başladıklarında, stratejilerini bu çocukların zavallı hayatları üzerine planlayanların, sadece tütün ve alkol şirketleri olmadıkları anlaşıldı. (Sayfa 291) Bu da, adliye muhabirlerinin ayaküstü yazdıkları, savsak haberlere benziyor. Sık sık karşılaşırız: Bir milyon lira için arkadaşını öldürdü türünden cinayet hikayeleri. Görünüşte, tartışma gerçekten bir milyon lira için çıkmıştır, ama aslında cinayetin altında başka nedenler vardır. Örneğin, yıllar öncesine dayanan bir düşmanlık vb... No Logo da benzer sığlıklarla dolu. Kleinın kitabında, dünyadaki bütün sorunların, uluslararası şirketler ve markalardan kaynaklandığı gibi bir izlenim ediniyorsunuz. Elbette dev şirketler sütten çıkmış ak kaşık değiller, ama uluslararası şirketlerin hatalarını araştırıp yazmak bir şey, karmaşık ekonomik ve sosyal sorunların hepsini tek bir nedene bağlamak ise başka bir şey. AMERİKA VE HAITI Örneklerin en pes yani! dedirtenlerinden bir başkası: Nikeın Çindeki Yu Yen fabrikasında görevli 50,000 işçi, bu firmanın bir yılda yaptığı reklam harcamasına eşit gelir elde etmek isteselerdi, hepsinin 19 yıl aralıksız çalışması gerekecekti. Disney şirketinin CEOsu Michael Eisner, kendisi bir saatte 9,783 dolar kazanırken, bu şirketin mallarını üreten Haitili bir işçiye, aynı sürede, sadece 28 sent ödüyor. (Sayfa 352) Şimdi soruyorum: Bu anlamsız kıyaslama neden yapılmış? Uluslar ve bireyler arasındaki gelir farkları, sadece markalaşmaya veya büyük şirketlere nasıl indirgenebiliyor? Eğer karşılaştırmada bir mantık varsa, ABD ile Haiti arasındaki gelir farkının son yirmi yılda, birdenbire ortaya çıkmış olması gerekmez mi? Bu örnekle bağlantılı olarak kitapta sunulan başka bir yargı da, markalaşmanın, gelişmiş ekonomilerde fabrikaların kapanmasına ve üretimin denizaşırı ülkelere kaçmasına neden olduğu. Halbuki bu gerçek, markalaşma veya küreselleşme kadar, başka etkenlerin de ortaklığında incelenmelidir. Geçtiğimiz yirmi yılda, sanayi sektöründe teknolojik gelişmeler sonrası, verim yükselerek ürünlerin ucuzlamasına neden oldu. Oysa, gelişmiş ülkelerdeki emek maliyetleri hızla artıyordu. Bu gelişme doğal olarak üretimin, maliyetlerin daha düşük olduğu ülkelere kaymasına yol açtı. Bu sırada zengin uluslar, daha fazla katma değer yaratan hizmet, bilişim ve araştırma-geliştirme alanlarına yöneldiler. İlk bakışta, fabrikalar kapanıyor ve insanlar işsiz kalıyor gibi görünse de, gelişmiş ülkeler bu süreçte, düşük verimli üretim kapasitesilerini üçüncü dünyaya transfer ederek ekonomilerini hafiflettiler. NAOMI KLEIN NEDEN BÜYÜMELİ? The Economist, 7 Kasım 2002 tarihli sayısında, Naomi Klein Neden Büyümeli? başlıklı bir makale yayımladı. Yazıda Klein, burada sunduğum konulara benzer açılardan eleştiriliyor. Naomi Klein makaleyle ilgili: Eleştirileceğimi tahmin ediyordum; bu nedenle, kullandığım rakamların çoğunu The Economistden almıştım gibi güya kurnazca, ama aslında kitaptaki eksikliği anlamadığını itiraf eden bir yanıt vermiş. Oysa, kitaptaki temel hata, rakamların veya gözlemlerin doğruluğu değil; yorumların sığlığı ve karmaşık etkenlerin resmin dışında bırakılması. Klein, The Economiste, Rakamlara ve gerçeklere sadık kalalım diye karşılık veriyor. Ama, rakam ve gerçekler sadece işin başlangıcı; önemli olan onları yorumlayıp bilgiyi oluşturabilmek. Çağımızın her yerde bolca bulunan nimetlerinden olan data ve gözlemler, doğadan çıkarılan ham maden cevherleri gibidir; tek başlarına bir değer ifade etmezler. Ekonomik değer kazanmaları için, birisinin onları işlemesi; yani yorumlaması ve çözüm üretici bilgiye dönüştürmesi şart. Yalnızca çelişkileri ve sorunları önümüze getiren, ancak çözüm içermeyen eylemler, çözümün değil sorunun parçası haline gelirler. Tıpkı, çocukların, anne ve babalarından sürekli şikayet edip, aynı evde yaşamaya devam etmeleri gibi. Eğer bu benzetme doğruysa, küreselleşmeye karşıt grupların da, büyümeye başlamalarının zamanı geldi demektir... 2002de Om Yayınevinden, Küreselleşme-İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar isimli bir kitap çıktı. Değişik makaleleri derleyen Alkan Soyakın önsözdeki yorumlarıyla bitirelim: ....Öyle ya, değişimin karşısında durulabilir mi? Küreselleşen dünya; uçsuz bucaksız, devasa cüssesi bazen dingin ve olabildiğince sakin, bazen çıldırmış, hırçın ve tehlikeli ama her zaman gizemli bir okyanus gibi. Dünya ekonomisi ve sosyopolitik arenasında yaşananlar da böyle değil mi? Okyanusu yutabilir misiniz? O zaman yüzebilmeyi becerebilmektir aslolan. Küreselleşme de bizim için böyle bir olgu; yutulması mümkün olmayan ama mücadele edilmesi gereken... Not: Küreselleşmeyi konu eden üç yeni kitap tavsiye etmek istiyorum: 1- Soyak, Alkan (Derleyen), Küreselleşme-İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar, Om Yayınevi, 2002. 2- Stiglits, E. Joseph, Küreselleşme, Büyük Hayal Kırıklığı, Plan B İletişim, 2002. 3-Kazgan, Gülten, Küreselleşme ve Ulus Devlet Yeni Ekonomik Düzen, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002. | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||