|
|
Üsleri buyur eden ülkelerin, seçtikleri ideolojik tribüne göre belirlenen; demokratik ve özgür dünyanın dostu veya ezilmiş toplumların kardeşi gibi üzeri şekerle kaplanmış tarifleri bile vardı. Yazı hür bir düzeni savunmalı, ama kendisi de yazarın mutlak hakimiyeti altında olmalıdır. Bu yazıyı demokratik olmayan bir şekilde kontrol altında tuttuğum için, ben bu ülkelere üs devletler diyeceğim. Siz isterseniz demokrasi dostu filan demeye devam edin... Türkiye örneğine pek uymaz (Şükür!), ama bazı üs devletlerin durumu şu metafora çok benzerdi: Dağın taşın tepesinde babanızdan kalmış atsan atılmaz bir arsanız vardır. Arsayı satmanız olası değildir; çünkü imarın şefkatli kolu henüz oraya kadar uzanmamıştır. Bu nedenle de kimse arsanıza dönüp iki kere bakmaz. Gel zaman git zaman yerleşim planları değişir veya değiştirilir -orasını karıştırmayın- sizin arsanın önüne bir çevre yolu zembille iner ve yolun üzerinden günde binlerce araç geçmeye başlar. VAHA GİBİ KARAYOLU Karayolu, 1948-1951 yıllarında aldığımız Marshall yardımından bugüne bizim için çölde vaha gibidir. Değdiği yerin ederini çarpar ve katlar. Oturduğunuz yerde arsanızın değeri; elimi öpene satarıma fırlar. Arsa ile simgelenen taşınmaz varlığın uluslararası ilişkilerdeki karşılığı coğrafi konumdur. Zamanında üs devletler, arada bir patlayan krizlerden de sıkı pazarlıklarla piyangolar yaratmaya çalışırlardı. Örnek olarak; yakın tarihimizden sloganı: 1 koyalım 3-5 alalım olan bir deneyimimizi hatırlatayım. Özünde basit ve miyop bir yaklaşımdı, hiç girmeyelim... Pazarlık dediğimiz önemli bir yetkinlik. Devlet pazarlıklarının adı geçince de benim aklıma, Akdenizin nokta adası Maltanın 1971deki epik öyküsü gelir. MALTA İNGİLTEREYE KARŞI Aslında tam bir textbook case denilen türden (ders kitaplarına layık örnek) pazarlık öyküsünü burada sadece ana aşamalarıyla ve ayrıntısız geçeceğim. İlginç hikayeyi didiklemek isteyenlere, W. Howard Wrigginsin Kasım 1995 tarihle Columbia Üniversitesinde yayımlanan Malta Bargains with Great Britain, 1971 isimli makalesini öneririm. 350 bin kişilik nüfusuyla, güneş ve çimento dışında hiçbir ekonomik değere sahip olmayan bu minik ada devlet, Batı Akdenizi Doğu Akdenizden ayıran koordinatları (Sicilyanın 100 km. güneyi, Libyanın 320 km. kuzeyi) sayesinde soğuk savaş döneminde önemli bir taktik konumdaydı. Bu nedenle İngiltere adada, Natonun da yararlanabildiği bir deniz üssünde yaklaşık 3,500 asker tutuyordu. Elbette ev sahibi böyle bir devlet kuşu misafirden okkalı da bir kira isteyecek. 1964de imzalanan savunma anlaşmasının kapsamında; İngiltere, hava sahasının, limanların ve bazı askeri elektronik tesislerin kullanılmasına karşılık Maltaya yılda 5 milyon sterlin ödüyordu. Cilası da var: Askerlerin ve ailelerinin harcadıkları para ve üste görevli 6,000 Maltalının maaşları da yerel ekonomiye, yıllık 17 milyon sterlinluk girdi sağlıyordu. Bu miktarın, o yıllarda 100 milyon sterlin olan Malta GSMHsinin neredeyse beşte birine denk geldiğini söyleyelim. Ama 1964den 1974e gelindiğinde bazı faktörler değişecekti. Maltanın uluslararası ekonomik rekabette koz olacak ne bir doğal kaynağı ne de yetişmiş insan gücü vardı. Daha kötüsü nükleer silah teknolojisindeki gelişmeler, uzayan savaş uçağı menzili ve İtalya, Kıbrıs, Yunanistan ve Fransadaki yeni askeri tesislerle, Maltadaki üs, Nato ve İngiltere için belki hala gerekliydi, ama artık vazgeçilemez değildi. Bu bilgilerden sonra, Maltanın üs anlaşmasının bitip yenisinin imzalanacağı 1974de pek şansının kalmadığını düşünüyorsunuz değil mi? Gelin bakalım gerçekten de öyle mi olmuş... VE PAZARLIK BAŞLIYOR Temmuz 1971de sıradışı bir siyasi kişilik; Dom Mintoff, seçimleri kazanarak başbakan oldu. Takip eden dokuz ayda zamanının önemli bir bölümünü bu pazarlığa ayıracaktı. İngiliz hükümeti, 1964 anlaşmasının, ülkesine yeterince fayda sağlamadığını iddia eden Mintoffu sıkıştırmak için, pazarlığın uzamasını sağlıyor ve zaman geçtikçe paraya ihtiyacı olan Maltanın direncinin kırılacağını planlıyordu. Hatta Mintoffun pazarlığı içinden çıkılmaz bir hale sokmasına hazırlık olarak, üsteki ailelere toparlanın emri verilmiş ve belli sayıda asker de adadan çekilmişti. İngiltere bütün kozların kendi cebinde olduğundan emindi... Bunlar olurken, karşı kıyıda tarafsız devletlerden Libyanın lideri Kaddafi her fırsatta, Maltanın kendilerine katılmasını öneriyordu. Rusya ise Akdenizdeki varlığını giderek daha fazla hissettirmeye başlamıştı. O aralar Arap ülkelerinin sözcülüğüne de soyunan Libya, Arap petrolünü topluca ve tek elden taşıma planlarından söz ediyordu. Eğer İngilizler adadan tamamen çekilirse, tankerler Malta limanlarını kullanabilecekti. Hatta söylentilere göre Libya, Maltaya Mintoff iktidara geldikten hemen sonra 1.5 milyon sterlin yardımda bulunarak niyetini kanıtlamıştı. MİNTOFFUN BLÖFÜ Aynı yılın ağustosunda, İngiliz hükümeti yıllık 8.5 milyon sterlinluk son teklifini yaptı. Bunun 3.5 milyonluk kısmı Nato ülkeleri tarafından karşılanacaktı. Başka bir hesapla; İngiltere 10 yıl önce kararlaştırılan kiradan (5 milyon sterlin) bir çentik bile yukarı çıkmıyordu. Mintoff bunun üzerine 48 saat içinde Rus Büyükelçisi Smirnovskyyi kabul etti. Rus hükümeti ve Arap devletleri, Maltaya, İngilterenin teklifinden çok daha fazlasının sözünü hemen verdiler. Bu içi boş bir olasılık değildi: Ruslar yakın zaman önce Mısırla kapsamlı bir ekonomik ve askeri dayanışma içine girmişlerdi. Batı, Maltanın bir maceraya girmesinin mantıklı olmayacağını biliyordu, ama Mintoffun yarattığı çılgın ve ne yapacağı belli olmayan siyasetçi imajı böyle önemli bir konuda kimsenin risk alamamasına neden oluyordu. MALTANIN ZAFERİ Mintoff, bu süreç içinde Libya, Rusya ve ABD ve İtalya hükümetlerini de pazarlığın içine çekerek, İngiltere gibi kozları güçlü bir dev ile yanlız kalmamayı başardı. Uzun süren pazarlıklar ve restleşmeler sonucunda, ABDnin ve İtalyanın da baskılarıyla imzalanan yeni anlaşmada; Nato ve İngiltere Maltaya, yıllık 14.5 milyon sterlin kira vermeyi (Bir önceki anlaşmanın üç katı!) ve bir seferlik 5 milyon sterlin ödeme yapmayı taahhüt ediyordu. Hemen ekleyelim: İngiltere anlaşmayla, üssü 1974 öncesine kıyasla daha kısıtlanmış bir çerçevede kullanmayı ve askeri tesislerde görevli Maltalıları kafasına göre işten çıkarmamayı da kabul etti. IRAK PAZARLIĞI Üs devletlerin, coğrafi konumlarını açık artırmaya çıkararak kazanç elde etmeye dayanan stratejileri soğuk savaş ile birlikte gerilerde kaldı. Düşünün, Mintoff aynı pazarlığı bugün yapsaydı, elinde hangi kozla masaya oturacaktı? Ayrıca bugün ülkeler, pazarlığı ekonomik kozlarla yapıyorlar. Çağdaş devletlerin tek istediği artık barış ve barış ortamında herkesin işine gücüne bakıp üretmesi ve büyümesi. Biliyorsunuz bu hafta ABD ile aramızda sıkı bir Irak pazarlığı sürüyor. Mintoffun başarısı ile karşılaştırmak isterdim ama bizim pazarlık ayrıntıları henüz devlet sırrı. Neyseki Türkiye, 12 yıl önceki 1 koyalım çok alalım yaklaşımı yerine bugün savaş istemediğini ısrarla tekrarlıyor. Haklı nedenler var: Hem operasyonun Kuzey Irakta yaratacağı siyasi boşluk hem de ekonomimize vereceği milyarlarca dolarlık zarar. Amerikan hükümetinin güven uyandırmayan şaşkın şahin performansı endişe edilmesi için tek başına yeterli bir kanıt. Umarım Irak operasyonu kısa sürer ve bu, bizim üs devlet konumunda yapmak zorunda kalacağımız son pazarlık olur... | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||