|
|
Biz neden yapılanları, söylenenleri ve ikisinin pişkin farklarını çabuk unutuyoruz? Her defasında benzer seçimler yapıp, her defasında daha olumlu sonuçlar beklemenin patolojik vahametinde, sadece kendimizi sorumlu tutabileceğimiz bir döngünün içine yuvarlanıyoruz? Hiç düşündünüz mü; toplumsal hafızamız neden koca koca deliklerle dolu? Veya neden bazı toplumlar, eşref saati geldiğinde değişimin develerini derin hendeklerden atlatabiliyor da bazıları, hafızasızlığın kendilerini mumyalamasına beşik bebeği uysallığında rıza gösteriyor? GEÇMİŞ VE ANILAR FARKLI ŞEYLER Önce şu hafıza kavramını daha iyi anlayalım. Hafıza sanıldığı gibi, anıların değişmeden saklandığı bir arşiv değil. Tam tersi; anı dosyaları duyguların mantığıyla sürekli düzenlenip, yenilenir. Bireysel ve toplumsal bilinçaltı, savunma mekanizmalarıyla hafızadaki hoş olmayan ayrıntıları siler veya içeriğini değiştirerek katlanılabilir bir hale getirir. Yani aslında hafıza, bu süreç sonunda hatırımızda kalandır; geçmişin birebir orijinal kopyası değildir. Buradan sonra asıl sorgulamak istediğim Türk toplumunun özel durumu, ama önce global dinamiklere bakalım. MODERN HAYATIN ŞİMDİ HASTALIĞI Öncelikle her şey artık çok daha hızlı, görsel ve şimdiki zamanda yaşanıyor. Hayat akarken kenara çekilip, yaşananları iç dünyamıza yansıtma ve kendi öznel yorumlarımızı üretme isteğimiz kalmadı. Dikkatimizi uzun süre koruyamıyoruz. Tam olayların derinliğine inelim derken düşüncelerimiz dağılıveriyor. Bunu tedavi etmek için özel bir çaba da harcamıyoruz. Uzun yazıları okumuyoruz, olayları görünüşleriyle veya en delikanlısı, kulağımıza çalınan, ambalajlanmış yorumlarıyla kabul ediyoruz. Üstelik, toplumda hafıza oluşturan birliktelikler de azalıyor. İşyerlerinde e-maillerde görüşüyoruz, iş süreçlerimizin çoğu zaten elektronik. Misafirliğe gittiğimizde bile göz temasımız televizyonla. Günde yarım saat düşünmek/okumak yerine saatlerce televizyon seyretmeyi tercih ediyoruz. Her yeni ve benzer olay öncekilerle toplanamadığı için de hayat derslerini damıtıp hafızamızda biriktiremiyoruz. MEDYATİKLEŞEN HAFIZA İkincisi, modern toplumlar ortak hafızalarını elektronik ortama taşıdılar. Toplumsal hayatımız TV ekranlarında yaşanıyor. Andrew Hoskins, Ekim 2001de yayımlanan makalesinde bu durumu zamanın medyatikleşmesi olarak tanımlıyor. Hoskinse göre televizyon, sadece bilincimizi şimdiki zamana hapsetmiyor, tıpkı bir orijinal belgenin üzerindeki bilgilerle oynanması gibi, hafızamızı da tahrif ediyor. Bir olayı tekrar tekrar ekrana getirerek, tamamen farklı hatırlanmasına neden olabiliyor. Özellikle politikacılar, sanatçılar gibi toplum karakterleri, TVnin bu özelliğinden yararlanıp, olayların ve imajlarının bambaşka bir içerikte hatırlanmasını sağlayabiliyorlar. Bunları yan yana koyduğumuzda toplumsal hafızamızın, özellikle görsel medya tarafından kurcalandığını, hatta yeniden üretildiğini söyleyebiliriz. Örneğin, bugün sokaktaki adamın İkinci Dünya Savaşı ile ilgili düşünceleri, sizce hangisinden daha çok etkilenmiştir; kitaplardaki bilgilerden mi, savaş gazilerinden mi yoksa filmler veya belgesellerden mi? TVnin sığlığı yetmiyormuş gibi, şimdi bir de hafızamıza müdahalesi çıktı. PEKİ BİZ HEP BÖYLE Mİ KALACAĞIZ? İlk iki fenomen dünyadaki tüm toplumları etkilerken, bir üçüncüsü bize daha fazla dokunuyor. Sosyal sınıflar ve sivil örgütler gelişmiş toplumlarda değişimin motoru gibi hareket ediyorlar. Türkiyede ise bu katmanlaşma hemen hemen yok gibi. İşçiler, kendi sınıflarındaki bireylerle değil hemşehrileriyle bir arada hareket ediyorlar. Batı toplumlarındaki gibi bir burjuva sınıfı hiç oluşmamış, yaygın sivil örgütlenme ise bilinçli olarak engellenmiş. Neredeyse tek sosyal grup, din etrafında yapılaşan cemaat. Onun da öncelikli amacının, toplumun değişimi için gerekli devinimi sağlamak olduğu söylenemez. İleri toplumlarda medyatik hafızaya direnen sanatçılar, yazarlar ve düşünürler de var. Bizde ise bu kesimin sesi pek dinlenmez. Onlar toplumun transını bozup kafasını bulandıracak düşünceler ürettiklerinde, kendilerini sert bakışların altında buluverirler. İşe, belki de bu baskıyı azaltarak başlayabiliriz. Veya hiçbir şey yapamazsak, birey olarak kendimizi şimdiki zamanın nezaretinden kurtarabiliriz. Eğer hafızanızın tahrif edilmesini istemiyorsanız, daha az TV seyredin, gördüklerinize ve okuduklarınıza hemen inanmayın. Sorgulamayı öğrenin. YOLSUZLUKLAR AKACAK Yoksa şahit olduğumuz yolsuzluklar, adam kayırmalar, ekonomik beceriksizlikler hafızamızın mazgallarının arasından akıp gidecek. Çektiğimiz eziyetler ve aldığımız dersler birikip, gelişmenin devinimini başlatamayacak. Dışarıdan kaldırılan kırmızı bayraklarla yalap şalap çıkarılan (ama hayatımıza yansımayan) refleks yasalarıyla yetineceğiz. Ben tam bunları yazarken akşam haberlerine de biraz göz atayım dedim. Her haberi artık bir pembe dizi senaryosu olan Kanal Dde toplum, tehlikelere (!) karşı bilinçlendiriliyordu: Aman dikkat! Halkı aldatıp, çiğ köfte diye kısır satıyorlar. Başka bir şey söylemeye gerek var mı? | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||