|
|
Hakan Yaman: AB(a) altındaki sopa Hakan Yaman: Marka icat oldu, mertlik bozuldu Hakan Yaman: Tanrılar gülüyor olmalı! Hakan Yaman: "Adamlar" velinimetimizdir Hakan Yaman: Konuşmanın çıkmaz sokakları |
|||
Aslında, Genel Sekreterin anlatmak istediği sadece, yabancı para akışını kolaylaştıracak adımlarla, ABye ısınma çabalarımızın örtüştüğüydü, ama ben AByi duyunca, gocunup ve lafı hassas tarafımızdan alıp kendime şu soruyu sordum: Türkiyeye yabancı sermaye akışı artsaydı insan hakları performansımız da iyileşir miydi? Düz ve tek yönlü bir mantık yoluna girerseniz, sürecin şöyle işleyeceğini sanabilirsiniz: Önce insan haklarını iyileştirmeliyiz (ki aslanlar gibi yasalarımızı çıkardık; o iş bitti!...) sonra ABye garantili gireriz: O zaman da yabancı sermaye, biz zahmet etmeden akar; çünkü Avrupalı halklarla aramızda bir tür AB kardeşliği bağı kurulur, birbirimizi her yerde tutar, kollarız! Kazın ayağı pek öyle değil. Veya, ABnin Türkiyeye tembihlediği insan hakları reçetesiyle, yabancı sermaye girişinin bağımsız iki değişken olduğunu düşünebilirsiniz: İlki nazik bir siyasi kördüğüm, diğeri ise teknik bir ekonomi gündemidir. En azından, yabancı sermayenin, çöreklendiği ülkenin kaynaklarını ve toplumunu her zaman istismar edip, temel hakları kötüleştireceğini söyleyip, kestirip atabilirsiniz. SERMAYENİN NİYETİ Ama iş biraz daha karmaşık. Öncelikle, yabancı sermaye ile temel haklar doğrudan ilintili konular; bu bir. İkincisi, yabancı sermaye akışının insan hakları performansına etkisinin ne yönde olacağı, sermayenin o ülkeye geliş niyetine göre değişebiliyor. Örneğin, doğal kaynaklarını yabancı sermayeye satan fakir ve demokrasiden bihaber üçüncü dünya ülkelerinde, hakim güçler, kazanılan parayı toplumla asla paylaşmıyorlar. Gelen yatırım ise -ki bu tipin, dünyadaki toplam akış içindeki payı giderek azalıyor- bırakın insan haklarına pansuman olmayı, diktatörlerle veya iktidardaki rejimle işbirliği yaparak, standartların daha da kötüleşmesine yataklık ediyorlar. Sömürücü, kodaman sermayenin, Şilide, Guatemalada hükümet devirmekten tutun da, Nijerya hükümetinin kırdığı insan hakları cevizlerine göz yummaya kadar bir katalog dolusu sabıkası var. SERMAYE YOLUNUN YENİ KÖPRÜSÜ Son 15 yılda giderek tek pazarlaşan dünya ekonomisinde, gelişmekte olan ülkelere, zengin dünyadan akan paranın profili değişti: Gelişmiş ülke hükümetlerinin üçüncü dünyaya sağladıkları kredi veya hibe formatındaki yardımların miktarı, ideolojik blokların erimesiyle birlikte azalırken, global şirketlerin bu ülkelere yaptıkları doğrudan sermaye transferleri artıyor. Sermaye akışı kriter alındığında, gelişmekte olan ülkelerle gelişmişler kulübü arasındaki ilişkiler artık daha çok büyük şirketler aracılığıyla sağlanıyor diyebiliriz. Örneğin, son yıllarda ABDnin dostlarına aktardığı askeri ve ekonomik yardımlar, Amerikan şirketlerinin yurtdışı yatırımlarının dörtte, beşte birine ancak karşılık geliyor. Dahası, artık yabancı sermayenin yurtdışı yatırım motivleri, gelişmekte olan ülkelerin ham kaynaklarını çıkarmak/kaçırmaktan çok farklı. Global şirketler bugünlerde, üretim maliyetlerini düşürmek kadar, rakiplerini yeni pazarlarda takip etmek veya pazarlarını genişleterek, gelirlerini artırmak için de dışarıda yatırım yapıyorlar. Bir önceki yazımda, 2030 yılında gelişmiş ülkelerin GSMHleri içindeki yurtdışı gelirlerinin payının yüzde elliye ulaşacağını belirtmiştim. Yeni ortaya çıkan bu sermaye, ev sahibi ülkenin çalışma ve yaşama standartlarının yükselmesine destek olduğu için bambaşka bir etkiye sahip. Yerel yönetimlere de (doğal kaynaklar için gelen sermaye kadar) bağımlı değil: Devletten çok özel sektör ve toplum kesimleri, hatta sivil kuruluşlar ile iletişime geçiyorlar. UCUZ EMEK İÇİN Mİ GELİYORLAR? Bazı itirazları duyabiliyorum. Özellikle, sanayi üretimi yapan yabancı şirketlerin, geliş nedenlerinin başında, düşük işçi ücretleri olduğunu ve onların, bu ücretleri daha da düşürmeyi istediklerini düşünebilirsiniz. Ancak durum her zaman böyle değil; kol gücü, bir üretim faktörü olarak önemini yitirdiği için, düşük ücret seviyesi, yabancı sermayeyi çekmek için en cazip etken olmaktan uzun süre önce çıktı. Yaratıcı bilgi, eğitim ve deneyim ise her zaman makbul altın bilezik. Aslına bakarsanız, yabancı yatırım, eğitimli ve yetişmiş insan gücüne olan talebi artırdığı için genel ücret seviyesinin yükselmesine de yardım ediyor. Ayrıca, bu şirketler, kendi teknolojik ve yönetim standartlarını da ev sahibi ile paylaşıyorlar. 1.2 MİLYAR ÇİFT AYAKKABI VE CEP TELEFONU Örneğin, Reebok ve Motorola gibi firmalar Çine, ucuz işçilerden yararlanmaktan çok, bu dev pazarı erken parselleme amacıyla girdiler. Pazardaki tüketicilerin refah seviyelerinin artması ve insan hakları da dahil, her alandaki gelişimleri, bu şirketlerin o ülkedeki yatırımlarına daha yüksek ve daha çabuk getiri almaları anlamına geliyor. Yani, geçen yüzyılın ortalarında sık görülen ve misafir oldukları toplum ile çıkarları açıkça çatışan çirkin yüzlü yabancı sermayeye kontrastla, yukarıda sözü edilen amaçlarla gelen şirketler, artık kendilerini ev sahibi toplumlarla aynı teknede buluyorlar. SPOTLAR YABANCI SERMAYE ÜZERİNDE Yine de, özellikle tekstil gibi, makineleşmenin sınırlı ve kol gücünün hala en önemli üretim faktörlerinden biri olduğu sektörlere yatırım yapan bazı şirketlerin, yerel taşeronlarla işbirliği yapıp, ücretleri daha da düşürme eğiliminde olabileceklerini kabul etmek lazım. En iyi örnek, belki de Nikeın Uzakdoğudaki üretimi. Bu durumda, sivil toplum örgütleri şirketlerin olası istismarlarını internet aracılığıyla tüm tüketicilere duyuruyorlar ve firmalar kendi evlerinde karşılaştıkları baskıyı hafifletmek için, misafir oldukları ülkenin şart koşmadığı çalışma standartlarını bile uygulamak zorunda kalıyorlar. 1995 yılında ABDde yapılan bir araştırmada, tüketicilerin yüzde 80inin, yurtdışında kötü şartlarda (sweatshop denilen atölyelerde) işçi çalıştırdıkları söylenen markalara karşı tepki duyduğu saptanmış. Ayrıca, yüzde 85 gibi yüksek bir oran, 20 dolarlık bir ürün için, 1 dolar daha fazla ödemeye katlanıp, başka bir marka tercih edeceklerini belirtmişler. Sonuç olarak; insan hakları-yabancı sermaye ilintisini incelerken ilk sormamız gereken, giren sermayenin miktarından çok niyetidir. Bu konuda da para, her şey demek değil; ama ülkenin sahibi olarak siz, akıllı kurallar tasarlar ve doğru seçimler yaparsanız, birçok şey olabilir. HAMİLİKART YAKINIMDIR! İnsan hakları, yabancı sermaye, AB uyumu filan deyince birden hatırladım. Uyum paketinin hızlı tren kıvraklığında yasalaştığı günlerde fedakar ve ABperver vekillerimize yönelik basında çıkan övgüler dekorunda şunları düşünmüştüm: İnsan haklarını iyileştireceği müjdelenen bu yasalar, neden toplumun yıllardır beslediği beklentilerin itmesiyle değil de, yakında yapılacak bir AB toplantısının sakar, tez canlı heyecanıyla çıkarıldı? AB, Avrupayı temsil ettiğine göre, vekillerimiz, Avrupalı halkların eğilimlerine ve ihtiyaçlarına daha mı hassas? Hayır öyleyse bilelim de, bekleyen diğer ekonomik ve toplumsal konular için derdimizi vekillerimizin yerine Avrupalı tanıdıklarımıza ve dostlarımıza anlatalım. Hatta elimizde bir kutu çikolatayla kendilerini ziyaret edip, bizim parlamentoya torpil yapmaları için ricada bulunalım. Hiçbir şey yapamazlarsa bari kartlarının arkasına hamilikart yakınımdır yazıp elimize versinler; biz gerisini bir sonraki seçim öncesinde hallederiz. | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||