|
Tabii ki her iki yorumun da kendi açısından doğruluk payı var. Burada önemli olan Çin ekonomisinin gelmiş olduğu noktanın tek bir boyutuna odaklanmadan, getirdiği tüm fırsat ve tehditlerle bir bütün olarak değerlendirilmesi. Yazı dizimizin geçen haftaki bölümünde Çin ekonomisinin tarihsel gelişimini incelemiştik. Bu yazıda ise bugünkü durumunu değerlendireceğiz.
1980 yılından beri GSYİHsi yılda ortalama yüzde 8 oranında büyümüş olan Çin, bu eğilimi devam ettirmek zorunluluğunu hissediyor. Sürdürülebilir ve dengeli bir büyüme, Çinin şu andaki durumunda bir mecburiyet olarak ortaya çıkıyor. Bu mecburiyetin ise üç sebebi var. Birincisi, yaklaşık 4000 yıllık bu uygarlığın, tarihinden kaynaklanan değerleri ve anlayışı nedeniyle bugün de eskiden olduğu gibi lider ülke konumuna sahip olmak arzusu. Büyük bir güç olmanın yolu da şüphesiz ki ekonomik ve askeri güçten geçiyor.
İkinci sebep, nüfusun yüksekliğinden kaynaklanan zorunluluklar. İnsanların hayat standartlarının yükseltilmesi ve işsizlik sorunuyla mücadele edilmesi için sürekli olarak yeni yatırımlar yapılması, özel sektörün kalkındırılması ve büyüme oranlarının belirli bir değerin üzerinde tutulması gerekiyor.
Üçüncü sebep olarak ise, ülkenin ekonomik coğrafyasındaki dengesizliğin giderilmesi ihtiyacı gösterilebilir. Çinin ekonomik kalkınması bugüne kadar ülkenin değişik bölgelerine eşit olarak dağılmamış olup ülkenin doğusundaki Pekin, Şangay ve Guangzhou gibi kentleri içine alan kıyı şeridi, iç kesimlere ve ülkenin batısına göre çok daha fazla gelişmiştir.
Bugün Çin GSYİHsinin yüzde 57si doğuda üretilmekte iken bu oran iç kesimlerde yüzde 26, batıda ise yüzde 17. Yabancı yatırımın ise yüzde 86sı doğuya gidiyor.
YÜKSEK BÜYÜME ORANLARI
2003 yılında Çin GSYİHsi bir önceki yıla göre yüzde 9.1 oranında artış gösterdi. Bu, 1997 yılından beri yakalanmış olan en yüksek büyüme oranıydı. Yabancı doğrudan yatırımlar ve kamu yatırımları büyümenin motoru olurken inşaat ve otomotiv sektörleri baş döndürücü büyüme oranlarıyla ön plana çıktılar.
Ucuz ve kaliteli iş gücü ile geniş iç pazarı sayesinde Çin, son yıllarda yabancı doğrudan yatırım için en cazip ülkelerden birisi haline geldi. Şu anda Çindeki toplam yabancı doğrudan yatırım stoku 500 milyar doları bulmuş durumda ve bu rakam, GSYİHnin yaklaşık yüzde 40ına tekabül ediyor. Bir kıyaslama yapılacak olursa Japonyada bu oran sadece yüzde 1.1.
Yabancı yatırımın ülke ekonomisindeki payının bu kadar yüksek olması ve diğer yandan yüksek kamu harcamaları nedeniyle bütçe açığının artması, yakalanmış olan büyüme oranlarının sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Özellikle imalat sektöründe, Çinde fazla kapasite üretilmiş durumda. Örneğin otomotiv sektöründe geçen sene 2.8 milyon otomobil üretilmiş, ancak bunların sadece 1.8 milyonu satılabilmiş.
Başka bir deyişle arz, talebin üzerinde. Üretim kapasitesi, insanların alım gücünden çok daha hızlı artıyor. Doğal olarak bu dengesizliğin sonuçları, fiyatların normalden yüksek oranlarda seyretmesi, şirketlerin karlarının düşmesi ve iflasların artması olacak. Nitekim, 15 ay süren bir deflasyon sürecinden sonra TÜFE, Kasım 2003ten itibaren tekrar artmaya başladı. 1994 yılında benzer bir yatırım patlaması yaşanmış ve o sene yıllık TÜFE oranı yüzde 20ye yükselmişti.
Ekonomide yaratılmış olan fazla kapasitenin ve bütçe açığının yol açabileceği sorunlara karşı önlemler alınıyor. Dünya Bankasının finansman kolu olan Uluslararası Finans Kurumu (IFC), Çinin imalat sektörüne artık kredi sağlamıyor. Hatta birçok Çin firması da kendi fabrikalarını Güneydoğu Asyaya taşıyor.
Çin hükümeti de 2004 yılı ekonomik programında yüksek büyüme oranını değil, ekonomide kalite ve verimliliği ön plana çıkarttı.
Devlet Kalkınma ve Reform Komisyonu Başkanı Ma Kainin söz konusu programın hazırlanmasından sonra geçtiğimiz Aralık ayında yapmış olduğu açıklamada, Çinin öncelikli makroekonomik hedeflerinden birisinin irrasyonel yatırım eğilimini ve düşük seviyeli üretim kapasitesinin artışını engellemek olduğu ifade edildi.
Hükümet, bu çerçevede uygulamalara devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Devlet Konseyi, çelik, çimento ve elektrolitik aluminyum sektörlerinde yatırımları durdurdu.
ÇİNİN DÜNYA TİCARETİNDEKİ YERİ
11 Aralık 2003 tarihinde Çin, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) üyesi olarak ikinci yılını tamamlamış oldu. Bu süre içerisinde Çinin üyeliğin getirdiği yükümlülüklerini ne ölçüde yerine getirebildiği tartışma konusu olsa da bir gerçek var ki, o da Çinin tarihinde ilk kez bölgesel bir ekonomik lider olarak ön plana çıktığı ve gerek bölgesel gerekse küresel ticarette büyük bir ağırlık kazandığıdır.
Çin Halk Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığının verilerine göre 2003 yılında ihracat, bir önceki yıla göre yüzde 34.6 oranında artıp 438.4 milyar dolar olarak gerçekleşirken, ithalat ise yüzde 39.9luk bir artışla 412.8 milyar dolara yükseldi. 2000 yılında Çinin küresel ihracat içerisindeki payı yüzde 3.9 iken, 2003 yılında bu oran yüzde 6ya çıktı.
Çin, son yıllarda özellikle Asya kıtası içerisindeki ticarette oldukça üstün bir konuma geldi. Şu anda özellikle Doğu ve Güneydoğu Asyanın yaptığı ihracatın yarısı Çine gidiyor. 1990 yılında Çin, bu bölgedeki ülkelerin ihracatının sadece yüzde 6.8ini alıyordu. Bu değişimin iki sebebi var. Birincisi, Çinin bölgesel liderlik konusunda kararlılığı.
Çin, bunu gerçekleştirmek için hem siyasi hem de ekonomik alanda çalışmalarını sürdürüyor. Geçmişte çok taraflı organizasyonlara hiç sıcak bakmayan Çin, artık kendisi bölgesel inisiyatifler başlatıyor. 2002 yılında Güneydoğu Asya Ülkeleri Örgütü (ASEAN) ile imzalanan serbest ticaret anlaşması da bu kararlılığın ticaret alanındaki yansıması.
Başbakan Wen Jiabaoya göre 2010 yılında bu anlaşma tam işlerlik kazandığında Çin-ASEAN bölgesi 2 milyarlık bir nüfusa ve toplam 3 trilyon dolarlık GSYİHye sahip olacak.
Çinin Asya ticaretindeki ağırlığının artmasının diğer bir sebebi ise ülkenin küresel tedarik zinciri içindeki konumunun değişmiş olması. Çin, artık Doğu ve Güneydoğudan ara mamülleri ve ham madde alıyor, bunları işleyerek ABDye ve Avrupaya satıyor. Bu durumda bir yandan Asya ülkelerinden ithalat, diğer yandan da ABD ve Avrupaya ihracat artıyor.
DÖVİZ KURU SAVAŞLARI
Bu durumdan hoşnut olmayanlar da var tabii ki. 2003 yılı rakamlarına göre ABDnin Çin ile ticaretinde yaklaşık 100 milyar dolarlık bir açığı var. Amerikalılar, bunun normal piyasa mekanizmalarının bir sonucu olmadığını iddia ediyorlar.
Çinin dokuz yıldır 1 dolar = 8.28 yuan olarak sabitlenmiş olan para biriminin değerinin şu anda suni bir biçimde düşük olduğu, bu durumun Çinli ihracatçılara haksız bir avantaj sağladığı ve ABDli üreticilere zarar verdiği tezi öne sürülüyor. Gerek ABDde gerekse Avrupa ülkelerinde hükümetler, Çine yuanı serbest bırakması ya da en azından daha yüksek bir değerden sabitlemesi için çağrıda bulunuyorlar.
Bu taleplere pek sıcak bakamayan Çini anlamak çok zor değil. Yuanın değerinin artırılması Çinin sadece ABDyle olan ticaret fazlasının azalmasına yol açmayacak. Çinin diğer Asya ülkeleriyle önemli derecede bir ticaret açığı var. Yuanın değer kazanması, bu açığın büyümesi anlamına da gelecek. Sonuç olarak Çinde ihracata dayalı sektörler büyük zarar görecek. İşsizlikle mücadeleyi, insanlarına daha yüksek yaşam standartları sunmayı öncelikli hedef olarak belirlemiş olan Çin yönetimi, doğal olarak döviz kuru sisteminin değiştirilmesini şu an için uygun bulmuyor.
10 Şubat 2004 tarihinde bir bankacılık ve finans konferansında konuşan Başbakan Wen Jiabao, Çinin kur istikrarını rasyonel ve dengeli bir değerde korumaya devam edeceğini ve kur mekanizmasının kademeli olarak geliştirileceğini söyledi. Bu sözlerden yuanın değerinin daha bir süre şu andaki kurdan dolara sabit kalacağı, daha sonra ise dalgalı kura geçmek yerine daha yüksek bir değerden tekrar dolara sabitleneceğini tahmin etmek mümkün.
Çin ekonomisinin bugünkü durumu değerlendirdiğimiz yazımıza 25 yıl önce Çinin ekonomik reform hareketini başlatmış olan dönemin devlet başkanı Deng Xiaopingin sözleriyle son verelim. Şöyle diyordu Deng: Kedinin siyah veya beyaz olması farketmez. Önemli olan fare yakalayabilmesidir. Çin ile ilgili tüm gelişmeleri bu anlayış çerçevesinde ele almak faydalı olacaktır.
Gelecek haftaki yazımızda Çinin Türkiye ekonomisi açısından önemini değerlendireceğiz. |
|