Home page
Haber Menüsü


 
Nemaların kardeşliği
 
Türkiye, nemalanmanın tembel rahatlığını bırakıp “ürettiğin kadar kazan” oyununa girmekte ayak sürüyor.
 
Hakan Yaman
NTV-MSNBC
 
16 Haziran 2003—  Amerika’nın yediği şu naneye bakın: Yayımladıkları İnsan Kaçakçılığı Raporunda, öz müttefikleri Türkiye’yi kaçakçılığı önleyemeyen “üçüncü kategori” ülkeler arasına atmışlar. Sonra da bu gruba dahil ettikleri 15 ülkeyi, IMF ve Dünya Bankası kredilerini onaylamamakla tehdit etmişler.

   
 
       
   
MSNBC News Hakan Yaman: Müşteri memnuniyeti bir safsatadır!
MSNBC News Hakan Yaman: Irak, Bingöl, İstanbul...
MSNBC News Hakan Yaman: Hamburger go home!
MSNBC News Hakan Yaman: Savaşı ancak ben durdurabilirim!
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Apaçık belli; ABD, Irak krizi sırasındaki “kazara delikanlı” duruşumuzdan dolayı ceza kesiyor. Yoksa ortada ne fol vardır ne de yumurta.
        İşte “Tüm dünya bize karşı. Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” refleksimizi kullanmak için kaçmaz bir fırsat. Zaten rapor açıklanır açıklanmaz yukarıdakine benzer yorumları yetkililerden birer ikişer duymaya başladık.
        İş aslında çok ciddi, hatta acıklı. Okuduklarıma inanmak istemiyorum: İngiltere İçişleri Bakanlığı Göç Hizmetleri Bölümü, son 1 yılda sadece Akdeniz’de 3 bin kişinin cesedinin bulunduğunu rapor etmiş. Bitmedi, her bulunan ceset için 2 tane de bulunamayan tahmin ediliyormuş.
        İçişleri Bakanımızın iddialara yanıt verirken aktardığı bilgiye göre de Türkiye son 5 yılda, 3616 insan kaçakçılığı organizatörünü yakalamış. Bir dakika şimdi, dikkat ediniz lütfen; bu sadece organizatörlerin sayısı. Organizatörü bu kadar bol olan bir organizasyona (!) katılanların sayısını da siz tahmin edin…
        Yetkililerin ve basının rapora verdikleri tepkilerde bir kez daha gördük ki Türkiye, kendisini eleştirmekten ve sorunlarıyla yüzleşmekten köşe bucak kaçıyor. Başkalarının verdiği geri bildirimi ise asla kabul etmiyor. Eleştiriler diyor ki Türkiye, savunmak için ölmeye hazır olduğunu yerli yersiz her fırsatta tekrarladığı “kutsal” sınırlarını kontrol edemiyor, daha doğrusu etmek işine gelmiyor.
        Dünyada fakir ülkelerden zenginlere doğru bir uyuşturucu ve göçmen akışı var. Türkiye de kendi bölgesinde benzer bir trafiğin tam ortasında yer alıyor. Getireceği sıkı önlemlerle topraklarının kullanılmasını önleyebilir, ama o bu akıştan nemalanmayı tercih ediyor. Tahminler, bir yılda uyuşturucu trafiğinden kazanılan paranın resmi devlet bütçesine yaklaştığını söylüyor. Elbette tüm toplum bir şekilde bu paradan sus payı alıyor.
        Çünkü Türkiye çalışarak ve üreterek ekonomik değer yaratanların değil çevresindeki faaliyetlerden “nemalanarak” hayatını kazananların ülkesi.
       
NEMALAN Kİ AÇ KALMAYASIN
        Yıllar önce Kapadokya’yı gezerken bir nema vakası yaşamıştım. Çoğu yabancı olan turistler, gün batımını seyretmek için, şehirden yarım saat uzaklıkta bir tepeye gidiyorlardı. Şimdi gözünüzün önüne getirin; minibüse parayı verip gün batımı tepesine doğru yola koyuldunuz. Bir süre sonra karşınıza birden alaturka bir “Kontrol Noktası Charlie” çıkıyor (Soğuk Savaş yıllarında Doğu ve Batı Berlin’i birbirinden ayıran o meşhur kontrol noktası). Toprak yol, demir bir boruyla kapatılmış.
        Durum komik; dağın başında birileri yolu kesip sizden para istiyor. Aslında kontrol noktasının etrafından basit bir direksiyon hamlesiyle dolaşabilirsiniz. Ama ortada bir toplum sözleşmesi var. Durup, gün batımından nemalanan adamlara ücreti ödüyorsunuz.
        Bu sistemde “Parayı hangi hizmete karşılık ödedik?” veya “Bu kişiler -tanım gereği ‘girişimciler’- nasıl bir yatırım yaptılar, örneğin güneşin batmasını onlar mı organize ediyor?” gibi sorular sormak, en masum ifadeyle, yakışıksızdır. Benzeri sorular ortaya gelmeye başlarsa, başka bir sefer de onlar sizin nema alanlarınızı sorgular, ekmeğinizden olursunuz…
       
BAŞARIDAN NEMALANMAK
        Sonradan karşılaştığım durumların hepsini “Kapadokya’da gün batımı” örneği ile açıklamayı başardım. Bir kişi devlette önemli bir pozisyona mı atandı, iki ay içinde en az dört akrabası, hemşehrisi veya askerlik arkadaşı aynı kurumda göreve başlar. Başka yerlerde ise nemalanmanın kitabına uydurulmuş adı ihale, ödenek veya yasa değişikliği olur. Alışkanlık, dış politikamızda bile kendisini belli eder: Yanı başımızda bir savaş mı çıkacak? Politikamız bir koyup kaç alacağımıza kilitlenir…
        Nemaların kardeşliği para kazanmakla sınırlı değildir, hayat biçimimize de dövmelenmiştir. Örneğin Orhan Pamuk, Nuri Ceylan, Süreyya Ayhan gibi aykırılar çalışıp didinip bir şeyleri başarırlar. Ama bu başarılarını yeteneklerine ve bireysel çabalarına yoramazlar. Var mı öyle yağma! Hemen ödüller Türk olmakla açıklanır, böylece ilgili ilgisiz herkes başarıdan otlanır.
        Oysa bu sanatçılar ve sporcular, toplumdan veya devletten dişe dokunur bir destek veya teşvik almadan “rağmen başarılar” elde etmişlerdir. Bırakın destek vermeyi, ülke başkentinin belediye başkanı heykele ve sanata açık açık küfreder.
       Başka yetkililer, çıplak kadın figürü diye “Akdeniz” isimli bir heykeli Yıldız Parkı’nın en ücra köşesine atmışlardır. Heykel denilince akla Atatürk büstü gelir, spor ise bir futbol takımının fanatiği olmak demektir.
       
EYVAH! ÜRETMEDEN GEÇİNMENİN SONU GELİYOR
        Ama artık dünyanın derdi tasası serbest ticaret. Ticareti yavaşlatan, yerel pazarların mal ve hizmetlere ulaşmasını engelleyen ve toplumların satın alma gücünü eriten unsurlara hoşgörü gösterilmiyor. Daha on beş-yirmi yıl öncesinde, kendi taraflarında yer alan yönetimlerin darbe yapmasına yeşil ışık yakan zenginler, bugün dev firmaların satışları aksar diye buna karşı çıkıyor.
        Zenginler; uyuşturucu trafiği, anti-demokratik uygulamalar, insan hakları ihlalleri ve insan kaçakçılığı gibi oluşumları, mal ve hizmet dolaşımını kısıtlayan ve serbest ticareti tehdit eden unsurlar olarak algılıyor.
        Dünya üretmek, yaratıcı ve yenilikçi olmak kriterleri ile yeni sınıflara ayrılıyor. Kârlarda aslan payları araştırma-geliştirme yatırımı yapan ülkelere ve telif haklarına sahip firmalara akıyor. Ekonomik akla uygun olmayan sistemlerde ısrar eden toplumlar ise borç para bulmakta bile zorlanıyor.
        Bütün bunlar olurken Türkiye, nemalanmanın tembel rahatlığını bırakıp “ürettiğin kadar kazan” oyununa girmekte ayak sürüyor. Devletin ekonomideki payı AB’de ortalama %10, bizde ise hala %40 civarında. Verimsizliğe rağmen siyasi hükümetlerin hiçbiri yapısal reformları gerçekleştirip kamuyu küçültmeye yanaşmıyor.
        Bırakın değişimi başlatmayı, insan kaçakçılığı raporunda gördüğümüz gibi, Türkiye sorunlarını tartışmaya veya başkaları tarafından eleştirilmeye de hazır gözükmüyor. Gücünü nemalanma kültüründen alan sistem, sorunları yok kabul ederek direnmeye devam ediyor.
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları