Home page
Haber Menüsü


 
Ne ABD, ne Rusya
 
Herkesin herkese bağımlı olduğu, sürekli değişen yeni dünyada bir bağımlılık merkezi yok. Kimin kime bağımlı olduğu ittifaklarla ve pazarlıklarla değişebiliyor. Ülkemizi yönetenlerin 30 yıl önceki paradigmalarından sıyrılma zamanları gelmedi mi sizce?
 
İskender Özturanlı
NTV-MSNBC
 
2 Haziran—  Hala hafızalarının bir köşesinde yukarıdaki sloganı ve devamını hasretle hatırlayanlar varsa, sanıyorum Rusya’daki son Bush-Putin zirvesinden çıkan ikili kararları ve ardından gelen NATO üyeliği sürecinin işlediği takvimi ibretle karşılayacaklardır. Bundan yirmi yıl önce, böylesi bir sürecin neredeyse sorunsuz yaşanabileceğini söyleyen biri çıksaydı; herhalde deli gözüyle bakılırdı. Dünyanın haline bakın, nereden nereye geldi. Ancak daha da önemlisi dünyanın bundan sonra gideceği nokta, asıl bilinmeyen orada duruyor.

   
 
       
   
MSNBC News İskender Özturanlı: Toplum neden heyecanlanmıyor?
MSNBC News İskender Özturanlı: Bir siyasi kuşak değişirken -2
MSNBC News İskender Özturanlı: Bir siyasi kuşak değişirken...
MSNBC News İskender Özturanlı: Türkiye büyümeye nereden başlayacak?
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Bu durum, Tony Blair’in dediği gibi soğuk savaşın bittiğini mi müjdeliyor; yoksa Carniege Rusya analistlerinden Liliya Sehvtsava’nın iddia ettiği gibi asla bitmediğine mi? Bu tür uluslararası meseleleri bir tarafa koyarak, daha çok büyük müttefikimiz ile büyük komşumuzun dest-i izdivacının, bizlere yani kuzenlerine ne gibi etkileri olacak, onu değerlendirmeye almak istiyorum.
       
RUSYA’DAN FARKLI AÇILIMLAR
       Rusya’nın soğuk savaştan sonra birkaç yöne birden açılımı oldu. Bunlardan ilkinde, ABD sermayesi özellikle İngiliz ve Alman bankaları aracılığıyla bu ülkedeki finansal getirilerin peşine düştüler. 1998’de Uzakdoğu’da başlayan kriz, gerek kötü yönetim, gerekse petrol fiyatlarının aşırı düşmesiyle birlikte Rusya’yı da içine aldı ve batı sermayesi buralarda büyük zararlar yazarak Rusya’dan hatta bütün gelişmekte olan ülkelerden çekilmek zorunda kaldı.
       Bu dönem ilginçtir dünyada. “Gelişmekte olan piyasalar (emerging market)” modasının nispeten sonlanması, riski yüksek getirisi yüksek yatırım modasının bitmesine yol açtı. Türkiye de bu süreçten orta vadede etkilenmiştir. Krizin hemen ardından Rusya’dan beklenen reformlar gelmedi ve moratoryum ilan etmek zorunda kaldı hatırlayacaksınız.
       Öte yandan, Rusya pazarının açılması, kaderi bir parça da olsa türdeşlik taşıyan Türkiye için bir takım fırsatlar getirmişti. Soğuk savaş ve iki kutuplu dünyanın gergin dış atmosferine rağmen, Rusya ile arasında çok ciddi problemler yaşamayan Türkiye’nin geçmişte büyük bir yakınlaşma içine girmemiş olması da ortada idi.
       Diğer yandan, her iki ülke de, batı kulübü tarafından tam da batılı addedilmeyen, coğrafi olarak ise bir ucu Asya’da bir ucu Avrupa’da iki devletti.
       Bu enteresan benzerlik ve yeni açılan devasa pazarın cazibesi, müteşebbis ve maceracı Türk tüccarlarını Türki Cumhuriyetler kadar Rusya’yı da mesken tutmasını sağladı.
       Bir çoğu hayal kırıklığıyla biten binlerce girişimden hiçbiri ortak büyük yatırımlara dönüşmeden, bisküvi-çikolata-deterjan üçgeninden öteye geçemedi. Halbuki bizdeki girişimci sermaye, ve yaratıcılık ile, oradaki ucuz ama nitelikli insan gücü, parasızlıktan ve merkezi ekonominin dağılmasından ötürü yarım kalmış mikro biyolojiden tutun da askeri elektroniğe, makine fabrikalarından maden işleme tesislerine dek bir dizi imkan vardı. Bu dönemi iyi bilirim. Bunların bir kısmı oldu, bir kısmı olmadı. Neyse Enka ve Koç gibi büyük kuruluşların yatırımları ve girişimleriyle yetindik, sonunda. Bu işlerin istenildiği gibi gitmemesinde her iki ülkenin girişimcisinin ve idarecisinin de büyük aymazlıkları vardır. Ekonomik ve siyasal istikrarsızlık da cabası.
       Böylelikle atıl Rus sanayisine hizmet ve sermaye getirerek öncülük üstlenemeyen Türkiye şimdilerde oluşan yeni yakınlaşmalardan nasıl yararlanacak? Bu ilginç bir soru olsa gerek.
       
AVRASYA EKSENİ
       Aynı yıllarda, bir Çeçen sorunu patladı ve bu Türk-Rus ilişkilerini bir ölçüde buzdolabına girmesini sağladı. Hemen hemen aynı yıllarda, Amerika’daki önemli düşünce kuruluşları ve Beyaz Saray’a yakın kimi çevreler Avrasya ekseni kavramını ortaya attılar.
       Bu kavram, özellikle 1973 petrol krizi, 1979 İran Devrimi sırasında büyük sıkıntı çeken batı sanayileri için enerjinin ucuz ve güvenli temini için hayati önem taşımaktaydı.
       ABD, yeni bulunan bu rezervlerdeki petrol ve sonra da gaz kaynaklarının, uluslararası pazarlara sunumu konusundaki riski azaltma arayışlarıyla hemencecik eski bir müttefike, yani Türkiye’ye sarıldı.
       Buradaki temel etmenler arasında, eski düşman Rusya’nın enerji tedarik zincirini inhisarına alarak potansiyel rejim değişiklikleri siyasal istikrarsızlık risklerine karşı petrol piyasasını dengede tutmak olduğu kadar (Aslında, Rusya Yeltsin’li yıllarda tamamıyla mafya tarafından yönetilme ya da bir tuhaf diktatörün eline geçme riski de taşıyordu taşımasına)- daha da önemlisi Rusya’nın enerjiyi kaynaklarından pazara sürdüğü dönemdeki yüksek getiri ve değer zincirini bir nebze de olsa parçalamak, belki de eski düşmanın ekonomik olarak güçlenmesini bir nebze de olsa engellemek dürtüsü de yatıyordu mutlaka.
       
ENERJİ PROJESİ DOĞURGAN OLMAK DURUMUNDA
       Bu enerji kaynaklarının pazar sunumunda tekel yaratılmasını önlemek gibi filozofik bir ince anlatım da buluyordu o yıllarda. Ve Türkiye devreye böyle girdi. Girmesi de esasında iyi oldu. Burada kritik bir rol oynadı.
       Bir çok zorlu aşamadan geçmesine rağmen, Baku-Ceyhan kim ne derse dersin sürekli doğurgan olmak zorunda olan bir projedir, Bir tarafta Yunanistan ile henüz niyet anlaşması imzalanan projelere ön ayak olacak, öte yandan güney limanlarından önemli bir taşıma merkezi ve eksenini devreye sokması sadece petrol piyasası için değil, diğer piyasalar için de Türkiye adına önemli kazanımlar sağlayacaktır. Kazakistan’daki yeni kaynakların yaratacağı potansiyel de cabası.
       Ancak artık Bakü-Ceyhan’da Rusya da var.
       ABD enerji tedarik politikalarının, özellikle İran devriminden sonra başlayan ve Körfez Savaşı’ndan sonra doruğa çıkan, Arap Yarımadası’ndaki enerji havzalarının güvenliği ve maliyeti konusundaki endişeli arayışları 11 Eylül sonrası Putin’in ABD’ye yaklaşması ile kendine bir mecra bulmuş oldu.
       Buradaki kilit, merkezi Asya ülkeleri ve Rusya olacaktır bundan sonra. Artık, batılı kaynaklarda Avrasya kelimesi tarihe karışıyor ve yerine doğrudan ‘Caspian (Hazar)’ kullanılıyor. Rus-Abd yakınlaşması Avrasyanın önünde inşa ediliyor.
       Her ne kadar, uzmanlar ve otoriteler tarafından Orta Asya’daki kaynakların Ortadoğu’nun yaklaşık üçte biri olduğu öngörülmüş olsa da, bu üçte birlik payın Abd için önemini anlamak için kahin olmak gerekmiyor.
       Arap Yarımadası’ndaki kaynakları korumak için ortaya konan maliyet, güvenlik ve savaş risklerine değmez hale gelebilmekte. Okurlarımız, Suudi ağırlıklı bir dünya enerji haritasındaki ABD tereddütlerini kapsayan çok geniş bir yazıyı Foreign Affairs’in Mart-Nisan sayında bulabilirler.
       
TÜRKİYE REZERVASYON YAPMALI
       Türkiye, ABD ekseninden kaynaklanan taktiksel etkilerle değil kendi doğal müttefiği ve komşusu olan Rusya’ya yönelmesi kuvvetle muhtemel yeni bir yabancı doğrudan yatırım (FDI) dalgasındaki yeri için rezervasyon yapmaya şimdiden başlamalıdır. Yarın çok geç olabilir.
       Belki de Rusyayı kapsaysan yeni QIZ’ler söz konusu olabilecektir. Kafkasya’daki Türk Cumhuriyetleri zaten Rusya’dan hiç bir zaman kopmayan ülkelerdi. Öyle anlaşılıyor ki, ABD Rusya’yı Kafkasya ile birlikte istemektedir. Türkiye en az Rusya kadar önemli bir bölgesel oyuncu olarak, Rusya ile iki ayrı eksende değil aynı eksende çoktan olmalıydı zaten, bunda geç bile kalındığı söylenebilir.
       Ancak, bu yakınlaşmaların bizim için güllük gülistanlık, ortamlar sunacağı sanmak da bir o kadar safdillik olur. Türkiye gerek AB ilişkilerinde, gerekse global yapıya entegrasyon sürecinde son on yılda tutturduğu anlamsız patinajındaki negatif enerjisini, pozitife çeviremez ise, uluslararası platform ile en eski ilişkide olan geçen bölge ülkesi olmasına rağmen giderek tercihlerde sonlarda kalmaya mahkum olacaktır. Dün NATO zirvesinde Berlusconi’nin sözleri nedense Ecevit falı bakan, Çin çayı içen mümtaz Türk basını tarafından büyük puntolara çıkamadı, bir türlü.
       Oysa Berlusconi, “Rusya’yı Avrupa Birliği’ne de alacağız” inşallah gibisinden bir kelam etmiş. Uzak değildir. Sen, yalnızca kendine ait olduğunu sandığın imtiyazlı bekleme odasında yıllarca durursan, o bekleme odasını paylaşan birileri mutlaka bulunur.
       Rusya da bizden önce AB’ye girerse bir daha ki sefere, Sırbistan ile birlikte aynı hizaya gireceğimizden korkarım.
       
BU YAKLAŞIMDAN SIYRILMALI
       Baştaki sloganı 19’lu yaşlarda sokaklarda bütütn samimiyetiyle haykıran bir kuşaktan geliyorum ben, ancak değişen pradigmaları da anlamaya çalışıyorum. “Bağımsız Türkiye” kulağa gençken hoş gelen bu şiar, bugünün dünyasında ne ifade etmeli sizce.
       Rusya, ABD’ye bağımlı mı evet, peki tersi ABD Rusya’ya bağımlı mı? Buna da cevabım evet, olacaktır. Herkesin herkese bağımlı olduğu bu, sürekli değişen yeni dünyada bir bağımlılık merkezi yok. Kimin kime bağımlı olduğu ittifaklarla ve pazarlıklarla değişebiliyor.
       Ülkemizi yönetenlerin otuz sene önceki paradgimalarından sıyrılma zamanları gelmedi mi sizce?
       Artık “Hem ABD, hem Rusya, peki ya Türkiye”, dönemi de gelmedi mi?
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları