|
|
Baliç... Asalım ! Tek kanatlı Kartal Yağma Hasan'ın böreği |
|||
Neyse ki, Noumanın henüz ikinci dakikadaki gölünü görebilecek kadar şanslıydım. Sonra... Sonra, maçı izlerken dalıp gitmişim... Yeni Açık tribünün epeyce yüksek bir yerinde oturuyordum. İki yanından Maçka ve Gümüşsuyu Parkının ağaçları ile çevrilmiş, sırtını Boğaza vermiş İnönü Stadını düşündüm. Güneşin son ışıkları gökyüzünü laciverdin ve kırmızının türlü tonlarına boyarken tekneler, şilepler, şehir hatları vapurları geçip durdu Boğazdan, bir aşağı bir yukarı... İlk yarının sonuna doğru stadın pilonları çalıştırıldığında, Üsküdarın evleri, sokakları da tek tek ışıklarını yakmaya başladılar... Hava kararıyordu. İnönü Stadı -konumu itibarıyla- dünyanın en güzel stadlarından biri olsa gerek, diye düşündüm... Üstelik bir tür çevreye saygı abidesi. Vaktiyle, tribünleri yükseltilmek istendiğinde, kentin silüetini bozacağı düşüncesiyle vazgeçilmiş... Bu kararı verenler, şimdilerde o stadın hemen yanında yükselen Gökkafes denen kazuleti görseler ne düşünürlerdi acaba... Belki de pek güzel yapmışlar derlerdi, Böyle yüksek yüksek... iyi olmuş! Bu arada maç sürüyordu. Hatta bir ara, Beşiktaş 2-0 galipken bir de penaltı kazandı. Taraftar Nouma atsın istiyordu. Tribünlerin bütün itirazına rağmen Ahmet Dursun penaltı vuruşunu kullanmakta ısrar etti. Ortaya garip bir tablo çıktı: Deplasman takımı sanki Beşiktaşa penaltı atıyormuş gibi, ıslıklar, bağırışlar, yuhlamalar arasında Ahmet Dursun vuruşunu yaptı ve kaleci Zdravkov topu çıkardı. Sonrası malum; Ahmet dışarı!.. Ahmet dışarı!.. Daha bir yıl önce, taraftarın Yönetim gitsin, Ahmet D(d)ursun diye tezahürat yaptığı bir futbolcunun bu kadar kısa sürede bu noktaya nasıl geldiğini, dahası bundan sonra ne yapacağını düşündüm... Hayli duygusal bir futbolcu, biraz da şuursuz. Neyse, ilk yarı bitti. Tribünün en üstüne çıktım... Aşağıda polisler kendi aralarında ittirmece diyebileceğim bir oyun oynuyorlardı. İki polis omuzlarını karşılıklı birbirine dayayıp itişiyorlardı... Kim kimi yerinden kımıldatıp itekleyecek esasına dayalı bir oyun. Ya da bir tür sokak sumosu. İzleyen polisler de bir yandan gülüp eğleniyor, bir yandan da tuttukları sporcuyu destekliyorlardı... Sonra, galiba ikinci yarı başladı... Bilirsiniz işte; iki takım sahada futbol oynuyorlardı... Eski Beşiktaşlı, şimdi İstanbulsporda forma giyen Recep (nam-ı diğer Takoz) oyundan alındı ve Beşiktaş taraftarının Baba Recep, Büyük Kaptan tezahüratları arasında soyunma odasının yolunu tuttu... Dramatik dakikalardı... Ben şahsen duygulandım. Receple birlikte aklıma Metin, Ali, Feyyaz geldi... Gökhan, Ertuğrul geldi... Jübile yapanlar Beşiktaşta veda edememişlerdi futbola; devam edenler başka takımların formalarını giyiyorlardı... Biraz tuhaf ve acıklı buldum bu durumu... Yani kafama takıldı... Zaten sonra da maç bitti, galiba... Çünkü futbolcular soyunma odasına gidiyorlardı. Gümüşsuyundan Taksime çıkarken düşündüm... Acaba futbolcular benim kadar ilgi göstermişler miydi maça? | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||