Home page
Haber Menüsü


 
Mali sıkıyönetimle enflasyonu düşürmek
 
Enflasyondaki düşüşe, işsizlik ve reel ücret gerilemesinin iç talebi daraltarak yaptığı katkının yanında, kamuda sürdürülen “mali disiplin”in katkısı büyük.
 
Mustafa Sönmez
NTV-MSNBC
 
29 Eylül 2003—  Enflasyon düşüyor ve yıllık hedefi olan yüzde 20’ye doğru geriliyor, 2004 için de hedef: Yüzde 12. Altıncı gözden geçirme çalışmaları için Türkiye’de bulunan IMF heyeti bu sonuçtan pek memnun. Bu sonucun özellikle kamudaki “mali disiplin”den kaynaklandığını belirtip, “aman devam!...” diyorlar. Enflasyonun düşmesi kulağa hoş geliyor ama bu düşüşün bedeli nedir? Neler oluyor da fiyatlar dizginleniyor ?

   
 
       
   
MSNBC News Kültür ve turizme 1, faize 216...
MSNBC News 60 kişilik sınıflar ve faiz dışı fazla…
MSNBC News IMF bizi neden öptü?
MSNBC News Dikkat!… 'Dalgalı'da dalgaya gelmeyin!
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Enflasyon, iç talebin üstüne amansız bir pres uygulanarak düşürülüyor. Ailelerin reel gelirleri düştü ve geri gelmedi. Kamuda maaşlardan yatırımlara, Cari harcamalara “mali disiplin” adı altında tam bir mali sıkıyönetim var. Bunun ne anlama geldiğine daha sonra değineceğiz. İç talebin üstüne amansız bir baskı uygulamanın sonucunda enflasyon kontrol altında. Nitekim bunu Merkez Bankası da kabul ediyor.
       Merkez Bankası, “Temmuz 2003 Para Politikası Raporu”nda şöyle ifade ediyor durumu:
       “.. Türkiye ekonomisi büyüme sürecine girmesine karşın, yaşanan krizlerin işgücü piyasası üzerindeki olumsuz etkileri sürmektedir. 2001 ve 2002 yıllarında sırasıyla yüzde 8.4 ve yüzde 10.3 olan işsizlik oranı, 2003 yılının ilk 3 aylık döneminde yüzde 12.3 olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca reel ücretlerdeki gerileme ..sürmüştür. Bu durum iç talep canlanmasının düşük bir seviyede kalmasına yol açmaktadır…İç talebin düşük bir seviyede kalması ve stok birikiminin ..artması tüketici fiyatları üzerinde talep yönlü bir baskının olmamasını sağlamıştır”(s.3)
       Bir ekleme yapmalı. MB raporunun yukarıda ifade ettiği oranlar “açık işsizlik” oranlarıdır. Bunlara, iğreti işlerde çalışan ve her an işsiz kalabilecek “eksik istihdam” edilenler katıldığında, atıl işgücünün Türkiye ortalaması yüzde 15’i bulmakta , mutlak rakam olarak da 3,5 milyonu aşmaktadır.
       
“MALİ SIKIYÖNETİM”
       Enflasyondaki düşüşe, işsizlik ve reel ücret gerilemesinin iç talebi daraltarak yaptığı katkının yanında, kamuda sürdürülen “mali disiplin”in katkısını da eklemek gerekir. Bütçenin, yüzde 55’i borç ve faizlerine bloke olunca ne yatırım ne sosyal harcamalar ne de diğer kamu harcamaları bütçeden etkili bir pay almakta, dolayısıyla sıkı bütçe ile de iç talep daraltılarak fiyatlar bastırılmaktadır. Bunun bedeli ise, “faiz dışı fazla” hedefine ulaşıp borç ve faizlerini çevireceğiz diye, sosyal devlet nosyonunu askıya almaktır.
       Nitekim ilk 8 ayın kamu harcamaları bu konuda çarpıcı bulgular ortaya koymaktadır. Maliye verilerine göre, ilk 8 aydaki bütçe harcamalarının yüzde 54’ü borç ödemelerine bloke olurken adalet hizmetleri için binde 7, eğitim harcamaları yüzde 6.7, sağlık için yüzde 2.3 kültür için ise binde 2,5 pay ayrılmıştır (muhasebat.gov.tr).
       Bu, borç faturası için ayrılan her 23 liraya karşılık sağlığı 1; yine borç faturası için ayrılan her 8 liraya karşılık eğitimi 1 liraya mahkum etmektir. Adalet hizmetlerine binde 7, kültüre binde 2,5 pay vererek “faiz dışı fazla” hedefine başarıyla koşulmaktadır!..
       Fiyatları dizginlemeye , bastırılmış kur, dolayısıyla düşük ithal malı fiyatları (özellikle petrol faturası) da olumlu etki yapmıştır ama bunlar, acısı ileride çıkacak, bedeli sonra ödenecek etkenlerdir.
       Enflasyonun iç talebin bastırılması ile daraltılması , belli oranlarda faizlere de etki etmekte, borçlanma faizlerinde bir düşme eğilimi görülmektedir. Ama yine de reel faizler hala yüzde 25 dolayındadır. Bunda da en etkili faktör oligopolistik banka piyasasının, kırılganlığını bahane ederek iç borçlanma faizlerini yüksek tutmasıdır. Onca ayıklanma ve yükü topluma ödetilen devlet desteklerine rağmen, bankacılık kesimi henüz güven telkin etmemekte, sistemin tahsili gecikmiş alacakları artmaktadır. Bankacılık sistemi , toplanan mevduatı krediye dönüştürme asli faaliyetinin yerine hala devleti fonlama kolaycılığını tercih etmektedir. Böyle olunca bankacılık sektörü bir türlü pozitif büyüme sürecine girememektedir. Finans, inşaat sektörü ile birlikte negatif büyümeden bir türlü çıkamayan iki sektörden biridir .
       
İÇ TALEPSİZ BÜYÜME
       İç talebin bu kadar bastırıldığı bir konjonktürde büyüme nasıl gerçekleşiyor ? 2001 yılında yüzde 10’a yakın tarihi bir küçülme yaşayan Türkiye ekonomisi 2002’nin ikinci çeyreğinden itibaren yeni bir büyüme sürecine girdi. 2003’ün yakın zamanlarda açıklanan ilk 6 ay verileri, büyüme temposunun sürdüğünü , 2003’ün en az yüzde 5 büyüme ile tamamlanacağını ortaya koyuyor.
       Ancak, bu dönemin büyümesine ivme , iç talepten gelmiyor. Tersine iç talebin 2000’den itibaren sürekli gerilediğini ve bastırıldığını görüyoruz. 1987 fiyatlarıyla 2000’in ilk yarısında 54.3 tirlyon olan iç talep, izleyen yılların aynı dönemlerinde önemli gerilemeler gösterdikten sonra büyümeye geçilen 2002’in ilk yarısında 46.6 ve 2003’ün ilk yarısında 48.6 trilyon lira oldu. Bu, 2000 yılı 100 kabul edildiğinde 2001’in 88.2’ye, 2002’nin 86’ya inmesi, 2003’ün de 89.5’ta kalması demektir. Son üç yıldaki artan nüfusa rağmen tüketimin eski temposunun bir hayli gerisine düştüğünü ve iç talebin bastırıldığını görüyoruz.
        İç talep bastırılırken üretimin artması ise dış talep ve stoka üretimden kaynaklanıyor. İlk 6 ayın verilerinden, büyümede lokomotif görevinin dış talep ve stok değişiminin yaptığını, iç talebin ise büyümeye bir katkısının olmadığı görülüyor.
       2003’ün ilk yarısında, kriz öncesinin yani 2000’in ilk yarısına göre 2,7 trilyon TL(1987 fiyatlarıyla) ya da yüzde 5,3 daha fazla üretim yapılmış. Yani 2003’ün ilk yarısının üretimi, kriz öncesi 2000’in ilk yarısından daha ileride. Üretimde kriz öncesine göre net bir büyüme var.
       Ama bu üretimi mümkün kılanın iç talep olmadığı görülüyor. Çünkü aynı dönemde iç tüketim artmak yerine azalmıştır. Ö zel tüketim harcamaları, kamu harcamaları ve yatırım harcamalarını alt alta koyup topladığımızda iç tüketimin 2000’in ilk yarısındaki tüketimden 1987 fiyatlarıyla 5.7 trilyon ya da yüzde 10.5 daha düşük olduğunu görüyoruz.
        İç tüketim hala kriz öncesine dönememiş durumda.
       O zaman şu görüntü var.
       Ekonomi, kriz öncesi yarı yıla göre, yani 2000’in ilk yarısına gore bu yılın ilk yarısında yüzde 5’in üstünde büyümüş ama iç tüketim yüzde 10.5 geriye düşmüş. O zaman bu üretim ne olmuş ?
       Kriz öncesi yarı yıla göre 2.7 trilyon TL fazla üreten ama 5.7 trilyon TL de az tüketen ekonomide bu 8.4 trilyon TL, stok için üretim ve dış taleple açıklanıyor. Bunun yaklaşık yüzde 45’i stoka, yüzde 55’i de ihracata…
       Böylece, yıllardır iç talebe dönük büyüyen Türkiye ekonomisi, 2001 krizi ile başgösteren can havliyle dışa satış ve stoka üretme saikleriyle kapasite kullanımını yükseltebilmiş, çarklarını döndürebilmiş. İç talep düştüğü halde ihracat ve stoka üretim belli bir büyüme temposunun yakalanmasına fırsat vermiş.
        Acaba ihracat ve stoka üretim ne kadar bu yelkene rüzgar olabilecekler ?
       Özellikle ihracatı belli büyüklüklerin üstüne çıkaran ana etmen kur politikasındaki cazibe ve ihracata rekabet gücü kazandıran reel ücretlerdeki düşüş ile işsizler ordusunun hızla büyümesi oldu.
        Ne var ki, kurların ihracatı özendiren özelliği, aşırı değerlenme sonucu azalıyor ve ihracatçıların şikayetlerine neden oluyor. Geriye, düşük reel ücretlere ve işsizler ordusundaki büyümeye abanmak kalıyor ama bu da ne kadar sürdürülebilir?
       Bu süreci besleyen ve adına “mali disiplin” denilen sosyal devletten uzaklaşmayı, kamu çalışanlarınının reel gelirlerini düşürmeyi, toplumu daha yetersiz ve kalitesiz kamu servisine mahkum etmeyi doğuran “sıkıyönetim” daha ne kadar sürdürülebilir ?
       Bunun alttan alta büyük bir toplumsal gerilimi beslemekte olduğu açık.
       
ÇARKLARIN DÖNMESİ GÜÇ
       Nüfusu 70 milyon nüfusu aşan bir ülkede iç talebi dondurup hatta geriletip, dış taleple dönebilen bir ekonomi çarkı mümkün müdür, kalıcı mıdır, istikrarlı mıdır ?
       Sanmıyoruz. Nitekim, TCMB İktisadi Yönelim Anketi sonuçlarına göre, Haziran’dan itibaren alınan ihracat siparişleri oldukça umut kırıcıdır.
       Yıllarca sanayisini ihmal etmiş, rant ikliminin sarhoşluğu ile sanayisizleşme hastalığı yaşayıp bir dizi teknolojik yenilenmeden uzak kalmış bir ekonomiye, onca ihmalkarlıktan ve ataletten sonra, ucuz işgücü tek başına rekabet gücü kazandırabilir mi, ne kadar ?
       Bir de şu var; Bu yoksullaştırıcı ihracat politikasının ortaya çıkardığı ve çıkaracağı sosyal ve kültürel sonuçlarla, AB tam üyesi olmanın gerektirdiği kriterlere ülke yaklaşıyor mu, yoksa bundan uzaklaşıyor mu ? Bu soruların yanıtını da aramak gerekir.
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları