|
|
Hangisi daha ölümcül: Virüs mü, paranoya mı? Yakındoğu'da yeni büyük oyun Asya ekonomileri SARSılıyor Endonezya, her şeye rağmen yaralarını sarıyor |
|||
Son aylarda küresel ekonomiyi tehdit eden en önemli konu (SARS felaket senaryolarını ve komplo teorilerini saymazsak) ise deflasyon, başka bir deyişle fiyatlarda genel ve devamlı düşüş. Japonyanın uzun süredir çektiği bu hastalığın şimdiki hedefi olarak Almanya gösteriliyor. Deflasyon, ekonomi literatüründe fiyatlar genel seviyesindeki (örneğin TÜFE veya milli gelir deflatörü) düşüş olarak tanımlanıyor ve yılın iki çeyreğinde üst üste fiyat seviyelerinin düştüğü bir ekonomi teknik olarak deflasyona girmiş sayılıyor. Diyeceksiniz ki, Kardeşim, bunun nesi kötü? Yıllardır kronik enflasyondan muzdaribiz. Varsın düşsün fiyatlar, vatandaş sevinsin. Biz Türklere, bu kavram biraz tuhaf geliyor. Ancak özellikle Japonya örneğini incelediğimiz zaman deflasyonun ekonomiye büyük zararlar verebileceğini ve deflasyonla mücedelenin enflasyonla mücadeleden daha zor olabileceğini görüyoruz. Öncelikle şunu belirtelim ki, deflasyonun oluşması için enflasyon seviyesinin halihazırda düşük olması gerekiyor. Örneğin Almanyada yıllık enflasyon oranı 2001 yılı ortasında yüzde 2.5ti. 2002 yılında TÜFE, sadece yüzde 1 oranında arttı, 2003 Mayıs ayında ise bir önceki yılın aynı ayına gore artış yüzde 0.7 olarak gerçekleşti. Başka bir deyişle Almanya, deflasyonu iyice yakınında hissetmeye başladı. Yıllık enflasyonu yüzde 30 olan bir ülkede, deflasyon tehlikesinden söz etmek tabii ki kısa vadede bir anlam taşımıyor. Ancak Japonyanın yıllardır yaşadığı, Almanyanın ensesinde hissettiği ve ABDnin de endişe etmeye başladığı (Nisan 2003 itibariyle ABDde yıllık enflasyon oranı yüzde 1.3) deflasyonun bu ekonomileri etkilemesinin bütün olarak küresel ekonomiye de etkileri olacağından, konu hakkında kafa yormak gerekiyor. DEFLASYON NASIL OLUŞUR? Deflasyon, iki şekilde oluşabiliyor. Birincisi, ani ve büyük çaplı bir genel talep daralması. Bu nedenle fiyatların ve üretimin düşmesine bir de güven kaybı ve fiyatların daha da düşeceği beklentisi eklenince bir girdap oluşabiliyor. İkinci yol ise genel arzda ani ve büyük çaplı bir artış. Bu durumda üretim artıyor ama fiyatlar düşüyor. Her iki halde de nominal faizlerde düşüş yaşanıyor, ancak reel faizler, deflasyon nedeniyle yükseliyor. Buna hemen bir örnek verelim, diyelim ki enflasyon oranı yüzde 10 ve nominal faizler de yüzde 15. Bu durumda sizin faizden reel kazancınız yüzde 5 oluyor. 100 liranıza karşılık 115 lira alıyorsunuz ama bunun 10 lirası enflasyona gidiyor. Şimdi de deflasyona geçelim. Yine 100 liranız var ama enflasyon bu sefer eksi yüzde 10. Haliyle nominal faizler sıfıra iniyor. 100 liranıza karşılık yine 100 lira alıyorsunuz ama reel olarak 10 lira kazanmış oluyorsunuz. Eskiden 100 liraya bir simit alırken yanında şimdi 10 liralık bir parça peynir de alabiliyorsunuz. O zaman sorun ne? Diyelim ki simit alabilmek için sabit yüzde 15 faizle 100 lira borç almıştınız. Deflasyon olmasa zamanı geldiğinde 115 lira olarak ödeyecektiniz ve simitin fiyatı da zaten 115 liraya yükselmiş olacaktı. Ancak bu sefer öyle olmuyor, siz borcunuz karşılığı 115 lirayı ödüyorsunuz ama simitin fiyatı 90 liraya düşmüş oluyor. Yani zarardasınız! Tabii ayrıca patronunuz da enflasyon üzerinden zam alırken iyiydi, şimdi de deflasyon üzerinden maaşını düşürüyorum diyor. Adam haklı, çünkü 10 liraya aldığı malları 15e satıp kar yaparken fiyatlar 12.5a düşünce kârı en azından kısa ve orta vadede yarı yarıya yarıya azalmış oluyor. Kârın tanımı nedir? Gelirler eksi giderler. Gelirler düşünce patron tekrar kârlılığa geçmek için ne yapacak? Giderleri azaltacak. Yani sizi işten çıkartacak. Simitin yanına bir de peynir yiyeyim derken şu olanlara bakın! Deflasyonun genel arzdaki ani ve büyük çaplı artıştan kaynaklanması halinde sorun fazla büyük olmuyor, çünkü bir yandan üretim de arttığı için ekonomi büyümeye devam ediyor. Talepten kaynaklanan deflasyonda ise durum biraz daha değişik. Zaten borcunuz yüzünden sıkıntıdasınız, fiyatlar nasıl olsa düşecek beklentisiyle, ikinci simiti almıyor ve bekliyorsunuz. Herkes sizin gibi yapınca, talep aniden daralıyor ve simit fiyatları iyice düşüyor. Bu sefer yine başa dönüyor ve aynı şeyleri yaşıyorsunuz. Bütün olarak ülke ekonomisi de girdaba kapılmış oluyor. Zaten borç yükü fazla olan bir ekonomiyse reel anlamda borçların olduğu yerde büyümesiyle felaket daha da büyük oluyor. Nominal faizlerin sıfıra indiği ortamda Merkez Bankasının para basarak fiyatları tekrar yükseltmeye çalışması da bir işe yaramıyor. Çünkü kişiler ve işletmeler tüm paralarını nakit olarak tutuyorlar. Öyle olunca da artan para arzının faizler üzerinde bir etkisi olmuyor. Ekonomi literatüründe likidite tuzağı denilen durum meydana geliyor. JAPONYA ÖRNEĞİ Deflasyonun nasıl oluştuğu teoride basitçe bu şekilde anlatılsa da, tam olarak bu kavramı anlayabilmek için somut örnekleri incelemek gerekiyor. 1990ların başından beri durgunluk içinde olan Japonya, 2. Dünya Savaşından beri deflasyon görmüş olan tek sanayileşmiş ülke olma özelliğini taşıyor. 1989 yılında gayrimenkul, menkul kıymetler ve sermaye yatırımları balonlarının patlamasıyla sıkıntıya giren Japonyada geride kalan 13 yıl içerisinde fiyatlarda sürekli olarak düşüşler yaşandı. Ancak ilk başlarda düşenler sadece gayrimenkul ve hisse senedi fiyatlarıydı, tüketici fiyatları değil. Bu yüzden deflasyon kavramı telaffuz edilmiyordu. 1995 yılında ilk kez enflasyonda negatif değerler görüldü, 1999 yılından itibaren ise tam anlamıyla deflasyon girdabına girilmiş oldu. Japonya, sorunu teşhis ettiğinde çok geç kalmıştı. Deflasyonun sebeplerine inmek yerine, sorunu inkar etme yolu tercih edildi ve yapısal sorunlar, makroekonomik önlemlerle örtülmeye çalışıldı. Nominal faiz oranları sıfıra kadar indirildi, ancak reel oranlar pozitif kalıyordu ve insanlar paralarını saklamayı tercih ediyorlardı. Böylelikle fiyatlar düşmeye devam etti ve Japonya, durgunluktan bir türlü kurtulamadı. 1999dan bu yana Japonyada TÜFE her yıl yüzde 1 oranında düşüyor. Ticari gayrimenkul fiyatları ise büyük şehirlerinde 1991den beri toplam yüzde 84 gibi korkunç bir düşüş kaydetti. Deflasyonun borçları şişirdiğini belirtmiştik. Japonyada toplam borç yükü, GSYİHnin yüzde 130una ulaşmış durumda. UÇURUMUN KENARINDAKİ ALMANYA Avrupa ve ABDde enflasyon oranları son 40 yılın en düşük seviyesine indi. Bunun en önemli sebebi de bu ekonomilerde mevcut olan fazla kapasite. Başka bir deyişle ekonominin halihazırda ürettiğinden daha fazlasını üretebilecek atıl kapasiteye sahip olması. Bu durum fiyatları aşağıya çekiyor. Euro bölgesinde fazla kapasite oranı GSYİHnin yüzde 1.6sına tekabül ederken, bu oran Almanyada yüzde 2.6. Sanayileşmiş ülkeler arasında fazla kapasite oranının Almanyadan daha yüksek olduğu tek bir ekonomi var: Japonya. Almanyada makroekonomik göstergeler de uçurumun kenarına gelindiğini gösteriyor. Yıllık enflasyon oranı yüzde 0.7ye kadar indi ve sıfıra doğru ilerliyor. Ekonomi 2003 yılının ilk çeyreğinde yüzde 0.2 oranına büyüyebildi, aynı dönemde yıllık bazda ise yüzde 0.9luk küçülme yaşandı. İşsizlik oranı ise Nisan 2003 itibariyle yüzde 10.7 olarak gerçekleşti. 2.4 trilyon dolarlık bir ekonomiye sahip olan Almanlar tehlikenin farkında, ancak Avrupadaki parasal birlik nedeniyle elleri kolları bağlı kalıyor. Para politikaları Berlindeki Bundesbank değil, Frankfurttaki Avrupa Merkez Bankası tarafından ve Maastricht Anlaşması gereğince tüm Euro bölgesini kapsayacak standart bir şekilde hazırlandığı için, Almanyanın deflasyona karşı para politikalarını kullanması mümkün olmuyor. Her ne kadar şu günlerde Avrupa Merkez Bankasının faizleri yüzde 0.5 oranında aşağı çekmesi söz konusuysa da bu Almanya için yeterli gözükmüyor. Ayrıca ABnin İstikrar ve Büyüme Paktı da Almanyanın mali politikalarını gevşetmesine mani oluyor. Bu pakt, ülkelerin bütçe açıklarına sınırlamalar getirdiği için, Almanya deflasyonla mücadele için harcamaları artırması ve vergileri düşürmesi gerekirken, bunu yapamıyor. Eskiden olsa Markın devalüasyonu söz konusu olabilirdi, ancak artık Euro ile öyle bir seçenek de yok. Avrupanın birbirlerinden çok farklı özelliklere sahip ekonomilerini tek bir para politikası çatısı altında bir araya getirmenin arkasındaki mantığı sanırım iyice sorgulamak gerekiyor. Almanyada ekonomik sorunların deflasyon nedeniyle artması ve günlük hayatın daha derinden etkilenmesi halinde Almanya vatandaşlarının Avrupa Birliği ve Euroya karşı tavırlarında önemli bir değişiklik olabileceğini ve bunun da birliği zayıflatacağını tahmin etmek hiç de güç değil. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Almanyanın yaşlı nüfusu da (Almanyanın çalışma yaşındaki nüfusu yılda yüzde 0.2 oranında azalıyor) paralarını tüketim yerine tasarruf etmeyi tercih ederek deflasyona zemin hazırlıyor. Bu arada Alman ekonomistlerin çoğunluğu deflasyondan endişe etmenin yersiz olduğunu iddia ediyorlar. Örneğin Barclays Capitalın Almanyadaki Başekonomisti Thorsten Polleit, Die Welt gazetesinde 2 Haziran 2003de yayımlanan bir yazısında, deflasyona girmemek için para arzının artırılabileceğini söylüyor. Ancak hepsinin cümlenin sonuna eklediği nokta şu: Ama yapısal sorunlarımız olduğu için bir risk söz konusudur. Almanyada meydana gelebilecek deflasyonun tüm Euro bölgesini etkileyeceği açık bir gerçek. Ülkelerin para birimleri Euro çerçevesinde sabitlendiği ve para politikalarının esnekliği olmadığı için, hastalık bu ortamda rahatça yayılma imkanını bulacaktır. 31 Mayıs 2003 tarihinde yapılan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Kurulunda bir konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yaz aylarında eksi enflasyon görülebileceğini ifade etmişti. Aman Sayın Başbakan, simidin yanına peynir de yiyeceğiz derken işimizden olmayalım sakın! | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||