Home page
Haber Menüsü


 
Deflasyon mu? O da nesi?
 
Almanya’da meydana gelebilecek deflasyonun tüm Euro Bölgesi’ni vuracağı açık bir gerçek. Ülkelerin para birimleri Euro çerçevesinde sabitlendiği için, hastalık bu ortamda rahatça yayılma imkanını bulabilir.
 
Altay Atlı
NTV-MSNBC
 
4 Haziran 2003—  21. yüzyıla ekonomik krizlerle başladık. Son dönemlerde sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sıkıntılar yaşanıyor ve bu sıkıntılar küresel terör olgusuyla da birleşince karamsar bir tablo ortaya çıkıyor. ABD ekonomisi durgunluk içerisinde, Japonya 10 yıldır bir türlü düzlüğe çıkamadı, Avrupa’da işsizlik oranı yüzde 10’u buldu, Latin Amerika bir krizden çıkıp diğerine giriyor, Asya kaplanları ise suskun. Ülkemiz de malumunuz…

   
 
       
   
MSNBC News Hangisi daha ölümcül: Virüs mü, paranoya mı?
MSNBC News Yakındoğu'da yeni büyük oyun
MSNBC News Asya ekonomileri SARSılıyor
MSNBC News Endonezya, her şeye rağmen yaralarını sarıyor
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Son aylarda küresel ekonomiyi tehdit eden en önemli konu (SARS felaket senaryolarını ve komplo teorilerini saymazsak) ise deflasyon, başka bir deyişle fiyatlarda genel ve devamlı düşüş. Japonya’nın uzun süredir çektiği bu hastalığın şimdiki hedefi olarak Almanya gösteriliyor.
       Deflasyon, ekonomi literatüründe fiyatlar genel seviyesindeki (örneğin TÜFE veya milli gelir deflatörü) düşüş olarak tanımlanıyor ve yılın iki çeyreğinde üst üste fiyat seviyelerinin düştüğü bir ekonomi teknik olarak deflasyona girmiş sayılıyor. Diyeceksiniz ki, “Kardeşim, bunun nesi kötü? Yıllardır kronik enflasyondan muzdaribiz. Varsın düşsün fiyatlar, vatandaş sevinsin.” Biz Türklere, bu kavram biraz tuhaf geliyor. Ancak özellikle Japonya örneğini incelediğimiz zaman deflasyonun ekonomiye büyük zararlar verebileceğini ve deflasyonla mücedelenin enflasyonla mücadeleden daha zor olabileceğini görüyoruz.
       Öncelikle şunu belirtelim ki, deflasyonun oluşması için enflasyon seviyesinin halihazırda düşük olması gerekiyor. Örneğin Almanya’da yıllık enflasyon oranı 2001 yılı ortasında yüzde 2.5’ti. 2002 yılında TÜFE, sadece yüzde 1 oranında arttı, 2003 Mayıs ayında ise bir önceki yılın aynı ayına gore artış yüzde 0.7 olarak gerçekleşti. Başka bir deyişle Almanya, deflasyonu iyice yakınında hissetmeye başladı. Yıllık enflasyonu yüzde 30 olan bir ülkede, deflasyon tehlikesinden söz etmek tabii ki kısa vadede bir anlam taşımıyor.
       Ancak Japonya’nın yıllardır yaşadığı, Almanya’nın ensesinde hissettiği ve ABD’nin de endişe etmeye başladığı (Nisan 2003 itibariyle ABD’de yıllık enflasyon oranı yüzde 1.3) deflasyonun bu ekonomileri etkilemesinin bütün olarak küresel ekonomiye de etkileri olacağından, konu hakkında kafa yormak gerekiyor.
       
DEFLASYON NASIL OLUŞUR?
       Deflasyon, iki şekilde oluşabiliyor. Birincisi, ani ve büyük çaplı bir genel talep daralması. Bu nedenle fiyatların ve üretimin düşmesine bir de güven kaybı ve fiyatların daha da düşeceği beklentisi eklenince bir girdap oluşabiliyor. İkinci yol ise genel arzda ani ve büyük çaplı bir artış. Bu durumda üretim artıyor ama fiyatlar düşüyor. Her iki halde de nominal faizlerde düşüş yaşanıyor, ancak reel faizler, deflasyon nedeniyle yükseliyor. Buna hemen bir örnek verelim, diyelim ki enflasyon oranı yüzde 10 ve nominal faizler de yüzde 15.
       Bu durumda sizin faizden reel kazancınız yüzde 5 oluyor. 100 liranıza karşılık 115 lira alıyorsunuz ama bunun 10 lirası enflasyona gidiyor. Şimdi de deflasyona geçelim. Yine 100 liranız var ama enflasyon bu sefer eksi yüzde 10. Haliyle nominal faizler sıfıra iniyor. 100 liranıza karşılık yine 100 lira alıyorsunuz ama reel olarak 10 lira kazanmış oluyorsunuz. Eskiden 100 liraya bir simit alırken yanında şimdi 10 liralık bir parça peynir de alabiliyorsunuz.
       O zaman sorun ne? Diyelim ki simit alabilmek için sabit yüzde 15 faizle 100 lira borç almıştınız. Deflasyon olmasa zamanı geldiğinde 115 lira olarak ödeyecektiniz ve simitin fiyatı da zaten 115 liraya yükselmiş olacaktı. Ancak bu sefer öyle olmuyor, siz borcunuz karşılığı 115 lirayı ödüyorsunuz ama simitin fiyatı 90 liraya düşmüş oluyor. Yani zarardasınız! Tabii ayrıca patronunuz da “enflasyon üzerinden zam alırken iyiydi, şimdi de deflasyon üzerinden maaşını düşürüyorum” diyor.
       Adam haklı, çünkü 10 liraya aldığı malları 15’e satıp kar yaparken fiyatlar 12.5’a düşünce kârı en azından kısa ve orta vadede yarı yarıya yarıya azalmış oluyor. Kârın tanımı nedir? Gelirler eksi giderler. Gelirler düşünce patron tekrar kârlılığa geçmek için ne yapacak? Giderleri azaltacak. Yani sizi işten çıkartacak. Simitin yanına bir de peynir yiyeyim derken şu olanlara bakın!
       Deflasyonun genel arzdaki ani ve büyük çaplı artıştan kaynaklanması halinde sorun fazla büyük olmuyor, çünkü bir yandan üretim de arttığı için ekonomi büyümeye devam ediyor.
       Talepten kaynaklanan deflasyonda ise durum biraz daha değişik. Zaten borcunuz yüzünden sıkıntıdasınız, fiyatlar nasıl olsa düşecek beklentisiyle, ikinci simiti almıyor ve bekliyorsunuz. Herkes sizin gibi yapınca, talep aniden daralıyor ve simit fiyatları iyice düşüyor.
       Bu sefer yine başa dönüyor ve aynı şeyleri yaşıyorsunuz. Bütün olarak ülke ekonomisi de girdaba kapılmış oluyor. Zaten borç yükü fazla olan bir ekonomiyse reel anlamda borçların olduğu yerde büyümesiyle felaket daha da büyük oluyor.
       Nominal faizlerin sıfıra indiği ortamda Merkez Bankası’nın para basarak fiyatları tekrar yükseltmeye çalışması da bir işe yaramıyor. Çünkü kişiler ve işletmeler tüm paralarını nakit olarak tutuyorlar. Öyle olunca da artan para arzının faizler üzerinde bir etkisi olmuyor. Ekonomi literatüründe “likidite tuzağı” denilen durum meydana geliyor.
       
JAPONYA ÖRNEĞİ
       Deflasyonun nasıl oluştuğu teoride basitçe bu şekilde anlatılsa da, tam olarak bu kavramı anlayabilmek için somut örnekleri incelemek gerekiyor. 1990’ların başından beri durgunluk içinde olan Japonya, 2. Dünya Savaşı’ndan beri deflasyon görmüş olan tek sanayileşmiş ülke olma özelliğini taşıyor.
       1989 yılında gayrimenkul, menkul kıymetler ve sermaye yatırımları balonlarının patlamasıyla sıkıntıya giren Japonya’da geride kalan 13 yıl içerisinde fiyatlarda sürekli olarak düşüşler yaşandı. Ancak ilk başlarda düşenler sadece gayrimenkul ve hisse senedi fiyatlarıydı, tüketici fiyatları değil. Bu yüzden deflasyon kavramı telaffuz edilmiyordu. 1995 yılında ilk kez enflasyonda negatif değerler görüldü, 1999 yılından itibaren ise tam anlamıyla deflasyon girdabına girilmiş oldu.
       Japonya, sorunu teşhis ettiğinde çok geç kalmıştı. Deflasyonun sebeplerine inmek yerine, sorunu inkar etme yolu tercih edildi ve yapısal sorunlar, makroekonomik önlemlerle örtülmeye çalışıldı. Nominal faiz oranları sıfıra kadar indirildi, ancak reel oranlar pozitif kalıyordu ve insanlar paralarını saklamayı tercih ediyorlardı. Böylelikle fiyatlar düşmeye devam etti ve Japonya, durgunluktan bir türlü kurtulamadı. 1999’dan bu yana Japonya’da TÜFE her yıl yüzde 1 oranında düşüyor. Ticari gayrimenkul fiyatları ise büyük şehirlerinde 1991’den beri toplam yüzde 84 gibi korkunç bir düşüş kaydetti. Deflasyonun borçları şişirdiğini belirtmiştik. Japonya’da toplam borç yükü, GSYİH’nin yüzde 130’una ulaşmış durumda.
       
UÇURUMUN KENARINDAKİ ALMANYA
       Avrupa ve ABD’de enflasyon oranları son 40 yılın en düşük seviyesine indi. Bunun en önemli sebebi de bu ekonomilerde mevcut olan fazla kapasite. Başka bir deyişle ekonominin halihazırda ürettiğinden daha fazlasını üretebilecek atıl kapasiteye sahip olması. Bu durum fiyatları aşağıya çekiyor. Euro bölgesinde fazla kapasite oranı GSYİH’nin yüzde 1.6’sına tekabül ederken, bu oran Almanya’da yüzde 2.6. Sanayileşmiş ülkeler arasında fazla kapasite oranının Almanya’dan daha yüksek olduğu tek bir ekonomi var: Japonya.
       Almanya’da makroekonomik göstergeler de uçurumun kenarına gelindiğini gösteriyor. Yıllık enflasyon oranı yüzde 0.7’ye kadar indi ve sıfıra doğru ilerliyor. Ekonomi 2003 yılının ilk çeyreğinde yüzde 0.2 oranına büyüyebildi, aynı dönemde yıllık bazda ise yüzde 0.9’luk küçülme yaşandı. İşsizlik oranı ise Nisan 2003 itibariyle yüzde 10.7 olarak gerçekleşti.
       2.4 trilyon dolarlık bir ekonomiye sahip olan Almanlar tehlikenin farkında, ancak Avrupa’daki parasal birlik nedeniyle elleri kolları bağlı kalıyor. Para politikaları Berlin’deki Bundesbank değil, Frankfurt’taki Avrupa Merkez Bankası tarafından ve Maastricht Anlaşması gereğince tüm Euro bölgesini kapsayacak standart bir şekilde hazırlandığı için, Almanya’nın deflasyona karşı para politikalarını kullanması mümkün olmuyor. Her ne kadar şu günlerde Avrupa Merkez Bankası’nın faizleri yüzde 0.5 oranında aşağı çekmesi söz konusuysa da bu Almanya için yeterli gözükmüyor. Ayrıca AB’nin “İstikrar ve Büyüme Paktı” da Almanya’nın mali politikalarını gevşetmesine mani oluyor. Bu pakt, ülkelerin bütçe açıklarına sınırlamalar getirdiği için, Almanya deflasyonla mücadele için harcamaları artırması ve vergileri düşürmesi gerekirken, bunu yapamıyor. Eskiden olsa Mark’ın devalüasyonu söz konusu olabilirdi, ancak artık Euro ile öyle bir seçenek de yok.
       Avrupa’nın birbirlerinden çok farklı özelliklere sahip ekonomilerini tek bir para politikası çatısı altında bir araya getirmenin arkasındaki mantığı sanırım iyice sorgulamak gerekiyor. Almanya’da ekonomik sorunların deflasyon nedeniyle artması ve günlük hayatın daha derinden etkilenmesi halinde Almanya vatandaşlarının Avrupa Birliği ve Euro’ya karşı tavırlarında önemli bir değişiklik olabileceğini ve bunun da birliği zayıflatacağını tahmin etmek hiç de güç değil.
       Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Almanya’nın yaşlı nüfusu da (Almanya’nın çalışma yaşındaki nüfusu yılda yüzde 0.2 oranında azalıyor) paralarını tüketim yerine tasarruf etmeyi tercih ederek deflasyona zemin hazırlıyor. Bu arada Alman ekonomistlerin çoğunluğu deflasyondan endişe etmenin yersiz olduğunu iddia ediyorlar.
        Örneğin Barclays Capital’ın Almanya’daki Başekonomisti Thorsten Polleit, Die Welt gazetesinde 2 Haziran 2003’de yayımlanan bir yazısında, deflasyona girmemek için para arzının artırılabileceğini söylüyor. Ancak hepsinin cümlenin sonuna eklediği nokta şu: “Ama yapısal sorunlarımız olduğu için bir risk söz konusudur.”
       Almanya’da meydana gelebilecek deflasyonun tüm Euro bölgesini etkileyeceği açık bir gerçek. Ülkelerin para birimleri Euro çerçevesinde sabitlendiği ve para politikalarının esnekliği olmadığı için, hastalık bu ortamda rahatça yayılma imkanını bulacaktır.
       31 Mayıs 2003 tarihinde yapılan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Kurulu’nda bir konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yaz aylarında eksi enflasyon görülebileceğini ifade etmişti. Aman Sayın Başbakan, simidin yanına peynir de yiyeceğiz derken işimizden olmayalım sakın!
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları