Home page
Haber Menüsü


AB: Gerçekten iyi bir ekonomik proje mi?
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne doğru olan hareketini doğru anlamak öncelikle AB’nin nasıl bir global bir aktör olacağını iyi tartmaktan geçer. Bunlar sayfalar süren tartışmalar buraya da sığmaz.
İskender Özturanlı
NTV-MSNBC
    2 Ağustos 2004—  Dünyada yaşanan yeni global yeniden yapılanma süreci bir çok taşı yerinden oynattı kuşkusuz. Ancak bu sürecin çok da uzun sürmeyeceği aşikar. Yerel özellikler taşıyan büyük ölçekli ekonomiler bu duruma karşı yeni refleksler geliştirdiler.  

   
 
       
   
MSNBC News Barış Karcıoğlu: Petrolde 3 Haziran randevusu

MSNBC News İskender Özturanlı: Yoksulluk ve kalkınma bölgesi
MSNBC News İskender Özturanlı: Yerel hayaller için global uyarılar
MSNBC News İskender Özturanlı: Yatırım olur, biz yatırıma gideriz
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 


       Kimi reflekslerinde doğru ölçüyü yakaladı, ekonomik yapılanmasını ve üretim gelişmesini, global yapının hizmetine sunmadan önce kendi yerel dinamiklerinin rekabet üstünlüğü hangi kilit üretim veya servis bandında oturması gerektiğini hesapladı. Buna Çin, Hindistan, Kore hatta Tayland gibi ülkeler örnek verilebilir.
       Diyeceksiniz ki burada bir bölgesellik etkisi söz konusu ve bu bölgede bir sıçrama var ama benzerliklerin minimum olduğu Hindistan ile Kore’nin temel ortak noktalarının, parçalanıp yeniden yapılan global üretim yap-bozunda birbirini belki ilk planda tamamlamayan ama büyük dünya haritasındaki yap-boz’u tamamlayan parçalar olduğunu görmekteyiz.
       Nasıl Finlandiya yüksek kalitede innovatif teknoloji geliştiren, bir yüksek değer ekonomisi olmuşsa bugün, Kore’de nispeten dayanıklı ve geliştirilebilir bir teknolojiyi ucuza satıveriyor dünyaya. Ölçek ekonomisi ile ihracat ağırlıklı bir orta karar denge tutturabiliyor. Demek ki yan yana oturmak her zaman aslında yan yana olmak anlamına gelmiyor. Yeni yerellik gereği de burada başlıyor daha önce de yazmıştım.
       
İTİCİ GÜÇ NEREDEN GELİYOR?
       Böylesi yeniden yapılanma sürecini esasında çok eleştirilse de en iyi kavrayan ve bütünleşip büyüterek yola devam etmekten başka yol olmadığını fark eden Avrupa yakalamıştır. Kim ne derse desin AB Projesi son dönemin globalizme en fazla yaklaşan ama yerelliği de en çok büyüten projelerinden biri olmuştur. Kuşkusuz içinde eksikler, tamamlanmamışlıkları olabilir. AB projesinin son dönemde ateşleyen iki önemli dinamik daha olmuştur.
        Bunlardan birincisi tek para sistemine geçilmesi, diğeri ise genişleme sürecidir. Her iki cesaret isteyen kararın muhafazakar Avrupa tarafından nasıl alındığı bu uygulamalara ne kadar zorluklarla geçildiğini herkes bilmektedir. Her türlü idari yetki devrine, siyasal ve kültürel alışkanlıklarına rağmen gerçekleşen bu birliktelik ısrarı ve direncinin arkasındaki en büyük neden ekonomik entegrasyonu ve genişlemeyi arttırarak ölçek anlamında iki büyük nokta ile rekabet edebilmek, genişlemiş ve bölgesel anlamda aşağı yukarı refah seviyesi birbirine daha yaklaşabilmiş bir Avrupa ancak sürdürülebilir büyümesini böyle sağlayacak düşük büyüme oranlarımı bu şekilde arttıracak.
       Doğru veya yanlış AB’nin elinde bundan başka bir enstrüman da yok. Bir parça ülkelerin emek piyasalarındaki esneklikler, vergisel ayarlamalar, sosyal devletten biraz uzaklaşma manivelaları ama daha çok, genişleme. Bu saatten sonra nüfus planlamasını değiştirebilme, nüfuslarını hemen gençleştirebilme olanakları yok ne yazık ki.
        Konuya şöyle bakmayı deneyelim bir de. Tarihin en büyük genişleme süreci ile 25 üyeye çıkan AB diyelim bunu yapmasaydı Almanya’nın durgunluktan çıkması daha mı kolay olacaktı. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, AB ekonomik gerçeklere ve gerekçelere dayanan bir proje olmasına rağmen kısa vadede işlerliği ortaya çıkmayan ancak uzun vadede daha çok yeni bir üretim ve sanayi örgütlenmesine dayanan bu kırılma sürecinde uzun vadede çok iyi bir ekonomik projedir. Kendisi için böyledir, Türkiye için böyledir. Ancak gene de bütün ekonomik iradeyi tek başına belirleyen bir mekanizma da olamaz. Zaten dünyada böyle bir mekanizma da yok artık, sadece akan durumlara uyan, kendi sistemini onlara uyarlayabilenin geçici kazanımlar elde ettiği bir dünya söz konusu. İşte tam da bunun için AB üyeliği süreci Türk ekonomisi için asla ve asla tek başına bir kurtuluş reçetesi olmayacaktır, eğer siyasal yönetim ve ekonomik aktörler böylesi rehavet içine girerlerse kendi pozisyonlarını yeniden yapılandıramazlarsa, dünyanın büyük global kırılma alır başını gider, gitmektedir de.
        Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne doğru olan hareketini doğru anlamak öncelikle AB’nin nasıl bir global bir aktör olacağını iyi tartmaktan geçer. Bunlar sayfalar süren tartışmalar buraya da sığmaz. Ancak, AB’nin genişleme süreci Uzak Doğuya hızla kayan bir üretim dinamiğini bir ölçüde yakın ve tanıdık noktalarda tutmayı —- geçici de olsa başarabilmiş, öte yandan gene yüksek ölçekli üretimlerle ucuz emeğin buluştuğu pragmatik Uzakdoğu ekonomisine tek başına giderek aktif bir partnerlik sağlayabilecektir. Bir Çinli’nin kafasında tek bir Avrupa’ya ihracat vardır.
       Bu anlamda bugün Çin üzerinde üç ayrı aks rekabet ediyor. Japonya, ABD ve AB. Şimdi ben size AB’nin büyük üretici firmaları ve bankaları Uzakdoğu’da cirit atıyorlar, üstelik büyük ölçeğe göre kurgulanmış özelikle Çin ekonomisi de bu durumdan çok memnun desem herhalde gülersiniz. Ama sanki böyle. Uzun vadede bu iki aksın birbirine yakınlaşması da ayrıca dikkat çekici. Büyük ölçek sanayinin her zaman volatil olmayan, dalgalanmayan, belki az ama istikrarlı bir alıcıya ihtiyacı vardır. Çünkü sanayi hele günümüzde sürdürülebilirlik üzerinden gider.
       
NİYE TÜRKİYE SEÇİLİYOR ?
       İnişi çıkışı olmayan bir alıcı kitlesi, her dev sanayi kuruluşunun rüyasıdır bu açıdan. Çünkü üretim neticede bir ayar işidir. Bu sihirli sözcük öte yandan da, Türkiye’ye neden cüsseli, doğrudan yabancı sermaye girişi olmadığını açıklamaktadır. Türk iç pazarı ve AB hariç çevresel pazarı bu açıdan ” rüzgardan nem kapan ve zaten rüzgarların da eksik olmadığı hayli oynak piyasalardır. Türkiye’ye gelen AB için gelmektedir. Bu dönüşümün büyük dinamiğine dikkatiniz çekmek isterim. Son ISO 500 rakamlarının açıklandığı ve Ford basın toplantısının ikisine de katıldım. Buralara katılmadan dünyayı izleyerek global entegrasyonu sağlamış otomotiv şirketlerinin Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları olacağını biliyordum. Bu esas itibariyle otomotiv sektöründeki sihirden çok bu sektörün erken yatırımlara başlayıp, yetişmiş insan yapınsa global alma nispi ucuz işgücü maliyetleri ile yolun baş tarafını çoktan kat etmiş olmasındandı. Yoksa başka bir sektör de bu durma gelebilirdi. Aynı dinamiği kendi iç ekseni ile tüketici elektroniğinde yaşamaktayız. Orada şirketler, yerli tedarik AB ağırlıklı. OEM hakim. Bu da bir modeldir. Ancak bir üçüncü sektör sayamıyoruz bugün ve bu ikisini kamu ile birlikte devre dışı bıraktığımızda ilk on bütünüyle değişiyor.
       İki sektör arasındaki fark, elektronik tarafında fiyat ıskontoları var ve bu risk ölçek fazlasıyla kumpanse edilmekte. Uluslararası sabit sermaye yatırımlarının tamamen ya da bir ölçüde katılmadığı her üretim parametresi neticede ancak ölçeğin artırılarak sürdürülebildiği bir ulusal sanayi büyüklüğü demektir. Bu açıdan Vestel-Arçelik modeli esas itibarla bir Avrupalı Samsung modeli olmak zorundadır. Tamamen ulusal kalırsan ölçek büyütmek zorundasın çünkü marka değerinden önce üretimin gelecek, bu Japon-Kore gerçeğidir. Çin ikinci modeldir. FDI modeli. Bunların her ikisi de geçer akçelerdir bugün. Üstelik Japon artık gelip Vestel’den mal tedarik etmekte Kore’de artık tanınan markalarıyla bilinmektedir. Sony ile Samsung arasındaki başlangıçta kitaplara konu olan fark giderek kapanmaktadır bugün. Bunlar statik gerçekler değil değişebilir pozisyonladır. Biz şimdiki durumun fotoğrafını çekiyoruz.
       
FORD NEREDEN KOŞUYOR ?
       ISO 500’ verilerine baktığınızda Türk sanayisindeki dönüşümü, nerden nereye geldiğini ve nereden nereye gelemediğini rahatlıkla görebilirsiniz. Bu açıdan, Türkiye’nin gerçekte neler yapabileceğinin bir diğer doğru analizini ise Ford’u, Mercedes’i Toyota’sı ile global otomotiv endüstrisi yapmıştır. Bu konuyu bu kez hazırlamakta olduğumuz Investor’un özel sayısında sunacağım.
       Bu çok önemli bir konu, Her ne kadar Avrupa otomotiv sektörü ciddi bir tüketim daralması ve doymuşluğu içindeyse de bu Pazar her zaman istikrarlı bir alcının olduğu bir Pazar olduğundan ona uygun üretim bölgelerinin Türk iyeden seçilmesi oldukça doğal olarak ivmeyi ve başarıyı getirmiştir. Bugün, Çekidek Avrupa sanayisi işgücü maliyetlerinin ve işgücü zamanlarındaki kısalık ile rekabet şartlarını devam ettirememektedir. Siemens’de olanlar hepimiz biliyoruz. Yeni AB ülkelerinden Çek Cumhuriyet ve Polonya’nın, bu açıdan ilginç yatırımlar çekmiştir. Bu yıl içinde Toyota-Peugeot platformu Çek Cumhuriyetinin Kolin Endüstri bölgesinde 1 milyar dolarlık büyük bir otomotiv yatırımı yapacaktır. Durum o noktaya gelmiştir ki, ucuz diye gidilen ülkelerin metropolleri değil başka alternatif daha maliyetsiz şehirleri yatırım çekmeye başlamıştır. Rekabet ülkeler arası değil bölgeler ve şehirler arası olmaktadır.
       Ford’un en büyük özel sektör kuruluşu olmasının ayrıntılarını ve görüşlerimi otomotiv sanayi ile birlikte bir sonraki yazıya bırakıyorum. Devamı gelecek..
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları