Home page
Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Kamışlı neyin başlangıcı?
 
Bugün artık biliyoruz ki, ABD’nin Hindistan’dan Fas’a uzanan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin harekat üssünü Irak oluşturuyor. Bu büyük operasyonun merkez karargahı ise Kuzey Irak.
 
Ankara
NTV-MSNBC
 
16 Mart 2004—  Suriye’nin Kürt bölgesinde yaşanan olaylar, basit bir adli vak’a olmaktan çok daha fazla şeyi temsil ediyor. İlginç olan, Türk Hükümeti’nin tahmin edilen tepkiyi vermekten uzak durması...

   
 
       
    TOP5 Ergenekon’da 16 kişi daha gözaltında  
NTVMSNBC Reklam  
 

  Baştan alırsak; ABD yönetimi, çok büyük ağırlıkla Müslümanların yaşadığı coğrafyada, kendi özlediği dünya rejimi açısından ‘pürüz’ oluşturan iktidarları devirip yerlerine ‘uyumlu’ yönetimler getirme operasyonu için, önce Afganistan, ardından da Irak işgaliyle düğmeye basmıştı.
       11 Eylül saldırısının ardından Afganistan işgali, El Kaide ve Taliban karargahlarını dağıtmaya yönelik ‘acil müdahale’ kategorisinden görülse bile Irak işgali, giderek bir komediye dönüşen gerekçelerle, her adımı önceden tasarlanan uzun ve çok yönlü bir planın parçası olarak gerçekleştirildi. Hem de dünya nüfusunun ezici bir çoğunluğunun açık muhalefetine rağmen...
       Gelinen noktada, Irak’ta Saddam rejimi devrildi ama yerine istikrarlı bir yönetimin geleceğine dair yeterince güçlü işaretler oluşamadı. Irak nüfusunu oluşturan temel bileşenlerden Şiiler, Sünni Araplar ve Kürtler, bugün bir anayasa etrafında uzlaşmış gibi görünseler de, bu uzlaşmanın gerisinde ABD ordusunun açık işgalinin dayatmaları olduğu anlaşılıyor. İşgal ordusunun sonsuza kadar Irak’ta kalamayacağı düşünüldüğünde, sözü edilen kesimlerin kendi aralarındaki hesaplaşmayı bir sonraki aşamaya (işgalin fiilen sona ereceği döneme) ertelediklerini söylemek yanlış olmaz.
       ABD yönetimi, Irak’taki bütün bu belirsizliklerin kıyısında, çok yönlü operasyonlarını sürdürmekten geri durmuyor.
       
KÜRTLERİN ARTAN ÖNEMİ
       Bilindiği gibi ABD’nin Irak coğrafyasında en güvenli mevzii, Kürtlerin kontrolündeki Kuzey Irak. Daha da ileri götürürsek, bugün ABD’nin Ortadoğu politikasını en açık biçimde destekleyen ve işbirliği yapan halk, İsrail bir kenara bırakılacak olursa, bölgedeki Kürtler... Bu gerçek, ABD’nin Ortadoğu’da atacağı adımlar açısından Kürtlere anahtar bir rol yüklüyor. Hele ki, Kürtlerin Türkiye ve Irak’ın yanısıra, hedefte yer alan Suriye ve İran’da da yaşadıkları düşünüldüğünde, Pentagon için önemleri bir kat daha artıyor.
       Aslında bu durum, Kuzey Irak’taki ABD güçlerinin bölgedeki PKK oluşumlarına karşı herhangi bir müdahale geliştirmemesinin de nedenini açıklıyor.
       Pentagon’un, uzun vadede Kürtlere bakışı, hangi örgütsel çatı altında bir araya geldiklerinden öte, bölgedeki operasyonlarda üstlenecekleri role endeksli.
       PKK özelinde ise; bugün KDP ve KYB ile uzlaşma sağlamış harekete yönelik bir ABD operasyonunun, Irak coğrafyası içinde kendisi açısından en güvenli alanı istikrarsızlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağı ortada...
       Öte yandan, bugüne kadar kendi ulusal çıkarları konusunda, en azından dikkatli bir tutum izleyen ve zaman zaman bu tutumuyla ABD’nin işini güçleştiren Türkiye’ye karşı bir oluşumu el altında tutmak Washington’un işine gelmekte...
       
SURİYE’YE MÜDAHALENİN KOŞULLARI
       Konuyu dağıtmadan, yeniden Suriye’deki gelişmelere dönecek olursak:
       Suriye, Irak’tan farklı olarak, uluslararası meşruiyeti olan bir yönetim altında. Şam yönetimi, her ne kadar ABD tarafından ‘şer ekseni’nin bir üyesi olarak sunulsa da, dünyanın geri kalanı açısından hiç bir zaman Saddam yönetimi gibi meşruiyeti sorgulanan, uluslararası ilişkilerden dışlanmış bir hüvviyet kazanmadı.
       Öte yandan Suriye, Arap dünyasında özel bir öneme sahip. Bırakın Saddam gibi Arap yönetimlerinin önemli bir kısmının düşmanlığını kazanmayı, aksine Şam’ın pozisyonu -Mısır’la birlikte- Arap politikalarının tarihsel mihenk taşlarından biri oldu.
       Kısacası, Suriye’ye yönelik tek taraflı bir müdahalenin koşulları yok; ‘olağandışı gelişmeler’ yaşanmaması halinde bu koşulların oluşması da zor. Öyle ki, Beyaz Saray’ın Irak ittifakının çatırdadığı şu günlerde Suriye’ye açık bir müdahale için Londra’yı bile ikna etmesi mümkün görünmüyor.
       Peki ya ‘olağandışı gelişmeler’ ne olabilir?
       İlk akla gelen şey, ülkenin bir iç çatışma ve kaos ortamına sürüklenmesi... Nitekim, Kamışlı’da başlayıp Halep’e sıçrayan çatışmaların bu gözle değerlendirilmesi gerekir.
       Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var.
       Suriye’de Esad rejiminin potansiyel muhaliflerine bakıldığında, iki unsur göze çarpıyor. İlki, radikal İslamcı hareket... Suriye’de İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) adıyla örgütlenen ve köklü bir geleneği temsil eden hareket, 1982 yılında Hama’da düzenlenen ve 25 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam ve ardından gelen yoğun tutuklama ve ‘kaybetme’ operasyonları sonucunda neredeyse tamamen tasfiye edildi. Hafız Esad’ın son döneminde de hayatta kalan ancak etkinliğini yitirmiş unsurlar rejimle uzlaşmaya gittiler. Dolayısıyla Suriye özelinde, Şam yönetimine karşı çıkabilecek etkili bir İslami hareketten söz etmek bugün için mümkün görünmüyor; kaldı ki, ABD’nin bu türden bir harekete bel bağlaması verili konjonktürde düşünülemez.
       
SURİYELİ KÜRTLER
       Geriye Suriyeli Kürtler kalıyor... Aslında Kürtler, Hafız Esad rejimi altında, radikal Müslümanlar ya da komünistler kadar baskı altında değildi. Bir diktatörlük rejimi altında yaşayan herkes kadar baskı altındaydılar. Öte yandan Suriyeli Kürtlerin, diğer üç ülkedeki soydaşları kadar tarihsel ve köklü bir örgütlenme geleneği de yok. Öyle ki Suriyeli Kürtler, PKK’nın bu ülkede yerleşik olduğu dönemlerde, bu hareketin kontrolüne açık bir görünüm sergiliyordu. Yani, yakın tarih itibarıyla Suriyeli Kürtlerin organik ilişkiye girdiği en dikkate değer hareket Türkiye kökenliydi. Bugün ise Kürtleri ‘temsil eden’ 12 ayrı partinin varlığı düşünülecek olursa, siyasi dağınıklık açık seçik görülüyor.
       Gerek PKK’nın Şam’ın desteğini kaybetmesi ve Türkiye tarafından büyük ölçüde tasfiyesi, gerekse Irak’ın işgaliyle birlikte Kuzey’deki Kürt hareketinin (KDP ve KYB) kazandığı etkinlik ve ‘prestij’, öyle anlaşılıyor ki Suriye Kürtlerinin ilgisini Kuzey Irak’a yöneltmiş. Nitekim, son zamanlarda her iki ülkede yaşayan Kürtler arasında giderek organikleşen bir ilişkinin işaretleri de geliyordu.
       Yeniden ABD’nin Suriye’ye müdahale koşullarına dönecek olursak; Şam rejimi ile bu ülkede yaşayan Kürtleri karşı karşıya getirecek bir süreç için bugünden daha uygun fırsat herhalde yakalanamaz. Eh, biz ‘şuncacık’ aklımızla bunu düşünüyorsak, Pentagon’daki uzmanlar bunu çoktan düşünmüştür ve anlaşılan o ki, gerekli hazırlıklar da tamamlanmış. Zaten, Pentagon ve CIA’in yakın tarihine bakıldığında, benzer kışkırtmaların nasıl sistematik ve planlı bir biçimde gerçekleştirildiği rahatça görülebilir.
       Suriye bir yana, İran’da Mehabad, Sanandac, Merivan, Bena gibi Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde gerilimin tırmanması da gösteriyor ki, Iraklı Kürtlerin hem federatif yönetime giden yolu açması hem de Irak’ın merkezi yönetiminde etkinlik kazanması, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada yeni hareketliliklerin de tetikleyicisi olacak.
       
ANKARA’NIN SESSİZLİĞİ
       Tam da bu noktada, Ankara’nın tepkisi (belki de ‘tepkisizliği’ demek daha doğru) dikkat çekici. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, söz konusu çatışmaların Türkiye’ye sıçramayacağı konusunda rahat görünüyor. Öte yandan, bu tür durumlarda alışkın olduğumuz “Türkiye’nin gelişmeleri dikkatle izlediği, gerekli tedbirleri aldığı, Kürt grupları uyardığı” türü açıklamalara rastlamıyoruz. Ankara’da genel bir ‘kaygısızlık’ hali var! Bu durumda ister istemez insanın aklına Başbakan Erdoğan’ın “Diyarbakır, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım” sözleri geliyor.
       Gerek Başbakan’ın gerekse Dışişleri Bakanı’nın ‘rahatlığı’ bütün bu sürecin geleceğine dair ABD ile varılmış bir uzlaşmanın işaretleri sayılabilir mi?
       Mutlaka farkındasınızdır; uzun süredir kimsenin ‘kırmızı çizgiler’den bahsettiği yok. Kuzey Irak’ta Kürtlere federasyon hakkı tanıyan Anayasa imzalandı bile... Dönüp arşivlere bir göz atın; çok değil, bundan bir yıl önce Türkiye’nin böyle bir ihtimal karşısında neler söylediğini okuyun. Bugünkü sessizlik ‘şaka’ gibi geliyor, insana...
       Daha güncel bir olay:
       Geçtiğimiz günlerde PKK içinde bir ayrışma yaşandı. Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Halil Ataç, Kani Yılmaz gibi yönetici kadrolar, KDP’nin (dolayısıyla ABD’nin) kontrolündeki bölgeye geçtiler. ABD’ye yapılan ‘iade’ başvurusu, karşı tarafın “bize ulaşan bir bilgi yok” cevabıyla geçiştirildi. Buna karşılık, -izleyebildiğimiz kadarıyla- Ankara’nın bu konuda da dişe dokunur bir ısrarı olmadı. Adı geçen şahıslar, sıradan PKK militanları değil. 1984’ten itibaren yurtiçinde ve yurtdışında “düşük yoğunluklu savaş”ın ‘komuta’ kademesinde yer almış isimler...
       Hasılı, bütün bunları alt alta koyduğumuzda, Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD’nin bölgedeki politika ve uygulamalarına bütünüyle boyun eğdiği gibi bir sonuçtan söz etmiyorsak, -böyle bir boyun eğişe karşı koyacak güçlerin ve iradenin olduğunu biliyoruz- Başbakan Erdoğan’ın bir fırsat olarak gördüğü Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Ankara’nın ABD ile mahiyetini tam bilmediğimiz bir uzlaşmaya girdiğini düşünmemiz çok mu yersiz olur?
       

Adnan Bostancıoğlu / NTVMSNBC Yayın Yönetmeni
 
       
   
MSNBC News Dayanışmacı 'tuhaf' bir insan
MSNBC News Oyunbozanlık yapmayın, yarışmaya katılın!
 
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları