|
Ergenekonda 16 kişi daha gözaltında | |||
Baştan alırsak; ABD yönetimi, çok büyük ağırlıkla Müslümanların yaşadığı coğrafyada, kendi özlediği dünya rejimi açısından pürüz oluşturan iktidarları devirip yerlerine uyumlu yönetimler getirme operasyonu için, önce Afganistan, ardından da Irak işgaliyle düğmeye basmıştı. 11 Eylül saldırısının ardından Afganistan işgali, El Kaide ve Taliban karargahlarını dağıtmaya yönelik acil müdahale kategorisinden görülse bile Irak işgali, giderek bir komediye dönüşen gerekçelerle, her adımı önceden tasarlanan uzun ve çok yönlü bir planın parçası olarak gerçekleştirildi. Hem de dünya nüfusunun ezici bir çoğunluğunun açık muhalefetine rağmen... Gelinen noktada, Irakta Saddam rejimi devrildi ama yerine istikrarlı bir yönetimin geleceğine dair yeterince güçlü işaretler oluşamadı. Irak nüfusunu oluşturan temel bileşenlerden Şiiler, Sünni Araplar ve Kürtler, bugün bir anayasa etrafında uzlaşmış gibi görünseler de, bu uzlaşmanın gerisinde ABD ordusunun açık işgalinin dayatmaları olduğu anlaşılıyor. İşgal ordusunun sonsuza kadar Irakta kalamayacağı düşünüldüğünde, sözü edilen kesimlerin kendi aralarındaki hesaplaşmayı bir sonraki aşamaya (işgalin fiilen sona ereceği döneme) ertelediklerini söylemek yanlış olmaz. ABD yönetimi, Iraktaki bütün bu belirsizliklerin kıyısında, çok yönlü operasyonlarını sürdürmekten geri durmuyor. KÜRTLERİN ARTAN ÖNEMİ Bilindiği gibi ABDnin Irak coğrafyasında en güvenli mevzii, Kürtlerin kontrolündeki Kuzey Irak. Daha da ileri götürürsek, bugün ABDnin Ortadoğu politikasını en açık biçimde destekleyen ve işbirliği yapan halk, İsrail bir kenara bırakılacak olursa, bölgedeki Kürtler... Bu gerçek, ABDnin Ortadoğuda atacağı adımlar açısından Kürtlere anahtar bir rol yüklüyor. Hele ki, Kürtlerin Türkiye ve Irakın yanısıra, hedefte yer alan Suriye ve İranda da yaşadıkları düşünüldüğünde, Pentagon için önemleri bir kat daha artıyor. Aslında bu durum, Kuzey Iraktaki ABD güçlerinin bölgedeki PKK oluşumlarına karşı herhangi bir müdahale geliştirmemesinin de nedenini açıklıyor. Pentagonun, uzun vadede Kürtlere bakışı, hangi örgütsel çatı altında bir araya geldiklerinden öte, bölgedeki operasyonlarda üstlenecekleri role endeksli. PKK özelinde ise; bugün KDP ve KYB ile uzlaşma sağlamış harekete yönelik bir ABD operasyonunun, Irak coğrafyası içinde kendisi açısından en güvenli alanı istikrarsızlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağı ortada... Öte yandan, bugüne kadar kendi ulusal çıkarları konusunda, en azından dikkatli bir tutum izleyen ve zaman zaman bu tutumuyla ABDnin işini güçleştiren Türkiyeye karşı bir oluşumu el altında tutmak Washingtonun işine gelmekte... SURİYEYE MÜDAHALENİN KOŞULLARI Konuyu dağıtmadan, yeniden Suriyedeki gelişmelere dönecek olursak: Suriye, Iraktan farklı olarak, uluslararası meşruiyeti olan bir yönetim altında. Şam yönetimi, her ne kadar ABD tarafından şer ekseninin bir üyesi olarak sunulsa da, dünyanın geri kalanı açısından hiç bir zaman Saddam yönetimi gibi meşruiyeti sorgulanan, uluslararası ilişkilerden dışlanmış bir hüvviyet kazanmadı. Öte yandan Suriye, Arap dünyasında özel bir öneme sahip. Bırakın Saddam gibi Arap yönetimlerinin önemli bir kısmının düşmanlığını kazanmayı, aksine Şamın pozisyonu -Mısırla birlikte- Arap politikalarının tarihsel mihenk taşlarından biri oldu. Kısacası, Suriyeye yönelik tek taraflı bir müdahalenin koşulları yok; olağandışı gelişmeler yaşanmaması halinde bu koşulların oluşması da zor. Öyle ki, Beyaz Sarayın Irak ittifakının çatırdadığı şu günlerde Suriyeye açık bir müdahale için Londrayı bile ikna etmesi mümkün görünmüyor. Peki ya olağandışı gelişmeler ne olabilir? İlk akla gelen şey, ülkenin bir iç çatışma ve kaos ortamına sürüklenmesi... Nitekim, Kamışlıda başlayıp Halepe sıçrayan çatışmaların bu gözle değerlendirilmesi gerekir. Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var. Suriyede Esad rejiminin potansiyel muhaliflerine bakıldığında, iki unsur göze çarpıyor. İlki, radikal İslamcı hareket... Suriyede İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) adıyla örgütlenen ve köklü bir geleneği temsil eden hareket, 1982 yılında Hamada düzenlenen ve 25 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam ve ardından gelen yoğun tutuklama ve kaybetme operasyonları sonucunda neredeyse tamamen tasfiye edildi. Hafız Esadın son döneminde de hayatta kalan ancak etkinliğini yitirmiş unsurlar rejimle uzlaşmaya gittiler. Dolayısıyla Suriye özelinde, Şam yönetimine karşı çıkabilecek etkili bir İslami hareketten söz etmek bugün için mümkün görünmüyor; kaldı ki, ABDnin bu türden bir harekete bel bağlaması verili konjonktürde düşünülemez. SURİYELİ KÜRTLER Geriye Suriyeli Kürtler kalıyor... Aslında Kürtler, Hafız Esad rejimi altında, radikal Müslümanlar ya da komünistler kadar baskı altında değildi. Bir diktatörlük rejimi altında yaşayan herkes kadar baskı altındaydılar. Öte yandan Suriyeli Kürtlerin, diğer üç ülkedeki soydaşları kadar tarihsel ve köklü bir örgütlenme geleneği de yok. Öyle ki Suriyeli Kürtler, PKKnın bu ülkede yerleşik olduğu dönemlerde, bu hareketin kontrolüne açık bir görünüm sergiliyordu. Yani, yakın tarih itibarıyla Suriyeli Kürtlerin organik ilişkiye girdiği en dikkate değer hareket Türkiye kökenliydi. Bugün ise Kürtleri temsil eden 12 ayrı partinin varlığı düşünülecek olursa, siyasi dağınıklık açık seçik görülüyor. Gerek PKKnın Şamın desteğini kaybetmesi ve Türkiye tarafından büyük ölçüde tasfiyesi, gerekse Irakın işgaliyle birlikte Kuzeydeki Kürt hareketinin (KDP ve KYB) kazandığı etkinlik ve prestij, öyle anlaşılıyor ki Suriye Kürtlerinin ilgisini Kuzey Iraka yöneltmiş. Nitekim, son zamanlarda her iki ülkede yaşayan Kürtler arasında giderek organikleşen bir ilişkinin işaretleri de geliyordu. Yeniden ABDnin Suriyeye müdahale koşullarına dönecek olursak; Şam rejimi ile bu ülkede yaşayan Kürtleri karşı karşıya getirecek bir süreç için bugünden daha uygun fırsat herhalde yakalanamaz. Eh, biz şuncacık aklımızla bunu düşünüyorsak, Pentagondaki uzmanlar bunu çoktan düşünmüştür ve anlaşılan o ki, gerekli hazırlıklar da tamamlanmış. Zaten, Pentagon ve CIAin yakın tarihine bakıldığında, benzer kışkırtmaların nasıl sistematik ve planlı bir biçimde gerçekleştirildiği rahatça görülebilir. Suriye bir yana, İranda Mehabad, Sanandac, Merivan, Bena gibi Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde gerilimin tırmanması da gösteriyor ki, Iraklı Kürtlerin hem federatif yönetime giden yolu açması hem de Irakın merkezi yönetiminde etkinlik kazanması, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada yeni hareketliliklerin de tetikleyicisi olacak. ANKARANIN SESSİZLİĞİ Tam da bu noktada, Ankaranın tepkisi (belki de tepkisizliği demek daha doğru) dikkat çekici. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, söz konusu çatışmaların Türkiyeye sıçramayacağı konusunda rahat görünüyor. Öte yandan, bu tür durumlarda alışkın olduğumuz Türkiyenin gelişmeleri dikkatle izlediği, gerekli tedbirleri aldığı, Kürt grupları uyardığı türü açıklamalara rastlamıyoruz. Ankarada genel bir kaygısızlık hali var! Bu durumda ister istemez insanın aklına Başbakan Erdoğanın Diyarbakır, Amerikanın Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım sözleri geliyor. Gerek Başbakanın gerekse Dışişleri Bakanının rahatlığı bütün bu sürecin geleceğine dair ABD ile varılmış bir uzlaşmanın işaretleri sayılabilir mi? Mutlaka farkındasınızdır; uzun süredir kimsenin kırmızı çizgilerden bahsettiği yok. Kuzey Irakta Kürtlere federasyon hakkı tanıyan Anayasa imzalandı bile... Dönüp arşivlere bir göz atın; çok değil, bundan bir yıl önce Türkiyenin böyle bir ihtimal karşısında neler söylediğini okuyun. Bugünkü sessizlik şaka gibi geliyor, insana... Daha güncel bir olay: Geçtiğimiz günlerde PKK içinde bir ayrışma yaşandı. Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Halil Ataç, Kani Yılmaz gibi yönetici kadrolar, KDPnin (dolayısıyla ABDnin) kontrolündeki bölgeye geçtiler. ABDye yapılan iade başvurusu, karşı tarafın bize ulaşan bir bilgi yok cevabıyla geçiştirildi. Buna karşılık, -izleyebildiğimiz kadarıyla- Ankaranın bu konuda da dişe dokunur bir ısrarı olmadı. Adı geçen şahıslar, sıradan PKK militanları değil. 1984ten itibaren yurtiçinde ve yurtdışında düşük yoğunluklu savaşın komuta kademesinde yer almış isimler... Hasılı, bütün bunları alt alta koyduğumuzda, Türkiye Cumhuriyetinin ABDnin bölgedeki politika ve uygulamalarına bütünüyle boyun eğdiği gibi bir sonuçtan söz etmiyorsak, -böyle bir boyun eğişe karşı koyacak güçlerin ve iradenin olduğunu biliyoruz- Başbakan Erdoğanın bir fırsat olarak gördüğü Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Ankaranın ABD ile mahiyetini tam bilmediğimiz bir uzlaşmaya girdiğini düşünmemiz çok mu yersiz olur? Adnan Bostancıoğlu / NTVMSNBC Yayın Yönetmeni | ||||
Dayanışmacı 'tuhaf' bir insan Oyunbozanlık yapmayın, yarışmaya katılın! |
|||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||