Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 17:57 TS 21 Ağu., 2000
Köşk’ten ikinci kez geri dönen KHK’nın gerekçeli tam metni
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bugün 605 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname Taslağı’nı Başbakanlığa ikinci kez geri gönderdi.
Ankara
DIĞER
21 Ağustos— Cumhurbaşkanlığı’nın, Kanun Hükmünde Kararname Taslağı’nın geri gönderilmesine ilişkin yaptığı gerekçeli açıklamasının tam metni şöyle:

   
 
       
    MSNBC News Sezer KHK'yı 2. kez geri çevirdi
MSNBC News KHK metni
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
Live Vote is temporarily unavailable.

       “605 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Hakimler ve Savcılar Kanunu ile 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname Taslağı, ilgideki yazımızda yer verilen gerekçelerle imzalanmadan geri gönderilmiştir. Kanun Hükmünde Kararname Taslağının, Cumhurbaşkanlığı’nca imzalanması için yeniden gönderildiğine ilişkin ilgideki yazınız ve eki, Bakanlar Kurulu’nca oluşturulan komisyon tarafından hazırlanan “Bilgi Notu” incelenmiştir.
       1- Anayasa’nın 6. maddesinde, egemenliğin, kayıtsız koşulsuz ulusun olduğu, Türk Ulusu’nun egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanacağı, hiçbir kimse ya da organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiş; yasama, yürütme, yargı organlarının görev ve yetkilerine de 7., 8. ve 9. maddelerinde yer verilmiştir. Bu düzenlemeye göre, Anayasa’da, başlangıç bölümünde de vurgulandığı gibi güçler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Güçler ayrılığı ilkesine göre, yasama, yürütme ve yargı organları kendi alanlarında ulusa ilişkin egemenliği kullanırlar; birbirlerinin görev ve yetki alanlarına karışmazlar.
       Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Ulusu adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kullanılacağı, bu yetkinin devredilemeyeceği; 8. maddesinde de, yürütme yetki ve görevinin, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği belirtilerek bu iki organın görev ve yetki alanları ayrılmıştır. Buna bağlı olarak, Anayasa’nın 89. maddesi ile 104. maddesinin (b) bendinde, Cumhurbaşkanı’na, ulusal istencin ürünü olan yasaları “imzalamak” ya da “onaylamak” değil, yalnızca yürürlüğe girmelerini sağlamak üzere “yayımlamak” görev ve yetkisi verilmiştir. Bununla birlikte, demokratik hukuk devleti ilkesinin sağlıklı işlemesi için Anayasa’da, erkler arasındaki dengeyi sağlayacak kimi denetim düzenekleri getirilmiştir.
       Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı’na yasalarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne dava açma görev ve yetkisi verilmiştir. Kanun hükmünde kararnameler yönünden Cumhurbaşkanı’na verilen görev ve yetki ise, yalnızca “yayımlamak”tan ibaret değildir. Anayasa Koyucu, eğer kanun hükmünde kararnameleri yasalar gibi düşünseydi, kuşkusuz bunları da “Kanunları yayımlamak” kuralı içine alırdı. Oysa, kanun hükmünde kararnameler tüm bilim dünyasınca da benimsendiği gibi, işlevsel (maddi) yönden yasama işlemi niteliğinde olmakla birlikte, organik (uzvi-şekli) yönden bir yürütme işlemidir. Kanun hükmünde kararnamelerin, “kanun hükmünde” oluşu, yürürlükteki yasaları değiştirip yasa gücünde düzenleme yapabilmesini; “kararname” oluşu ise, bu işlemin yürütme organının işlemi olduğunu göstermektedir. Bu niteliği, kanun hükmünde kararnameleri yöntem yönünden “kararname rejimi”ne bağlı kılmaktadır.
       
“GÖREV DEĞİL YETKİDİR”
       Nitekim, kanun hükmünde kararnameler ve kararnameler, Anayasa’nın 104. maddesinin (b) bendinde, Cumhurbaşkanı’nın yürütme alanına ilişkin görev ve yetkileri içinde sayılmıştır. Anılan bendin onbirinci alt bendinde, “sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak”, onikinci alt bendinde de “kararnameleri imzalamak” görev ve yetkisi verilmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, “kararnameleri imzalamak” düzenlemesiyle öngörülen yalnızca bir “görev” değil, aynı zamanda “yetki”dir. Anayasa’nın 8. maddesinde, yürütme “yetkisi ve görevi”nin, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği belirtilmiştir. Bu hükümden anlaşılacağı gibi yürütme “yetkisi ve görevi”, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nca birlikte kullanılacaktır. Yürütmenin iki başından birini “görevli”, diğerini “yetkili” görmek olanaksızdır. Anayasa’nın, Cumhurbaşkanı’nın “görev ve yetkileri”ni düzenleyen 104. maddesinde de, Cumhurbaşkanı’nın, ilgili maddelerinde gösterilen koşullara uyarak “yapacağı görev ve kullanacağı yetki”ler tek tek sayılmıştır. Bu maddenin ikinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinde yasama, yürütme ve yargı ile ilgili olarak yapılan tüm düzenlemeler, maddenin ikinci fıkrası ile “görev ve yetki” olarak nitelendirilmiştir. İkinci fıkradaki, “yapacağı görev” ile “kullanacağı yetkiler” anlatımlarının arasında “veya” değil, “ve” bağlacının kullanılmış olması, Anayasa Koyucu’nun tüm görevleri yetkiyle birlikte öngördüğünü göstermektedir.
       
“HEM GÖREV HEM DE YETKİ”
       Anılan maddenin son fıkrasındaki, “Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasa’da ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır” söylemi de, yukarıdaki açıklamayı pekiştirmektedir. Anayasa’nın 104. maddesinin gerekçesinde de, “... madde metninde Ôkararnameleri imzalamak’ görev ve yetkisi de bulunduğundan...” denilerek, kararnameleri imzalamanın hem görev hem de yetki olduğu belirtilmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar, Cumhurbaşkanı’nın, parlamenter rejimin gereği sayılan “sorumsuzluk” kuralı uyarınca Bakanlar Kurulu’ndan gelen kararnameleri tartışmaksızın imzalamak zorunda olduğu savını geçersiz kılmaktadır. Ayrıca bu sav, Anayasa’nın, Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğunu vurgulayan 11. maddesi ve Cumhurbaşkanı’nın, Anayasa’nın uygulanmasını gözeteceğini, görev ve yetkilerini Anayasa’nın ilgili maddelerinde gösterilen koşullarla yerine getirip kullanacağını öngören 104. maddesi ile de bağdaşmamaktadır. Cumhurbaşkanlığı’nı bir “onay” ve “yayın” makamı olarak görmenin yanlışlığı Anayasa Mahkemesi’nin 27.04.1993 günlü, E.1992/37,K.1993/18 sayılı kararında ortaya konulmuştur.
       
“İMZALAMAK ZORUNDA KALDIĞI AÇIKTIR”
       Anayasa Mahkemesi’nin bu kararında; “Bu nedenle de sorumluluğunu hükümetin taşıdığı kararnameler hakkında Cumhurbaşkanı’nın uyarı ve tavsiyede bulunmaktan öte direnmesi, sistemin özelliğine ters düşer. O halde, Anayasa’nın ilgili kurallarının parlamenter sistemin temel ilkelerinin ışığında değerlendirilmesi sonucu, Cumhurbaşkanı’na tanınan bütün yetkilere karşın sistem özde parlamenter demokrasi olduğundan ve sorumluluk da hükümette bulunduğundan, Anayasa’ya ve yasalara aykırı olmadıkça, Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu işlemlerini siyasal yerindelik yönünden denetleyemeyip, imzalamak zorunda olduğu açıktır.” değerlendirmesi yapılmıştır. Bu değerlendirmede en önemli husus, Cumhurbaşkanı’nın, “Anayasa ve yasalara aykırı olmadıkça” kararnameleri imzalamak zorunda olduğudur. Ancak, Cumhurbaşkanı Anayasa ya da yasaya aykırı kararnameleri imzalamak zorunda değildir. Hatta, Cumhurbaşkanı bu içerikteki kararnameleri imzalamamakla yükümlüdür. Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararında, bu konuda; “Kuşkusuz Anayasa’da, tarafsızlığını sağlama konusunda özen gösterilen Cumhurbaşkanı, siyasal yaşamda bir denge ve kararlılık öğesi olarak düşünülmüş; çoğunluk partisinin emrinde bir yürütme aracı, hiçbir yetki sahibi olmayan Ôsimgesel’ bir Devlet başkanı durumuna sokulması amaçlanmamıştır. Bu nedenle, hukuka aykırı bir işlem söz konusu olduğunda Cumhurbaşkanı’nın tutumu farklı olabilecektir. Çünkü, Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğu, onun hukuka aykırı kararnameleri imzalamak zorunda olduğu biçimde yorumlanamaz. Böyle bir anlayış , herşeyden önce Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın 103. maddesinde öngörülen andına aykırı düşer. Bunun gibi ÔAnayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.’ denilen Anayasa’nın 11. maddesi Cumhurbaşkanı’nı da bağlar.
       En önemlisi de ÔYasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez’ biçimindeki Anayasa’nın 138. maddesindeki Ôyürütme organı’ kavramı içine Cumhurbaşkanı’nın da girdiği kuşkusuzdur. Bu durumda, Cumhurbaşkanı’nın mahkeme kararına aykırı düşecek bir Bakanlar Kurulu kararnamesini imzalamak zorunda olması Anayasa’ya bağlı kalmak, Anayasa’yı uygulamak, saymak ve savunmak görevleriyle bağdaşmaz. Hatta Cumhurbaşkanı, bunları imzalamamakla yükümlüdür.” denilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı da göstermektedir ki, Cumhurbaşkanı Anayasa’ya açıkca aykırı olan bir kanun hükmünde kararname taslağını imzalamamak yükümlülüğündedir. Kanun hükmünde kararnamenin geri gönderilmesi ise, imzalanmamasının doğal sonucudur. Cumhurbaşkanı’nın siyasi sorumluluğunun olmaması, hukuk devleti ilkesinin gerekli kıldığı Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğünü gözetmek ile Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
       2- Anayasa’nın 104. maddesinin (b) bendinde, Cumhurbaşkanı’na “kararnameleri imzalamak” görev ve yetkisi verilmiştir. Kararnameler Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisi içinde, onun katılmasıyla yapılması gereken hukuksal işlemlerdir. Cumhurbaşkanı’nca imzalanmadığı sürece kararnamelerin geçerlik kazanamayacağı ve yürürlüğe giremeyeceği açıktır. Bakanlar Kurulu’nca alınan bir kararın hukuksal varlık kazanabilmesi için Cumhurbaşkanı’nca imzalanması koşuldur. Tersi durumda, biçimsel yönden tamamlanmayan işlem, taslak olarak kalmaya mahkumdur. Çünkü, kararnameler için “biçim” koşulu varlık nedenidir. Anayasa’da, yürütme organının Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşması öngörüldüğüne göre yürütmenin işleyişinin de ortak olması gerekir. Bu nedenle, yürütmenin işlemi olan kanun hükmünde kararname ile kararnamelerin, Bakanlar Kurulu ile birlikte Cumhurbaşkanı’nın istençlerinin birleşmesiyle geçerlik kazanması kaçınılmazdır. Anayasa Mahkemesi’nin 27.04.1993 günlü kararında Cumhurbaşkanı’nın yürütme organı içindeki konumu ve yürütme işlemlerinin hukuksal geçerliliği yönünden imzasının önemi şöyle anlatılmaktadır: “Parlamenter demokrasinin benimsendiği Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın hiçbir yetkiye sahip olmayan simgesel bir Devlet Başkanı durumunda bulunması da amaçlanmamıştır.
       
“GEREKLİ GÖRDÜĞÜ DURUMLARDA”
       Anayasa’nın 104. maddesinde Devletin başı olduğu ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiği belirtilen Cumhurbaşkanı, 8. maddeye göre de yürütme yetki ve görevini Bakanlar Kurulu ile birlikte kullanır ve yerine getirir. Devletin başı olan Cumhurbaşkanı Anayasa’da yürütme organı içinde kabul edilmiş ve aynı zamanda yürütmenin de başı sayılmıştır. Bu sıfatla da 104. madde de ‘gerekli gördüğü durumlarda Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi’ öngörülmüştür. Gerçekten, Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi yürütmenin başı olmasının doğal sonucudur. Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’ndan ayrı bir konumu bulunmasına karşın, yürütmeyi oluşturan Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu birbirinden bağımsız işlemler yapma yetkisine sahip değildirler. Anayasa’nın 8. maddesinde; ‘yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından ... kullanılır ve yerine getirilir.’ denilerek yürütme işlemlerinin hukuksal geçerliği için her ikisinin de katılmalarıyla ortaklaşa yapılması gereği çok açık bir biçimde ortaya konulmaktadır.” Yine Anayasa Mahkemesi’nin aynı kararında; “Geleneklere dayalı bir kurallar ve kurumlar düzeni olan parlamenter sistemde önemli devlet işlerinin tümü devlet başkanının imzasıyla tamamlanır. .... Başbakan ve ilgili bakanlar tarafından alınan bir kararın Devlet Başkanı’nca imzalanarak biçimsel olarak tamamlanması söz konusudur.” denilerek, biçimsel yönden de olsa, kararnamelerin, Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla tamamlanacağı kabul edilmektedir.
       
“TURGUT ÖZAL, SÜLEYMAN DEMİREL”
       Ancak, yine aynı kararda belirtildiği gibi, imzası biçimsel bir tamamlama öğesi de olsa, Cumhurbaşkanı Anayasa’ya ve hukuka aykırı kanun hükmünde kararnameleri ve kararnameleri imzalamak zorunda değildir. Nitekim, kanun hükmünde kararnameler, Türk hukuk sistemine girdiğinden bugüne kadar, kararname rejimine uygun olarak, Başbakan ve bakanlarca imzalandıktan sonra Cumhurbaşkanı’nın imzasına sunulmuş; bunlardan pek çoğu imzalanmış, ancak, 27 kanun hükmünde kararname taslağı imzalanmayarak geri gönderilmiştir. Gerçekten, Sayın Kenan EVREN döneminde 11, Merhum Turgut ÖZAL döneminde 7 ve Sayın Süleyman DEMİREL döneminde 9 olmak üzere toplam 27 kanun hükmünde kararname taslağının; - Anayasa’ya aykırılık, -Düzenlemelerin yetki yasalarının kapsamı dışında kalması, -Yasayla düzenlenmesinin daha doğru olacağı, -İçerik yönünden yerinde görülmemesi, - Yetki yasalarının iptal edilmesi, gibi gerekçelerle imzalanmayarak geri gönderildiği saptanmıştır. Bu kanun hükmünde kararname taslaklarından 17’si Cumhurbaşkanlığı’na yeniden gönderilmemiş, 10 kanun hükmünde kararname taslağı ise, istenilen doğrultuda düzeltilerek yeniden imzaya sunulmuştur. Bu durum, bugüne kadar hukuksal bir sorun yaratmamıştır. 3- Memurlara, diğer kamu görevlilerine, yargıçlara ve savcılara ilişkin disiplin konularının Anayasa’nın 129 ve 140. maddelerinde düzenlendiği, dolayısıyla bunlara ilişkin disiplin suç ve cezalarının Anayasa’nın 38 ve 91. maddeleriyle ilgisi bulunmadığı ileri sürülmektedir. Anayasa’nın 129. maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin disiplin hukukuna ilişkin genel ilkeler düzenlenmiş; 140. maddesinde de yargıç ve savcıların statü hukukuna ilişkin konuların, bu bağlamda disiplin kovuşturması ve disiplin cezalarının yasayla düzenlenmesi öngörülmüştür. Anayasa’nın 38. maddesinde, hiç kimsenin, işlendiği zaman yürürlükte bulunan yasanın suç saymadığı bir eylemden dolayı cezalandırılamayacağı; ceza ve ceza yerine geçen güvenlik önlemlerinin ancak yasayla düzenlenebileceği hükme bağlanmıştır.
       Dolayısıyla, Anayasa’nın anılan kuralları ile, birbirine koşut olarak, disiplin hukukuna ilişkin alanları da içermek üzere suç ve cezaların yasallığı ilkesi getirilmektedir. Anayasa’nın 91. maddesinde bu pekiştirilmekte ve suç ve cezalara ilişkin düzenlemelerin kanun hükmünde kararnamelerle yapılamayacağı vurgulanmaktadır. Her ne kadar, Anayasa Mahkemesi’nin, 3268 sayılı Yetki Yasası’na ilişkin 06.01.1987 günlü, E.1986/15, K.1987/1 sayılı kararında, Anayasa’nın 140. maddesinin, yargıç ve savcıların statülerinin düzenlenmesine ilişkin üçüncü fıkrası hükmü aynen alınarak, “Bunların, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci, ikinci ve dördüncü bölümlerinde yer alan ve kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği Anayasa’nın 91. maddesinde açıklanan haklarla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.” değerlendirmesi yapılmış ise de; bu karar üç nedenle olayımızda emsal olarak kullanılamaz. Bir kez, kararın alınmasına neden olan 3268 sayılı Yetki Yasası’nda, bu Yetki Yasası’na göre çıkarılacak kanun hükmünde kararnamelerle, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan memurlarla diğer kamu görevlilerinin idari, mali ve sosyal haklarında günün ekonomik koşullarına uygun olarak yeni düzenleme ve değişiklik yapılması öngörülmüştür.
       
“İŞLEDİKLERİ SUÇTAN DOLAYI SORUŞTURMA”
       Görüldüğü gibi, bu Yetki Yasası’yla, kapsama giren memurlarla diğer kamu görevlilerinin statü hukukuna ilişkin tüm konularda düzenleme ya da değişiklik yapma yetkisi verilmemiştir. Anayasa Mahkemesi, 140. maddedeki ilgili fıkranın tümünü anarak bir değerlendirme yapmış; yetki kapsamı dışında kalan konularda ayrıntılı inceleme yapmamıştır. Oysa, Yüksek Mahkeme, disiplin suç ve cezalarına ilişkin özel konu gündemine girdiğinde ayrıntılı incelemesini yapmış ve 1988/8, 1991/7 sayılı kararlarıyla konuya ilişkin görüşünü açık biçimde ortaya koymuştur. İkinci olarak, Anayasa’nın 140. maddesinin üçüncü fıkrasında, “...görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk ... halleri...” gibi, yargıç ve savcıların ceza hukuku alanını ilgilendiren ve bu nedenle Anayasa’nın 38. maddesi kapsamına girdiğinden kuşku bulunmayan bir konu için de Anayasa Mahkemesi’nin, “Bunların, ...Anayasa’nın 91. maddesinde açıklanan haklarla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.” değerlendirmesini yapması, yukarıdaki birinci gerekçeyi daha da haklı kılmaktadır. Üçüncü ve son olarak da belirtmek gerekir ki, ancak iki ayrı mahkemenin aynı konuda biribirinden farklı sonuçlara ulaşan kararları arasında “çelişki”den söz edilebilir. Aynı mahkemenin, zaman içinde aynı konuda alınmış iki farklı kararı varsa, çelişki değil, “içtihat değişikliği” söz konusudur. Anayasa Mahkemesi, 06.01.1987 günlü kararından sonra aldığı 19.04.1988 ve 04.04.1991 günlü kararlarıyla disiplin suç ve cezalarına ilişkin yargısını oluşturmuş ve bu yargıyı bugüne kadar da degiştirmemiştir.
       Anayasa Mahkemesi’nin bir konudaki içtihadı değişmedikçe, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere tüm organların, kurumların ve kişilerin o içtihada uygun davranması zorunluluğu, Anayasa’nın 153. maddesinin buyruğudur. Anayasa Mahkemesi’nin milletvekillerinin aylıkları ile ilgili yasaları iptal eden kararları buna örnek oluşturur. Anayasa Mahkemesi, başlangıçta bu yasaları, içeriklerini Anayasa’nın çeşitli kurallarına uygun görmeyerek iptal ederken; daha sonra, iptal edilen bir konunun aynı içerikte yeniden düzenlenmesinin, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesine uygun düşmeyeceğini vurgulayarak, milletvekili aylıklarını düzenleyen yasaları, içeriğine girmeden, Anayasa’nın 153. maddesine aykırılıktan iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi, disiplin suç ve cezalarının Anayasa’nın 38. maddesi kapsamında olduğuna karar verdiğine göre, artık Anayasa’nın 38 ve 91. maddelerini bu kararlarla bütünleştirerek değerlendirmek gerekir. Bu, Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğüne ilişkin 11. maddesi ile Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına ilişkin 153. maddesinin gereğidir. Anayasa’nın bağlayıcı ve buyurucu kurallarına uyulması “keyfi” değil, “hukuki” davranıldığını gösterir. Hukuka saygılı bir Devlet yönetiminden beklenen budur. 4- Danıştay’ın, Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurlar Disiplin Yönetmeliği’nde yapılan benzer düzenlemelerle ilgili kararlarında, Anayasa hükümlerini Hükümet’le aynı yaklaşımda yorumladığı ileri sürülmektedir. Anayasa’nın 124. maddesinin birinci fıkrasında, Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren yasaların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak koşuluyla yönetmelikler çıkarabileceği; 130. maddesinin dokuzuncu fıkrasında da, yükseköğretim kurumlarındaki disiplin ve ceza işlerinin yasayla düzenleneceği öngörülmüştür.
       
“ANAYASA’YA AYKIRILIK”
       2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası’nın 53. maddesinin (b) fıkrası ile 65. maddesinin (9). fıkrasında, öğretim elemanları, memur ve diğer personelin disiplin işlemlerinin, Devlet memurlarına uygulanan usul ve esaslara göre Yükseköğretim Kurulu’nca çıkarılacak bir yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir. Bu kurallar uyarınca, Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurlar Disiplin Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik dava konusu yapılmıştır. Danıştay verdiği kararda, Yönetmeliğin, Yasa ile verilen yetkiyi aştığı savını görüşmüş ve Yönetmelikle getirilen kuralların içeriğinin Anayasa’ya uygun olup olmadığını tartışmadan, yalnızca yükseköğretim personelinin “disiplin işlemlerinin yönetmelikle düzenlenmesinde” Anayasa’ya aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Danıştay’ın bundan sonraki değerlendirmeleri, Yönetmelik’le yapılan düzenlemelerin yasaya aykırı olup olmadığı yönündendir. Danıştay, Yönetmeliğin özellikle 11. maddesinin (b) fıkrasındaki düzenlemeyi, 657 sayılı Yasa’nın 125. maddesinin (E) fıkrasındaki kuralla koşut nitelikte görerek disiplin hukuku ilkelerine uygun bulmuştur. Bu nedenlerle, Danıştay’ın örnek gösterilen kararlarıyla konunun bir ilgisi olmadığı açıktır. 5- Kanun hükmünde kararnamenin imzalanmamasının, Hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren Türkiye Büyük Millet Meclisi istencinin dikkate alınmaması anlamına geldiği ve Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Cumhurbaşkanı’nın bir kanun hükmünde kararnameyi geri gönderme yetkisi var ise, o takdirde Anayasa ile Cumhurbaşkanı’na Anayasa Mahkemesi’ne başvurma yetkisi verilmesinin anlamının kalmayacağı ileri sürülmektedir. Anayasa’nın 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; 8. maddesinde de, yürütme yetkisi ve görevinin, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nca Anayasa ve yasalara uygun olarak kullanılıp yerine getirileceği belirtilmiştir. Bu kurallara göre, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu bir kanun hükmünde kararnameyi çıkarırken önce Anayasa’ya, sonra yetki yasasına uygun davranmak zorundadır. Anayasa’ya ve yetki yasasına uygun olmayan kanun hükmünde kararnamelerin imzalanmadan geri gönderilmesi, bu zorunluluğun gereğidir.
       
ANAYASA VE YETKİ YASASI
       İmzalamamanın Türkiye Büyük Millet Meclisi istencinin dikkate alınmaması anlamına geleceği savı, ancak, verilen yetkinin Anayasa ve yetki yasasına uygun kullanılasına karşın kanun hükmünde kararnamenin imzalanmaması durumunda geçerli olabilir. Öte yandan, Anayasa’nın 104. maddesinde, Cumhurbaşkanı’na, kanun hükmünde kararnamelerin tümü ya da belirli hükümleri için Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmak görev ve yetkisi verilmiştir. Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya ve yetki yasasına açık aykırılık içeren kanun hükmünde kararnameleri geri gönderebileceği gibi, Anayasa’ya ve yetki yasasına aykırılıkları tartışmalı ve duraksamalı olan kanun hükmünde kararnameleri imzalayarak Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açabilir. Bu nedenle, kanun hükmünde kararnamelerin imzalanmayıp geri gönderme görev ve yetkisinin kullanılması, Anayasa Mahkemesi’ne dava açma görev ve yetkisini düzenleyen kuralı anlamsız kılmamaktadır. 6- Disiplin ve görevden uzaklaştırmaya ilişkin düzenlemeleri içeren 604, 606 ve 607 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerin Cumhurbaşkanı’nca imzalanmasına karşın, 605 sayılı Kanun Hükmünde Kararname Tasarısının geri gönderilmesi bir çelişki olarak değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın 38. maddesiyle birlikte okunup değerlendirilen 1988/8 ve 1991/7 sayılı kararlarında, disiplin suç ve cezalarını düzenleyen kurallarla, savunma hakkı, disiplin cezalarına itiraz, disiplin cezalarının kesinleşmesi, ceza ve disiplin kovuşturmalarının bir arada yürütülmesi, zamanaşımı gibi disiplin cezalarıyla doğrudan ilgili kuralların Anayasa’nın 91. maddesindeki yasak alan kapsamına girdiği hükme bağlanmıştır. 604 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin; -5. maddesinde, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanı’nın “Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı” olduğu belirtilmiştir. Bu madde ile Komutanın atanma yöntemi, sorumlulukları ve başkanlık edeceği kurullar düzenlenmiştir. -13. maddesinde, “Yardımcı doçentliğe atamada aranacak şartlar” arasında, “disiplin mahkemeleri veya birden fazla disiplin amirince toplam olarak 21 gün ve daha fazla hapis veya oda hapsi cezası ile hükümlü olmamak veya cezalandırılmamak” koşulu getirilmiştir.
       Bu bir disiplin cezası değil, bir göreve atamada aranacak koşul ya da niteliktir. -18. maddesinde, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde görevli öğretim elemanlarının, “disiplin nedeniyle, Gülhane Askeri Tıp Akademisindeki başka bir göreve ya da Gülhane Askeri Tıp Akademisi dışındaki karargah ve kurumlara” atanabileceği ya da buralarda görevlendirilebileceği belirtilmiştir. Bu kuraldaki düzenleme, bir öğretim elemanının disiplin gereği olarak bir başka yerde ya da görevde denenmesini ya da çalıştırılmasını öngörmesi nedeniyle ceza niteliğinde değildir. 606 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 5. maddesinde, “bu Kanun ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu hükümleri gereğince, atanması için gerekli şartları kaybettiği tespit edilen veya görevleriyle ilgili olarak işlediği suçlardan dolayı hakkında verilen mahkumiyet kararı kesinleşen Genel Müdürün görevi sona erer” düzenlemesi bulunmaktadır. Bu kural, atanma koşullarını ya da niteliğini yitiren ya da mahkumiyeti kesinleşen Genel Müdür ile ilgili olarak yapılacak işlemi göstermektedir. 607 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin; -2. maddesiyle ikinci fıkrası değiştirilen 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasası’nın 33. maddesinin birinci fıkrasında, muvazzaf subayların terfilerinin her yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı günü yapılacağı belirtildikten sonra, ikinci fıkrasında, “açığa alınmaları, tutuklanmaları nedeniyle terfi edemeyen ve rütbe kıdemliliği onanmayanlardan, haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin men’ine, kamu davasının düşmesine yahut ortadan kaldırılmasına, beraatine, kısa hapis cezasına veya verilen cezanın teciline karar verilenler hakkında, emsalleri terfi etmiş veya rütbe kıdemliliği onanmış olmak şartıyla” birinci fıkra hükmünün uygulanmayacağı belirtilerek, bu durumda olanların 30 Ağustos gününü beklemeden terfilerinin yaptırılmasına olanak sağlanmaktadır. -13. maddesinde, “Türk Silahlı Kuvvetlerinden her ne şekilde olursa olsun mecburi hizmet yükümlülüğünü tamamlamadan ayrılan veya ilişiği kesilen subay ve astsubaylar”ın, kendilerine yapılan giderleri tazminat olarak geri ödeyeceklerine ilişkin düzenleme bulunmaktadır.
       Yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, 604, 606 ve 607 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerin ilgili hükümlerinde disiplin suç ve cezaları düzenlenmediği gibi, bu hükümlerin disiplin suç ve cezaları ile doğrudan ilgisi de bulunmamaktadır. 08 Ağustos 2000 günlü yazıda yer verilen ve yukarıda açıklanan gerekçelerle Kanun Hükmünde Kararname taslağı imzalanmadan ekte geri gönderilmiştir.”
       
       
       
       
    TOP5 Ergenekon’da 16 kişi daha gözaltında  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları