Home page
Haber Menüsü


“Kriz, son 20 yılın patlama noktası”  
  Mirgün Cabas, NTV’de Haber Artı programında 1. yılını dolduran krizin ekonomik ve toplumsal sonuçlarını Galatasaray Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet İnsel’le konuştu.

İstanbul
NTV
 
   19 Şubat—  Prof. Dr. İnsel krizi, “Türkiye toplumunun son 20 yıllık gelişmesinin, rejiminin, siyasi yapısının, tüketim kültürünün sorgulandığı, büyük ölçüde sürdürülemez olduğunun ortaya çıktığı bir patlama noktası” olarak değerlendirdi. 

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Mirgün Cabas: Şuradan başlayalım; ekonomik kriz, MGK’daki krizle birlikte patlak verdi. Acaba krizin gerçek nedeni Anayasa’nın havada uçması mı? Yoksa Anayasa kitapçığı havada uçmasa da bu kriz çıkacak mıydı?
       Ahmet İnsel: Elbette böyle küçük, çok münferit bir olaydan bu kadar büyük bir krizin çıkması mümkün değil. Zaten bildiğiniz gibi, 2001 Kasım ayında kriz benzeri bir gerginlik yaşandı ve bir kaç bankanın etrafında oluşan bu gerginlik bir şekilde bastırılmıştı. Türkiye ekonomisinin son 10 yıldaki salınımlarına, kriz devrelerine bakıldığında hızlı büyümeyle hızlı çöküşün giderek daha yakınlaştığını görüyoruz. Dolayısıyla 2001 yılının başında başlayan bu kriz, aslında bir kaç aydan beri giderek gerginleşen ortamın ürünüydü. Bunun özellikle de Türkiye’deki son 5-6 yıldan beri devam eden büyüme modeliyle de yakından ilgisi var. Mali sermaye birikimine dayanan bir büyüme modeli egemendi. Burada bankalar çok önemli rol oynadılar. Bu bankalar bir şekilde dünyadaki sermaye hareketleriyle Türkiye’deki sermaye birikimi arasında bir bağlantı kablosu işlevi gördüler. Fakat o bağlantı kablolarından kaldıramayacak kadar enerji geçirmeye başlayınca tıkanma oldu. Bunun önlemleri alınabilirdi. Biraz daha geciktirilebilirdi. Daha yumuşak bir kriz olurdu. Yani ne olurdu? 2002 yılında biz gene bir daralma yaşardık. Ama bu boyutta, yüzde eksi 8’e, 9’a varan bir boyutta daralma yaşamazdık. 1999’da yaşadığımız türden bir daramla olurdu bu. Fakat artık bunu sürdürebilme imkanı da herhalde kalmamıştı. Bir de, tabii krizlerin toplumsal aktörlerin, insanların o topluma, o ekonomiye besledikleri güvenle de ilgisi var. Türkiye toplumu bu son krizle beraber siyasi kurumlara olduğu kadar iktisadi kurumlara da kesinlikle güven duyamayacağını ifade etti ve bunu da bir şekilde gösterdi -belki MGK’daki kriz bir şekilde simge haline geldi-. Yani artık her şey çöktü ve işte devletin tepesinde de artık tepişiyorlar duygusu, diyebiliriz.
       
       Mirgün Cabas: Krizin gündelik hayata yansıyan görüntüleri size ne ifade ediyor?
       Ahmet İnsel:
Bunlar krizin çok somut ifadeleri. Kriz dediğimiz olgu, sadece bankaların batması değil. Yani bir kaç banka batsa, bir kaç işletme kapansa buna hemen kriz demek mümkün olmazdı. Kriz dediğimiz olgu toplumsal, siyasal ve iktisadi boyutları bütün oluşturan bir olgu. Ve gerçekten de içinde bulunduğumuz, bu bir senesini doldurduğumuz, belki aslında bir seneyi aşkın süreden beri devam eden bu kriz, Türkiye toplumunun son 20 yıllık gelişmesinin, son 20 yıllık rejim yapısının, siyasi yapısının, son 20 yıllık kültürel anlamda tüketim yapılarının sorgulandığı, büyük ölçüde yıprandığı, bütünüyle ortadan kalkmadığı, büyük ölçüde yıprandığı, sürdürülemez olduğunun ortaya çıktığı bir patlama noktası, her şeyin ortaya çıktığı bir dönem oldu. Yani geçen Şubat ve ondan sonra içinde yaşadığımız dönemden söz ediyorum. Türkiye toplumu gerçekten de günlük yaşamında, son 20 yıldaki iktisadi krizlerde göremediği kadar, bilmediği kadar büyük bir şok yaşadı. Krize alışkın bir toplumuz aslında biz. Çünkü bir şekilde biz sürekli kriz ortamında yaşıyoruz. Krize bağışıklığımız olduğu bile söylenebilir. Her olay bir kriz, her kriz bir olay. Dolayısıyla bu bağışıklığımıza rağmen, bu boyutlarda bir daralma yaşamamız, krizin boyutlarının 1994 krizi veyahut 1980 ortalarında yaşanan daralma gibi bir daralma olmadığını; hatta şunu da söyleyebilirim, bir biçimde 1980 öncesi son Ecevit hükümetinin iktidardan düşmesine mal olan petrol krizi, dış ticaret krizi, hiç bir şey bulamama kriziden daha vahim bir kriz yaşadık. Çünkü düştüğümüz yer daha yüksekti.
       
       Mirgün Cabas: Bu dönemde hiç olmadığı kadar beyaz yakalı da işsiz kaldı. Özellikle yönetici kesiminden çok fazla işsiz çıktı ortaya. Öteki taraftan medya da bundan son derece olumsuz etkilendi. Her kademeden çok sayıda kişi işsiz kaldı. Acaba krizin topluma yansıtılış, yansıyış biçimi, ele alınma biçimi de bundan etkilendi mi?
       Ahmet İnsel:
Kısmen etkilenmiştir. Yalnız şu bir gerçek: Bu sefer kriz, -böyle bir benzetmeye izin verirseniz- çemberin içindekileri de vurdu. Bugüne kadar 94 ve 80 krizlerinde çemberin dışındakiler sürekli kriz ortamlarında işlerini kaybederler, 6 ay sürer, 1 yıl sürer ve arkasından iş bulurlardı. Medyada da genellikle ikinci seviyede haber olarak, iş dünyası haberlerinin de altında bir haber olarak, şurada işsizlik arttı, burda işsizlik arttı, yoksulluk oranı şu kadar arttı, bir ailenin geçimi için şu kadar para lazım gibi haberler için de geçerli. Bu devam ediyor. Çemberin dışında kalanlar bu krizden büyük bir darbe yediler. Yani biz beyaz yakalılar, banka sektörü, kısmi olarak bilgisayar sektörü, iletişim sektörü ve elbette medya da beklenmedik, bu kesimler için alışılmadık bir darbe oldu. Ama onun dışında, örneğin tekstilde hakikaten çok büyük bir işsizlik yaşandı. Belki oran olarak daha büyük bir işsizlik yaşandı. Fakat tekstilde olduğu gibi inşaat sektöründe bir tür düzensiz işin olduğu, düzensizliğin hakim olduğu alanlarda, zaten maalesef alışılmış bir yaşam türü olduğu için kriz, çok fazla sözü edilmedi. Bu sefer esas olarak beyaz yakalılara vurdu. Ama bu krizin lafının daha fazla edilmesinin medyayı vurmasından dolayı olduğunu zannetmiyorum.
  TÜRKİYE KRİZDEN ÇIKTI MI?
Konuklar: Doç. Dr. Güngör Keşçi ve Uğur Civelek
Konuklar: Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu ve Hüsamettin Kavi
Çünkü medyayı vuranlar, vurulanlar, orada vurulanlar medya dışında kaldılar. Medyanın içinde kalanlar krizden daha az etkilendiler büyük ihtimalle, öyledir zaten. Fakat boyutu çok büyük. Yani bu, 20-25 yıldan beri bildiğimiz krizlerden çok daha büyük boyutta bir kriz, çok daha kapsamlı. Bunun tarım sektörüne yansımaları var, taşımacılık sektörüne yansımaları var. Hiç beklemediğimiz alanlara, plastik sanayiine yansımaları var. Elbette bu kriz önemli ölçüde tüketim alışkanlıklarının değişmesini getiriyor. Bu kalıcı bir değişiklik olur mu bilmiyorum. Fakat önümüzdeki kısa vadede -ki kısa vade bizim için bir iki gün değildir, en aşağı 6 aydır- bunların da çok hızla değişeceklerini söylemek yalan olur.
       
       Mirgün Cabas: Peki çeşitli sektörlerden bahsettik. Çöktüğünden, zarar gördüğünden bahsettik ama bir yandan da coğrafi olarak etkilenen ilçeler, bölgeler var. Bunlardan biri, örneğin Mudurnu. Zira orda özellikle yoğunlaşmış bir sektör vardı ve Mudurnu krizle geçen bir yılın adeta simge ilçelerinden... Şimdi Mudurnu için iyimser bir hava çıktı ortaya. Zira Amerikalı yatırımcıların tesisi satın aldıkları ve yeniden üretime geçirecekleri söyleniyor, bu bekleniyor. Aynı hava aslında Türkiye’de de hakim. Türkiye’nin krizden çıktığına dair bir hava var. Siz bunu gerçekçi buluyor musunuz?
       
Ahmet İnsel:
Bakın, bir ülkenin krizden çıkması illa bir-iki fabrikanın iyiye doğru gitmesi anlamına gelmez. O yolla krizden çıkmanın göstergelerini elde edemeyiz. Yalnız içinde bulunduğumuz kriz, gerçekten çok derin ve hızlandırılmış biçimde yaşandığı için tahmin ediyorum artık önümüzdeki dönemde bundan daha kötü şoklar çok fazla yaşamayacağız. Önümüzdeki dönemde daha çok stabilizasyon dediğimiz, yani bu krizin yarattığı yeni seviyede yavaş yavaş yeni oluşumlar yaşadığımız, fakat bunun da böyle bir iki ay değil, birkaç yıl süreceği bir yeniden yapılanma dönemi geçireceğiz en iyi ihtimalle. Yani bir aksilik olmazsa, gene siyasi bir kaza olmazsa, gene Avrupa’yla olan ilişkilerimizde yeni gerginlik noktaları olmazsa, çevre ülkelerde olan ilişkilerde yeni gerginlik noktaları olmazsa, Türkiye toplumunun kendi geleceğine olan iktisadi, sosyal ve siyasi güveni yeniden tesis edilirse o zaman önümüzdeki birkaç yıl zarfında bu geldiğimiz alt denge noktasından -gerçi bu işler dipsiz çukurdur, dipsiz kuyudur. Yani bunun dibine vardık yukarı çıkacağız diye söylemek yanlış olur, daha da dibi vardır, Arjantin örneğinde olduğu gibi. Çok daha kötüye de düşebilir bir toplum- biraz istikrar noktasına gelmiş gibiyiz. Fakat bu durum fazlasıyla pamuk ipliğine bağlı. Çok hassas, çok nazik bir denge. Dolayısıyla her türlü kırılganlığa açık bir denge. Fakat önümüzdeki dönemde yavaş yavaş çok dar alanlarda, işte örneğin Mudurnu örneğinde olduğu gibi belki bir fabrikanın bir yabancı firma tarafından satın alınması veyahut bir iç konsorsiyum tarafından satın alınması sayesinde yavaş yavaş 6 ay veya 1 yıl sonra etkisini gösterecek. Ama şimdi geleceğe yönelik, biraz umut verecek girişimler, bölgesel olarak başlayacaktır diye tahmin ediyorum. En azından öyle bir girişim var. Mudurnu büyük işletme hataları yaptığı için çökmedi. Esas olarak arkasında, böyle bir çalkantılı durumda destekleyecek, ona arka çıkacak bir mali banka yapısı olmadığı için çöktü. Bankaların bütün çabası hazine tahviline yatırım yapmak olduğu için, sanayide yaşanan zor durumlarda, böylesi istisnai durumlarda destek verici işlevleri olamadı...
       
       Mirgün Cabas: Şunu söyleyebiliriz o zaman, bu krize girmemizde olduğu kadar çıkmamızda da bankalar önemli rol oynayacak ve önemli işler yapacak.. Özellikle Arjantin’deki kriz patladıktan ve halk sokaklara döküldükten sonra, bir sosyal patlamaya dönüştükten sonra, Türkiye’de bir patlama olup olmayacağı, niye olmadığı çok konuşulur oldu. Türkiye’de sokaklara yansıyan bir patlama olmasa bile başka türlü bir patlamadan söz etmek mümkün mü acaba?
       Ahmet İnsel:
Elbette. Zaten toplumlar kendi kültürel kodları, kendi kültürel tarihî referansları çerçevesinde tepki gösterirler. Arjantin’deki süreç, 1940’lardan beri adım adım devam eden bir çöküş süreci ve orası çok daha başka toplumsal hareketlilik referanslarına sahip bir ülke. Avrupa’nın bir şekilde Latin Amerika’ya uzanmış hali olarak kendini görüyor. Türkiye’de ise Arjantin krizinden önce, hatırlarsınız sosyal patlama tehlikesinden bahsedilmeye başlandı, tırnak içinde bir tehlike gibi algılanmaya başlandı. Türkiye toplumunun önemli bir bölümünün yaşadığı bunalım, aslında yaşanan patlamanın dışa doğru değil, -intihar vakalarında olduğu gibi- insanların kendilerine kötülük ederek, veyahut insanların büzülerek, dışa kapanarak, dünyalarını daraltarak, yaşamdan zevk alma unsurlarını kaybederek yaşadıkları bir patlamadan söz etmek mümkün. Türkiye’deki sosyal patlamanın tezahürleri, intihar vakalarının artmasıdır, toplumsal gerginliklerin artmasıdır, hastalıkların artmasıdır, insanların kendilerini yetiştirme, geleceğe yönelik projelerini gerçekleştirme arzularını yitirmeleridir. Bir şekilde gelecek hayatla olan olumlu ilişkilerini, olumlu beklentilerini yitirmeleridir.
       
       Mirgün Cabas: Yani vitrinleri yağmalamaları, sokaklara dökülmeleri değil.
       Ahmet İnsel:
Tabii o başka bir şey. Ama şunu da belirtmek lazım, bu çeşitli tepki verme biçimleri, yani sokağa dökülüp vitrinleri kırmak, dökmek veyahut yürüyüşler yapmak.. Bunlar bize -medyadan bakıldığında- daha gösterişli, daha albenisi olan eylemler gibi geliyor. Diğer eylemler ise daha derin bir kederin ifadesi belki... Daha büyük bir kadercilik de var belki işin içinde. İnsanların kendilerini cezalandırmaları gibi... Arjantinli kendisini cezalandırmıyor, hükümeti, bunun sorumlularını cezalandırmaya çılışıyor. Halbuki burada insanlar bir şekilde kendisini de suçlu olarak görüyor ki kendisini cezalandırıyor, intihar ediyor. İnsanın kendine verebileceği en büyük cezadır intihar. Geleceğe dair bütün olumlu beklentilerini kaybeden bir toplum için bu, elbette bir şekilde patlamadır. Ama kırıp dökmek şeklinde değil, kendini yıkmak, enerjinin içe doğru yönelik boşalmasıdır. Şöyle bir şey diyebiliriz. Bu iki türlü tepki, geleceğe yönelik oluşumları da değişik kılar. Arjantin türü bir patlama, belki sosyal riskleri ve siyasal riskleri daha yüksektir ama aynı zamanda böyle bir patlamanın toplumsal olarak yeni dönüşümlere bir şekilde bir alan hazırlama olanağı vardır. Yani radikal reformlar yapılabilir.
       
       Mirgün Cabas: Para kazanamıyor olmak insanları hem intihar noktasına da getirebiliyor, diğer yollarla para kazanmaya da götürebiliyor. Türkiye’de zaten kronik bir işsizlik vardı. Bu krizle birlikte bunun arttığını söylemek yanlış olmayacak, veriler de bu yönde zaten. Bugün Türkiye krizden çıksa acaba işsizlik oranı azalmaya başlar mı?
       Ahmet İnsel:
Büyük ihtimalle kısmi olarak azalmalar görülür. Ama Türkiye’de sizin de belirttiğiniz gibi önemli bir yapısal işsizlik var; bir tür çekirdek işsizlik... Hani nasıl çekirdek enflasyondan bahsediyoruz, onun gibi çekirdek işsizlik diyebileceğimiz bir yapısal işsizlik unsuru zaten var. Ve bu çekirdek işsizliğin önümüzdeki dönemde çok büyük bir iktisadi büyüme patlaması yaşamazsak artması bekleniyor. Çünkü tarımdaki nüfusun önümüzdeki 20 yıl zarfında kentlere gelmesi, dolayısıyla tarımdaki vasıfsız işçi nüfusunun da işsiz hale gelmesi söz konusu. Unutmayın, bizim DİE verilerinde işsizlik çok düşük gözüküyor. Göreli olarak yüzde 6.5, yüzde 7-7.5.. Çünkü tarımda ücretli emek olmadığı için işsiz de yok! Aile ekonomisi çalışıyor. Aile ekonomisindeki insanlar şehre gelip de iş aramaya başladığı zaman işsiz olacaklar. Yani şu anda iş sahibi gibi görünen insanlar işsiz hale gelecekler ve bu akım önümüzdeki 10-15 sene zarfında zaten işsizlik baskısını yüksek tutacak bir akım. Buna ilaveten bir de krizin getirdiği işini kaybeden insanlar, -iş bulamayanlar değil- işini kaybeden insanlar geldiler. Önümüzdeki dönemde yüksek işsizlik oranıyla yaşamaya alışacağız gibi geliyor. Alışmamamız lazım, isyan etmemiz lazım buna, ama sonuç olarak böyle bir tablo çıkacak.
       
       Mirgün Cabas: Bir yandan da kriz koşullarında, toplumda yeni bir denge oluştuğu anlaşılıyor. Özellikle tüketim konusunda, diğer alışkanlıklar konusunda... Acaba bunu nasıl yorumlamak gerekiyor?
       Ahmet İnsel:
Belki Türkiye ekonomisinin gerçek gelişme seviyesine uygun bir tüketim seviyesine yavaş yavaş alışıyoruz. Bunun yanında benim hatırlatmak isteyeceğim şey, sadece bu değil; içinde bulunduğumuz kriz, Türkiye toplumunun tarihî olarak çok alışkın olmadığı bir başka tür yoksulluğu gündeme getiriyor. Yani açlık. Ertesi gün yemek yiyememe riskinin olduğu, toplumun içinde artık anlamlı bir kesim var. Bunlar şehirlerin etrafındalar.. Köylü değil bu nüfus, daha çok şehirli, kent yoksulu dediğimiz ve hakikaten çaresiz insanlardan oluşan bir kesim var ve bu, yakın zamana kadar mahalle dayanışmasıyla, aile dayanışmasıyla ayakta duran bir kesimdi. Bu son 10 yıl zarfında Türkiye toplumu bu tür dayanışma mekanizmalarını bir ölçüde kaybetti. Ve yerine yeni dayanışma biçimleri, devlet tarafından sosyal dayanışma mekanizmaları da kuramadığı için hiçbir emniyet ağı olmayan bu kesim, şimdi gerçekten ertesi gün ne yiyeceğini bilmeden, günü birlik yaşamaya ve bazen aç yatmaya mahkum durumda. Bu Türkiye toplumunda bugüne kadar bilmediğimiz bir açlık olgusudur.
       
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları