Güncelleme: 18:29 TS 2 Nis., 2002
|
|
|
Türkiye krizden çıktı mı?
|
|
|
|
Uğur Civelek: ........Kendi içinde yeterli önlem alınmadığı zaman büyüme potansiyeli olağan bir kriz. Yani bir benzetme yapmak gerekirse belki 1929 büyük buhranının başlangıcındaki krizi anımsamakta yarar var, Amerikadaki kriz. O dönemde ne üretirse sınırsız satılabileceği düşünülüyordu, fabrikalar tam kapasite çalışılıyordu. Ama bir noktaya gelindi ki stoklar büyümeye başladı, herkes ihtiyacı olan malı almış, yenilemeyi belki düşünmüyor. Stoklar çok artınca mecburen daha fazla üretmeyelim dediler. Çünkü o üretimin de maliyeti var, banka kredileri de çok büyümüş. Mecburen stokları eritebilmek için eleman çıkarmaya başladılar. İşsizlik sürekli arttı. İşsiz kalanlar da tabi tüketemez oldu. Stokların erimesi de problem oldu. Nakit akışları bozan firmalar borçları da ödeyemediler. Amerikadaki işsizlik yüzde 25i vurdu, 4 bin banka battı ve bu krize teşhis konamadı 10 yıl kadar. Ha Keynezyen anlayış ondan sonra devreye girdi, o güne kadar Keynes diye biri de yoktu. Mali politikaların kullanılması daha sonra devreye girdi ve bunu ilk kullanan da Hitlerin Almanyası. Arkasından 1944te kurulan yeni dünya düzenine Keynesin damgası bir şekilde vuruldu. Yani bizim şu anki krizimiz talep yetersizliği. İç talep yetersizliği var, dünyada da benzer bir sürü global bir talep yetersizliği var. İki; bizim rekabet gücünde sorunlarımız var ve enflasyon düşürme yöntemimiz bu rekabetteki olumsuzluğu ağırlaştırıyor. Bu açmazdan nasıl çıkacağımız konusunda bu programın kendi bünyesinde şimdilik görünmüyor. Çünkü işsizlik bu program enflasyon düşünceye kadar artacak gibi görünüyor.
Sedat Küçüka: Yani biz teşhisi koyduk ama tedavimizde birtakım sorunlarımız mı var diyorsunuz?
Uğur Civelek: Bizim teşhisimiz çok isabetli değil şu anda. İki yıl önce teşhis belki ona uygun bir reçete var ama Türkiye iki yıl önceki Türkiye değil artık. Teşhis daha farklılaştı. Ekonometrenin bunu yeteri kadar dikkate alıp almadığı tartışma konusu.
Sedat Küçüka: Yani şimdi anladığım kadarıyla iki yıl önce bir kriz yaşadık, o krizde teşhisi koyduk. Ama bu kriz bir şekil mi değiştirdi diyorsunuz, başka bir aşamaya mı geçildi, ağırlaştı mı, ne oldu?
Uğur Civelek: Şöyle söyleyeyim, bir 3-4 yıl önce Türkiyedeki gelir dağılımı bugünkü kadar bozuk değildi, işsiz sayısı bu kadar yüksek değildi. Kalan borç yükü de bu kadar ağır değildi. Ne mali sektör, ne reel kesimin sıkıntıları bu boyutta değildi. Şu anda laf yerindeyse tüm kurumlar ve bireyler fakruzaruret içinde. Birilerinin faturaya ortak olması gerekiyor. Ama kimsenin fedakarlık yapabilecekpek gücü yok, sabrı da kalmamış durumda. Bir kısır döngüye girildi. Yani burda devlet bir bütçe hazırlamış. Diyor ki faiz dışı fazla milli gelirin yüzde 6.5i alacak. Bunu yaparken de diyor yüzde 3 büyüyeceğim, enflasyonu da 35e gerileteceğim. Şimdi bakıyorsunuz bütçe harcamalarının disiplini son derece önemli. Bunun en önemli kısmı faiz harcamaları, faizler mutlaka nominal faizler düşmeli. Diğer harcamaların da önemli bir kısmı enflasyona endeksli, o zaman enflasyon da düşmeli. Harcama disiplini açısından enflasyon düşmesi acil bir ihtiyaç. Öbür taraftan bütçenin gelir tarafına bakıyorsunuz, 71 katrilyon bir gelir öngörülmüş, bunun 58 katrilyonu vergi geliri ve bunu da yarıdan fazlası ücretlilerden direk veya dolaylı alınan vergiler. Belli bir büyüme de zorunlu. Türkiye bu sene hem enflasyonu düşürmek hem de büyümek zorunda. Bu bir kere çelişiyor.
Sedat Küçüka: Hem büyümemiz lazım, hem enflasyonu düşürmemiz lazım ama bu ikisi birbiriyle çelişiyor dediniz. Peki ne yapacağız?
Uğur Civelek: Bakın bir 2-3 yıl önce olsaydı kamunun borç yükü o kadar ağır değildi. Türkiye 1-2 yıl büyümeden sorunlarını çözüp, enflasyonu çözüp sonra büyümeyi yakalamaya çalışabilirdi. Ama şu anda borçların milli gelire oranı yüzde 100ü aşmış durumda. Türkiyenin büyüyememeye de tahammülü yok. Şu anda hem büyümede bir büyümeyi yakalamak, hem de enflasyonu düşürmek nasıl başarılacak, bunun yanıtı programın içinde yok.
Sedat Küçüka: Peki şöyle bir şey sormak istiyorum sizler; bu kriz gerçekten Anayasanın bir masanın bir ucundan kalkıp öbür masanın ucuna fırlatılmasıyla veya gitmesiyle mi başladı? Veya böyle bir olay olmasaydı bile biz bu krizle karşılaşacak mıydık? Bu krizin kökleri nereye kadar gidiyor?
Uğur Civelek: Bu krizin kökleri 1988e kadar gidiyor. Daha da geriye alabilirsiniz ama yapısal sorunların tekrar oluşması 88le başlıyor. Yani 1988de belki hatırlayanlar olabilir, 87 sonunda bir kriz yaşadı Türkiye. Dolar 750 liradan bin 400 liraya kadar 4 ayda yükseldi. Yapısal sorunlar oluşmuştu. O süreçte 4 Şubat 1988 kararları alındı, ekonomiyi soğutmaya çalıştılar talebi kontrol etmek için. Bir siyasi irade gerekiyordu. Çünkü askerle tedavi olacak bir hastalık değildi, yapısal önlemler gerekiyordu. Ve o gün bugündür biz hep güçlü siyasi irade aradık. Hep seçimleri erken yaptık, 89 erken seçim, 91 erken seçim, 95 erken seçim...
Sedat Küçüka: Erken seçimlerde isterseniz Sayın Civelek bir duralım, çünkü hattımızda bir dinleyicimiz var, onu alalım ondan sonra devam edelim...
Bülent Akdeniz: Ben şunu sormak istiyorum, yani 34 yaşındayım, geldiğimizden beri bir enflasyon enflasyon diye tutturuldu. Fakat henüz bir türlü çözüm yok. Rantiye, sermaye para kazanıyor. İşte bugün yine NTVde dinlediğimiz kadarıyla Sabancı işte krizi atlatmış, şu işte krizi atlatmış. Ama bütün çıkan şey dar gelirlinin sırtından çıkıyor, çalışan kısımdan çıkıyor. 163 milyon asgari ücret alıyorum, 4 kişiyiz aile olarak. Ben bunu nasıl geçindireceğim.? Gidiyorum markete biber alacağım, 3 milyon kilosu, enflasyon düşüyor diyorlar.
Sedat Küçüka: Peki sizce kriz ne durumda Sayın Akdeniz..?
Bülent Akdeniz: Vallahi bence kriz filan yok, bunu kriz deyip kendileri yönetiyorlar, kendileri yaratıyor, sermaye yaratıyor.. Yani burda insanları kandırmak, başka bir şey değil..
Sedat Küçüka: Peki teşekkür ediyoruz efendim.. Evet, ne diyorsunuz Sayın Civelek..
Uğur Civelek: Bülent Bey son derece haklı. Yaşam koşulları hiç iyiye gitmedi son 10 yıl 20 yıl ortalamasına bakarsak. 34 yaşında, 163 milyonla 4 kişilik bir aile geçindirmeye çalışacak. Onun durumunda Türkiyede milyonlar var, hatta onun durumundan daha kötü olanlar da var. Bu kişi ne yapacak? Buna kim yanıt verecek? Şu anda ben şöyle söyleyeyim, bu program çerçevesinde durumu daha iyiye gitmeyecek. Nereye kadar dayanabileceğini kendisi de bilmiyor. Program da onlara herhangi bir şey söylemiyor. Çünkü enflasyona öncelik veriliyor. Büyüme ikinci plana alınmış durumda. Durumların kısa vadede daha iyiye gideceğini söylemek mümkün değil malesef.
Sedat Küçüka: Hocam müsade ederseniz tekrar telefonlarımız bir bakalım...
Haluk: Madem 1988den beri geliyor bunun kökleri, Avrupada veya dünnyada birçok ülkede kamuoyu yaratarak birtakım şeylerin çözümleri yapılabiliyor. Neden sizler bunu denemediniz de bizi bu konuda ön ayak olmadınız? Bu konu hakkında ben biraz bilgi almak istiyorum. Sonuçta toplumsal birtakım şeylere bilinçli olmamız gerekiyor. Bizi bu konuda aydınlatabilir misiniz?
Dinleyici: Sorum şu, nerden buldun yasası niye piyasadan kaldırıldı? İkincisi; kamu neden bir düzene sokulamıyor? Üçüncüsü; verilen ihaleler neden sonuçlandırılmıyor? Dördüncüsü; diyorlar ki herkes kriz var diyor şu durumda. Ben krizin olduğuna şu yönden inanmıyorum, peki kriz olsaydı bizim borsamız İMKB neden bir asansör gibi 400 puan birden yükselip 400 puan birden düşüyor..?
Cemil Tanrıverdi: Şimdi diyorlar ki kriz bitti... Gittikçe daha da derinleşiyor. Ben mesela iki senede ayakta durabildim ama şimdi üçüncü dördüncü ayda kapatacığım yani, kriz bitmemiştir daha da derinleşiyor.
Serhat Tunç: Ben özürlülerle ilgili konuşmak istiyorum aslında, ben kendim de özürlüyüm. Yani bu özürlülerle ilgili hiç kimse çözüm getirmiyor. Türkiyenin durumu vahim. Yani özürlü olmayanlar ayakta kalamıyor. Özürlüler nasıl yaşasın? Bunlarla ilgili konuşmak istiyordum ben..
Şemsettin Yılmaz: Efendim şimdi ticaret katma değerin yüksek olması dolayısıyla kilitlendi. Şu an ticaretin kilidini açmak gerekiyor katma değeri düşürmek şartıyla.
Kadir Gökmen: Ben ekonomistimize ilk önce iyi akşamlar demek istiyorum. Sorum şu; şimdi ben 32 yaşındayım ve doğdum doğalı Türkiye bir bunalımda, bir Avrupa gibi değiliz. Ve benim çocuğum var şimdi 5-6 yaşlarında. Ve o da aynı bu şekilde doğdu. Yani biz bu ülkede niye bir Avrupa gibi ferah içinde olmayalım. Pekala bunun suçlusu kim? Bunun cezasını kim çekecek? Bu ülkeye gelen insanlar, yeni doğan nesil hep böyle krizler, hep böyle sıkıntılar içinde. Pekala bunun bir suçlusu yok mu? Bir yargısı yok mu? Herkes topu birbirine atıyor. Zaten bunun cezasını çeken, suçlusu kim? Halk. Halk zaten çöküyor krizlerle. Bunun cezasını ekonomist atıyor üstünden, ekonomist atıyor üstünden, bunun suçlusu kim, ben onu öğrenmek istiyorum.
Namık Asak: Ben sigorta şeyim dolmuş, emekli olacağım. Fakat bu yeni çıkanyasadan dolayı ben bu konuda bilgi almak istiyorum, nerden bilgi alabilirim..?
Ömer Sezen: Uğur Civelek Beye bu yayını gerçekleştirdiği için çok teşekkür ediyorum. Onu yakınen de takip ediyorum, düşüncelerine de değer veriyorum. Ben şunu merak ediyorum; Türkiyede belli bir sermaye, tabi büyük bir bölümü üst grubun elinde, halkımızın belli bir bölümünde de bankalardaki mevduatlardan, dolar hesaplarından belli bir rakamda yatırım var ve tasarruf var. Peki bu kadar sıkıntı içerisinde, tabiki asgari ücretli çalışanlar paralarını harcayamıyorlar, ama hiç olmazsa bu kadar mevzuatla, bu kadar dolarla, bu kadar markla tasarruflarını belli bir yerde tutan zihinlerimiz şu dönemde biraz para harcamaya gayret etseler bu kapalı olan tesislerimiz acaba üretime geçip bu sıkıntıları atlatabilir miyiz? Uğur Beyden bunu rica ediyorum..
Hüseyin Turgut: Beyefendi, Türkiyenin krizden çıkmasının sebebi, ben ilkokul mezunuyum, Avrupadaki sistemleri internetten, bağımsız kaynaklardan araştırdım, bunların, bu ülkelerin gelişmesinin sebebi şu oldu; bağımsız yargı, şeffaflık, adil vergi sistemi. Türkiyede bu olduğu müddetçe kriz falan kalmaz, enflasyon da sıfıra iner. Buna inanıyorum ben. Denetimin denetimi.. Hani birileri karşı ya..
Oğuzhan Kale: Efendim şimdi Türkiyede krizin bitmediğini bütün kesimler biliyor ve kabul ediyor. Geçen hafta Sayın Devrişin yapmış olduğu bir açıklama var Türkiyede krizin sona erdiğine dair. Bu açıklamayı neye istinaden yapmış olabilir, çok merak ediyorum, öğrenebilir miyim?
Ferhat İsim: Ben krizin bu bitti bitiyor olayının kısa vadede belki geçici bazı rahatlıklar veya daha zorluklar olabileceğini düşünüyorum. Fakat genelde Türkiyedeki krizin siyasetle ekonominin birbirine karışmış olmasından, alınan ekonomik önlemlerin en azından bir seçim dönemi ve ardından da yeni bir siyasi iktidarın aynı kararlılıkla bunları götürmesi olarak görüyorum, gerçek bir rahatlamının ancak böyle bir dönemden sonra söz konusu olabileceğini düşünüyorum.
Sedat Küçüka: Sayın Civelek bir sürü yanıtlar birikti, yorumlar birikti. Ustalığınıza güvenerek sözü size bırakıyorum efendim..
Uğur Civelek: Haluk Bey aradı, 1988den beri madem devam ediyor, niye kimse bizi uyarmadı diye sordu.. Aslında uyarıldı. 88de 4 Şubat kararları alındı, arkasından 89 niye erken seçim.. Özal işte Cumhurbaşkanlığı köşküne çıktı, başka biri yine 91de erken seçimi yaptık, bu sefer ANAP gitti halka yakın iki popülist partinin koalisyonu gördük, iki anahtar vaadettiler. Sorunların çözümü bir başka bahara kaldı. Faizleir düşürerek yapay bir çözüm üretmeye çalıştı başka bir başbakan. Arkasından 94 kriziyle tanıştık. Ondan soraki dönem yarı bir felaket. Banka krizini yaşayınca mevduata sınırsız güvence verdik, işler iyice kontrolden çıkmaya başladı. Bu sefer dünya konjonktürü de bozuldu. Siyasi istikrarsızlık bir yandan dünya konjonktürü diğer yandan Asya krizi, Rusya krizi, Brezilya krizi, derken bizim ameliyatlık programlar başladı 2000de. Orda da ciddi yanlışlar yaptık, bugüne geldik. Burda da uyarılar 89dan beri yapılıyor ama bu yapanlar genelde felaket tellalı olarak dışlandılar. Seslerini halk pek duyamadı. Tamer Bey aradı, nerden buldun yasası neden kaldırıldı diye.. Nerden buldun ya da diğer adıyla mali milad 1998 yılı eylülünde uygulamaya girdi. Tam Rusya krizinin akabine rastladığı için ve bir bütünlü içinde uygulamaya konmadığı için yan tesiri ön plana çıktı. 2003 başından itibaren tekrar devrede olacak. İhaleler neden sonuçlanmıyor? Devlet ayağını yorganına uzatmazsa, bütçede imkanı olmadan ihaleler açarsa, bu ihalelerin sonuçlanması, ödeneklerin vaktinde ödenmesi mümkün olmaz. Bizim borsamız ekonominin temellerine göre değil, bir kumarhane, bir kendine müstakil hareketler geliştiriyor, burda piyasada derinlik yok. Ve oyunda şeyleri etkileyebilen büyük oyuncular var. Onun için oranın şu an daha farklı bir modda çalışmasını beklemek biraz zor. Biz hep iyimserlikle son yıllarda piyasa yapmaya çalıştık. Finansal piyasalar bizde vesile oldu dükkanın içine pek özen göstermedik. Vitrini iyi tutmaya çalıştık. Borsada vitrinin bir parçası, döviz piyasası da, faiz piyasası da öyle, onun için ordaki görüntü geri plandaki durumu tam aksettirmiyor. Borsada iyimserliği biz daha çok seviyoruz. Çünkü kolay para kazanmak öyle mümkün. İnsanlar da iyimser olmaya daha eğilimli, çünkü bir şeyler vaadediyor. Borsa bundan fazlasıyla etkileniyor. Cemil Bey İzmirde aradı. İşyerimi kapatacağım dedi, belli ki işleri iyiye gitmiyor, müşteri potansiyeli azalmış ya da nakit akışı iyice bozulmuş. Düzelmişti dedi bir neticeye kadar, ama bu noktaya gelmiş. Böyle çok telefonlar var. Yani hiç istemeyiz böyle olmasını ama malesef süreç bu şekilde gelişiyor ve onun durumunda olan insan sayısı her geçen gün artıyor. Serhat Bey, özürlüler için çözüm dedi. Vallahi devletimiz o kadar zor durumda ki, o kadar har vurup harman savurdu ki şu anda gelir gider dengesini tutturmaya çalışıyor. Sosyal harcamalar yapabilecek imkanı yok denecek kadar az. Bu zor dar boğazı geçmeden de sosyal politikanın gelişmesi kolay değil. Yani kendisi de belirtti, pek çok kesim işsiz kalırken biraz zor olduğunu da kendisi de biliyor. Şemsettin Bey de sosyal devlet dedi, çorap toptancısıymı, ticaret kilitlendi diyor, KDV yüksek. Şemsettin Beyin söylediği şeyi aynısı bu hafta içinde Tunca Bey de söyledi. Yani genelde para politikasına cevap alınamadığı durumlarda maliye politikası kullanılarak iç talep uyarılmaya çalışıldı bir durgunluktan çıkılması için. Durgunluktan çıkılamadığı sürece zaten fiyat istikrarından da bahsetmek mümkün değil. O da KDV düşürülürse diyor, biraz rahatlarız, insanların satın alma gücü düşer, ama şu an ki bu programa göre bütçenin vergi kaybına tahammülü olmadığı için düşürülemiyor. Oranlar çok yüksek kalmaya devam edecek görünüyor. Kadir Gökmen, nakliyeciymiş, bunalımın suçlusunu arıyor. Bunalımın suçlusunu arıyorsak bu 50 yıllık siyasette. Yani 1950den beri Türkiye geriye gidiyor. Türkiyede kuvvetler ayrılığı prensibi çalışmadı. Siyaset her şeyin tepesine oturdu, ekonomiye günlük her türlü müdahaleyi yaptı. Biz köylüyle ücretli pinpon topu gibi gitti geldi. İşte seçim dönemi yakınsa çiftçiye iyi fiyat verildi. Çiftçiye kaynak aktarıldı, enflasyon yükseldikçe ücretliye ona göre zam verildi. Örgütlü kesim kendini savundu. Pinpon topu gibi ücretli tarımsal kesim arasında fiyatlar gitti, kamu açıkları büyüdü, kontrolsüz harcamalar da bu işin tuzu biberi oldu. Bu işin suçlusu kim derseniz son 50 yılda kimler iktidar olduysa ki olmayan siyasi kalmadı, hepsinin bu işten sorumluluğu var. Ama yalnız onlar değil. Sivil toplum da suçlu, dur diyemedi, örgütlenemedi. İş dünyasının da suçu var. Bu dönem çok hoşuna gitti, kolay para kazandı. Herkesin bu işte sorumluluğu var, siyaset başı çekmiş olabilir ama herkes iyi kötü bundan payını aldı. Herkes suçlu. Namık Bey aradı, sigorta günü dolmuş, bunu soruyor. Bu konuda fazla yardımcı olamayacağım. Çünkü özel bir alana giriyor. Adanadan Ömer Sezen bey, Türkiyede tasarrufun genelde normal dağılmadığını, belli bir grubun elinde yüksek düzeyli tasarruf olduğunu ve bunların zenginlerin harcamalarını artırarak krizden çıkılmasına katkıda bulunup bulunamayacağını sordu. Evet, onların bir an için tasarruflarını Türk lirasına dönüştürüp işte gayri menkul şirket aldıklarını, bu parayı sisteme soktuklarını düşünürsek krizin açılmasında katkıda bulunabilirler. Peki niye yapmıyorlar derseniz, onlar şu anda kendileri açısından bunu rasyonel bir davranış olarak görmedikleri için yapmıyorlar.
Sedat Küçüka: Bu arada Kadir Beydi galiba Sosyal Sigortalardan sorunu olan. Sosyal sigortanın internet sayfası; www.ssk.gov.tr den ne olup ne bittiğini öğrenebiliyormuş. Böylece bunu da yanıtlamış olalım.
Uğur Civelek: Ürgüpten Hüseyin Turgut Bey, inşaatçıymış, krizden çıkmanın formülünü şöyle verdi: Bağımsız yargı, adil yargı sistemi ve şeffaflık. Buna katılmamak mümkün değil ama bunun bizde bir sistematiği var. Programların hedefi Türkiyede. İki tane ulusal programımız var. Bir; demokratik standartların geliştirilmesi. Söylediği işte yasama bağımsızlığı, hukukun üstünlüğünün kabulü, ekonominin hukukun güvencesinde sağlam bir yere oturması, siyasetin de ekonomideki günlük müdahaleden uzak, bu kurallara uygun hizmet üretmesi. Diğer bir programımız var, buna uygun bir piyasa yapılanmasına gitmemiz lazım. Herkes rolünü iyice almalı. O da ekonomik programlar ve sistemin yeniden yapılanması, Türkiyedeki programların hedefi belli, ama herkes bu planda kendi payına düşen rol nedir, bunu iyice anlamadan, uzlaşmadan sonuç almamız çok zor.
Sedat Küçüka: Sayın Civelek isterseniz bir hattımıza dönelim, orda bekleyen dinleyicilerimiz çoğalmış, onların bir görüşlerini alalım, sonra devam edelim..
Tarık Uğur: İyi günler. Ben Türkiyede 4le 3 gibi gayrıresmi rakamlarla belirtilen gayrıresmi ekonomi, yani kayıt dışı ekonomi varken yapılan rakamlar, değerlendirmelerin, teşhislerin ne kadar doğru olabileceğini, enflasyon tahminlerinin yahut diğer tahminlerin ne kadar doğru olabileceğini öğrenmek istiyorum..
Lütfü Çalık: Efendim şimdi biz halk olarak her şeyi tenkit etmeye alışmışız, her şeyi tenkit ediyoruz. Peki biz kendimize soralım, hangimiz vergimizi tam olarak ödüyoruz..? Akabinde bu sendikaların bu seneye kadar, bu zamana kadar hep devletten ne kadar daha çok alabilirim.. Ala ala devleti bitirdik. Bugünkü duruma geldik. Şikayet etmeye de şu an hakkımız yoktur diye düşünüyorum.
Sabahattin Teymur: 24 yıllık hekimim, 4 yıllık astsubaydan az maaş alıyorum. Bu ücret dengesizliği ne zaman giderilecek?
Abdullah: Şunu öğrenmek istiyorum, şimdi KDVde veya vergilerde indirim düşünmüyorlar fakat Türkiyedeki birçok sanayinin Bulgaristana, Romanyaya gittiğini düşünüyorum. Burdaki kayıplarımız yok mu vergilerden dolayı? Ayrıca istihdamda da bir kayıp olmuyor mu? Tabi bu veriler bizim elimizde yok. Zaten buna şu an benim gücüm de yetmez bu vergi kayıplarının olup olmadığı konusunda, Uğur Beyden bunu öğrenmek istiyorum..
Veli Bozkurt: 82-90 arası sermayenin hiç sesi çıkmıyordu. Şu an sermayenin sesi yükseliyor. Dış borç olduğu sürece kriz hiçbir zaman bitmez. Dış borç 120 milyar dolar olmuş, nasıl bitecek kriz. Bugün biteryarın gene başlar, bu kadar söyleyeceğim..
Sedat Küçüka: Sayın Civelek, buyrun efendim sizi dinliyoruz..
Uğur Civelek: Ben kaldığım yerden devam edeyim, Oğuzhan Kale, esnaf.. Kriz bitti mi, Derviş neden öyle söyledi, bunun yanıtını istiyor. Biz yurt dışında da ülkemizi temsil ederken ve de yatırımcılara Türkiyeye gelmelerini tavsiye ederken kriz bitmedi, daha bekleyin deme şansımız malesef yok. Yatırım girişine çok ihtiyacımız var. Onun için en azından akut kriz bitti şeklinde, Dervişin hedef kitlesine vermek istediği mesaj bence içerde yanlış anlaşıldı. Bizim içerdeki dengesizliklerimiz, sorunlarımız devam ediyor. Ödevimizi çok iyi yapmak durumundayız. En ufak bir aksama krizi başka boyutlara götürebilir. Ama şu anda sorunların çözümü için yatırım girişi lazım. Yabancı yatırımcılara daha farklı konuşamazdı. Orda da hakkını yememek lazım. Ferhat Bey siyaset ekonomi ilişkilerini çok karışık görüyor. Evet haklı, Türkiyede yıllarca ekonominin işleyişine hep günlük müdahaleler yapıldı. Bir benzetme yapılırsa, siyasetin iyi bir hakem olması lazım. Oyun içinde kural değiştirmemesi, taraf tutmaması gerekiyor. Ama bizim hakemlerimiz oyun içinde sürekli kural değiştirdiler ve taraf tuttular. Biz bunun sonuçlarını topluyoruz, ne ektiysek onu biçiyoruz. Tarık Uğur, kayıt dışı ekonomiyi sordu. Türkiyede kayıt dışı konusundaki tahminler yüzde 50 düzeyinde olabileceği söyleniyor, adı üstünde, kayıt dışı olduğu için bu bile çok kaba bir tahmin. Şu anda Türkiyede kayıt dışı küçülüyor mu büyüyor mu derseniz, ben büyüdüğü kanaatindeyim. Bu yüksek vergi oranlarında tersini düşünemiyorum. Örneğin 163 milyon ücret alan kişi, tüketim sepetini daha az bir harcamayla yapabilmek için alternatif arayışını yapabilir. Bunu da meşru görmek lazım. Lütfü Çalık, vergiyi kim ödüyor diye soruyor.. Vergiyi kimin ödediğini söyleyeyim, aslan payının ücretlileri ödüyor. Stopaj yoluyla gelir vergisi ödüyorlar, harcamalarından dolayıl vergileri ödüyorlar, bir de enflasyon vergisi ödüyorlar. Onlar kadar vergi ödeyeni Türkiyede yok. Ama diğer kesimlerin de bu kervana katılması lazım. Bugün esnaf sanayici ağlıyorsa geçmişte belki doğru bildirimde bulunmadıkları için şeffaflığın önemini anlamadığı içindir. Onlar da şu anda ektiklerini biçiyorlar. Eğer bilinçli olsaydılar, gelir dağılımının bozulmasının kendi işlerinin sonunu getireceğinin farkında olsalardı çok daha erken farklı tepkiler verir, örgütlenirlerdi. Türkiye bugünleri hiç yaşamamış olabilirdi. Sabahattin Bey, 24 yıllık hekim olduğunu söylüyor, 4 yıllık astsubaydan az ücret alıyorum, bu ücret dengesizliği ne zaman düzelecek diyor. Son derece haklı. Türkiyede dengesizlik o kadar çok ki tabiki ücretlilerde de var. Örneğin kamuda çalışan işçiyle özel sektörde çalışan işçi arasında da fark var. Kamuda çalışan mühendisle şoför arasında çok ciddi farklar var. bu dengesizliğin bir şekilde düzelmesi lazım. Nasıl, hangi şeyde olacak, şu anda bir şey söylemek çok zor. Türkiye bir yapısal değişimden geçerken bunların da yerli yerine bu şekilde oturması gerekiyor. Abdullah Bey KDVyi sordu, direk yatırım çıkışı neden oluyor diye.. Evet, vergi oranlarının yüksekliği hem kayıt dışını büyütüyor, hem de direk yatırımın çıkışı, yani Romanya, Bulgaristana gidenlerin esas çıkış sebepleri başka. Elektrik çok papalı, TL cinsi girdiler de sürekli TL değer kazandığı için ağırlaşıyor. Daha uygun maliyet yapacağı ülkelere doğal olarak gidiyorlar. Ama KDVnin yüksekliği iç taleple ilgili bir konu. Veli Bozkurt, 82-90 arasında sermayenin hiç sesi çıkmıyordu dedi. Evet, çıkmıyordu, doğru. O dönemde Özal sağolsun harcamaları artırmıştı. Türkiyede yeni zenginler yaratmakla meşguldü. O zaman herkes halinden memnundu. Ama o yapılanın yan tesiri son 10 yıla yansıdı. Türkiye şu anda hep 88den ber kriz içinde yaşıyor, o yapılanların yanlışlığını işaret ediyor..
Sedat Küçüka: Hocam müsade ederseniz hattımıza dönmek istiyorum, dinleyicilerimizin görüşlerini almak istiyorum...
Cemal Koç: Benim görüşlerim şu şekilde; temel olarak şu anki yaşadığımız krizin asıl nedeni insan faktörüne dayanıyor. Ben biraz daha olaya geniş açıdan bakmak istiyorum. Türkiyede yaşadığımız diğer problemler gibi düzgün insan, kaliteli ve bilgili insanı çekemediğimizden dolayı şu an ki problemleri yaşıyoruz. Bunun da bir tek yolu var. Bizim verdiğimiz en geçerli olan oylarımızla düzgün istediğimiz insanı seçip meclisimize sokabilmek. Bunun için de gerekli seçim yasalarının bence değişmesi lazım. Ben A kişisine oy veriyorsam A kişisi gideblimeli. Parti liderlerin ön sıraya koyduğu isim girmemeli diye düşünüyorum. Ve bunun bütün problemlerimizi çözmedeki en temel konu olduğuna inanıyorum.
Ahmet Şimşek: Ben şeyi soracaktım; genelde hep krizlerde işte sermaye kesimi, reklamlarda da izliyoruz, işte kârımı diyor mesela yüzde 25ten yüzde 35lere çıkartabildim diyor. Böyle reklamlar oluyor. Krizlerden hep işçi kesimi veya çalışan kesim, emekçi kesim zarar görüyor. Sermaye kesimi zarar görmüyor. Şimdi dediniz ki mesela insanların örgütlenmesi lazım, hatayı burda yaptılar. Eğer 30 yılda üç kere darbe olmuş, insanlar cezaevine atılmışlarsa, bu insanlar o korkularını üzerlerinden atıp nasıl örgütlenme yoluna gitmeleri lazım? Bunu sormak istiyordum ben...
Ahmet Selim: Şimdi ben Sayın Civeleke krizin temel sebebinin ekonomik ve siyasal sistemin kilitlenmesi yönündeki görüşlerine katılıyorum. Fakat bir konuda kendisiyle hem fikir değilim. Türkiyede bugün bu kriz yaşanıyorsa bunda toplumun her kesimin belli bir sorumluluğu var. şimdi kendisi, genelde de bu söyleniyor, ücretlinin vergi yükünü kaldırdığını fakat işvereni veya serbest meslekin bunu yeterince desteklemediği gibi bir şey söylüyor. Ben şunu sormak istiyorum; işveren işçinin stopaj bedelini ödeyemediği zaman, devlete borçlandığı zaman krizden, bunda işçinin herhangi bir sorumluluğu olmuyor mu? Yani işveren ücretlilere brüt maaşlarını ödese, çalışan da SSK ve vergisini kendi ödese ücretlilerin ödediği vergi artar mı azalır mı, ben onu öğrenmek istiyorum..?
Dinleyici: Ben Civelek Beye şunu sormak istiyorum; acaba biz bu krizden nasıl kurtuluruz? Bu kadar çok parti kurmaya ne lüzum var. Ve baştakiler ne yapıyor?
Celal Erçıkan: Efendim bakın, şimdi evvela mesele Türkiyede demokrasi ve insan haklarının, hukukun üstünlüğünün ve özgürlüklerin bulunmadığı bir ülkede kriz olur. Sorumluların hesabının sorulmadığı, yani şey yaratılmayan bir ülkede kriz olur. Şu anda mensubu olduğum İstanbul Üniversitesinin Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde bir vakıf veya enstitü adıyla trilyonların götürüldüğü bilinmektedir.
Nadir Kartal: İyi akşamlar. Şimdi kriz aşıldı diyorlar, Sayın Derviş hangi kriz aşılmış..
Mert Barış: Şunu sormak istiyorum, bu son günlerde çok konuşulan krizden çıkışın bir yöntemi de teknoloji üretmek. Tam olarak ne demek oluyor, onu öğrenebilir miyim?
Sedat Küçüka: Hocam bu soruların cevaplarını sizden toplu olarak rica ediyoruz, buyrun...
Uğur Civelek: Ben aynen yanıtlara devam. Sermaye diyor, bazı dönemlerden bahsediyor, kârını yüzde 25lerden 35lere çıkartabildi, bu nasıl oluyor kriz ortamında. Kriz ortamı belirsizlik durumudur. Hareketyeteneği yüksek olanlar bu gibi durumlardan yararlanabilir. Kriz bir fırsattır aynı zamanda tehlikedir pozisyona bağlı olarak. Hareket yeteneği yüksek olan yararlanabilir görüyorsa, ama hareket yeteneği olmayanlar faturayı ödeyen taraf olur. Genelde düşük gelir grupları, ihtiyacını ancak karşılayabilenler krizlerin faturasını ödeyen taraflardır. Hareket yeteneği yüksek olan kesimler de, olayı gördüyse, bunu fırsat olarak değerlendirebilir ve krizlerde gelir dağılımı bozulur. Ahmet Selim Bey vergi konusunda bir önermede bulundu. Ücretlilerin stopajlarını da işveren ödüyor gibi düşünüyor. Hayır, orda brüt gelir, onu düşünmesi lazım. Elemanın eline ne ödüyor, onu düşünmemesi lazım. Vergiyi ödeyen geliri kazanan taraftır. Yoksa onun mantığıyla düşünürsek ücretliler hiçbir vergi ödemiyor, gelir vergisi ödemiyor konumuna düşeriz. Bu kendi muhasebesinden, kendi anlayışından bu yorumu yapıyor ama doğru bir yorum değil. Eğer ücretli ödeyecek olsaydı brüt ücreti eline ödemesi lazımdı, o kendisi öderdi. Kaçıramayacağı için de başka şansı olmazdı, yoksa içeri girerdi. Bir hanım arada, krizden nasıl kurtuluruz dedi. Hep anladığım kadarıyla siyasetten şikayetçi. Biz sistem bilinciyle konuya yaklaşmıyoruz, bir kahraman bekliyoruz mucize yaratacak. Hayır, bundan sonra kahraman beklemeye devam edersek hiçbir sorunumuz çözülmeyecek. Biz bir sistem bilincine sahip olmamız lazım. Biz vatandaş olarak haklarımızı iyi kullanabilmemiz lazım. Yani biz birey, sadece 4 yılda 5 yılda bir oy kullanmaz. Tasarruf tüketim tercihleriyle hergün oy kullanır. Ancak mali sistem de çok önemli. Tüketicilerin tercihleri dışına, onların anlayışı dışında onlara da risk alanlar varsa, oyunu bozan, onların iradesini sıfırlayan bu yanlıştır, onların da kendine çeki düzen vermesi lazım. Sistemin bunu dikkate alması gerekiyor. Bugüne kadar vatandaşı vatandaş yerine koymadığımız için, saygısız davrandığımız için biz bu krizleri yaşıyoruz. Celal Bey şikayetlerde bulundu, onu geçiyorum. Nadir Bey kriz aşıldı mı, Derviş niye böyle konuştu diyor. Krizin akut kısmı, panik kısmı şimdilik geçti gibi görünüyor ama reel kesimde kriz devam ediyor. Oranın çözümü için ne yapacaklar, kısa vadede yapabilecekleri bir şey olmadığı kanaati bende var. Mert Bey krizden çıkış için yüksek teknoloji ne anlama geliyor dedi. Yani şöyle söyleyeyim, Türkiyeye özellikle Amerikadan tavsiyeler var, yüksek teknoloji yatırımlara ağırlık verin, çekmeye çalışın gibisinden. Türkiye yüksek teknoloji yatırımları ülkesine çekebilir. Ama bin kişilik bir istihdamla 10 milyarlar ihracatı yapabilecekse bu, Türkiyede katma değer yaratacaksa bu yüksek teknolojinin Türkiyeye faydası yok. Türkiyenin işsizlik sorunu çok ciddi. Türkiyede istihdam yaratacak sanayilere öncelikle ihtiyaç var.
Sedat Küçüka: Bu çok zor bir şey biliyorum ama, Türkiyenin bu krizden kurtulmasının gerekçede sizce nasıl..?
Uğur Civelek: Ben bugünkü programın kendi içinde çelişkileri olduğunu düşünüyorum. Önceliği enflasyona ve bugünkü şeşiyle kontrolsüz, TLnin değerlemesi yoluyla enflasyonla mücadeleye ağırlık verdiğimiz sürece bizim başarı şansımızı olmadığını düşünüyorum. Türkiye önceliği enflasyona verecek süreci kaçırdı malesef. Çünkü verimlilik artırarak enflasyonla esas mücadele edilmesi lazım. Bizim buna dayanacak sabrımız kalmadı, çünkü borcumuz çok yüksek. Türkiye bence borçların çevrilmesi gibi sorunu, enflasyon sorununu başka şekilde çözmeyi düşünüp, önceliği, büyümeyi istihdam vermeli, yoksa sorunlarımız giderek akut hale geliyor.
Sedat Küçüka: Hocam müsade ederseniz hattımızdaki telefonları almak istiyorum...
Hüseyin Bostancı: Şimdi ben saygılar sunuyorum size, programı severek dinliyorum. Devletimiz diyorum ben, hortumculara karşı biraz toleranslı davranıyor. Soyanın yanına da kâr kalıyor. İşte yarıca ortadirek vatandaşını kollamıyor. Şimdi ben diyorum ki krizden önce 875 bin lira olan dolar borcumdan sonra 1 milyon 650 bin lira olarak ödedim. Devlet diyorum, biraz yerini değiştirse de ortadirek vatandaşın yanında olsa diye düşünüyorum. Ayrıca da biz bu kafayla da gidersek bize çok krizler daha gelir. Teşekkür ediyorum ben size, saygılar sunuyorum.
Zafer Akbakan: Uğur Beye bir sorum olacak, biraz önceki konuşmasında krizden çıkış için büyüme ve istihdama yönelinmesi gerektiğini söyledi. Ben de aynı fikirdeyim fakat bu nasıl olacak? Türkiyedeki bütün toplanan vergiler borçlara giderken özel sektöre kredi aktarılamazken büyüme ve istihdamı nasıl sağlayacağız, lütfen açıklar mı?
Ömer Günergün: Efendim hepimiz millet olarak kriz aşıldı mı diye soruyoruz. Kimse kriz nasıl aşılır, milletvekilimizi biz nasıl seçeriz diye düşünmüyor, sormuyor. Sayın Civeleke onu sormak istiyorum, yani çözümün kestirme bir yolu yok, çözüm bizim adam olmamızda. Haklı mıyım haksız mıyım efendim..
Mehmet Şandır: Ben sadece bir şeyi merak ediyorum, ABD için dahi çok büyük rakam sayılan almış olduğumuz kredilerin geri dönüşü ne zaman yapılacak ve nasıl yapılacak? Bu yine bize bir yük olarak mı gelecek, bunu merak ediyorum?
Hüseyin Erkan: Ablamı Kuledibinde Göz Hastanesinde ameliyat ettirdim. 500 milyon liralık haybeden ilaç yazıyorlar, hastaneye koyup satıyorlar ilaçları.
Sedat Küçüka: Hocam şimdi artık size dönüyorum.. İsterseniz bunlara bir görüş bildirelim, yanıtlayalım, sonra devam edelim.
Uğur Civelek: Celal Bey, demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda son derece haklı. Biz demokratik standartların geliştirilmesi lazım. Başka türlü yolsuzluklarla etkin mücadele edilebilmesi söz konusu değil, vatandaşlık haklarının kullanılabilmesi söz konusu değil, o konuda kendisine kesinlikle katılıyorum. Sayıştay raporları belli şaibeye de dikkat çekiyor, bunların üzerine gidilmesi lazım. Bugün bir siyasi iktidar aramıyorsa başka birilerinin peşinde koşması lazım. Yani artık Türkiyenin Allahtan başka kimseye hesap vermeyecek siyasilere daha fazla tahammülü yok. Hesap soran vatandaş olmalı. Oraya çıkacak siyasetçi hesap veren nitelikte olmalı ve hesabını veremeyecek işi de yapmamalı. Yani Türkiye böyle bir değişimden geçiyor, bu değişim esas bir dönemi kapatacağız, yeni bir döneme geçeceğiz. Yalnız o konuda Celal Bey kırılmasın, kendisinden farklı düşünmemiz söz konusu değil zaten. Hüseyin Bey, devlet hortumculara karşı toleranslı davranıyor diyor. Burdaki kanaat de sanırım işte mali sektördeki bankalarla ilgili birtakım davaların DGMden ağır cezaya alınması ve şu anda onların şeylerine çıkarak kahraman gibi dönmeleri. Bu tabi hangisi yanlış, bugünkü mü yanlış o mu yanlı, ciddi soru işaretleri yatıyor. Benim burdaki kanaatim siyasi irade bu konuda objektif değil. Kendisi de yaşananlarda sorumlu hissediyor, onun için mağdur olanları biraz daha kollayıcı tavrı var. Zafer Akbakan, büyüme istihdamı nasıl olacak diye soruyor. Şu an Türkiyenin vergi kaybına tahammülü yokken faiz dışı fazlasını yüzde 6.5te tutturmaya kendisini zorlarken büyüme ve istihdamı öncelikli hedef olarak malesef koyamıyor. Türkiyenin vergi kaybına tahammülü olabileceği bir dönem gelmeden de bu konular ikinci planda kalacak. Şimdi piyasa kuralları içinde bizim sorunların çözümü çok zor. O zaman büyüme ve istihdama sorun gelmeyecek, kriz hep derinleşerek devam edecek. Bizim borç sorununu başka türlü çözmemiz gerekiyor. Ondan sonra vergi kaybına tahammülünüz olacak. O zaman enflasyon muhasebesi ancak mümkün olabilir. O zaman gelecek yabancı yatırıma verdiğiniz sözleri tutabilir hale gelebiliriz. Oyun içinde kural değiştirmemek mümkün olur. Elektrik fiyatına ikide bir zam gelmez, veya sosyal güvenlik taban tarifesi değişmez. O zaman büyüme ve istihdam kalıcı şekilde gelişebilir. Şu anda vergi kaybına tahammülünüz olmadığı sürece benim dediğim gerçekleşmez. O zaman biz şu anki öncelikle dikkate alınan sorunların başka bir türlü çözülmesi gerekiyor. O olmadan da büyüme istihdam öncelikleri olmayacak. Ömer Günergün, milletvekilini nasıl seçeriz diyor. Ben burda milletvekilinden önce başka bir seçim yapmamızg erektiğini düşünüyorum. Türkiye merkezden yönetilemeyecek kadar büyük bir ülke. Türkiye yavaş yavaş yerinden yönetime geçmeyi düşünmeli. İnsanımız artık belediye başkanını seçerken partiye oy vermiyor, kişiye oy veriyor. Biz partizanca bir yaklaşım olabiliyor, şehrine kim iyi hizmet ediyor, ona oy tekrar gider. Ve de işini iyi yapmayan yerel yöneticiler varsa merkeze şikayet edilir, demokrasi ancak öyle gelişebilir. Merkezden bugünkü yapıyla bizim demokrasi altyapılı geliştirme şansımız yok. Burda milletvekillerini de kendimiz seçmeliyiz. Evet, partiler yasası değiştirilmeli, lider sultası ortadan kalkmalı ama yerinden yönetime de geçmeliyiz. Her belediye başkanı yatırımcının peşinde koşmalı. Çünkü o bölgeden toplanan verilerin belli bir kısmı o şehre hizmet olarak dönebilmeli. Bu hiyerarşiyi birşekilde Türkiye kurabilmek zorunda. Mehmet Şandır, sanayici, ABD için işte alınan borçlar, yani 25 milyarlar, bu nasıl geri ödenecek diye sordu. Büyüme istihdamı öncelikli hedef haline getiremezsek kısa sarede sürdürülebilir büyümeyi yakalayamazsak geri ödemesi problem olacaktır, yeniden yapılandırmak zorunda kalacaktır. Biz bu borçları alnımızın teriyle para kazanıp ödeyebilmek istiyoruz. Ozaman büyüme ve istihdam Türkiyenin acil önceliklerinden biri. Hüseyin Erkan Bey, şikayet ediyor, Türkiyede, en büyük, Türkiyedeki programlara batılılar yolsuzlukla mücadele programı diyor ne yazık ki, biz enflasyonla mücadele ediyoruz, 500 milyonluk ilaç yazdılar diyor. Çalışma Bakanı da sık sık duyuruyor, devletin her bir köşesinde yolsuzluğun değişik boyutları yaşanıyor. İlaç konusu da umarım o tür bir olay değildir.
Sedat Küçüka: Sayın Civelek çok teşekkür ediyorum bu saate kadar bizimle birlikte olduğunuz ve görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için.
Uğur Civelek: Rica ederim...
Sedat Küçüka: Evet, Halkın Sesi devam ediyor. Bugünkü ikinci konuğumuz Sayın Güngör Keşçi, Türkiye Giyim Sanayi Derneği Eski Başkanı, aynı zamanda da Sektörel Dernekler Platformu Başkanı.. Sayın Keşçi önce hoşgeldiniz diyorum.
Güngör Keşçi: Hoşbulduk..
Sedat Küçüka: Türkiyede kriz bitti mi, Türkiye düzlüğe çıkıyor mu, bunu tartışıyoruz. Aynı zamanda da dinleyicilerimizden gelen telefonlara yanıtlar veriyoruz, onların görüşlerini alıyoruz. Ve hemen hattımıza dönmek istiyorum müsade ederseniz...
Yakup Demirkale: İyi yayınlar diliyorum. Şimdi bir önceki konuğa sormak istiyordum ama yeni konuğumuz da tabiki cevap verebilir. Şimdi iktisat fakültesi mezunuyum. Ülkedeki gelişmeleri herkes gibi ben de çok dikkatle izliyorum ve ciddi anlamda endişeleniyorum. Şimdi daha birinci konuğumuz konuşmasına başlarken bir tablo çizdi. Şimdi ekonomide değişmeyen, bütün dünyanın tecrübesi, kriz yaşayan bütün ülkelerin bazı tecrübeleri var. Bu ülkede uygulanan programı ben hiçbir şeye benzetemedim.Yani ne yapılmaya çalışılıyor. Şimdi sonuçta bir program yapılıyor. Acaba sayın konuklar, şu anda ülkede yapılmaya çalışılan şeyi tahlil ederlerse nasıl bir tanım bulabiliyorlar, ben ekonomide yerini bulamadım bunun..
İbrahim Aktaş: Benim sormak istediğim bir şey var efendim. Şimdi krizden çıkmak için istihdamı artırmak gerekiyor diyor. Ben 1999 yılında devlet memurluk sınavına girdim ve kazandım, halen daha atamamız yapılmadı bizim. Bu istihdamı nasıl artıracaklar? Bizim atamalar ne zaman yapılacak? Atamalar yapılmazsa bizim ne yapmamız gerekiyor? Nereye başvurmamız gerekiyor, bir bilgi almak istiyorum ben sizden..
Hamit Kahraman: Kutluyurum sizi böyle bir şeyi başlattığınız için, çok güzel. Sayın Derviş için, devlet için, hükümet için kriz belki bir parça bitmiş olabilir. Çünkü batıdan sürekli para geliyor. Dolayısıyla kendilerine ait bir sıkıntıyı atlatmış olabilirler ancak bizler için, üreten kesim için, düşünen kesim için, halk için henüz kriz bitmedi kanaatindeyim. Çünkü daha çok sıkıntılar çekiliyor. Ben 3-5 yıl, belki daha da uzun olabilir krizin süresi, ekonomistler de zaten o yönde fikir beyan ediyorlar. O yüzden halkın cebine henüz para girmediği sürece ve işler yolunda gitmediği sürece halk tarafında kriz bitmiş değil bence. Görüşlerim bu şekilde, teşekkür ediyorum.
Ahmet Aydın: Bence Türkiyede birincisi vergi oranlarının mutlaka düşürülmesi gerekiyor. Bakın benim iş yaptırdığım bir sürü esnaf var, fason iş yaptırdığım, bunların yüzde 90ı, yüzde 95i kayıt dışı çalışıyorlar. Dolayısıyla bunlar vergi ödemiyorlar, vergi oranlarının yüksekliğinden kaynaklanıyor bu, bu insanlar vergi ödemeyi istiyorlar ama 1 milyar, 2 milyar vergiyi kimse ödeyemiyor. Yani esnaf başına 100 milyon, 150 milyon, 200milyon gibi düşük oranda vergi konursa herkes vergi öder. Ve bu ekonomi kayıt altına alınır. Ve daha fazla vergi elde edilir. Yani devletin vergi kaybına tahammülü yok deniyor ama önce verginin toplanabilmesi gerekiyor. Benim görüşüm bu. Artı bir de devletin mutlaka küçülmesi gerekiyor. Yani bugünkü memur sayısını ben çok fazla görüyorum.
Bülent Balyemez: Şimdi Türkiyede global bir krizden bahsediliyor, bütün dünyanın bu krize sürüklendiğinden bahsediliyor. Halbuki Türkiyenin krizinin ilk girildiği zamanları düşünmeye başlayalım. Ekonomi biraz rayına girmeye başlamıştı, enflasyon oranları biraz aşağılara çekilmiş, faiz oranları düşmeye başlamış. Para piyasaları bir anda krize girdi. Çünkü neden? Kant kesimi çok büyük rahatsız oldu. Alışmışlardı yıllık belli bir parasına belli bir para katmaya. Ve Türkiyedeki gerçek, aslında kriz yok, kriz diye diye bu para kesiminin yaratmış olduğu krizden kaynaklanan bir durum..
Sedat Küçüka: Sayın Keşçi hemen sözü size veriyorum, buyrun...
Güngör Keşçi: Teşekkür ederim Sedat Bey. Ben sorulardan başlayacağım konuşmama.. Sayın Yakup Demirkale, durumdan endişeli olduğunu söylüyordu. Bir enflasyon indirme programı diye takdim edilen ama ne olduğunu bilemediği bir programdan bahsediyordu ve bizlerin bu programa ne ad koyabileceğimizi soruyordu. Şu ana kadar uygulamada bu progamın bir borç ödeme programı gibi bir görüntüsü var. Çünkü her ne kadar reel sektör, finans sektörü, kamu sektörü filan diye konuşulsa da sonuçta Türkiyenin borçlarının ödemesi için yapılmakta olan bazı çalışmalar görüyoruz. Alınan borçlar da borçların ödenebilirliğini, Türkiyenin borç ödeme yeteneğini kuvvetlendirmek, Türkiyenin borçlarını ödeyebilmek için bütçesini küçültmek, kendi büyüklüğünü küçültmek, toplam Türkiye hacmini, reel sektörü, finans kesimini küçültmek gibi bir çalışmalar var. Sonuçta ortaya çıkan şey sanki bir borç ödeme programı gibi. Oysa bizlerin arzusu o değil. Türkiyenin dünyanın 20 büyük, yani G-20ler arasında bulunan, dünyanın önemli ekonomilerinden birisi olduğunu iddia ettiğimiz ve kendimize göre de birçok becerilerimiz, yeteneklerimiz olduğunu iddia ettiğimiz ve hatta şöyle bir bakarsak etrafımıza Türkiyede hemen heme her sanayi sektöründe son derece ileri teknolojileri içinde bulundurarak yapılmış olan yatırımlar var. Bu yatırımlar şu anda şey vaziyette duruyor. Borç ödeme yeteneğimizi tamam küçülerek, ekonomiyi küçülterek yapmak mümkün. Ama bir taraftan da ekonomiyi kuvvetlendirerek, sanayiyi kuvvetlendirerek, reel kesimi kuvvetlendirerek, çalışanlara iş bularak borç ödeme yeteneğini daha da kuvvetlendirmek mümkün. Şimdiye kadar ki sıkıntı neydi? Daha sonraki sorulardan birinde kamunun küçülmesi gerektiğinden bahsediyordu bir dinleyenimiz. Onun da görüşünü birlikte alacak olursak, Türkiye küçülerek değil, ekonomisini kuvvetlendirerek ama lüzumsuz harcamaları ortadan kaldırarak, yani kamunun küçülmesi, Türkiye ekonomisinin güçlenmesi, kıt kaynaklarımızı çok gerekli, verimli yerlere yatırarak ekonomiyi kuvvetlendirmek, büyümek şeklinde gitmek gerekiyor. Ama şu an ki..
Sedat Küçüka: Bugün gerçekten konusuna çok hakim konuklarımız var, bunu söylemeden gidemeyeceğim Güngör Bey. Siz bu soruları ve dinleyici görüşlerine yorum getirirken aynı zamanda gayet güzel de meseleyi açımlıyorsunuz, ne yapmamız gerektiğine de sormama gerek kalmadan gayet iyi götürüyorsunuz. Onun için de teşekkür ediyorum ve lütfen devam etmenizi rica ediyorum..
Güngör Keşçi: Evet, dolayısıyla mutlaka borç ödemeyi becerelim ama borcu borçla ödemek lüksünden vazgeçelim. Çünkü o Türkiyenin çıkarına değildir. Borcu kendi yaratacağımız gelirlerle kendi üreteceğimiz şeylerle ödeme hesabanı yapalım. Dolayısıyla reel sektörü kuvvetlendirip istihdamı gerçekleştirelim. İkinci soru sahibi, Sayın Aktaş, krizden çıkmak için istihdamı artırmak gerekir diyordu. Az önce söylediğim cümlede bununla ilgili oldu. Devlet memurluğu sınavına girdiğini, hala atanamadığını söylüyordu. Şimdi devlet memurluğu tarafındaki istihdam konusunda hepimiz biliyoruz ki devlet tarafında çok büyük bir istihdam var. Popülist yaklaşımlarla, politik yaklaşımlarla ve devleti temsil eden kesimlerin yaratmış olduğu, politikacıların yaratmış olduğu ve herkesin cumhurbaşkanlarımıza kadar, başbakanlarımıza kadar herkesin bahsettiği bazı kurumlar var, KİTler dediğimiz. Yerel yönetimlerde de BİTler dediğimiz ve burada istihdamın daha doğrusu çalışan kimselerin aslında olması gerekenin 10 katı, 20 katı çok sayıda olduğundan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu arkadaşımıza ben malesef devlet memurluğu sınavının sonucunda istihdam edilmeyi Türkiyenin hedeflemesi gerektiği şeklinde bir düşünceden vazgeçmesini önermek durumundayım. Çünkü devlette gerçekten 20 kişinin çalıştığı yerde bir kişiyle iş yapmak mümkün. Bundan sonra da oralarda atama yapılmaması lazım. Ama şunu söyleyebilirim, eğer devlet küçülmeyi sağlar da bu popülist istihdam politik yaklaşımlarla istihdam lüksünden vazgeçerse ve kaynakları olması gereken yerde kullanırsa, özel kesime bırakırsa, burada özel kesime bırakırsa derken kapitalist, sömürücü bilmem ne anlamında anlaşılmasın bu, devleti olmadık şekilde büyütmek, popülist yaklaşımlarla, yanlış yatırımlar yapmak, mevcut bir yatırımda bir kişi yerine 10 kişi, işte Karabük Demir-Çelik örneği hemen önümüzde, böyle bir yaklaşımdan vazgeçilip kaynaklar eğer Türkiyenin insanları tarafından verimli kullanılırsa o zaman istihdam yerleri artacaktır. Şimdi reel kesimi bu şekilde düşünmek lazım. Reel kesim dediğimiz büyük sermayedar, büyük fabrikalar, büyük şirketler anlamında değildir. Esnaf, çiftçi, sanatkar, kobi şirketler, ihracatçılar.. Bunlar reel kesimdir. Sokaktaki vatandaş reel kesimdir, bundan bahsediyorum. Dolayısıyla bunların çalışabilme yeteneğini ortaya çıkarabilmemiz lazım. Devlet artık küçülüp kendi asli fonksiyonlarına dönmesi lazım. Onun için Sayın Aktaşa burda devlet memurluğu hevesinden vazgeçip özel kesimde mutlaka istihdam olanağı aramasını ve ama devletimizin yapılanmasında da özel kesimin güçlendirilmesi, reel kesimin güçlendirilmesini tavsiye etmek durumundayım. Sayın Kahramanın sorusunda Derviş için kriz bitmiş olabilir, halk için, üreten kesim için bitmedi. Halkın cebine para girmedikçe kriz devam ediyor, benim algıladığıma göre.. Katılıyorum Sayın Kahramana. Sayın Derviş şu açıdan bitti diye söyleyebilir; programa göre Türkiye borçlarını ödeyebilir bir rahatlığa kavuştu. Nedir o? Önümüzdeki 3 sene boyunca IMF, Dünya Bankası Türkiyeyi pek zorlamayacak, onların arzu ettiği bazı ödeme programları kabul edildi, parlamentodan geçti, hükümet bu programları kabul etti, dolayısıyla orda pek o açıdan sıkıntısı yok. Derviş için bu konu halledilmiştir. Finans kesimi için de halledilmiştir. Sayın Ahmet Aydın vergi oranları düşürülmelidir, bir sürü esnaf tanıyorum, kayıt dışına çalışıyor diyor. Ekonomi kayıt altına alınmalıdır diyor, aynen katılıyorum. Türkiyenin en büyük sorunlarından birisi budur. Devlet Planlamanın kayıtlarında bile bu var, yüzde 50si 52si kayıt dışı olan bir ekonomi, ama bunu yapmak için Sayın Bakanlarımızın, hükümetimizin şu anda almakta olduğu tedbirler de tam bunun tersinedir. Ekonomiyi daha da kayıt dışına itecek tedbirler alıyorlar. Ve reel kesimi yatırımdan soğutmuş durumdalar malesef hiç kimse yatırım yapmak istemiyor, Yatırım yapsa bile kaçak ya da kayıt dışı şekilde olmaya doğru gidiyor. Mevcut yatırımcıların üzerine üzerine gidildiği için vergiyi ödeyenleri hep köşeye sıkıştırdığı için gerek maliye bakanlığı, gerek SSKyla ilgili Çalışma Bakanlığı, bu sefer onlar da kayıt dışına doğru gidiyorlar. Bundan vazgeçmesi lazım, onun için kayıt içine almak için her şeyden önce katılıyorum, vergi oranları düşürülmeli, SSK primleri artırılmamalı.
Sedat Küçüka: Sayın Hocam burda bir izin verir misiniz, hatta bekleyen dinleyicilerimizin sayısı çok çoğaldı, isterseniz onların görüşlerini alalım...
Ahmet Saral: Ben krizin kalktığını hiç düşünemiyorum. Şu dört hususu görüşlerim olarak öne sürmek istiyorum. Küçlen GSMHyi biz dolara çevirdiğimiz zaman aşağı yukarı 180 milar dolar ediyor. Bu 180 milyar oların devlet bütçesiyle kıyaslanmasında şu sonucu çıkarıyorum; 97 katrilyonluk bir devlet bütçesi var, o da 71 milyar dolar ediyor. Demek ki 180 milyar dolarlık GSMHnin kamu tarafından kontrol edilen bölümü 71 milar dolar ve halkın geri kalan 65 milyon kişisi tarafından kontrol edilen, edilebilen bölümü de 109 milyar dolar. Toparlarsak, Amerikaya, Belçikaya ilerlemiş ülkelere bakarsak GSMHden devletin kontrol ettiği bölüm ne kadardır?
Ahmet Dere: Şimdi efendim ben şunu söylemek istiyorum; şimdi özelleştirme idaresi kuruldu, kamu herkesin söylediği gibi özelleştirilmeli, devlet küçültülmeli. Acaba özelleştirme idaresi o da oldu bir özelleştirilecek bir kurum haline geldi. Sayın Hocam bunun bir açıklamasını yapabilir mi?
Zerrin İnce: Ben Türkiyede nüfus planlaması yapılmadan nitelikli ve eğitimli sağlıklı düşünen insanlar yetiştirilmeden hiçbir zaman krizlerin biteceğine inanmayan bir hanımım. Görüşlerimi böyle belirtmek istiyorum..
Bülent Altay: Efendim müsade ederseniz ilk önce bir izah etmek istiyorum, ben kendim yüzde 55 özürlüyüm. Biraz önceki arkadaş da gerçi sormuştu özürlülerin durumu diye. İnanın bugün bile halen yani iş aramaya gitmiştim. Bu durum gerçekten çok üzüyor bizi. Acaba bizim sesimize kulak verecek herhangi bir ne bileyim yani yetkili yok mu acaba? Yain bu duruma lütfen artık yeter artık diyecek..
Zeynel Eyüp: Çözüm noktasında görüşümü belirtmek istiyorum. Efendim krize çözüm ararken daha da çıkmaza girdiğimiz malum yani biz kendi piyasamızdan biliyoruz, gittikçe batıyoruz. Yani bu kadar arayışın içinde özellikle 97li yılları Refah-Yol dönemini niçin gözardı ediyorlar, bir türlü anlayamıyorum yani. Sanki bir öcü gibi kaçılıyor o dönemden. Halbuki o dönemde ekonomi göstergeleri gayet güzel gidiyordu. Yani bunu herkes itiraf ediyor, herkesçe malum.
Sedat Küçüka: Hocam sözü size bırakıyorum, buyrun efendim..
Güngör Keşçi: Bir önceki grupta Bülent Balyemezin bir sorusu vardı, öğrenci. Global krizden bahsediliyor, oysa biz krize tam girdiğimiz sırada ekonomi biraz rayına giriyor gibiydi. Bunu rant kesim iyarattı diye bir yaklaşımı var özetle. Doğru, şöyle bakarsak; bu krizden önceki, yani 19 Şubat, 21 Şubat krizi, ondan önceki kasım krizinden önceki programın uygulanmasında tam böyle objektif, dışardan baktığınız zaman işte rakamlar nasıl gelişiyordu diye, devalüasyon giderek düşüyordu yüzde 5 ortalamalardan yüzde 1lerin altına düşmüştü 2000 yılının sonlarına doğru. Enflasyon da aynı şekilde gene yüzde 1lerin altına doğru seyretme durumundaydı. Ve bakıyorsunuz hakikaten bir amaç da enflasyonu düşürmekti, devalüasyonu kontrol altına almaktı. Oluyor da bu, birçok kesimler de buna destek vermişti. Ne oldu? Demirbank problemini yaşadığımız kasım krizi birden bire patladı. Bir yabancı banka, oraya vermiş olduğu kredileri geri çağırınca devletten paraları tahsil edemediği için banka bir anda yok oldu. Bunun sarsıntısı devam ederken bir politik girişim ve arkasından, daha doğrusu politik bir tartışma, arkasından piyasaların allak bullak olması, kurların dalgalı kur rejimine doğru yönlendirilmesi ve onun üzerine piyasaların bir türlü yer bulamayıp hangi kur seviyesinde kalacağını bilememesi. Böyle bir şey. Buna ilk baktığınızda gerçekten rant kesimi ya da finans kesiminin neden olduğu gibi bir şey ama biraz da işin içinde politika var, bunu unutmamak lazım. Zannederim sorunumuz bir programı uygulamaya başladığımız zaman programa sahip çıkmayan yönetimler olmalı. O bahsedilen prorgam o zaman hatırlıyorum Merkez Bankası Başkanı ve Hazine Müsteşarının sıktında kalmıştı. Bir türlü politikacılar kalkıp da kendi imzaladıkları programı deklare edip biz bu programın arkasındayız dememişlerdi. Şimdiki uygulanmakta olan programda da buna benzer bir şey yaşadık. Sayın Derviş çağrıldı, geldi. Sayın Derviş rogramını açıkladı ama Sayın Derviş açıkladı, hükümet açıklamadı. Sayın Derviş birkaç tane müsteşarla birlikte oturdu açıkladı. Dervişin programı oldu. Şimdi Derviş programı sürdürmeye çalışıyor. Ve arada sırada bazı tartışmalar oluyor, krizler çıkıyor vesaire..
Sedat Küçüka: Krizler çıkarsa Dervişin, çıkmazsa hükümetin programı olacak..
Güngör Keşçi: Sanki böyle bir durum varmış gibi. Eğer kurtulursa sonuçta ama hükümet biz başardık diyecek, ama batarsa o zaman Dervişin başarısızlığı denilecek. Onun için hala bir sahipsizlik, hala bir asılmama var, aynen Avrupa Birliğine imza attığımız bazı şeyleri Kopenhag Kriterlerinin detayını bir türlü gerçekleştiremememiz gibi. Dolayısıyla burda bir sahip çıkmama, yönetmeme, Türkiyenin herhalde en büyük sorunu ülke yönetimindeki sahipsiz ya da sorunu bir şekilde üstlenmeden ileri gelen bir durum var malesef. Bunu bu şekilde cevaplamış olayım. Ahmet Saral, krizle ilgili bir hesap yapıyor, 180 milyarlık bir GSMH, 71 milyarlık devlet bütçesi, halkın geri kalanına da işte çok az bir şey kalıyor. Avrupada, Amerikada GSMHden devletin kontrol ettiği kısmın dışında kalan kısım ne kadardır, doğrusu bu rakamları bilmiyorum ama böylesine yarısını devletin kontrol ettiği bir durum değil bildiğim kadarıyla. Çünkü ekonominin büyüklüğü devletin finans kesimini ya da daha doğrusu devletin ekonomiyi büyük şekilde kontrol etmesiyle değil, ülke ekonomisinin, reel kesimin insanların bir şeyler üretmesi ve bütün dünyaya satış yapmayı hedefleyerek üretmesi, istihdam etmesiyle ancak olur. Devlet istihdam etmek için ne bileyim makine üretmek için elektrikli alet üretmek için, buzdolabı üretmek, araba üretmek, ya da pantolon üretmek için yoktur devlet. Devlet güvenlik için vardır, temel sağlık için vardır, adalet için vardır. Bunu tamamen gerçekleştirmeyen bir devletin ticari mal üretmesi, demir-çelik olsun, isterse iç çamaşırı olsun bunu yapması doğru değil. Bundan vazgeçmesi lazım. Dolayısıyla devletin Türkiye büyüklüğü olan 180 milyarı her halükarda büyütmek için girişimde bulunması lazım. Kamu görevlisi Ahmet Dere, özelleştirme idaresi bir KİT oldu diyor, doğru, katılıyorum. Çünkü özelleştirme idaresinin yaratmış olduğu özelleştirdiği kurumların toplam geliri kadar, cirosu kadar özelleştirme idaresinin gideri olduğu biliniyor. Dolayısıyla ordan net bir kazanç kazanamıyor devlet. O nedenle böyle bir KİTleşme söz konusu, herhalde bunun üzerine gidilmesi lazım.
Sedat Küçüka: Sayın hocam bir izninizi rica edip hattımıza dönmeme izin verir misiniz, dinleyicilerimiz yine çok çoğalmış, biliyorum vereceğiniz yanıtlar var ama o görüşleri de alalım, sonra toptan verelim isterseniz...
Latif Bulut: İyi akşamlar. Şimdi ekonomi ekonomi ekonomi.. Bizim canamız, damarımız, suyumuz, her şeyimiz. Fakat bunları bir türlü göremiyorlar. Şimdi şöyle bakıyorum genel kurullara, 3 bin kişilik, 4 bin kişilik genel kurullar yapılıyor. Onlar oyla başkanını seçiyorlar ama biz parti genel başkanlarını bin 200 kişiyle, bin 600 kişiyle seçiyoruz. İkinci bir olay, bu devletin, yani devlet küçülecekse önce siyasi partilerden küçülmeli. Nasıl küçülmeli? Devletten aldıkları payları bütün üyeleriyle veya kendileri madem bu kadar çalışıyorlar, o partilere yardımları da onların yapmasını istiyorum. Herkes bizim para bastığımızı zannediyor, ama bizi gören hiç yok. Daha önceden bir de, yani bankalar gitti, büyük esnaf gitti. Şimdi tüketici dediğimiz insanlar geliyor, bir elektrik süpürgesinin fiyatını, tamir fiyatını öğrendiği zaman kalsın diyor. Eskiden diyor çalı süpürgesiyle süpürüyordum, şimdi de onu yaparım diyor. Hergeçen gün değer kaybediyoruz.Yani sonuçta büyüklerimiz devletten aldıkları paraları lütfen küçültsünler.
Hasan Serdar: Benim sorularım olacak.. Şimdi birincisi Derviş Beyin bitti dediği kriz, krizi bir bütün olarak düşünürsek, hangi sektörler ya da neresi.. Bankalar boşaltıldı, sonra dolduruldu, sektör öyle ya da böyle şu an kurtulmuş gibi görünüyor, rant kesimi kurtuldu yani. Aynı şekilde vatandaşın cebi doldurulamaz mı? Madem biz bu bankaların ya da bu krizin günahını ödeyeceğiz, bizim cebimiz de doldurulsun.
Abdullah Kolay: Şimdi şöyle, Derviş Beyin demiş olduğu üzere Türkiyede kriz bitti. Krizin bittiğini acaba nasıl ıspatlayabilirler, nasıl konuşabilirler, nasıl söyleyebilirler.? Çünkü biz şu anda yatırımımızı yapamıyoruz. Benim geçen sene elimde 38 tane işçim çalışıyordu, şu anda ben 13 kişilik bir işçi kapasitesiyle teker teker çalışıyoruz. Yani çok zor durumdayız. Yani ambalajcılık, yani bizim malımız da ithal mallardan, ithalat üzerine gelen mallardan ürettiğimiz için zorlanıyoruz. Kriz bitmedi, acaba biz yastık altındaki paralarımızı, yastık altındaki dolarlarımızı çıkarıp da yatırım yapabilir miyiz? Hükümete güvenebilir miyiz?
Mustafa Yücel: İyi akşamlar. Ben şunu anlamıyorum, bu kadar kriz var, millet batıyoruz diyor, yıl başından bu yana SSKnın şeyi nisanda yüzde 30 daha artacak. Yılbaşından bu yana gelen zammın haddı hesabı yok. Bu durumda nasıl işçi çıkarmasınlar, nasıl işçi çalıştırsınlar, hocam nasıl cevap verecek acaba?
Mehmet Aker: Benim iki sorum olacak. Bir tanesi ihracat yapabilmek için şu an ki dolar kurunun sizce uygun olduğunu düşünüyor musunuz? Diğeri de vergi oranlarının düşürülmesinin toplam vergi gelirlerini düşüreceğini mi düşünüyor acaba..?
Mustafa Gülek: Devletin güvenlik, sağlık ve adalet alanında olması gerektiğinden bahsediyor hocam, bir de vergilerin düşürülmesi olayından bahsediliyor. Ben 3 yıldır vergiye tabi olmadan çalışıyorum. Çünkü şu halde bile zor idaremizi yapıyoruz. Bunlar her yerde söyleniyor, bunlar için neden bir şey yapılmıyor, ben bunu merak ediyorum.
Kemal Demiraslan: Saygılar sunuyorum hocama da sizlere de. Şimdi hocam çok güzel bir noktaya değindi. Tabi devletimizin en güzel para topladığı yer vergi. Bunlarda da vergileri artırarak bunları da malesef alıyor ama kamu kuruluşlarında aşırı derecede personel istihdamı da oldu. Şimdi bu personel istihdamını bir de vakıf kanalıyla da yapılıyor. Vakıflar aracılığıyla da bir anda bir sürü personelin alınması...
Sedat Küçüka: Evet, bundan sonra artık telefon alma şansımız yok, çünkü sözü artık hocama vereceğim, o görüşlerinize karşı yorumlar getirecek. Buyrun efendim..
Güngör Keşçi: Evet, ben gene hızlı hızlı cevaplar şeklinde gideyim.. Sayın Zerrin İnce, nüfus planlaması ve sağlıklı insanlar yetiştirilmedikçe krizlerimiz bitmez diyor, doğrudur. Muhakkak ki eğitim seviyemizin yükseltilmesi, anların iyi yetiştirilmesi ve dolayısıyla analar sayasinde iyi bir nesil, sağlıklı, sağlıklı derken beyin sağlığı, düşünce sağlığı da iyi olan insanların yetiştirilmesi lazım. Değilse kriz bitmiyor.. Bülent Alpay, yüzde 55 özürlü bir vatandaşım, özürlü olarak iş arıyorum, bulamıyorum diyor. Bununla ilgili bazı programlar var, iş kurumlarına müracaat ederse, bizlerin sanayici olarak yüzde 3 özürlü alma mecburiyetimiz var. İş kurumlarına giderlerse oradan muhakkak ki muhtelif sanayicilere yönlendirileceklerdir. Zeylen Eyüp, çözüm ararken daha da çıkmaza girdik, Refah-Yol dönemi niye gözardı ediliyor diyor. Tabi bu politikacıları seçmek bir yerde biz vatandaşlara düşüyor. Sonuçta hangi partinin programını, hangi partinin uygulamasını vatandaşın değerlendirip seçim yapması lazım. Benim konuma girmiyor. Latif Bulut, büyüklerimiz devletin aldığı paraları biraz küçültürse, yani sonuçta partilerin, parti yönetimlerinin daha demokratik, daha bu ülke için hizmet etmesi gerektiğini, devletten daha çok şey almaları yerine, ülkeye daha çok şey vermelerini ima ediyor. Buna katılıyorum. Mutlaka partilerin şöyle bir yaklaşımda olmasında fayda var; mutlaka bu koltukta duracağım diye uğraşmak yerine, o zaman yanlış sonuclar ortaya çıkıyor. Bu ülkeye daha çok şey vereceğim diye uğraşırlarsa zannediyorum o zaman projeler gelip, bu ülkenin daha verimli kaynaklar kullanması, daha az bir maliyetle karşılaşması söz konusudur. O zaman daha başarılı partiler olurlar ve seçilirler. Hasan Serdar, Dervişin bitti dediği kriz hangi sektörde.. Onu malesef biz de göremiyoruz. İhracat kesimi sıkıntıda, reel sektör sıkıntıda, finans kesiminin cebi dolduruldu demişti ama finans kesimi aslında çökmüş durumda. Tekstilde uluslararası ticaret yapanlar ihracat açısından rahat durumdalar ama iç piyasada tektil sektörü de oldukça büyük sıkıntıda. Bütün sektörlerin iç payasada sıkıntıda olduğunu, şöyle söyleyeyim; çünkü tüketime talep diye bir şey kalmadığı için tüketim olmazsa üretim diye de bir şey yok. Abdullah Kolay, birçok şey söyledikten sonra, yani kapasitelerimiz düştü, istihdamımız azaldı, yatırım yapamıyoruz. Şunu sordu, yastık altında paralarımızı çıkaralım mı... Bir yatırım iklimi, bir yatırım ortamı görünmüyor biliyorsunuz, gönlüm herkesin köşede bucakta olan paralarını çıkarıp bu ülke için yatırım yapmasını söylemeyi arzu ediyor. Ama realitede malesef ortalıkta yatırım yapmaya hevesli kimse yok. Yatırım, dışardan da yatırım yapmaya gelen yok, malesef yatırımcılarımızı kaybediyoruz. Hükümetin bunu göremeyişine de hayret ediyoruz. Hükümetin ve üyelerinin yatırımları teşvik edici, üretimi teşvik edici işler yapmak yerine tam tersini yaptığını görüyoruz. Mustafa Yücel, hemen bununla ilgili bir soru sormuştu, SSK prim artışı yapılıyor, nasıl adamlar yatırım yapsın ya da istihdamı niye devam ettirsin.. Şimdi bu hakikaten bizim çok büyük bir yaramız. Sayın Çalışma Bakanına şöyle bir şeyi ben bütün vatandaşlarla beraber, çalışanlarla beraber bir işveren olarak şunu söylemek istiyorum; Sayın Çalışma Bakanı geldiğinden bu yana bu ülke 1.5 milyon istihdam kaybetti. SSK sanayi kesiminde en az 2.5 milyon SSKlı kayıtlı işçinin 500 binini kaybetti. SSK açıkları malesef azalmadı arttı. Burada çalışma teşkilatının konuya bir dikkatli bakması lazım. Tam tersine alınan tedbirler istihdamı azalttı, SSKnın açıkları arttı, SSKya kayıtıl işçiler azaldı. Böyle bir durumda SSK primleri arta arta geldiği için oldu bunlar, bunu Sayın Bakanla daha önce konuşmuştuk. O zaman demek ki bir yanlışlık var. öyleyse insanların ödeyemeyeceği SSK primlerini artırmaya gerek yok. Bir de burada son derece çelişkili bir şey var. SSK primleri bir taraftan artırılıyor, ödeyenin boğazı sıkılıyor, ödeyebilen giderek azalıyor. Kayıtlı işçi sayısı giderek azalıyor. Ama bir taraftan da Sayın Bakan SSK prim afları yapıyor. SSK prim afları yapmayın, bu yükü almayın. Aynı şekilde vergilerde de durum bu şekilde. Mehmet Aker, vergi oranları düşerse yatırım istihdam artar mı diye sormuştu.. Vergiyi hem SSK primleri, vergi, hem de yatırımların ve gelirlerin üzerindeki vergi olarak alalım, düşürse muhakkak ki artar. Vergiler düşerse artar mı, buna evet diyeceğim. Vergiler SSK primleri düşürse yatırım da artar, istihdam da artar, üretim de iyileşir. Kemal Demiraslan, devlet vergi topluyor, KİTlerde aşırı personel istihdamı var dedi, vakıflarda da aşırı istihdam var dedi. Özetle şunu söyleyeceğim. Devlet kendisine düşen görevleri yapmak üzere, yani adalet, güvenlik gibi konuları yapsın, Türkiyenin üstüne yük olan KİTlerden vazgeçsin, ekonomiyi küçültsün, daha doğrusu kendisini küçültsün, ekonominin gelişmesi için de vergileri ağır yükleri artık özel kesimin ve vatandaşların üzerine yıkmaktan vazgeçsin.
Sedat Küçüka: Efendim çok teşekkür ediyorum.. NTV Radyo İstanbul stüdyolarında sürdürdüğümüz Halkın Sesi burda burda sona eriyor, Halkın Sesinde bugün kriz bitti mi, Türkiye düzlüğe çıkıyor mu, bunu tartıştık. Doç. Dr. Güngör Keşçi bizimle birlikteydi. Zaman ayırdığı içi çok teşekkür ediyorum kendisine. Doğanın dengesi yerinde oldukça, ırmaklar yolunda aktıkça yarın Halkın Sesinde yine birlikte olmayı umuyoruz. Yapımda ve yayında emeği geçen tüm Halkın sesi ekibi adına saygılar sunarım efendim.. |
|