Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 18:29 TS 2 Nis., 2002
Türkiye krizden çıktı mı?

Sedat Küçüka: NTV Radyo İstanbul stüdyolarında Halkın Sesi’yle karşınızdayız. Dün yeni bir konuya başlamıştık, kriz bitti mi Türkiye düzlüğe çıkıyor mu? Evet, bugün tekrar iki değerli konuğumuzla ve önemli olan telefonda sizlerle birlikte kriz bitti mi, Türkiye düzlüğe çıkıyor mu bunu konuşacağız. NTV Radyo’ya 0212 335 47 30/31/32/33/34/35 nolu telefonnlardan ulaşabilir ve görüşlerinizi bizimle paylaşabilirsiniz. Evet, bugün 17’den 18’e kadar değerli bir konuğumuz var; Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu, İstanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi.. Hocam hoşgeldiniz..
       
       Sadi Uzunoğlu: Hoşbulduk.
       
       Sedat Küçüka: Hocam dün yayına katılan bir dinleyicimiz aynen şöyle söyledi, “ben 35 yaşındayım ama bugüne kadar krizsiz bir Türkiye görmedim” dedi. Ben doğrusu 35’i geçireli çok oldu ama doğrusu ben de görmedim. Ama krize çok şerbetli bir ülke olmamıza rağmen bu kriz fena çarptı bizi. Bu krizin diğer krizlerden farkı neydi hocam?
       
       Sadi Uzunoğlu: Şimdi aslında ben de görmedim, ben de 35’in üzerinde olduğum için gerçekten ben de görmedim. Ki enflasyonsuz dönemleri biz hiç hatırlamıyoruz. Enflasyonsuz ortam nasıl olur, insanlar nasıl çalışır, firmalar nasıl çalışır, nasıl kâr eder, buna hiç alışık değiliz. Gerçekten de zor. Bu krizin diğerlerinden farkı neydi dersek, aslında biz zaman zaman krizler yaşıyoruz, şu anda da bir kriz yaşıyoruz. Ama bir problemimiz var bizim. Bu krizde koşullar çok daha ağır. Eskiden koşullarımız gerçekten bu kadar ağır değildi. Bazı örneklerle anlatmaya çalışayım koşullarımızı. Gerçekten bu küçülme, geçen yıl yaşadığımız yüzde 9’lara yakın küçülme, herhalde Cumhuriyet tarihinde nadir gördüğümüz küçülmelerden bir tanesi, savaş dönemleri hariç herhalde hiç böyle bir küçülme yaşamadık, çok ciddi bir küçülmeydi. Ve baktığımız zaman milli gelir rakamlarımız çok enteresan. 150 milyar dolarlık milli gelire geldik ki 2000 yılı itibariyle milli gelirimiz 2001 milyar dolar idi ve şu anda 150 milyar dolarlık bir milli gelire gelebildik. Ki bu hangi yılla kıyaslanır derseniz, 1990 yılında da Türkiye’nin milli geliri 150 milyar dolardı. Yani 10 yıl geçmiş ve biz 10 yıl öncesine dönmüşüz, 10 yıl boyunca bir şeyler yapmışız, fakat sonra bir bakmışız ki 2001 yılında tekrar aynen geri dönmüşüz 1990’lı yıllara. Fakat daha da fakirleşerek. Neden? Çünkü o zamanki nüfusumuz 61 milyon kişi, şu anda 67 milyon kişi yaşıyor. Pasta aynı pasta, ama pastada alınan paya baktığımız zaman bu pay sürekli küçülüyor ve bu krizin tabi bir diğer etkisi gelir dağılımında gerçekten çok ciddi, çok büyük bir malesef kesintiye uğraması, gelir dağılımını iyice bölmesi, bozması, gelir dağılımının bozulmasıyla bizim ortadirek dediğimiz kesimin neredeyse ortadan kalkması.. Bu tabiki gelir olarak da insanların tüketimini olumsuz yönde etkiliyor, işte gelirler düşüyor, gelir dağılımı bozuldukça fakir kesimin sayısı artıyor. Birtakım insanlar belki daha da zenginleşiyor ama onların da çok fazla Türkiye’ye faydası olmuyor. Çünkü onlar da örneğin ithal otomobil kullanıyor, kendi üreticimizin ürettiği üretim en azından satılamaz duruma geliyor malesef.
       
       Sedat Küçüka: Hocam şimdi izin verirseniz isterseniz bir hattımıza kulak verelim, hattaki dinleyicilerimizin görüşlerini alalım, ondan sonra sohbetimize devam edelim..
       
       Hakan Çamlıdağ: Şimdi ilk önce size ve hocalarımıza iyi akşamlar diliyorum. Şimdi şöyle, bu krizden acaba gerçekten gelir sağlayan Türkiye’de birtakım gruplar mı var? Bu birinci soracağım.. Artı, şirketlerin bilançolarına baktığınız zaman genelde faaliyet dışı kârların çok daha yüksek olduğunu, şu andaki enflasyon seviyesine ve döviz artışına baktığınız zaman, Türkiye’de bir reel faiz olduğunu ve birtakım insanlar acaba bundan gelirler mi sağlıyorlar.. Ve dolayısıyla krizin bitmesini istemiyorlar Türkiye’de.. Hocam bu konuda neler söyleyebilir..?
       
       Alpay Erdoğan: Ben sadece şunu söylemek istiyordum, bir görüşümü belirteceğim. Şimdi ben şöyle söyleyeyim size, krizden önce 200 dolar maaş alıyordum, yani bu krizden önce 125 milyon lira maaşım 200 dolar yapıyordu. Bugün krizden sonra işte 92 dolara eşit, 92.5 dolara eşit geliyor bu. Yani bu da krizin geçmediğini gösteriyor. Artı bir de şey var şimdi, diyorlar ki işte çıkıyorlar, Kemal Derviş diyor işte kriz bitmiştir, kriz geçmiştir gibi konuşuyorlar ama vekiller aslında krizi atlattı. Çünkü maaşlarına yani sürekli zam yapıyorlar. Ama vatandaşı düşünmedikleri için, yani krizi daha hala atlatamadık. Ve de yani sosyal patlamayı da çok güzel engelliyorlar..
       
       Suat Birdağ: Sadece şunu sormak istiyorum aynı zamanda bir görüş olarak belirtmek istiyorum. Biliyorsunuz son bir gün önce Sayın Başbakan Bülent Ecevit işte bir açıklamada bulundu. Özerkleştirmenin çok fazla ileri gittiğini söyledi. Bu aslında bir şeyin itirafı değil mi, bence aynı zamanda krizin kaynağı da bu mantıkta değil mi? Çünkü paraya ve bankalara hükmedemeyen bir siyasetçinin siyaset yapamadığının itirafı gibi geliyor. Bence de bu kriz bu hükümet iktidarda kaldığı müddetçe hele bu mantıkla da yürüdüğü müddetçe, hiçbir şekilde bitmeyecektir gibime geliyor. Çünkü iktidar herhalde PKK ve Apo ölüsü ya da dirisi farketmez, onun üzerine siyaset yapabiliyor. Ya da devletin elindeki parasal olanaklar üzerine siyaset yapabilyior anlaşılan.
       
       Sedat Küçüka: Hocam ne diyorsunuz, dinleyicilerimizin görüşlerini aldık, bir de sizin yorumlarınızı alalım lütfen..
       
       Sadi Uzunoğlu: Suat Bey’den başlayalım. Güzel bir konuya değindi aslında, özerkleştirme konusunda çok mu ileri gittik, bu krizler bundan mı çıkıyor, belki de nedeni de bu olabilir, paraya ve bankaya hükmedemeyen bir siyaset tabiki böyle yapar gibi böyle bir, böyle bir krize neden olur gibi bir yorumda bulundu. Aslında ben biraz tersten almak istiyorum. Biz bu işleri yapmakta çok geciktiğimiz için, yani ekonomiyle siyaseti, yani siyasetçi ve siyaseti paranın içine çok fazla soktuğumuz için malesef Türkiye 10 yıllık bu yalancı dünyayı yaşadı ve sonra gerçeklere döndü, rüya bitti, deniz bitti, ve geldik.. İkincisi Alpay Erdoğan Bey, evet, herkesin maaşlarının düştüğünü söyledi. Artık şunu Türkiye’nin de kabul etmesi gerekiyor, bir süre daha böyle düşük maaşlarla çalışarak, üreterek gerçekten bu krizi aşmamız gerekiyor. Biz hala böyle döviz kurunun üzerine basalım, bakın şu da bir yoldur, arkadaşımızın maaşı belli, dövizi aşağıya doğru çekerseniz, dolar bazında maaşı yükselir ama sonuçta öyle bir noktaya geliriz ki bu arkadaşımız işsiz de kalabilir. Yani bunu bile aldığına dua eder hale gelebilir. Dolayısıyla burası çok hassas denge. Yani maaşı böyle dolarla falan ölçmek bence çok hassas bir denge.
       
       Sedat Küçüka: Burdan şu mesajı da alabilir miyiz, dövizin biraz fazla düşmesi de çok iyi değil mi demek istiyorsunuz..?
       
       Sadi Uzunoğlu: yani en büyük hastalığımız şu anda, daha ilerde tartışacağız, çok ciddi bir hastalık. Bir diğer arkadaşımız, Hakan arkadaşımız dedi ki krizden gelir sağlayanlar var mı dedi, olabilir, tabiki gelir sağlayanlar da var. Özellikle şu anda reel faizlerin çok yüksek olması, enflasyonun hızla aşağıya doğru gelmesi, bu krizin bittiği anlamına gelmiyor yalnız enflasyonun aşağıya doğru gelmesi. Çünkü işsizliğin azalması, ekonomik büyümenin sağlanması gerekiyor. Dolayısıyla burada krizden gelir sağlayanlar var mıdır? Vardır. Dövizi aşağıya doğru çeker, faizleri de yüzde 55’lerde yaparsanız aradaki farktan insanlar parayı gayet güzel dolar bazında yüzde 55’ler kazanırlar.
       
       Sedat Küçüka: Hocam müsade ederseniz hattıma dönmek istiyorum...
       
       Üzeyir: Bu kriz bitti diye konular oluyor, bu kriz nasıl bitmiş ben onu anlamıyorum yani, hergün zam oluyor, zam oluyor, zam oluyor kriz bitiyor.. Nasıl oluyor ben bunu anlayamıyorum. Bu Türkiye nereye gidiyor ben bunu anlayamıyorum, bunu öğrenmek istiyorum, bu Türkiye nereye kadar gidebilecek..?
       
       Cuma Zengi: Ben bundan 15 sene önce asgari ücretle çalıştığım halde taksitle arsa alabiliyordum, ev yapabiliyordum. Benim şu an çocuklarımın kirası olmadığı halde kendi kendilerini geçindiremiyorlar. Yani bu toplumun ileriye dönük hali ne olacak?
       
       Yalçın Durdu: Ben bir şey soracaktım, bu kriz dediğimiz şey tekrar olacak mı? Kriz bitti diyorlar ama yeni bir kriz bekliyoruz galiba, bu kadar çok konuşulduğuna göre...
       
       Nuri Çetin: Şimdi ülkede kriz yoktur benim görüşüme göre. Ülkede siyasi bir boşluk var. Yani dolar bazında paraları biz hesapladık, iki sene üzerinde şimdi çıktık. Yani bir kriz görünmüyor, çünkü halk devamlı parasını bozdurup bankalara, çeşitli yerlere faize vermek.. Yani kriz yoktur, bir siyasi boşluk görüyorum ben.
       
       Ömer Gülergün: Sedat Bey, her akşam krizden ediliyor, ağlanıyor. Ama madem muhalefeti alternatif olarak gösteriyor. Oysa bu seçim sistemi ve partiler kanunu değişmeden bu kriz hayatta bitmez. Bunu iddia ediyorum ve konuşmacı arkadaşımızdan bu konuda fikirlerini öğrenmek istiyorum..
       
       İbrahim Doğan: Benim hocama bir sorum olacak. Düşünüyorum ki bu toplumsal barışı sağlamak açısından iki gündür hep bu kriz ve vergi affıyla ilgili tartışmalar izliyoruz. Vergi affına karşı çıkan insanlar var. Ben de diyorum ki bugüne kadar vergilerimizi düzgün ödeyen insanlar olarak bize uygun bir indirim yapsınlar, vergisini ödeyemeyen insanlar için de uygun bir taksitlendirme yapsınlar. Acaba mümkün mü?
       
       Fuat Türker: Bence halk krizi yaratmış, halk yarattığı gibi üstünden atmalıdır. Hocam benim düşünceme katılıyor mu katılmıyor mu, ben onu öğrenmek istiyorum...
       
       Recep Taşkıran: Şimdi hocama bir sorum olacak. Şimdi bu krizin tetiklenmesinde acaba biz halk olarak bizim hiç mi bir suçumuz yok.?
       
       Sedat Küçüka: Hocam epey bir görüş birikti, sizin yorumlarınızı rica ediyorum, buyrun efendim..
       
       Sadi Uzunoğlu: Şimdi gerçekten en büyük sorunlardan bir tanesi, krizlerde şunu sormaya başladık, gerçekten kabahat bizde de var mı diye insanlar sorgulamaya başladı. Bu işte krizin illaki böyle bir dönemi yaşamamız lazım. Çünkü biz biraz mazoşist bir toplumuzdur, böyle acıyı çekmeden hiçbir şekilde derdimize çare bulmayız. Kafamıza ne zaman taş gelir, o zaman “Aa! Nerdeydi hata” diye düşünmeye başlarız. Bu çok ciddi bir gelişme. Halkın rolü var mı? Evet var. Yıllarca, on yıl boyunca sesimizi çıkarmadan enflasyon karşısında hatta 40 yıl boyunca sesimizi çıkarmadan enflasyonla yaşayan, enflasyonu şiddetle seven bir toplum diyorum ben yapımıza. Enflasyonu o kadar çok sevdik ki, kamu açıklarını adeta hep olsun diye bekledik. Kamu açık verdi, 50 yaşında, 55 yaşında emeklilik yaşını 38’e, 45’lere düşürdük, hiçbirimizin sesi çıkmadı. Oysa dünyanın gelişmiş ülkelerinde, kapitalist ülkelerinde 60-62 yaşına kadar ancak çalışırsınız ve emekli olursunuz ki bu insanların kişi başına düşen milli geliri 36 bin dolar, 38 bin dolardır. Biz daha çalışmaya başlamadan hemen emekli olmayı ve emeklilikten para kazanmaya çalıştık. Kısa vadeden köşeyi dönmeyi hedefledik. İşte cebinde bin doları olan vatandaş döviz kurlarını seyretmeye kalktı televizyonlardan, radyolardan dinlemeye çalıştı. Döviz yükseldikçe sevindi. Efendim ev almışsa evinin değeri yükselince inanılmaz haz duydu bundan. Fakat Türkiye’nin gelebileceği kamu kesiminin açıklarıyla gelebileceği nokta dış borçla gelinebilecek nokta buraya kadardı. Burada yöneticimizden vatandaşımıza kadar hepimiz biz de dahil olmak üzere hepimiz bu işten bir kere sorumluyuz, onu net bir şekilde koyalım. İkincisi; kriz bitti mi, kriz devamlı yaşıyoruz. Zaten bir krizi yaşıyoruz şu anda. Krizden kastı herhalde arkadaşlarımızın şöyle; ikinci başka bir krizi yaşarmıyız.. Finansal bir şok yaşanır mı? Yani bir devalüasyon veyahut da işte faizlerde yukarıya doğru bir itme olur mu, şok bir yükseliş olabilir mi gibi bir soru vardı. Ama şöyle bir şey var; biz eğer gerçekten gerekeni yapmaz isek, hala verimlilik, rekabet, dünyaya mal satmayı düşünmeyiz de hala içerde kendimizi oyalamaya kalkarsak bu ülke, bu gelir düzeyiyle, bu borçlarını çeviremez. Tabiki yaşarız. Onun için mutlaka Türkiye’nin büyümesi lazım, Türkiye’nin işsizliği azaltması ve istihdamı artırması gerekiyor. Bir arkadaşımız da özellikle vergiyle ilgili sordu. Çok hoş bir soruydu, vergi affıyla ilgili. Peki vergi ödeyenlerin durumu ne olacak burda dedi. Ben kesinlikle ktaılıyorum. Vergi ödeyenler, SSK primlerini zamanında ödeyenler, elektrik parasını zamanında ödeyenler, bunlar haksız rekabetle karşı karşıya kalmışlardır. Bir işadamı diyelim ki yan dükkanda SSK ödemiyor, elektrik ödemiyor, hiçbir şey ödemiyor, nasıl olsa af çıkar diye çalışıyor, diğeri her türlü yükümlülüğü yerine getiriyor. İkisi mal satmaya kalktığında rekabetçi olamıyor asıl yükümlülüklerini yerine getiren. Bir kere bu vergi affını çıkarırken mutlaka ve mutlaka bunların da durumunun gözönüne alınması gerekiyor. Fakat şunu söyleyeyim, bu günlerdeki yapılan vergi tartışmasına da çok farklı açıdan bakayım ben. Popülist bir tartışmadır, bence 4’üncü maddede alınması gereken bir tartışmadır. Yani bir paket sunarsınız, o paketin içindeki maddelerden bir tanesidir bu vergi konusundaki indirimler veya aflar. Ama bizim toplumumuzda tabi birtakım şeyler belirleniyor, bize pişiriliyor, sunuluyor. Dolayısıyla şu anda pişirilen şey de vergi malesef.
       
       Sedat Küçüka: Hocam bir izin verirseniz telefon hattımıza gidelim, ondan sonra tekrar size dönelim...
       
       Haşim Türkmenoğlu: 16 sene Fransa’da kalmış bir kişi olarak konuşuyorum, sizler oralarda bu programlara katılıyorsunuz, rica ediyorum böyle Avrupa’nın değişik ülkelerinde mesela kalkınmış ülkelerinde sistemleri incelemediniz mi, insanlar katılmasa da buralarda sizler bir öneride bulunamıyor musunuz? Yoksa bu devletimizi yöneten kişilerin bunlardan hiç haberi yok mudur? Mesela size bir örnek vereyim. Fransa’da mesela bütün şeyler çekle ödenir. Ben orda iş yeri çalıştırdım, şirketim vardı, şu anda Türkiye’deyim yalnız, 5 senedir Türkiye’deyim. Orda her şey çekle ödenir, çekler de şahsın adına yazılır veyahut iş yeriniz varsa işyerinizin ismine yazılır.
       
       Sedat Küçüka: Haşim Bey orda da çekler böyle sık sık karşılıksız çıkar mı Türkiye’de olduğu gibi..?
       
       Haşim Türkmenoğlu: Çıkmaz efendim, çünkü herkes çek kullanmak mecburiyetindedir. Çekiniz çıktığı zaman karşılıksız, en az iki sene size bir daha çek verilmez, banka hesabı zorlaştırılır, çekiniz olmadığı zaman, banka hesabınız olmadığı zaman, alacağınız şey kendinizde kalacağı için insanlar çok dikkat eder. Bunlar yani bizim Türkiyemiz’de uyarlanamaz mı?
       
       Vakkas Şahin: Ben sadece şunu söylemek istiyorum, Türkiye ekonomisinin hastalığı belli olmayan ya da belirlenmeyen bir insan gibi düşünüyorum. Belirli zamanlarda belirli yıllarda hastalık arttıkça dışardan antibiyotik ya da hastalığı ya da ağrı kesici niyetine şeyler alınıyor, daha sonra tekrar krize giriliyor ve tekrar normale dönüyormuş gibi geliyor ama hastalığın tamamının tedavi edilmediğini ya da edilmek istenmediğini düşünüyorum ben.
       
       Recep Yılmaz: Bazı kesimler sadece konuşuyor. Kayıplarını devletten almaya uğraşıyor. Üretimi düşünen yok. Çok üretmedikçe bizler yaşayamayız, bunu bilmeliyiz.
       
       Kenan: Efendim Türkiye’de kriz var mı deniliyor, kriz var efendim. Bu krizin ana sebebi kuvvetli rant çıkarcılarının çıkarmış olduğu krizdir bence. Diyorim ki; gelirlerimizin büyük kısmı bu faizlere gidiyor. Devlet mümkünse, bilmiyorum bunu ben, mümkün mü acaba faizlerin hem ödemesini hem almasını kaldırsa bu krizden çıkabilir mi..?
       
       Hüsamettin Akkurt: Efendim benim görüşüm şöyle; şimdi biz az da olsa tabi vergi ödüyoruz ve peşin peşin de ödedik geçen yıl. Şimdi bu af çıkarsa, ben demiyorum ki yani bize vergiyi ödemiş olduğumuz hani öbür affedilenlerin ya da bizim ödediğimiz paralar geri dönsün demiyorum ama pekala öbürleri af olursa bize de o zaman şöyle bir kolaylık getirsinler, önümüzdeki vergiyi düşürsünler. Onlarla hiç olmazsa eşit bir şey yapılsın yani. Hiç olmazsa bizim mağduriyetimiz öyle giderilsin.
       
       Bülent: Efendim ben birşeyler sormak istiyorum, bu benzin otomotik fiyatlandırma kapsamında fiyatı sürekli yükseliyor. Fiyatlandırmayı da dolara uygun yapıyorlar sanıyorum. Dolar düşüyor ama benzinin fiyatı sürekli yükselmeye devam ediyor. Burdan acaba bu krizlerden önce işte 75-80 sent civarında, şimdi 1 doları geçti. Acaba bir yani yüzde 30, yüzde 20, ya da bilemiyorum aradaki fark kadar bir devalüasyon her an kapıda anlamını çıkartabilir miyiz acaba, bunu sormak istiyorum...
       
       Sedat Küçüka: Evet hocam, söz sizin..
       
       Sadi Uzunoğlu: Bir arkadaşımız çekle ödemeyi sormuştu, kayıt dışı ekonominin yüzde 50’lerin üzerine çıktığı bir ekonomide tabiki böyle çek kullanımını da işte hamile yazılı olarak yaparsınız. Dolayısıyla kayıtlı olan ekonomiyi malesef daha da kayıt dışına çıkartırsınız. Bu konuda gerçekten çeklerle ilgili çok ciddi önlemlerin alınması gerekiyor. Bir diğer konu vardı benzinle ilgili, çok önemli bir konu. Acaba benzin fiyatlarıyla devalüasyon arasında bir ilişki var mı. Yok, böyle bir şey kurmayın. Bence benzin fiyatlarıyla devletin geliri arasında bir ilişki var. Çünkü bu sene akaryakıt tüketim vergisinden devletin beklediği yaklaşık 9 katrilyon liralık bir gelir var. Bu geliri yerine getirebilmek için hiçbir şekilde o zammı durdurmayacak ve yıl itibariyle sürekli zamlar yapmaya devam edecek, döviz kuru aşağıya doğru gitse bile dünyada petrol fiyatlarında bir yükselme olmasa bile bu zamlar devam edecek. Çünkü vergi gelirlerinin gerçekten azaldığı ekonominin küçüldüğü bir ortamda vergi gelirleri hızla azalırken harcamayı kısamazken o zaman tabiki burada akaryakıt tüketimini sürekli ne yapmak zorunda kalırsınız, zamlandırarak bir anlamda cezalandırmış olursunuz.
       
       Sedat Küçüka: Hocam izin verirseniz tekrar hattımıza dönelim, hattaki dinleyicilerimizin yorumlarını alalım..
       
       Dinleyici: Ben bir soruyla programınıza katılmak istiyorum. Bugüne kadar bizim bu ortama gelmemizde dini geleceklerimizle bir alakası var mı? Yani bizim bu ortamımızdan faydalanan yöneticilerimizin ne kadar suçu var, bunu öğrenmek istiyorum..?
       
       Cahit Kaplan: Kemal Derviş’in söylediği gibi akut kriz bitti. Yani şöyle düşünüyorum ben, birtakım ekonomik önlemler alındı, meclis de çok güzel çalışıyor, hükümet de çok güzel çalışıyor. Şimdi U harfinin bir simetrisini üşünün, bir bölümü söndü, yani bu yangının yarısı söndü, bundan sonra sanırım soğutma çalışmaları gerekir, yani söndü, yani yarısı söndü. Bundan sonra sanırım enflasyon da düşecek, efendime söyleyeyi işsizlik de azalacak. Yani iç piyasa da açılacak. Ben herkes gibi umutsuz değilim o kadar.
       
       İlkay Palaz: Ben şunu söylemek istiyorum; devletin ve milletin hırsız olduğu bir toplumda verilen vergilerin, kimsenin vergi vermediği ve verilen vergilerin nereye gidildiği bilinmediği bir toplumda bu soruna nasıl çare bulunacak, ben bunu merak ediyorum, teşekkürler..
       
       İbrahim: Ben dün aramıştım, Sayın hocam dedi ki var olan ve olacak krizleri aşabilmek için dedi, istihdamı artırmak gerekiyor dedi. Bunun için tekrar soruyorum. Ben 99’da yapılan devlet memurluk sınavlarını kazandım. Hala daha atanamadım. Bizim için ne yapılmalı, kazanılan hakkımız kayıp mı olacak, hukuka uygun mu?
       
       Kemalettin Özkul: Ben şeyi soracağım hocamıza; bu gelişmiş ülkelerde ekonomik piyasada dolaşan para toplam paranın yüzde 30’u, kendi öz paraları diye biliyoruz, öyle söyleniyor. Fakat Türkiyemiz’de TL bazında yüzde 3 ve yüzde 4’lerde dolaştığı söyleniyor. Yani devlet bunu para basmak suretiyle faizlerini falan kapatsa, yani ödediği iç borç faizlerini en azından kapatsa verimli olmaz mı acaba, yani bu hiç düşünüldü mü?
       
       Volkan Fidan: Kriz konusunu görüşüyorsunuz galiba. Bu krizi anlamak için önce esnafın görüşünü almak gerekiyor birinci planda. Ben de esnaf olarak, biraz önce müşteri geldi, benden 250 gram kurufasuyle istiyor. Yani insanların surat şekli değişti. Yani bana göre kriz bitti söylentileri abesleiştikal.
       
       Hasan: Yani Türkiye bu krizden hiçbir şekilde çıkmaz, kurtuluşu hiç yok bunun. Şimdi bu yukardaki büyük, yani Ankara’daki, meclisteki arkadaşlar, büyüklerimiz 3 millar maaş alıyorlar, bir işçiye veriyorlar 200 milyon lira maaş, bu bir.. İkincisi; büyük marketler çıktı, ne bileyim halk ekmekleri çıktı, büyük marketler çıktı, zaten küçük esnaf öldü. Zaten Türkiye’yi ayakta tutan da küçük esnaf, işçi. Bunlar ölünce Türkiye’nin krizi zaten bunlardan doğuyor. Yani ben sizin radyoyu bir aydan beri dinliyorum devamlı programlarınızı, hiçbir tane yani bir büyük market, ya da bir tane milletvekilinin aradığını görmüyorum. Hep alt tabaka, o sıkıntı da bundan geliyor, başka bir sebebi yok. Yani bu yüzden bu krizin düzeleceğine hiç inanmıyorum ben. Öyle devam edecek.
       
       Sedat Küçüka: Hocam ben sözü tekrar size bırakıyorum, buyrun..
       
       Sadi Uzunoğlu: Efendim genelde yanıtlamadığım bir şey var ve toplandıkça daha net görebiliyoruz. Gerçekten insanların ciddi bir hoşnutsuzluğu, özellikle siyasi yapıya karşı bir hoşnutsuzluğu var. Bir kere ben de kesinlikle katılıyorum bu konuda zaten sivil toplum örgütleri de çok ciddi baskı yapıyorlar. Özellikle seçim kanunun çıkması, partiler yasasının değişmesiyle ilgili olarak. Ama şunu da görüyorum, çok net mesajlar alıyoruz bakın. Yine bunlarla da güven sağlanabilir mi? Bence bunlarla da güven sağlanacak gibi değil. demek ki devletin yeniden yapılanması gerekiyor. Toplumsal uzlaşma ciddi anlamda sekteye uğramış durumda. Mesela çıkıp siyasilerin en azından bakanlık sayısını biz yarıyarıya düşürdük diye çıkması bile toplum açısından gerçekten çok ciddi bir moral olacak. Çünkü ekonomide biz beklentileri satın alırız. Yani umutları da satın alırız. Eğer insanların umudu yoksa burada insanlar biraz önce gördüğümüz gibi yanıtlar veriyorsa artık burda kriz bitti mi, bitmedi mi tartışmalarından ziyade bu krizden nasıl çıkarız tartışmaları daha anlam kazanmaya başlar. Arkadışımız U diye bir işaret verdi, işte yanıyor falan dedi. İşte U işaretin dibindeyseniz, U işaretinin yukarısına tırmanaca eğer elinizde bir yeterli ekipmanınız yoksa o dipte kalırsınız. Bu da Türkiye’nin, bakın bölgelerde de sürekli son dakika haberlerimiz geliyor, bu bölgede istikrarlı bir Türkiye’ye ihtiyaç var. Ki bu ortamı çok rahat yaratabiliriz. Toplumsal uzlaşmayla yaratabiliriz, istihdam yaratarak şey yapabiliriz ama birtakım insanları kayırarak devlet memurluğunu kazanmış, kadrolaşma babında içeri alıyorsanız, bazılarını dışarda bırakıyorsanız toplumsal uzlaşmayı sağlamazsınız ve şunu da söyleyeyim, bir krizden çıkışın en önemli noktası toplumsal uzlaşmanın sağlanmasıdır. Toplumun tüm sivil toplum örgütlerinin bu konuda katkısı olur. Tek başına ekonomi politikalarıyla krizden kurtulamazsınız. Herkes destek verecek. Herkes gelecekle ilgili umut içinde olacak. Ama onun için de yukardakilerin gerçekten bir şey yapması lazım.
       
       Sedat Küçüka: Hocam bir şey burda sormak istiyorum, şu döviz meselesi. Gittikçe düşüyor. Bu enflasyonun üşmesinde veya krizin atlatılmasında iyiye işaret mi yoksa bu nasıl yorumlarsınız?
       
       Sadi Uzunoğlu: Şimdi enflasyonu düşürmenin en kolay yolu dövizin üzerine basmaktır. Dövizi aşağıya doğru çekerseniz, bizim üretimimizde girdi olarak kullandığımız aşağı yukarı yüzde 30’la yüzde 80 civarındadır bunun oranı, ital girdidir. Yani direk olarak maliyetimiz dövizdir, yüzde 30 ile yüzde 80, bir malın üretiminde. Dolayısıyla siz bunun üzerine basarsanız, yani dövizin üzerine basarsanız, herkes der ki aman ne kadar güzel, enflasyon düşüyor. Bir kamu harcamalarını sıkarsanız, herkesin cebindeki parayı da vergi olarak alırsanız enflasyon sorunu ortadan kalkar. Fakat şöyle bir sorunla karşı karşıya kalırsınız, kimsenin satın alma gücü kalmaz ve deflasyon dediğimiz ondan daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalırsınız. Önemli olan hem enflasyonu aşğıya doğru çekip hem de istikrarlı bir büyümeyi sağlayabilmek. Ama ben bu kur politikasıyla, yani bastırılmış kur politikasıyla Türkiye’nin istikrarlı bir büyümeyi sağlayabileceğin düşünemiyorum. Çünkü işsiz kalan insanlar 1.5 milyon işsizi çoktan aştık, 2 milyonun üzerine doğru gidiyoruz. İhracatçı da artık işçi çıkarmaya başladı. Dolayısıyla biz rekabet gücümüzü artırmak zorundayız. Herkes şu anda vergiyi tartışıyor. Arkadaşlar şunu çok net bir şekilde görelim. Bizi yönlendirildiği gibi düşünmeyelim. Niye enerji fiyatlarını tartışmıyor Türkiye de vergi oranlarını tartışıyor. Türkiye’nin birinci maddesi bence döviz kuru meselesidir. Türkiye’de döviz kuru şu anda yüzde 35 civarında TÜFE’ye göre, Merkez Bankası’nın hesaplarıdır, aşırı değerlidir, TEFE’ye göre yüzde 24 değerlidir. Bizim içeriye satacak, birbirimizin parasını paylaşmaktan başka çaremiz kalmadı. Bununla Türkiye bir yere gidemez. Biz ceplerimize başkasının parasını getirmemiz lazım. Yani malımızı dışarıya en uygun şekilde üretip ihraç etmek zorundayız. Turist de getirip burda malımızı tükettirmek zorundayız. Çünkü Türkiye’nin önünü açacak başka sektör şu anda malesef yok. İç talep ondan sonra gelecek işte, insanlar ihracata yönelik, turizme yönelik çalışacaklar ki ondan sonra istihdam artacak ve insanlar harcamaya başlayacak, geleceğe umutla bakacak. Biz borçla dış borçlarımızı ödeyen bir ülke olduğumuz sürece bu krizin içinden çıkamayız. Önce ne yapacağız, döviz kazanacağız. Bu borçlarımızı öder hale geleceğiz. Herkes gönüllü vergisini ödeyecek. Ama biz ne yapıyoruz? Şu anda işte veri oranları düşsün mü? Tamam düşsün, ben karşı değilim buna. Ama bu tartışmamız gereken dördüncü beşinci sıradaki maddelerden bir tanesidir. Enerji fiyatları, hodri meydan, niye tartışmıyor kimse. İşte bunu kimse tartışmıyor. Gündemi malesef başkaları belirliyor. Toplumda da genelde bakıyorlar işte okuyan, okuduklarını, gördüklerini.. Tamam şimdi demek ki vergi var, hadi bakalım vergi tartışalım diyorlar. Yüzde 120’lerin üzerinde enerji fiyatları artarken döviz kuru yüzde 90’lar civarında, hatta şimdi aşağıya doğru da gidiyor, artmışsa, bir ülkenin ihracatının hızla aşağıya doğru düştüğünü görürsünüz ve gerçekten iharcat hızla aşağıya doğru geriliyor. Bu gerçekten Türkiye açısından bence en tehlikeli nokta. Çünkü Türkiye’nin büyümesi ihracata dayalı olacak, turizme dayalı olacak. Onun dışında içeriye dayalı büyümeye kalkarsanız gene öyle bir kriz yaşarsınız ki, yaşadık biliyorsunuz 2000 yılında, 6 milyar dolarlık otomobil ithal ettik, sonuçta ne yaptık, kriz yaşadık. Dolayısıyla Türkiye iç talebe dayalı büyüdüğü sürece bu krizlerden hiçbir zaman kurtulamayacak.
       
       Sedat Küçüka: Hocam izninizle tekrar hattıma dönüyorum...
       
       Ali Orhanoğlu: Efendim krizden etkilenmeyen esnaf arkadaşlarımız kalmadı, ben de dahil olmak üzere. Bu çek-senet, mesela esnafın çeki yazıldı, senetleri protesto oldu, velhasıl esnafın sicili bozuldu. Acaba hocam bu esnafın sicili konusunda, yani düzeltilmesi konusundaki fikrini alabilir miyim?
       
       Esen Şahare: Efendim benim görüşüm şu; efendim ümit olarak yabancı sermayeyi görüyoruz. Fakat yabancı sermaye güven ister. Güven için siyasi istikrar ararlar. Halbuki bizde 1960’tan beri yapılan darbeler bu siyasi istikrar hususunda tereddütler yaratır ve ümit bağladığımız yabancı sermaye de kolay kolay gelemez düşüncesindeyim.
       
       Ahmet: Ben şunu sormak istiyorum konuğumuza; az önce haberlerde de izledik, Sayın Derviş kriz bitti dedi, bunu günlerdir diyor. Ben şunu merak ediyorum, bunu cevaplandırmasını istiyorum konuğumuzun. Mesaj içeriye mi veriliyor, dışarıya mı veriliyor.. Geçen gün konuşan bir ekonomist konuk bunun dışarıya söylendiğini, efendim krizimiz bitmedi denemeyeceğini söylemişti. Bir de ikinci sorum şu; şimdi bu demirçelik ürünlerini Amerika’nın arkasında Avrupa da gümrük duvarlarını yükseltmeye başladı. Bizim ihracatımızın büyük bir kısmı Avrupa’ya demir çelik şeyi oraya yönelik. Bu durumda ekonomimizin göreceği zarar ne olabilir..?
       
       Abdurrahman: Efendim bakıyorum da Türkiye’nin kalkınması için hep halk verin diyorlar, hükümet almak istiyor, millet verin diyor, hiç devlete yardımcı olan yok.
       
       Şükrüye Bağcı: Benim küçük bir dükkanım var, işler çok durgun, iş yapmadan kapatıp gidiyoruz hergün.. Benim söylemek istediğim borsayla ilgiliydi. Borsanın artık bir kumarhane olduğunu, ne bileyim hani bunu doğrusu hocalara söylediğimiz zaman tepki gösteriyorlar, işte borsa bir kumarhane değildir, anlatmaya çalışıyorlar. İşte bir ortaklıktır felan diye..Ama ben görüyorum ki borsa bir kumarhane olmuş. Şunu diyorum, sermaye piyasası niçin denetim yapmıyor? Onun da mı çıkarı var siyasilerin olduğu gibi..?
       
       Sedat Küçüka: Hocam demin öyle bir konuştunuz ki hakikaten dilim damağım tutuldu. Ne olur birazcık ümit vererek, ümit dağıtarak şu krizden Türkiye düzlüğe nasıl çıkacak, isterseniz bunu lütfedin..
       
       Sadi Uzunoğlu: Tabi, umutlu bir şey, şunu gerçekten yanıtlayalım. Derviş’in söylediği şey daha çok dışarıya verilmiş bir imajdır. Yani daha rahat borçlanma amacıyla, krizin bittiği falan yok. İşsizliğin bu kadar hızla artığı bir ekonomide ekonomik büyümenin ciddi problem olduğu bir ekonomodi krizin bittiğini söylemek mümkün değil. Sadece finansal anlamda şoklar yaşanılıyor. Bunları da tabiki sağlam bir zemine oturtmadığımız zaman bunlar da yaşanabilir. Ama ben tekrar söylediğime geri dönüyorum. Türkiye rekabetçi bir kur, yani baskılandırılmamış bir kur politikasını tekrar gözden geçirmediği sürece, ikincisi enerji fiyatlarını gözden geçirmediği sürece, SSK primlerinde gene bu sene yüzde 30’lu, yüzde 23 ki onu bilişiği yüzde 60’lar civarında yapar, enflasyonun yüzde 35, yüzde 46 ortalamada bir ekonomide, yüzde 60 SSK primleri artırılırsa sizin üreticinizin, üretiminizin rekabetçi olması, uluslararası piyasalarda satılması, ihraç edilmesi son derece zorlaşır. İhracat yapan kesimler de işsiz kalmaya başlar. İşte o zaman Türkiye’nin gerçek sorunu ortaya çıkar. Çünkü Türkiye’de enflasyonu önlemek gayet, biraz önce söyledim, gayet basittir, ama büyüme daha zordur..
       
       Sedat Küçüka: Hocam çok teşekkür ediyoruz size programımıza katıldığınız için..
       
       Sadi Uzunoğlu: Rica ederim, ben teşekkür ediyorum.
       
       Sedat Küçüka: Evet, konuğumuz değişti ama konumuz aynı, kriz bitti mi, Türkiye düzlüğe çıkıyor mu..? Konuğumuz hepinizin gayet iyi tanıdığı Hüsamettin Kavi, hoşgeldiniz efendim..
       
       Hüsamettin Kavi: İyi akşamlar, teşekkür ederim.
       
       Sedat Küçüka: Sayın Kavi, birinci bölüme şöyle başlamıştım, eğer izin verirseniz yine öyle başlamak isityorum; biz Türkiye olarak çok krizler gördük, aslında Türkiye’de krizlere şerbetliydi ama bu kriz bizi çok fena çarptı. Bu krizin diğer krizlerden farkı neydi, siz nasıl bakıyorsunuz efendim..?
       
       Hüsamettin Kavi: Tabi bu kriz bugüne kadar yaşadığımız krizlerden farklıydı. Nedeni şu; önümüzde bir program vardı, 9 Aralık 1999’da ortaya konan kur çapasına dayalı program ve bu çerçeve içinde bir; bir defa kabiliyetimizin, yani tasarruflarımızın çok üstünde inen faizler nedeniyle toplum harcama yaptı. Bu harcamaların tamamı ithalata dönüştü. Dolayısıyla Türkiye bu tablo içinde dış ticaret dengelerini gözardı etti. Sonuç itibariyle de bu programa inanmak ve uymak durumunda olan sanayici hiç beklenmediği anda devletin tek taraflı olarak bu programdan çıkması, ben arkadaş kur taahhüdümü bundan sonra tutamıyorum demesinin ortaya çıkarttığı bir tablo içinde ağır bir fatura ödedi. Hiçbir şekilde vadeli satmış geriye bunları kur farklarını yansıtamayacağı bedelleri ödemek zorunda kaldı. Kaldı ki bu tarihe gelirken öyle elinde büyük fonları ve tasarrufları da zaten yoktu, yıllardır, son yıllarda 3-4 yıldır Uzakdoğu, arkasından deprem krizlerini yaşamış olan Türk sanayinin ellerinde tasarrufu da yoktu. Zaten tasarrufsuz bir ortamda tasarruf edemeyen ve de giderek kamu finansmanına kendi fonlarını da aktaran bir sanayi böyle bir krizle karşı karşıya kalınca takdir edersiniz ki elindeki tasarruflarını bırakın son üç kuruşunu kaybetmek, borçlandı. Bu borçlanma mali sisteme yansıdı, mali sistem de zaten dışardan Türkiye’ye gelmiş olan döviz riskleriyle iç payasayı ve hazineyi ağırlıklı olarak da finanse ediyordu. Sonuç itibariyle olmayan tasarruflarının tamamını yok olan, gelirlerini kaybeden ve büyük ölçüde borçlanan bir sanayi, onların yanında bugüne kadar gerçekte mali sektör para kazanmıştı hazineyi finanse ederek. Ama onlar da açıkta yakalandılar. Açık pozisyonları dolayısıyla büyük bir kayba uğradılar. Ve hepsinin ötesinde Türk toplumu varlıklarını kaybetmek bir tarafa, ondan daha da önemlisi insanlar işini kaybetti. 1-1.5 milyon civarında bir insan ki bu insanların çok önemli bir kısmının da hepimiz biliyoruz ki bizim olmayan veya çok kıt kaynaklarla bu ülkede yetiştirdiğimiz, eğittiğimiz, uluslararası pazarın deneyimini, mali sektörü öğrettiğimiz insanlar işini kaybetti. Genç insanlar işini kaybetti. Bunun yarattığı ekonomik çöküntünün yanında bunun yarattığı moral ve psikolojik çöküntüyle beraber Türkiye, Türk toplumu, Türk ekonomisi, Türk insanı bugüne kadaryaşamadığı bir tabloyla karşı karşıya kaldı. Şimdi bunun yaralarını sarmak tabirini kullanmak malesef mümkün değil. Bu yaraları sarmak yıllar alacak. Ama tabi oturup talihimize de küsecek halimiz yok. Bu yaraları sarmak için de çözümler üretmek zorundayız. Bir yerden başlamak zorundayız. En azından tabi geçtiğimiz günlerde kriz bitti mi bitmedi mi tartışmalarını yaşadı, bakış açısına göre değiştiğini de 3-4 gündür zaten konuşuyoruz. Ama ortadaki tablo şunu söylüyor; krizin gerçek manada bitmesi bizim hayatımıza ve yaşamımızın bugünden itibaren olumlu birtakım adımlarla değişim göstermesine büyük ölçüde bağlı. Bunu başarabiliyorsak Türk toplumu olarak o zaman gerçekten krizi aşmaya yönelik küçük de olsa adımlar atmaya başladığımızı göreceğiz. Bunun da en doğal beklentisi Türkiye’de biliyorsunuz son aylarda ve son haftalarda da giderek yoğunlaşan bir söylem, Türkiye’de büyüme ne zaman başlayacak. Zannediyorum ki anahtar sözcük burda.
       
       Sedat Küçüka: Sayın Kavi izin verirseniz hatlarımıza dönmek istiyorum, dinleyicilerimizin görüşlerini alalım, devam edelim...
       
       Emre Akbulut: NTV’ye böyle bir program yaptığı için teşekkür ediyorum. Şimdi ben konuğumuza birşey sormak istiyorum, şimdi bu IMF Türkiye’ye borç veriyor, reel faizle muhtemelen geri alıyor. Bu birtakım kesim devlete yüksek faizle borç veriyor, reel olarak kazanıyor. Bir de Sayın Cumhurbaşkanımız’ın belirttiği gibi 2001’de 17 milyar dolar bankalardan artık tabir nasıl kulanacağız bilemiyorum, buharlaştı mı diyelim, hortumlandı mı diyelim, şimdi vatandaşın vergisi bunların hangisine yetecek? Birinci sorum bu. Yani IMF’e ödenecek paraya mı yetecek, rantiyeciye mi yetecek? Sorum bu, bir de bu vekillerimiz 4 milyar 800 milyon maaş alıyorlar, bunu sindirebiliyorlar mı, nasıl sindiriyorlar, teşekkür ederim..
       
       Göktürk Türkoğlu: Şimdi hep tartışıyoruz, işte ekonomi düzlüğe çıktı mı, düzelecek mi.. Şimdi hep bu konular aynı konular. Yani ben farklı bir yaklaşım çizmek istiyorum. Şimdi biz ufak tefek olsa da, büyük de olsa küçük de olsa vergilerimizi bir şekilde ödüyoruz. Ödemek için de elimizden gelen çabayı ve gayreti gösteriyoruz. Fakat şimdi yani biz burda öderken öbür taraftan giden baya yüklü paralar var. Yani mesela nasıl diyeyim ben, 550 tane milletvekili, ne gerek var 550 tane milletvekiline. Yani bu ülkeyi 300 tane milletvekili yönetemez mi, bu bir? İkincisi; yani şimdi bizim burda yatırmış olduğumuz vergiler, yani bol keseden harcanıyor. Yani biz burda çay kaşığıyla veriyoruz, öbür tarafta kepçelerle gidiyor. Yani bunlar bir kere düzelmeden bizim ülkemiz düzlüğe çıkar mı, ben bunu sormak istiyorum..
       
       Abdullah Tosun: Kriz gerçek, hemde acı bir gerçek. Devletin yapacaklarını iyi kötü biz biliyoruz yani, hani dürüst yönetim, işte planlı yönetim.. Ama esnafın, çiftçinin, sanayicinin de yapacakları yok mu? Yani mesela organizasyon, birleşme, yüksek teknolojiye geçme. Yani öyle küçük firmaları gördüm ki iş ararken, adam Avrupa’ya açılmış, işte Asya’ya açılmış, Afrika ülkelerine açılmış, yani benim sektörümle ilgili çok güzel planlı, yani yönetimi var, teknolojiyi yakından takip ediyor, pazar bulmuş. Mesela un üstünde, ben kendi mesleğimle ilgili yani parça falan, değirmenle ilgili, un fabrikalarının parçalarıyla ilgili yapan yerler var. Yani bunlar birleşse yüksek teknolojik ürünlerini Pazar bulsa satamazlar mı yani..?
       
       Adem Doru: Halkın yemediğini yemeyen, içmediğini içen idareciler olduğu sürece bu ülkenin düzeleceğine inanmıyorum, bunu söylemek istiyordum.
       
       Dinleyici: Şimdi siz günlerdir böyle kriz vardır diye konuşuyorsunuz.
       
       Sedat Küçüka: Kriz vardır diye konuşmuyoruz, var mı yok mu, bitti mi bitmedi mi, Türkiye düzlüğe çıkıyor mu, onu bulmaya çalışıyoruz..
       
       Dinleyici: Ben bu fikirlerin tam tersini söyleyeceğim. Çünkü esasında Türkiye’de kriz yok bana göre. Çünkü yukarda kriz yok. Yani üst seviyede kriz yok, aşağılarda kriz var gözüküyor. Neden devamlı kriz var diyorsunuz..?
       
       Sedat Küçüka: Biz kriz var demiyoruz, hep aynı şeyi söylüyorum, biz sadece kriz var mı yok mu bunu tartışıyoruz. Kriz var diye bir iddiamız yok, kriz yok diye de bir iddiamız yok. Zaten bu programın yapımcısı olarak, NTV’nin var ya da yok diye bir iddiası olamaz. Sadece sizin sesinizi yansıtmaya çalışıyoruz..
       
       Ahmet Saral: Ben programınıza bir kez daha katılmıştım, ve öncelikle şunu tekrarlamak isterim, devlet 182 milyar dolarlık GSMH’nin 71 milyar dolarını kontrol ediyor ve çok büyük bir oran demiştim. Ve bu oran acaba Belçika’da, Amerika’da gelişmiş ülkelerde ne kadardır ve bunun cevabını alamamıştım. Şimdi ikinci noktaya geliyorum; o da şu; devletin topladığı vergiyi nasıl vatandaşa bir şey verirken KDV alıyorsa, aynı şekilde üstüne katma değer ekleyerek vatandaşa geri döndürmesi icap eder. Yani devletin bu sene toplayacağı 57 katrilyon lira 42 milyar dolar etmektedir. Bunu devletimiz 50 milyar dolara çıkarıp tekrar halka pompalayabiliyor mu? Yani daha açıkçası devletin tüm eğitim, sağlık, güvenlik ve diğer hizmetlerini toplasak ve üretimini toplasak dünya piyasasında satsak 50 milyar dolar eder mi etmez mi?
       
       İlhan Altunel: Beyefendi biz 30 yıldır bu düzen bu sistem değişmeli diye bağırdık. Acaba bu düzen, bu sistem değişecek mi? Ne kadar değişti, değişebilir mi?
       
       Sedat Küçüka: Sayın Kavi epey bir görüş birikti, lütfen toparlamınızı ve görüşlerinizi rica ediyorum efendim..
       
       Hüsamettin Kavi: Efendim önemli enteresan sorular var bugüne kadarki bütün programlarınızda olduğu gibi.. Emre Akbulut, İMF bize borç veriyor, yüksek reel faiz uyguluyor, öbür taraftan da buharlaşan, yok olan paralarımız var diyor, vergilerimiz nereye yetecek diyor. Şimdi tabi burada şunu düşünmek zorundayız, aslında İMF evet, bize borç veriyor, borcun belli koşulları var. Ama Türkiye borç istediği için öncelikle İMF karşısında ve müracaat ediyor. Yani İMF bizim karşımıza geçmiş ben size borç vereyim demiyor. Türkiye’nin ihtiyacı var, Türkiye’nin bütçe açıkları var ve de Türkiye dış taahhütlerini, dış ödemelerini zamanında yerine getirebilmek adına, ödeyebilmek için ve de kredibilitesini ödeyemez hale geldiği zaman uluslararası sistemdeki borçlanma limitliğimiz tabiki ortadan kalkacak. Güvenirliliğinizi sürdürmek adına dış borç bulmak zorundasınız. Neden dış borç derseniz, Türkiye içerde tasarruf yaratamıyor efendim. Veya yarattığı tasarruflar Türkiye’nin ihtiyaçlarına yetmiyor. Türkiye ne günkü borçlanma ihtiyacı her gün artan bir ülke oldu, ve de bununla ilgili olarak da Türkiye sıcak paraya kapıyı açtı, dış kaynaklara kapısını açtı, bütün bunların sonucu faiz oranlarını, kur artışlarının malesef üstünde tutmak zorunda kaldı. Bu da tabi ihracat üzerinde baskı yarattı, ve de bizim rekabet güümüz üzerindeki olumsuz etkileri sonucu iç yurt içindeki ekonomimiz üretim ve sanayimizin, tarımımızın, hepsinin rekabet gücündeki olumsuzluklar nedeniyle ekonomimiz giderek küçülen, ve işte böyle yaşadığımız krizlere zemin hazırladık. Dolayısıyla bugün İMF’den borç alıyor, gönlümüz ve olması gereken şey şudur; Türkiye kendi kaynaklarıyla kendi yaratacağı tasarrufla bütçesini yürütebilir hale mümkün olan en kısa sürede gelmek zorundadır. Bütün bunların yanında tabiki şunu da ifade etmek zorundayız, verginin doğru kullanılması konusunda sadece oturduğumuz yerden hükümetlerin topladıkları vergiyi doğru kullanmalarını beklememiz ve ümit etmemiz yetmez. Toplum olarak, toplumun özel sektörüyle, tüm sivil toplum kurumlarıyla bu konuda denetim mekanizmalarımızı kurmak zorundayız. Biz ne kadar iyi denetleyebiliyorsak, ne kadar ödediğimiz her kuruşun arkasına düşüp bunun hesabını sorabiliyorsak eminim ki bu parayı teslim ettiğimiz insanlar da en az bu düzeyde bunun doğru kullanılmasına itibar edeceklerdir. 550 milletvekili yerine 300 milletvekili... Efendim Türkiye artık bütün bunların hepsini tartışır bir noktaya doğru süratle gidiyor. Türkiye artık olmayan kaynaklarını havaya uçurma şansı kalmamıştır. Türkiye’nin artık bugün elinde efendim dağıtacağı yeni fonları yoktur hiçbir şekilde. O yüzden de Türkiye bugün bir defa ürettiği, kendi ürettiği kaynakları, iç kaynakları üretimle, vergiyle, çalışan insanların ödedikleri aylık vergilerle her kesimin bu bütçeye yaptığı katkılarla bir ödediği veriyle şu veya bu şekilde önce vatandaşlık şuurunun bir gereği olarak ödediği veriye sahip çıkmak zorunda. Ödediği vergiye sahip çıktığı taktirde de ben inanıyorum ki o zaman biz siyasetin doğru insanlar tarafından yapılmasının imkanını da oluşturacağız. Gerekirse toplumsal baskıyla yöneticilerimiz, siyaset, hükümet üyelerimiz nezdinde toplumun talebiyle biz siyasetin de doğru yapılanmasını sağlayacağız ve de 550 milletvekili eğer bizim bütçe ve de insan kalitesi itibariyle ihtiyaçlarımızın üstündeyse bu 300 olabilir, 350 olabilir. Yanlış hatırlamıyorsam 400’dü aslında, biz 95 seçimlerinde bunu 150 kişi özel kontenjanla artırdık. Sonra da kaldı, oturup olmayan kaynaklarımız dolayısıyla bunların hepsine bakmak zorundayız. Abdullah Tosun, un sanayicisi arkadaşımız.. Teknoloji dedi, tarımda, sanayide acaba biz rekabet gücümüzü artırmak adına teknolojik bir değişime uğramak ve de bu konuda yeni aşamalar kaydetmek zorunda değil miyiz dedi.. Bu işin tek yoludur bu. Yani eğer siz sadece bugün son derece düşük bir katma değerle ürettiğiniz bir ürünle karnınızı doyurabilirsiniz. Ama zenginliğe giden yol kesinlikle teknolojiden geçiyor. Daha yüksek katmadeğerden geçiyor. Arkadaşımızın tespiti son derece yerindedir. Bu sözünü ettiğimiz Avrupa Birliği ve dünyada büyük gelişmiş ülkelerle rekabet edeilmenin tek yoludur. O yüzden de eğitim, insan kalitesi, tasarruf etmek ve teknolojiye fırsat yaratmak ve insanlarımızın üniversiteyle sanayinin beraber çalışmasını mutlaka sağlamak zorundayız. Edirneden bir serbest meslek mensubu arkadaşımız aramıştı, kriz var mı yok mu diye sormuştu.. Efendim kriz ister yukarda ister aşağıda, nerde dersenizdeyin, Türkiye’de eğer bunun aşıldığıın anlayabilmenin tek bir gerçek ifadesi vardır. Toplumun tamamının bütününün bir huzur içinde üretebildiği, beraber bir istikrar içinde efendim yaşayabildiği bir süreci gerçekleştirebildiğimiz zaman, o zaman işte biz gerçek manada hedeflerimize doğru adım attığımızı söyleyebiliriz. Yoksa birilerinin krizin öbürlerinden daha ağır olması veya birilerinin hiç olmaması hiçbir şekilde bir anlam ifade etmez. Önemli olan hepimiz bütünüz. Ahmet Saral soruyordu, KDV, ödediğimiz vregilerin devletin ürettiği hizmetler olarak bize dönmesi lazım. Son derece doğru bir değerlendirme. Aslında vergiler sosyal güvenlik sigortaları ödediğimiz primlerin tamamı devletin topluma kamu alanında yapması gereken mal ve hizmetlerin karşılığıdır. Peki ödediğimiz ve aldığımız arasında uluslararası rekabeti dikkate aldığımız zaman bir denge var mı derseniz, malesef bugün yok. Ama amaçlamalıyız. Ödediğimizin karşısında sigorta primleri ödeyen çalışanların bugün sigorta hastanelerinde karşı karşıya olduğu tablo hepimizin gözünün önünde. Fazla bir şey konuşmaya gerek olduğu kanaatinde değilim.
       
       Sedat Küçüka: Efendim müsade ederseniz telefonlarımıza bir bakalım, çok birikti yine dinleyicilerimizin görüşleri...
       
       Altan Öke: Şimdi krizle depresyon kavramları arasında farkı daima düşünmek lazım. Bence kriz Şubat 17’den bir ay sonra hemen hemen bitmiştir, olan olmuştu. Kriz çok ağır bir olaydır. Şimdi içinde bulunduğumuz depresyondur. Bu kelime farkını neden bu kadar dikkat ediyoruz? Çünkü kriz önlemleriyle depresyondan kurtulma önlemleri birbirinden zıt yönde farklıdır. Ve Türkiye’nin depresyondan kriz bitti, olan oldu dövize, borçlara olan oldu, milli gelir azaldı, şimdi depresyondan çıkma tedbirleri kriz tedbirleriyle aynı yönde değildir. Hemen hemen tersinedir. Yani yatırım yapmak lazım. İşlerin açılmasını sağlamak lazım. İş yaratmak lazım. Yani bu bakımdan biz kriz lafını kullanmakla hataya düşüyoruz. Mesela Amerika’da 1929-30’daki iki ayın adı krizdir. Ondan sonra geçen 10 yılın adı büyük depresyondur, kriz değildir artık. Onu belirtmek istedim..
       
       Tayfun Kuşluoğlu: Beyefendi uzun zamandır dinliyorum doğal olarak programınızı. Ortaya çıkan bir olay var bu krizle ilgili. Her şey geliyor güven meselesine bağlanıyor. Asıl güven hem de bu siyasilere güvenmek biçiminde kendini gösteriyor. Şimdi bunllara nasıl güveneceğiz.? Bu güveni sağlayan bir liderimiz çıktı biliyorsunuz ortalığı duman ettik, Türkiye kurtuldu. Şimdi benim dediğim şu; şu deprem için toplanan yardımlar vardı, Sayın Başbakanımız kamuoyu önünde resmen dedi ki bunun kuruşuna kadar ben hesabını vereceğim. Bence güven basitçe burada başlamalı. Yani siyasilere, devlet adamına güvenimiz buradan başlamalı. Bu görüşteyim ben, bu güven tesis edilirse zaten kriz falan bence kalmaz.
       
       Salih Olgun: Görüşlerim benim, şimdi krizden kurtulmak için iş istihdamından bahsediyorsunuz. Fakat iş yeri açmak istedim mesela. İş yeri açtığım zaman ruhsat almak için başvurdum. Bana büyük bir dosya verdiler. Dosyada gideceğim kurumların isimleri yazılıyor. Yani ben bunu dolaşsam belki 15-20 günde ancak dolaşabilirdim. Ve sonuçta da yüklü bir para çıkarttılar bana. Ama tabi ben bu işten geri vazgeçtim. Yani iş istihdamından bahsediyorsunuz da, çok uzun bürokrasi bana yüklü bir para çıkarttılar sonuçta..
       
       Sevilay Tuncer: Hüsamettin Bey’e iyi akşamlar diliyorum. Ben şöyle demek istiyorum, gençlere asla söz hakkı tanınmıyor. Hiçbir şekilde gençlere iltimas edilmiyor. Bu mecliste de, Ankara’da da diğer sektörlerde de böyle. Ben diyorum ki gençler eğer bazı işlerin başına gelemezse ve bu yaşı birhayli ilerlemiş kişiler çok önemli yerlerde hala tutunuyorsa hiçbir şekilde çözüme gidilemeyecektir.
       
       Ömer Naci Tayan: Şimdi Türkiye’nin sahip olduğu toprakların yüzde 51’i devletin elinde. Fakat bu toprakların yüzde 7’si kayıt altındaymış. Bunun sebebi nedir? Bir; bu toprakları biz satarsak Türkiye’nin borcu kapanır mı? Ve bu banka borçlarının hesabını kim ödeyecek?
       
       Mehmet Ali Kıymet: Efendim ekonomik krizin devlete olan güvenden dolayı kaynaklandığını biliyoruz da, acaba diyorum gelir ve giderlerini bu seçilen milletvekillerini ve hükümetlere zimmetlenmiş olsa, bu yönetim daha düzgün olmaz mı diye..
       
       Ahmet Selim: Hüsamettin Bey’e iki soru sormak istiyorum. Birincisi; piyasalarda yıl başı itibariyle bir canlanma başlamıştı. Ne oldu da son 15 gündür tekrar bir kriz gündeme geldi, bir duraklama başladı? Diğer sorum ise bir taraftan devlet küçülmeli, KİT’ler özelleştirilmeli deniyor, diğer taraftan da özel sektör özellikle işveren vergi kaçırmakla suçlanıyor. Bu konuda ne düşünüyor acaba? Teşekkürler...
       
       Sedat Küçüka: Hüseyin Bey hemen size dönüyorum, epey görüş birikti efendim, buyrun söz sizde..
       
       Hüsamettin Kavi: Evet, İlhan Altunel’in sorusunda kalmıştık. 30 yıldır biz düzen değişmeli dedik, efendim tabi düzen değişmelinin tanımını yapmak lazım. Yani bilemiyorum ben 30 yıl önce düzen değişmeli derken işte bizim öğrencilik yıllarımızdı o yıllar, neler, nasıl ifade edildi ama görünen o ki demek ki muaffak olamamışız. Yani bugün hala sıkıntılarla bu ülkede bizim arzu etmediğimiz, bizim kabul edemeyceğimiz, sürdürülemez sıkıntıları yaşadığımıza göre demek ki bu sözünü ettiğimiz sıkıntıları değiştirecek bir toplumsal anlayışı, toplumsal inancı yerleştirememişiz. Altan Öke, değerli profesörümüzün ifadesi aslında zannediyorum ki çok doğru bir tespit. Kriz, zaten kriz olur biter, kriz sürmez. Ondan sonraki süreç depresyon halidir. Burada doğrudur, depresyon sürecinin tedavisi farklıdır, yatırıma ihtiyacımız var, yeni işler yaratmalıyız. Pozitif bir anlayış iklimi oluşturmamız lazım. Bütün bunlar hepsi doğru ve kendilerine yüzde 100 katılıyorum. ancak burada insanların peki bu sürece bunun gereklerini doğru adımları atamamasının ardındaki gerek neden nedir derseniz, bir sonraki soruyu soran veya yorumu yapan arkadışımız aslında bu cevabı verdi: Güven. İnsanlar efendim bugün elinde iyi kötü birtakım tasarrufları olabilir. Eğre siz geçtiğimiz 1 yılı aşkın süre içinde bu kadar büyük sayıda, 1-1.5 milyona yakın insan işini kaybettiyse malesef yarına güven duymak adına elindeki 3 kuruş, 5 kuruş tasarrufu neyse bunu rahat rahat bir talebe dönüştürmüyor, harcamaya dönüştürmüyor. Burada zannediyorum ki bu iklimi bireylerin tek tek yaratması yerine, bütünüyle beraber ancak ve ancak yaratabiliriz. Bu konuda özel sektörün kurumlarına, sivil toplum kurumlarına ve de beraberce yapılacak önemli bir dayanışma sürecine geldiğimiz ortada. Kaldı ki zaten artık bugün bu hafta içinde İstanbul Forum’unda açıkça da ortaya konulan yaklaşım şudur ki; Türkiye’nin meselelerini Türkiye’yi en iyi bilenler, Türkiye’nin gerçek sahipleri ancak çözebilir. Dışardan alacağımız yardımlar, akıllar, fikirler ancak bize kendi meselelerimizi kendi projelerimizi oluşturmak adına yeni birtakım imkanlar sağlayabilir ama sonuçta bütün bunları aşacak olan gerçek kişiler bu ülkenin insanları, bu ülkenin kurumlarıdır. Tayfun Kuşluoğlu arkadaşımız açıkça biraz evvel söylediğim saptamayı yaptı, güven, siyasete güven.. Aslında sorun sadece siyasete güven değil. Bizim toplumumuzda siyasete güvensizlikle beraber var olan başka güvensizlik unsurları da var. biz acaba birbirimize ne kadar güveniyoruz. Biz kurumlarımıza ne kadar güveniyoruz.? Mesela güven dediğimiz sadece bir kesitte ortaya çıkan bir olgu değildir. Bütünüyle olaya bakabilmemiz lazım. Birbirimizi ne kadar seviyoruz, birbirimize ne kadar ilgi gösterip kendimizin dar alandaki sıkıntılarına nasıl yaklaşılıyor.. Senin meselelerini ben de kendi meseleme ortaya koyarken birtakım çözüm önerileri ortaya koyarken bir başka arkadaşım acaba, canım senin meseleni çözmek adına benimkini unutacak mıyız gibi yaklaşmak yerine, gel önce seninkini beraber çözelim, ama hemen akabinde de benim meselemi çözmek adına nasıl bir iş birliği yapacağız sorusu aslında bu sorunun cevabı bizim 1950’lerin sonunda, 60’lı yıllarda okuduğumuz yurttaşlık bilgisi kitabında var: İMC. Türkiye yokluklar içinde işbirliği yapma imkanlarını sosyal sorumluluk olarak yerine getiriyordu, bugün dünden daha zenginiz, niye unuttuk bu imkanlarımızı.. Bu manadaki sosyal dayanışma kültürümüzü, anlayışımızı, geleneklerimizi.. Zannediyorum ki aslında kaybettiğimiz çok şeyi dünde sahip olduğumuz gerçeğini görürsek bizim birbirimize olan güvenimiz, birbirimize olan destekle biraz evvel sözünü ettiğim manada dayanışmayla bu işi aşabileceğimizi görürüz ve de buradaki en önemli bir gerçek daha var: Özgüven. Kendimize güveneceğiz. Kendi gerçeklerimizin farkında olan bir Türk toplumu kendi içinde o sözünü ettiğim dayanışmayı gerçekleştirdiği gün hiç şüpheniz olmasın bu meseleleri aşacak gücü, aklı, imkanı, bilgiyi, teknolojiyi kendi içinde var olduğunu görecektir. Salih Olgun, doğru, bir iş yeri açmak adına önüme bir dosya kondu ki bir maliyeti var, ben bıraktım kaçtım diyor. Efendim Türkiye’de iş yapmak malesef son yıllarda kamunun borçlanma politikası ve ihtiyaçlarının malesef bir karşı maliyeti olarak iş yapmak, üretim yapmak isteyen...
       
       Sedat Küçüka: Bürokrasi çok azaldı diyorlar Sayın Kavi ama..
       
       Hüsamettin Kavi: Efendim afedersiniz o bir temenni şu an, gerçek temennidir. Ama temenni sürecine de yol aldığımızı biliyoruz ve de daha fazla istemez zorundayız. O arkadaşımız bana göre ilgili merciye gidip niçin böyle bir talepte bulundu, bu dosyada ne istendiği sorgusunu lütfen sorsun, talep etsin. Çünkü meselelerin çözümünde biz varız ve de biz haklı taleplerimizi ısrarlı birşekilde yapmaya devam ettiğimiz sürece Türkiye’nin yeniden yapılanması ve Türkiye’de değişim dediğimiz 21’inci yüzyıl gerçeğinde Türkiye’de üreten insanların, çalışan insanların ortaya bir değer koyan insanların bu ülkeye sahip çıkacağı bir ortamı berabere yaratabiliriz. Mimar genç arkadaşımız Sevilay Tuncer diyor ki gençlere söz hakkı.. Lütfen şu gerçeği görsünler, yarınımızda başkaları yok. Hatta onlardan daha genç olan insanlar var. Bugün okullarımızda, lisede, üniversitelerimizde okuyan insanlarımız var. Onlar eğitimlerini tamamlamışlar, hiç şüpheleri olmasın ki yarının geleceğinde Türkiye’nin karar organlarında onlar olacak ama iki temel unsur var. Burada şu gerçeği lütfen kabul etmek zorundayız; birilerinin onlara birşeyler vermesini beklemesinler. Almak üzere, talep etmek üzere kararlılıklarını ortaya koysunlar. Ve de kurumlaşma kültürüne itibar etsinler. Tek tek bugün demokratik toplumlarda meselelerimizi tek tek çözüme götüremeyiz. Bağlı bulunduğumuz odalarımız, mimar odalarımız, efendim derneklerimiz, vakıflarımızda bir araya gelerek sivil toplumun gerçek kararlılığını ortaya koyan bir Türkiye’de yarın onların görevleri de yetkileri de çok daha farklı olacak.
       
       Sedat Küçüka: Sayın Kavi müsade ederseniz bir hatlarımıza bakalım, ondan sonra tekrar yanıtlamaya devam edelim efendim..
       
       Mehmet Koçan: Yani bugün bu kriz halen ağır şekilde devam etmektedir. Halk güvenmiyor, yani bu insanlara güvenmiyor. Baştaki yöneticilere güvenmiyor. Niye bugün Türkiyemizi seviyoruz, insanların önünü alsınlar.. Ama malesef halen daha eski politikalar, eski zihniyetler.. Yani halkımızın önünü alsınlar, inan Özal gibi aktif bir politikacı gelsin, halka güvensinler, bu krizler aşılır.
       
       Fevzi Koç: Ben şu kriz için aramıştım. Şimdi bu kriz nasıl geçmiştir.. Benim iki tane çocuk var, askerden birisi geldi, birisi de askere gidecek. İş bulamıyorlar, çalışamıyorlar. Ben bir emekliyim. 216 milyon maaş alıyorum. Bir kilo domates 1.5 milyon, bir kilo et 6 milyona çıkmış. Bu halen diyor ki kriz bitmiş. Peki 250 milyona bu Kemal Derviş veyahut da Ecevit olsun, bu 216 milyonu alsın, kendisi bir ay geçinsin, ev kirası versin. O zaman bakalım kriz nasıl geçmiş, onu bir öğrenelim.
       
       Muhammed Gökdemir: Efendim ben şunu söylemek istiyorum, Atatürk’ün 18 Şubat 1923’te vatanı cennet haline getirecek olan, bayındır hale getirecek olan ekonomik faaliyelerdir diyor. Ülkenin kişilerin çalışkanlığı ve zenginliğidir diyor. Tarih milletimiz için böyle bir devri de yazacaktır diyor. Fakat ben şunu düşünüyorum şu anda, herkesin gördüğü, diyorum ki şu anda güven ve ekonomik faaliyetler bitmiştir. Bunu nasıl bir daha yerine getireceğiz, bunu öğrenmek istiyorum?
       
       Murat Ağöneh: Şimdi bir Avrupa Birliği gündemde biliyoruz, sürekli iç planda işte bu girdik, giremedik, şunlar bunlar, falan filan.. Bence Avrupa Birliği, yani Avrupa Birliği biraz oyalıyor gibi geliyor. Bir Avrupa Birliği yerine Arap ülkeleri var, yani diğer dış İslam ülkeleri var, yeraltı kaynakları mükemmel derecede zengin yerler var. Bir İslam birliği kurulsa, yani şimdi onlarla İslam birliği kurup da işte kardeş olalım demiyorum. Sadece bizim çıkarımız için, menfaatimiz için İslam ülkeleriyle ordan bir şey çıkarabilmemiz mümkün mü? Çünkü Avrupa Birliği’ne biz kalırsak yandık.
       
       Hüseyin İpek: Hüsamettin Bey’e saygılarımı sunarım. Böyle bir program yaptığınız için de gerçekten bütün halk sizden konuşuyor. İlginize alakanıza teşekkür ederiz. Efendim müsade ederseniz iki şey söyleyeceğim. Bizim o tarafta ekonomi bozuk malumunuz, giderdi üç beş kuruş varsa onu da bir silah alırdı. Ondan sonra borcu ödeyemezdi. Ben Hüsamettin Bey7e şunu sorayım, acaba dünyada silah alma bakımında kaçıncı ülkeyiz?
       
       Memduh Bayraktaroğlu: Ben şunu sormak istiyorum, Sayın Kavi bunu en iyi anlayanlardan birisidir. Türkiye’de son 5 senede dolar bazında, yani reel olarak gelir arzı, para arzından söz etmiyorum, gelir arzından söz ediyorum, gelir arzı yüzde 28 gerilediği halde yine dolar bazında enflasyon sanıyorum yüzde 26 ya da yüzde 25, dolar bazında enflasyon 5 senede.. Ekonomide gelir arzı bu kadar gerilediği halde enflasyon nasıl oldu da bu kadar artıyor.? Demek ki Türkiye’de talep enflasyonu yok, Türkiye’de bir teşhis yanlışlığı var, haliyle tedavi yanlış.. Lütfen açıklamasını istiyorum, iyi akşamlar..
       
       Sedat Küçüka: Halkımızdan rica ediyoruz, bizi dinleyen değerli dinleyicilerimizden rica ediyoruz, artık telefon etmeyelim, çünkü telefon alacak kadar zamanımız kalmadı. Çünkü Sayın Kavi’ye de hiç vakit veremedik. Artık bundan sonraki zamanı Sayın Kavi’nin telefonları değerlendirmesine bırakacağız. Sayın Kavi buyrun efendim..
       
       Hüsamettin Kavi: Ömer Naci Tayan öğrenci arkadaşımız diyor ki Türkiye’nin yüzde 51’i devlete ait topraklar acaba satsak borçlarımız kapanır mı? Öncelikle bir şunu söyleyeyim, Türkiye işte 1923-2002, 78-79 yıllık bir ülke, demokrasisini, kurallarını, cumhuriyetin bütün karar mekanizmalarını, kurumlarını biz kendimiz kurmuş olan bir ülkeyiz. Ne kadar kurduğumuz da işte ortada. Ve de bu sürecin artık yeni bir değişime uğraması gerektiğinin de hepimiz farkındayız. Efendim dünyada bugün gelişmiş ülkeler içinde ülkenin topraklarına sahip olan devlet göremezsiniz. Ancak biz şu an bu toprakları tabiki Türk insanlarına, Türk toplumunun istifadesine, kullanılına sunmak zorundayız. Bu ister satarak olur, ister tahsis ederek olur. Toprağı doğru kullanacak olan insanlara ihtiyaç duyanlara bunu tahsis etmek lazım. Mesele bu toprakların üretimde kullanılabilmesini, bir değer yaratmasını sağlayacak mekanizmayı yaratabilmemize bağlıdır. Kime satacaksınız? Bugün Türkiye’nin topraklarını, Türk toplumunun hangisinin satın alma gücü var ki? Ne kadarını kime satacaksınız? O yüzden satmak yireni bu toprakları kullanmanın, burdanbir değer üretmenin birey veya bireyler olarak yollarını bulabilmemiz lazım. Mehmet Ali Kıymet diyor ki gelir - gider.. Yani bütçeyi biz siyasilerimize, hükümetimize zimmetlesek.. Efendim demokratik teyammüller içinde bu yönetimin mali yönden de sorumlu tutmak mümkün değil, dünyadaki uygulamalar da bu şekildedir. O yüzden siyasilere bu görev ve yetkiler verilir. Ve de onların bu görevlerini yetirme getirme performansları da gene seçim sandıklarında bir değerlendirmeye tabi tutulur. O yüzden zimmetlememiz malesef mümkün değil. Piyasalarda bir canlanma vardı, ne oldu... Efendim tabiki yıl başından önce kasım-aralık ayında geçici bir KDV uygulaması çerçevesinde ve de hepimizin bildiği kampanyalarla birtakım ek tenzilatlarla talepler yarattık. Ama gördüğümüz bir gerçek de şu, 2002 yılında muhtemel yaratılacak olan bir talebi de biz 2001 yılının sonuna böylece çekmiş olduk. İçinde bulunduğumuz ocak, şubat, mart aylarındaki piyasadaki gerilemede.. Ama az ama çok bu uygulamanın da etkisi olduğunu zannediyorum. O yüzden bizim geçici çözümler yerine daha kalıcı ve istikrarı sürdürebileceğimiz doğru çözümleri üretebilmemiz zannediyorum ki bizi hedefimize götürecek. Devlet küçülmeli, güven, Mehmet Koçan diyor ki güven vermemiz lazım, halka güven verilmesi lazım. Bunları istemeye devam edeceğiz, efendem bu konuda bizim biraz evvel de söylediğim gibi ısrarlı, kararlı taleplerimizi, dileklerimizi ortaya koyarak kurumlaşarak, toplumsal bir anlayışla bir bilinç yaratarak hareket etmemize bağlı. Bu talep dünyada efendim doğruyu yaratan tek bir gerçek vardır; talep. Doğru talep mutlaka karşısında doğru bir arzı yaratacıktır. Doğru talebin karşısında yanlışlar varsa mutlaka o yanlışların yanında doğru arz gelecektir ve de toplumda sonunda güveneceği doğru arzı yakalayacaktır. Fevzi Koç, emekli, zor, gerçekten çok zor, çok iyi anlıyorum, çalışan insanların ve özellikle emeklilerin bugünkü koşullardaki ekonomik imkanlarla kendilerine sağlanan ekonomik imkanlarla yaşamlarını sürdürmeleri çok zor. Ama Bir gerçeği hepimiz biliyoruz. Bizim dünkü biraz evvel sözünü ettiğimiz İMC’miz aslında hala bugün sosyal hayatta devam ediyor. Bizim İstanbul’daki bugün yaşayan toplumumuzun, halkımızın, insanlarımızın pek çoğunun ardında Anadolu’da hala kökleri var. Orayla sürdürdükleri o iletişim de dayanışma, o topraklardan, efendim bu insanlarımızı tabi ayakta tutuyor. Mesele aslında şu gerçeği görüyoruz burada; Türkiye bu çarpık yapılaşma içinde malesef ekmeğini ve geleceğini arama sürecinde ekonomik gelişmede daha üst sıralardaki yerlere olan göçler bu dengeyi, olması gereken doğal dengeyi daha da bozdu. Esas gerçek şu ki; biz Türkiye’nin tüm 800 bin kilometre karesine insanımızı dengeli yayarak her toprak parçasından ne değer yaratabileceğimizi beraberce aramak zorundayız. Yani göçü durdurabilmek. Göçü durdurabilmenin tek yolu ekonomik gelişmeyi o bölgelerde de başarabilmekten geçiyor. Evet, Türk insanının yaratacağı değerlerle hedeflerimize ulaşacağız. Bir şey anlatmak istiyorum, Avrupa Birliği bizi oyalıyor mu? İslam ülkeleri birliği, 4 yıl kadar evvel Cezayir’de bir değerli İLO, Uluslararası Çalışma Örgütü temsilcisi bana bir soru sordu. Dedi ki, siz dedi borçlusunuz bize. Dedim ki ne borcumuz var söyler misin, söylersen bileyim.. Dedi ki siz borçlusunuz.. Nedir dedim. Bak dedi, bugün İslam alemi içinde gerçek manada gelişmiş ülke konumuna ulaşmış, demokrasi ve Pazar ekonomisinde başarılı olmuş bana ülke gösterebilir misin? Çok zor dedim. Ama dedi bir tane aday var. Kim dedim o..? Siz sizin, farkında değil misiniz dedi.. Başarın dedi, siz başaracaksınız.. Başarın ki biz de bunun başarılabileceğini görerek sizi izleyecek, çabaları adımları atalım. Zannediyorum ki almamız gereken çok önemli bir mesajı verdi. Türkiye’nin kendisine değil, bağlı bulunduğu camiaya, kültürünü paylaştığı koca bir kitleye de sorumlulukları olduğuna inanıyorum.
       
       Sedat Küçüka: Sayın Kavi, bu güzel temenniyle isterseniz programı bitirelim.
       
       Hüsamettin Kavi: Bir cümle daha söylemek istiyorum. Ben başladığınız günden beri bu programı dinliyorum, izliyorum, takip ediyorum. Ve de yarına ilişkin çok önemli bir güvence bende belirmeye başladı. Onu açıkça ifade etmek istiyorum. Çünkü Türk insanları, Tük toplumunun insanları artık olaylara sadece seyirci kalmanın yanında meselelerin bir parçası olmanın, sistemi sorgulamanın, sormanın, cevap aramanın artık gerçeğini görüyor. Siz bu programla bu gerçeğin toplum tarafından algılanmasını sağladınız. Toplum sormaya devam etmeli. Sordukça da zannediyorum ki çözümleri de hep beraber başaracağız.
       
       Sedat Küçüka: Çok teşekkür ediyorum Sayın Kavi. Evte, NTV Radyo’da Halkın Sesi bugünde burda sona eriyor, kriz bitti mi, Türkiye düzlüğe çıkıyor mu, konumuz buydu, Sayın Hüsamettin Kavi lütfettiler bizimle birlikte oldular. Evte, doğanın dengesi yolunda oldukça, ırmaklar yolunda aktıkça bir sonraki Halkın Sesi’nde yine birlikte olmayı diliyoruz. Yapımda ve yayında emeği geçen tüm Halkın Sesi ekibi adına saygılar sunarım efendim..

 

 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları