Home page
Haber Menüsü


Depremle yaşamaya hazır mıyız?  
  Selda Atalay, NTVMSNBC için Kandilli Rasathanesi ve Deprem (Eğitim) Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Ahmet Mete IŞIKARA ile görüştü.

Selda Atalay
NTV-MSNBC
 
   16 Ocak—  İstanbul’da yaşamak, üstelik son zamanlarda hissettiğimiz aslında hep varolan ama bir türlü içimizde hissedemediğimiz bir gerçekle, ‘deprem gerçeği ile yaşamak’...Zor mu, yoksa kolay mı, şüphesiz pek kolay olduğu söylenemez ama bir gerçek var ki, biz onunla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Peki bunu nasıl yapacağız? 

   
 
       
    MSNBC News İstanbul'da deprem
MSNBC News "Japonya'da sokağa bile çıkmazlar"
MSNBC News Her 11 ayda büyük veya orta deprem
MSNBC News Prof. Ercan: 4.2, öncü deprem
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 


       Çoğunuzun ‘Bu sanki çok mu kolay?’ dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız hiçbirimiz için kolay değil ama ayaklarımızı yere çok daha sağlam bastıracak, en ufak bir sarsıntıda çok büyük korkuları yaşatmayacak ne yapmamız gerektiğini bildirecek bazı bilgiler var. Bunları edinmek hem ruhen hem de yaşadığımız mekanları korumak bakımından son derece önemli. Kandilli Rasathanesi ve Deprem (Eğitim) Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Sn. Ahmet Mete IŞIKARA ile yaptığım bu röportajda deprem gerçeğinin farklı bir yüzünü görecek şu çok meşhur sözün yani, “Deprem gerçeği ile yaşamasını bilmeliyiz” sözünün aslında ne anlama geldiğini aynı zamanda İstanbul Afete Hazırlık Eğitim Projesi (I.A.H.E.P.) ve Zorunlu Deprem Sigortası’nın son durumu hakkındaki tüm bilgileri bulacaksınız.
       17 Ağustos ve hemen ardından meydana gelen 12 Kasım depremlerinden sonra siz sürekli olarak insanlara hep aynı şeyi söylediniz, “Türkiye bir deprem ülkesi ve biz deprem gerçeği ile yaşamaya alışmalıyız” dediniz. Deprem gerçeği ile yaşamaya alışıyor muyuz? Ya da siz bunu söylerken neyi anlatmaya çalıştınız?
       A.M. Işıkara: Öncelikle tüm okurlarımızın yeni yılını kutlarım, sağlıkla, mutlulukla geçmesini dilerim.
       Ve sanırım korkusuz...
       A.M. Işıkara: Elbette, korkusuz tabi. Eğer deprem gerçeği ile yaşamayı öğrenirsek, depremden korkmadan da yaşamayı öğreniriz. Özellikle vurgulamaya çalıştığım bu benim. Çünkü bizim, üzülerek ifade edeyim 17 Ağustos’a kadar yapmadığımız bu idi. Yani ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini göz ardı ettik. Bakın 1992’de Erzincan Depremi oldu, 1995’te Dinar Depremi, 1998’de Adana-Ceyhan Depremi oldu ve bunların arasında da 5.0-6.0 büyüklüklerinde Hatay, Amasya-Çorum ve İzmir depremleri var. Fakat tüm bu gerçeğe rağmen biz bu gerçeği yok saydık. Ne zaman 17 Ağustos’un acılarını gördük, 12 Kasım’ın acılarını gördük, o zaman ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinin farkına vardık. Şimdi benim yapmaya çalıştığım da bu... Ülkemiz bir deprem ülkesidir, ama depremden korunmak mümkündür, bunun için de deprem bilinci yüksek bir toplum olmak zorundayız. Burada da tabi siz medyaya büyük görevler düşüyor. Bilgi en hızlı şekilde sizler vasıtasıyla topluma ulaşır, dolayısıyla sizinle bu röportajı yapmamın bir nedeni de toplumu sizler vasıtasıyla bilgilendirme çabasına girdim. Tüm mesele bu.
       Ben de değerli okurlarımızı bilgilendirmek bakımından izninizle söyleşimizin seyri hakkında bazı notlar aktarmak istiyorum. Her şeyden önce bu söyleşi boyunca farklı mesajlar bekleyen okurlarımız varsa hayal kırıklığına uğrayabilirler. Çünkü 3 ya da 5 kollu faylardan, fay hattının aşağıdan mı yukardan mı, kuzeyden mi güneyden mi, adaların ne kadar açığından ne kadar içinden, bugün mü, yoksa yarın mı???... gibi hep aklımızın bir köşesinde olan ama bir türlü yanıtını alamadığımız, aslında alamayacağımızı da bildiğimiz ‘O’ soruların cevabını aramayacağız. Biz bugün; Deprem gerçeği ile yaşamak nasıl olur? Bu gerçekle yaşamayı kendimize tarif edebildiysek eğer, bunu başarabiliyor muyuz? Başımızı sokup yattığımız ev bizi koruyacak mı, yoksa hayallerimizle birlikte kendimize ve sevdiklerimize mezar mı olacak? Tıpkı daha önce olduğu gibi... Ya da tüm bu gerçeklerin farkındaysak ama bir türlü tam da ne yapmamız gerektiğini bilmiyorsak, işte bu söyleşi boyunca ‘biz ne yapmalıyız’ sorusunun cevabını bulmaya çalışacağız. Kısacası korkusuz bir söyleşi yapacağız.
       A.M. Işıkara: Selda Hanım, öncelikle bu yaklaşımınıza ben çok teşekkür ediyorum. Bana sorarsanız çok doğru bir yaklaşım. Çünkü bakınız, korunma bilgi ile başlar ve bilgi de korkuyu azaltır.
       Boyutları böylesine kitleleri etkileyen bir afetin yaşanmasının ardından insanlar deprem konusuyla çok fazla ilgilenmeye başladılar. Bir sözünüz var, diyorsunuz ki; “...Türkiye’de depreme ilginin oluşması için İstanbul’da Marmara Bölgesi’nde bir deprem yaşanıp, Ankara’da hissedilmesi gerekiyordu...” Deprem yaşandı ve Ankara’da da hissedildi sizce ilgi bu yüzden mi arttı?
       A.M. Işıkara: Aslında buna Ankara demeyelim de... ‘Biz Marmara’da yaşayanlar’... bu benim daha çok kullandığım bir ifade. Biz Marmara’da yaşayanlar Erzincan’a uzaktan baktık, Dinar’a, Adana-Ceyhan’a uzaktan baktık. Oradan İstanbul’a gelelim biz İstanbul’da yaşayanlar ne zaman 17 Ağustos depremini hissettik o zaman bu deprem gerçeğinin farkına vardık. Ne kadar ürkütücü bir doğal afet olduğunun farkına vardık. Bakın biz hissettik diyorum çünkü yalnızca hissettik, yaşayanlar Yalova’dır, Gölcük’tür, Kocaeli’dir, Sakarya’dır, Düzce’dir, Bolu’dur onlar yaşadı biz ise hissettik. Depreme olan ilgi ise olağanüstü çoğaldı. İşte bu ilgiyi doğru yolda kullanmamız gerekiyor, elimizden geldiğince bizim yapmaya çalıştığımız da bu, toplumu bilgilendirmek bilinçlendirmek. 1-1,5 ay kadar önce Japonya’da bir deprem oldu ve ’0’ (sıfır) can kaybı diye gazetelere manşet oldu. İşte bizim de öyle bir toplum olma zorunluluğumuz var. Bunun yolları var, yeter ki bu yolları biz de uygulayalım.
       Bu yollar nelerdir?
       A.M. Işıkara: İki temel yol var. Bunlardan bir tanesi deprem güvenli konut. Artık özellikle yeni yaptıracağımız evlerde veya alacağımız evlerde mutlak surette sorgulama yapmamız lazım. Diğeri de eğitim yani deprem öncesi-sırası ve sonrasında neler yapmamız gerektiğini bilmemiz lazım. Eğer bu bilgilere sahip olursanız muhtemel bir depremin zararını en az hasarla atlatabilirsiniz. Sorgulama diyorum, sorgulama ne kadar çoğalırsa o kötü yapıları yapanların da aramızdan o kadar uzaklaştığını görürüz. ‘Ne olursa olsun başımı sokacağım bir evim olsun’ anlayışından uzaklaşmamız lazım. Bir deprem ülkesinde yaşadığımıza göre evlerimizin de mutlaka ve mutlaka deprem güvenli olması lazım. İşte bizim senelerce yapmadığımız bu, bugünkü sıkıntıların temelinde yatan neden de bu. Evet, toplumda bir sıkıntı var ve bunun farkındayım, sıkıntının nedeni ise, hiçbirimiz yaşadığımız mekanlara güvenmiyoruz ama kim kabahatli? Biz. Çünkü biz hiçbir zaman sorgulamadık.
       Ama sorgulamamız gerektiğinin de bu denli farkına varamadık galiba, hissetmemiz gerekiyormuş.
       A.M. Işıkara: Aldığımız evin her zaman makyajına baktık, esasına bakmadık, dolayısıyla bugün yaşadığımız mekanlara güvenmememizin temelinde yatan neden de bu. Ama o mekanlara dahi yapabileceğimiz ve muhtemel bir depremin zararlarını azaltacak hatta önemli ölçüde düşürebilecek tedbir alma yolları var. Çocuklarla konuşuyorum, ben onların ‘Deprem Dede’siyim, çocukların üzerinden topluma bu öğretileri yaymaya çalışıyorum. Ben her çocuğumu 3 kişi olarak görüyorum anne-baba ve kendisi, bu çocuklar yarın devlet mekanizmasının içinde çok önemli noktalara gelecekler ve karar alma noktasında olacaklar. Çocukları çocuk yaşta eğitir bilgilendirirsek, deprem gerçeğini bilen yeni bir nesil yetiştirmiş oluruz diye düşünüyorum. En önemlisi de ‘deprem güvenli konut’ kavramını iyice anlayabilmek, biz bu depremin üstesinden geleceksek bunu da dediğim şekilde konutlarımızın depreme güvenli olarak yapılması ve beraberinde edindiğimiz öğretilerle başaracağız. Toplumda bir hassasiyet başladı, uyanma başladı, bunun devamlı olması lazım dolayısıyla benim sizin aracılığınızla okurlarınızdan ricam ve arz etmek istediğim deprem güvenli konut kavramına mutlaka sahip çıkılmaları.
       Depremin hemen ardından acaba oturduğumuz ev sağlam mı, değil mi? Eğer değilse, daha güvenli bir yere nasıl geçebiliriz ya da bu binayı nasıl daha güvenli hale getirebilirizin cevaplarını şu veya bu şekilde bulmaya çalıştık. Fakat her şeyin karşılığında da inanılmaz maliyetler çıkıyor karşımıza. Yani bugün gerçek anlamda yıkıcı büyüklükte olabilecek bir depreme dayanacak güçteki bir binanın dairesini satın almakla vasati ölçülerdeki bir daireyi satın almak arasında çok bariz fark var. Ben o dönemlerde alıcı-kiralayıcı gibi pek çok emlakçıyla görüştüm kimi zaman yüz yüze kimi zaman da telefonla ve hep şunu sordum “...bu binanın depreme dayanıklılık raporu var mı, yetkin kişilerce herhangi bir araştırma yapılmış mı...?” gibi sorular sordum her defasında aldığım yanıt çoğunlukla aynıydı, “...valla tanıdıklarına şöyle bir baktırmışlar, ama dışardan bakılınca çatlak falan görünmüyor, zaten buraları hep kayalık zemin bir şey olmaz...” gibi sıradan yanıtlar aldım. Onlara “...siz emlakçısınız, dolayısıyla alım ya da satım ya da kiralama işlerinde aracı görevini üstleniyorsunuz, şartlar böyle iken nasıl bilgi sahibi olmadığınız bir binaya aracı olabiliyor ve sorumluluğu bir yerde paylaşabiliyorsunuz....” dedim, verilen cevap hemen hemen yine hep aynıydı, “...sizin güvendiğiniz tanıdıklarınız varsa siz baktırın...” Binaların güçlendirilmesi ile ilgili ufak bir araştırma yaptığımda da belli başlı bazı işlerin yapılması için ortalama bir apartmanda daire başı 5-5,5 milyar para isteniyordu. Bu parayı herkes karşılayamayacağına göre yine çoğunlukla da binalara güçlendirme diye tabir edilen işlemler yapılamadı. Sonuçta insanımız, “ne yapayım, burda oturmayıp sokakta mı oturayım, sanki aldığım yer çok mu farklı olacak” demek durumunda kaldılar ve sanırım hala bunun sıkıntısı yaşanmakta.
       
A.M. Işıkara: Bunların farkındayım, dikkat ederseniz özellikle bundan sonra yaşayacağımız yerleri vurgulamaya çalışıyorum ve şunun da altını çizmek istiyorum bir binanın deprem güvenli olup olmadığının araştırılması, bizim hastaneye gidip ‘tam check-up’ dediğimiz kontrolden geçmemize benzer bir olaydır, üstelik çok pahallıdır ve eğer bu kontrollerden sonra bina deprem güvenli çıkmazsa ve güçlendirme gerekiyorsa, kat mülkiyeti kanunu’ndan kaynaklanan sorunlar çıkabilir. 8 katlı bir apartmanda 3 kişi bu parayı veriyor ama 5 kişi vermiyorsa bu 3 kişinin diğerlerini zorlamaya hakkı yoktur. Mesela, emekli bir vatandaşımızdır, öğretmendir, devlet memurudur, emekli ikramiyesi ile bu daireyi satın almıştır ve maaşı ile de geçiniyordur, siz onu zorlayamazsınız, çünkü buna zaten imkanı yoktur. Bir diğer hususta şu, güçlendirme gerekiyorsa eğer, çoğu zaman dairelerin hepsi boşaltılır ve temelden çatıya kadar bir onarımdan geçirilir bunun maliyeti de çoğu zaman yıkıp yeni yapmaya eşdeğerdir veya çok yakındır.
       Sayın Işıkara, siz Türk halkının deprem bilinci yüksek bir toplum olabilmesi için sürekli eğitim veriyor ve eğitimin önemine işaret ediyorsunuz, deprem öncesi-sırası ve sonrasında neler yapmamız gerektiğinin altını özenle çiziyorsunuz.
       
A.M. Işıkara: Evet, Gölcük’te bir çok çocuğumuz, Sakarya’daki bir çok vatandaşımız evlerinde bulunan ağır dolapların altında kalarak hayatlarını kaybettiler. Dolayısıyla bu ölümler depremin verdiği zarardan kaynaklanan ölümler değildi, yaşadığımız mekanlarda depremin vereceği zararları önlemeye yönelik hiç bir önlem almamaktan kaynaklanan ölümlerdi. Bunun için sürekli olarak ‘yapısal olmayan hasarları önlemek’ten ve ‘tedbir’ almaktan bahsediyorum. Hatırlayacağınız gibi Rasathane’de size bir film izlettirmiştim.
       Evet, bu filmde yaşadığımız mekanlarda (ev, iş, okul, hastane, kışla v.b... yerler) kullandığımız eşya ya da araç-gereçlerin yanlış yerlerde bulunması veya korunmasız olarak kullanılması nedeniyle depremin oluş anında bize ve çevremizdekilere verdiği zararlar öğretici bir dille anlatılıyordu. Yani depremin yarattığı hasar değil, bu eşyaların devrilmesi, kırılması ve benzeri durumların yarattığı zararlardı. Sanıyorum, sizin sürekli olarak ‘yapısal olmayan hasarları’ önlemek ve tedbir almamız gerektiğinden kastettiğiniz de bu.
       
A.M. Işıkara: Pratikte alabileceğimiz pek çok hayat kurtarıcı önlemler var. Mesela, yatağımızın mutlak surette pencere kenarından uzak olmasına dikkat etmemiz gerekiyor. Sonuçta olası bir deprem anında camlar kırılır ve şarapnel etkisi yaratır, üzerimize devrilebilecek dolap, kitaplık gibi ağır eşyaların uzaklaştırılması mekan yoksa en azından duvara sabitlenmesinde fayda vardır. Aynı şekilde başımıza düşebilecek eşyaların da daha güvenli hale getirilmesi gereklidir. Mesela avizelerin kancalarla, yüksek yerlerde duran saksı benzeri eşyaların daha aşağılara alınması sağlımız açısından yararlı olacaktır.
       Bilgisayarlar ve dolayısıyla ona bağlı çeşitli araç-gereçler hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu, o filmde hem iş hem de evlerimizde kullandığımız bu tür cihazların sabitlenmesi için ‘kedi pençesi’ diye tabir edilen bir sabitleme yöntemi vardı.
       
A.M. Işıkara: İki taraflı bir çeşit sabitleme yöntemi olan kedi pençesi ile devrilme sonucu oluşabilecek hasarlardan hem kendimizi hem de bu cihazlarımızı koruyabiliriz. Aynı şekilde yanıcı maddelerin de, mesela şofbenlerin ya da normal şartlar altında kolay kolay hareket edemeyen ama depremin kolaylıkla hareket ettirebildiği büyük kazanların da bulundukları yerlere sabitlenmesi gerekir. Geçtiğimiz günlerde meydana gelen Afyon-Bolvadin depremi’nde Akşehir’de 6 vatandaşımız hayatını kaybetti. Oraya gittim, enkaz altından mı aldınız? diye sordum, hayır, devrilen sobanın çıkardığı yangın yüzünden hayatlarını kaybetmişler, burada da gördüğümüz gibi ölüm hadisesi depremin verdiği zarardan kaynaklanmamış, tamamen sobanın korunmasız şekilde kullanılmasıyla meydana gelmiş. Dolayısıyla eğer bu tür sobaların yanında yakınında bir yangın söndürücü bulundurabilirsek bu tür kötü sonuçları önlemiş oluruz. Herkes yangın söndürücü alamayabilir ama bir kum kovası bulundurabilir. Bu tedbirlerin hepsinin hayat kurtaran tedbirler olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca bulunduğumuz mekanlara sağlam ayaklı bir masa koymalıyız. Muhtemel bir deprem anında bu masanın altına girmeli ayaklarını sıkıca tutmalıyız. Fakat bir de sivil toplum örgütlerinin başka bir öğretisi de var, o da doğru.
       Sanıyorum ‘Hayat Üçgeni’ değil mi?
       A.M. Işıkara: Evet hayat üçgeni kavramı. Çamaşır-bulaşık makinelerinin yanına cenin vaziyetinde sırtımızı bu cisimlere vererek ve başımızı koruyarak yatmak gibi.
       5 Ocak 2001 günü Rasathane’de çeşitli medya kuruluşlarının yöneticilerinin katılımıyla çok önemli bir toplantı yaptınız. ‘İstanbul Afete Hazırlık Eğitim Projesi’ adındaki bu projeden de biraz bahseder misiniz?
       
A.M. Işıkara: Evet, Danışma Kurulu ve Yönlendirme Komitesi’nden oluşan bu proje tamamen eğitimi amaçlayan ve aslında sizinle şu ana kadar yapmış olduğumuz tüm bu konuşmaların özüne inen bana göre son derece önemli ve acil olarak gerekli gördüğüm bir proje. Amaç eğitim, bu eğitim kapsamında sloganımız da “Biz Hazırız!!!”.
       Nasıl hazırlanacağız, burada kitleleri hedefleyen bir eğitim seferberliğinden bahsediyorsunuz?
       A.M. Işıkara: Milli Eğitim Bakanlığı İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü ile depreme hazırlık konusunda anlaşmaya vardık. Programın ilk aşamasında “Biz Hazırlanıyoruz”, “Afet Bilinci Cümlemizin Dirliği (ABCD) anlayışı ile “Deprem Tehlike Avı” ve “Aile Hazırlık Planı” belgelerini bu ayın sonunda okullar tatile girerken çocuklarımıza ev ödevi olarak vereceğiz. Tatil süresince aileleriyle birlikte bu planı tamamlayan çocuklar okula döndüklerinde idareye bu belgeleri teslim edecekler. Her okuldan bir öğretmen olmak üzere 30 kişilk 100 öğretmen grubuna bir tam gün süreyle eğitim verilecek, bu eğitimi başarıyla tamamlayan öğretmenlere ‘ABCD Eğitmeni Sertifikası’ verilecek. Onlar da okullarındaki diğer öğretmenlere bu bilgileri aktaracaklar. Aynı şekilde oturduğumuz binada, sokakta, mahallede herkes birbirine bu öğretileri vererek kısa sürede ‘biz hazırlanıyoruz’ sloganı ile başlayan program ana hedef olan ‘biz hazırız’ sloganı ile son bulacak. Nüfusun en yoğun olduğu Kadıköy, Üsküdar ve Bakırköy Belediye’lerini şimdilik pilot bölge olarak seçtik. Kısa bir süre içinde tüm yurt çapına yayılmasını hedefliyoruz.
       I.A.H.E.P yani İstanbul Afete Hazırlık Eğitim Projesi kapsamında oluşturmuş olduğunuz Danışma Kurulu ve Yönlendirme Komitesi’nde medya kuruluşlarının üst düzey yöneticileri var. Onlar bu projeye ne şekilde destek sağlayacaklar?
       
A.M. Işıkara: Kendilerinin bu konuda çok olumlu önerileri var mesela yarıyıl tatilinde çocuklara dağıtılacak olan formların gazetelerin ilavelerinde halka dağıtılması gibi, ayrıca hazırlanacak bazı tanıtım filmlerinin insanların aklında kalmasını sağlayacak zaman diliminde ve etkinlikte yayınlanmasını sağlamak gibi, akılda kalıcı çeşitli sloganların yazılı ve görsel basında sürekli yer almasını sağlamak gibi düşünceleri var.
       Programın süresi ne kadar olacak?
       A.M. Işıkara: 2001 yılının sonunda toplum olarak “Biz Hazırız!!!” demeyi hedefliyoruz. Bu öğretileri topluma aktarmada kurum olarak elimizden gelen çabayı göstereceğimizi tüm toplumun bilmesini istiyorum.
       Peki sizin toplumdan, halktan beklentileriniz nedir?
       A.M. Işıkara: Benim toplumdan, halkımızdan beklentim bu öğretileri uygulamaları. Öncelikle bir aile planı çıkarsınlar, yani anne-baba-çocuklar ve varsa evde bulunan diğer aile fertleri eğer bir deprem olursa, nerede duracaklarını, ne yapacaklarını, geçiş yollarını, en kısa sürede evi ya da bulundukları mekanı nasıl boşaltacaklarını saptasınlar ve bunu bir reflex haline getirsinler. Bu öğretiler sabah kalktığımızda nasıl elimizi, yüzümüzü yıkıyor dişimizi fırçalıyorsak o ölçüde bir alışkanlık olmalı ve depremin oluş sırasında paniğe kapılmadan yapılacakların sırasıyla herkes tarafından bilinmesi gerekiyor.
       Çeşitli kamu-kurum ve kuruluşlarının, Vilayetin, Büyükşehir Belediyesi’nin, ilçe belediyelerinin, Askeriye’nin hazırlıklar yaptığını görüyoruz. Size göre bu çalışmalar yeterli mi?
       
A.M. Işıkara: Bu sorunuza şöyle cevap vermem gerekiyor. Size göre biz hazır mıyız?...Bakın Selda Hanım korunma bireyden başlar, dolayısıyla önce biz kendimizi hazır hale getireceğiz. Bunun başka yolu yok.
       Hocam konuşmamızın başından bu yana hep aynı sırayı takip ederek konuştuk.
       Yani; 1- Deprem Güvenli Konut
       2- Yapısal Olmayan Hasarları Azaltma
       Düşündüm de bir an bunun sırasını şaşırsak, numaraların yerini değiştirsek ne olur? Sonuçta Gölcük’te, Adapazarı’nda, Yalova’da, Çınarcık’ta, Düzce’de evler sanki iskâmbil kağıdıymışcasına birbirlerinin üzerlerine yıkıldı ya da sanki alttan dinamit konulmuşcasına olduğu yere çöküverdi ve binlerce insan tonlarca ağırlığın altında ezildi. Burada demek istediğim şu, deprem güvenli bir konuta sahip olmadıkça istersek tek bir su bardağını dahi rafa zamkla yapıştıralım, bütün eşyaları duvara monte edelim, sonuç bu anlamda değişmez.
       
A. M. Işıkara: Evet, tabi ama şimdi ‘yassı kadayıf’ oldu dediğimiz, bahsettiğiniz binalarda, binaların neden o hasarı gördüğüne bakarsak o da yine bizden kaynaklanan nedenlerden dolayı. Ne yapmışız? Kolonları kesmiş, galeri, bilardo salonu, market yapmışız, dükkan yapmışız, yani tam tabiriyle rant düşünmüşüz. Deprem mühendisleri o tür katlara yumuşak katlar diyorlar, dolayısyla bir deprem sırasında maalesef yassı kadayıf şeklinde hasar görüyorlar. Ancak bunun yanında orta ve ağır hasarlı yapılar da var, onlar yıkılmadı ama evler ciddi hasar gördü. İnsanlar da içindeki eşyaların devrilmesinden kaynaklanan ezilme ve çıkan yangınlardan dolayı hayatlarını kaybettiler. İşte benim sürekli olarak anlatmaya çalıştığım bu. Yine aynı şeyi söyleyeceğim, ‘yapısal olmayan hasarları’ azaltmayı bilmeli ve tedbir almalıyız. İnanın kayıplar çok daha aza indirgenecektir.
       Kısa bir süre önce gündeme “Zorunlu Deprem Sigortası” geldi. Önce denildi ki; beklenen ilgiyi görmedi, sonra, altyapı tam oturtulamadığı için uygulamada sorunlar yaşandı. Kasım ayının 27’sinde bir basın tıoplantısı yaptınız. Bu toplantıda yine amacınız bu defa topluma ‘deprem sigortası gerçeğini’ anlatmaktı. Toplantı öncesi ve sonrası olarak bakacak olursak bu projeyi değerlendirir misiniz?
       
A.M. Işıkara: Zorunlu Deprem Sigortası’nı devletimizin attığı en önemli adımlardan bir tanesi olarak görüyorum. 27 Mart 2001 tarihine kadar sürecek bu uygulamada ilk başlarda istenilen performans elde edilemedi bunun nedeni de internet ağının yeteri kadar hızlı işlememesi idi. Fakat Doğal Afet Sigortalar Kurumu bu sorunu çözdü ve gerekli altyapıyı oluşturdu. 27 Kasım’da da bu tarihten başlamak üzere Zorunlu Deprem Sigortası’nı tekrar topluma tanıttı.
       Zorunlu Deprem Sigortası neleri kapsıyor?
       A.M. Işıkara: 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki mesken olarak inşa edilmiş bağımsız bölümleri, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binaları, bu binaların içinde yer alan ticarethane, büro ve benzeri iş yerleri olarak kullanılan bağımsız bölümleri, doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya verilen kredi ile yapılan meskenleri kapsıyor.
       Zorunlu Deprem Sigortası’na sizin kişisel olarak bakışınız nasıl?
       A.M. Işıkara: Toplum olarak sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. İleriye dönük çok doğru bir yaptırım, bir auto-control sistemi bana göre.
       Nasıl işleyecek?
       A.M. Işıkara: Bildiğiniz gibi ‘Yeni Yapı Denetim Yönetmeliği’ çıkarıldı. Şu an yönetmelikte bazı sorunlar var, konum olmadığı için fazla girmek istemiyorum ama mutlaka bu sorunların da aşılacağını biliyorum. Dolayısıyla bu yönetmelik kapsamında yapıların profesyonel şirketlerce denetlenmesi şartı getiriliyor, bu şirketler denetim görevini yaparlarken uzman mühendislerle çalışıyor ve denetimin yapıldığı binada sorun yoksa eğer bir belge veriliyor. İşte bu belge az önce bahsettiğim auto-control sistemini de beraberinde getiriyor. Yani siz bir inşaat yapıyorsunuz bu inşaatı bu yönetmeliğe göre ve uzman mühendislerin denetiminden geçtikten sonra onay belgesi alarak yapabiliyorsunuz. Bu belgeye sahip olduktan sonra binanızı zorunlu deprem sigortası kapsamına alabiliyorsunuz. Sigorta şirketleri bu belgeyi görmek istiyor. Aksi takdirde sigorta yaptıramıyorsunuz. Mesela siz bir ev almak istediğinizde o belgeyi mutlaka görmek isteyeceksiniz görmezseniz eğer tapuda işlem yapamazsınız.
       Zorunlu Deprem Sigortası sayesinde sanıyorum devletin yükü de hafiflemiş olacak.
       A.M. Işıkara: 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinde hasar çok yaygındı. Hasarın rehabilitasyonu konusunda devlet büyük gayret göstermesine rağmen bazı gecikmeler yaşandı ki, bunu doğal karşılamak lazım. Kaynak gerekiyordu, ne yapıldı? Bedelli askerlik uygulaması başlatıldı, cep telefonlarımıza deprem vergisi konuldu. Sonuçta bu yaraları sarmamız gerekiyor. Ancak zorunlu deprem sigortası sayesinde dediğiniz gibi devletin yükü hafifleyecek hatta kalkacak. Olası bir afet karşısında uğranılan hasar devletin kasası yerine Hazine Müsteşarlığı’mızda oluşturulacak bir havuzda birikecek ve buradan karşılanacak.
       Bir anlamda sigorta havuzu
       A.M.Işıkara: Evet, her vatandaşımız ödeyebileceği miktardaki prim sayesinde olası bir hasarı önleyecek teminata kavuşacak. Dolayısıyla burada devletin yükü de ortadan kalkmış olacak. Zaten 27 Mart 2001 tarihinden sonra devletin ev yaptırma yükümlülüğü de ortadan kalkacak.
       Zorunlu Deprem Sigortası’na
       1- Kendi teminatımız için
       2- Yeni binalarda bir çeşit ileriye dönük auto-control sağlamak için sahip çıkmalıyız.
       İlgi ne düzeyde?
       A.M. Işıkara: 27 Kasım’dan önce sayı 22 bindi, ancak sizinle röportaja başlamadan önce son rakamı aldım şu an 128 binde. Dolayısıyla anlattıkça ilgi de artıyor.
       O zaman biraz daha konuşalım.
       A.M. Işıkara: Gayet tabi, bütün sorularınıza açığım. Aklınıza takılan ne varsa sorun.
       Pratikte ben bu sigorta kapsamına girmek için ne yapmalıyım?
       A.M. Işıkara: Eğer hiç sigortanız yoksa ve mülkte size aitse belirlenmiş sigorta şirketlerinden birine giderek ‘ben zorunlu deprem sigortası yaptırmak istiyorum’ diyorsunuz. Yaklaşık 3-5 dakikada işleminiz tamamlanıyor.
       Bu kadar da kolay?
       A.M. Işıkara: Kesinlikle çok kolay ve çabuk yapılıyor. Yeni yönetmelikle bunu sağladık.
       Bu şuna benziyor, siz sahibi olduğunuz evinizi yalnız depreme karşı değil, yangına ve benzeri şeylere karşı da sigortalamışsınız. Sigortaladığınız sürenin sonuna kadar, mevcut sigortanız geçerli yani o sigorta da zorunlu deprem sigortası olarak kabul edilebiliyor. Ama sigorta süreniz bitti, o zaman bunu ayrıca yaptırmanız gerekiyor.
       Hem kendimiz için hem de deprem güvenli konutlara sahip olabilmemiz için zorunlu deprem sigortasına toplum olarak sahip çıkmalıyız.
       
A.M. Işıkara: Kesinlikle bu çok doğru, arz etmek istediğim bir nokta daha var. Yeni bir genel müdürlük kuruldu. Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü bu genel müdürlük afet konusunda devletimizin değişik kurumlarını Başbakanlık şemsiyesi altında koordine edecek. Kurumların görev ve yetkisi aynen devam edecek fakat arada tam koordinasyon sağlanacak. Yani bir afetle karşı karşıya kaldığımızda kurumlar arası tam uyum sağlanacak. Aynı zamanda ülkemize uyabilecek ‘ulusal afet yönetim modeli’ çıkarılacak. Bu öyle bir model olacak ki, ‘Afet Bizi Değil, Biz Afeti Yöneteceğiz’. Bunun da belli adımları var daha önce ifade ettiğim gibi. Hazır olma kavramı, risk azaltılması kavramı, çok acil müdahale kavramı ve iyileştirme kavramı.
       Konuşmamız sırasında sık sık çocuklardan bahsettiniz, ne de olsa siz onların “Deprem Dede”sisiniz. Onlar sizi, siz de onları çok seviyorsunuz ve çok da güzel anlaşıyorsunuz. ‘Deprem Dede ve Doğa’ adlı çizgi filmi ilk yayınlandığı gün izlemiş ve çok hoşuma gitmişti. Son derece yalın ve sempatik. Bu fikir nasıl oluştu?
       
A.M. Işıkara: Benim tüm amacım eğitmek Selda Hanım, tüm eğitsel malzemeleri kullanarak topluma bu öğretileri aktarmak istiyorum. Hazır hale gelelim istiyorum ve bunu çocukların üzerinden yapıyorum. Çocuklar okulda ilk yardım derslerinin konulmasını, afet derslerinin konulmasını istiyorlar bunu bana İstanbul’da soruyorlar, Kars-Ardahan’da, Bodrum’da da her yerde çocuklar bilgiye aç ve öğrenmek istiyor. Umarım yakında okullarımızda afet dersi de okutulacaktır. İl Milli Eğitim Müdürü Sn. Ömer Balıbey bu konuda çok hassas. Hem kendisi hem de ben gayret gösteriyoruz, ancak bildiğiniz gibi 12 Kasım okullarda ‘Afet Günü’ olarak anılıyor. Dolayısıyla afet derslerinin beraberinde ilk yardım öğretilerinin de verileceği derslerin konulmasının büyük fayda getireceğini düşünüyorum. Çizgi filme gelince, Suadiye Rotary Kulübü’nün bir teklifi idi. Bu çizgi filmde benim deprem dede imajımı kullanmak istediklerini söylediler. Çok kaliteli çizgi filmler yapan Ali Murat Erkorkmaz Bey’i bana buldular, oturduk beraberce senaryosunu hazırladık ve ortaya bu film çıktı. Üç bölümden oluşuyor, deprem öncesi- sırası ve sonrasında yapılması gerekenleri kedi yani ‘Doğa’ ile birlikte anlatıyoruz.
       Neden kedi?
       A.M. Işıkara: Kedi bence çok doğru bir seçimdi, deprem eğitimini çocuğa sevdirerek anlatma amacı var ve bunu da kedi üzerinden uyguluyoruz. Anladığım kadarıyla da çok başarılı oldu.
       Kesinlikle son derece sempatik ve öğretici
       A.M. Işıkara: Bu film sayesinde yalnız çocuklara değil, büyüklere de ulaştığımızın farkındayım, bu daha da sevindirici.
       Çocukların bakışı nasıl? İstediğiniz mesajı alabiliyorlar mı?
       A. M. Işıkara: Her gittiğim toplantıda önce bu filmi izlettiriyorum sonra da “hadi bakalım bu çizgi filmde 2 öğreti var bunları bana kim söyleyecek” diyorum. Herkes el kaldırıp ya öncesine ait ya sırasına ya da sonrasına ait aldıkları mesajları veriyorlar. Ama hepsinin yakaladığı ortak nokta ‘sakin olma kavramı’, çocuklar sakin olmamız gerektiğini öğrendiler. Bu çok güzel. En sonunda da tüm bu öğretileri aldıktan sonra onlara “Kim Korkar Hain Depremden” diyorum.
       Yaklaşık 2 saattir konuşuyoruz, çok güzel dersler aldım ben de bunları okurlarımıza en iyi şekilde taşımaya gayret edeceğim. Kısaca özetlersek, size depremin ne zaman olacağını sormadım, açıkçası sormayı da düşünmüyorum. Önemli olan depremin hiç olmamasını dileyip sanki her an olacakmış gibi hem kendimizi hem de yaşadığımız mekanları hazır hale getirmek. Bu eğitim bilincini aklımıza yerleştirelim. Gelecek nesillere deprem gerçeği ile yaşamasını bilen ve buna göre inşa edilmiş bir toplum ve ülke bırakmak istiyorsak hayatımıza, yarınımıza ve zorunlu deprem sigortasına sahip çıkalım. Bunun da yolunun depreme dayanıklı konutlardan ve eğitimden geçtiğini unutmayalım.
       
A.M. Işıkara: Bravo! Çok güzel öğrenmişsiniz.
       Tüm bu röportajları “İstanbul’da Yaşamak” başlığı altında yapıyorum. İstanbul’u iki farklı yönüyle yani hem dünyalar güzeli bir kent olması ile hem de deprem gerçeği ile değerlendirmenizi istesem ve size İstanbul’da Yaşamak...? desem.
       
A.M. Işıkara: İstanbul’da yaşamak çok güzel, her ne kadar bir çok bakımdan çok zor olsa da yine de çok güzel, üstelik deprem gerçeği ile de yaşanır İstanbul’da eğer bütün bu konuştuklarımıza dikkat edersek neden yaşamayalım ki? Neden yaşanmasın ki? Sonuçta istanbul’da yaşamak ne olursa olsun çok hem de çok güzel.
       Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Sn. Ahmet Mete IŞIKARA bu röportajı benimle yaptığınız için size teşekkür ederim, toplumu bilgilendirmek adına girdiğiniz bu yoğun ve çok önemli çalışmalarınızda da kolaylıklar dilerim.
       
A.M. Işıkara: Tüm bu öğretileri sizin vasıtanızla topluma aktarma fırsatı verdiğiniz için ben de size teşekkür ederim.
       
       
 
       
    TOP5 Ergenekon’da 16 kişi daha gözaltında  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları