| | |
Bir sürgünden bir diğerine savrulan Yunan mültecilerin Odessadan vatanlarına dönmesiyle başlıyor Ağlayan Çayır. Tabii yine büyüleyici bir tabloyla ve zamanı süzen sabırlı bir kamera hareketiyle. Gelip önümüzde, bir derenin kenarında duran Eleniyi seyrediyoruz film boyunca. Onun öyküsü Yunanistanın ızdıraplarla dolu geçen 30 yılının öyküsü oluyor. Müzik, fabrika işçileri, sendika, baskılar, savaş, dağılan bir aile ve yine savaş ...
Angelopoulos, sanatın en eski formlarından tragedyayı sandıktan çıkarıp politik eleştirinin üzerine giydiriyor. Doğrusu yaşananlar gerçekten de tam bir tragedya öyküsü. Ancak ustanın kurduğu bu çağlar arası çatı, iki noktada çatırdıyor.
|
|
|
|
| | 
Birincisi, tablo-sahneler bir noktadan sonra tekrara dönüşüyor, ısrarla tekrarlanan simgeler fazla göze batar hale geliyor. İkincisi, ana karakter Eleni rolündeki Alexandra Aidini, tragedyanın yükünü kaldırmaktan çok uzak.
|
|
|
|
| | 
Kameranın, yüzüne yaklaştığı anlarda, duygular yerine ifadesiz ve derinliksiz bir maskeyle karşılaşıyoruz. Aidini, filmin -haddinden fazla hızlı geçen son bölümünde- her şeyini yitiren bir kadını canlandırmak için sadece ağlıyor, sayıklıyor ve haykırıyor. Bu arada bir şiire dönüşen teatral sayıklama sahnesi Gönül Yarasının hemen başında Şener Şenin verdiği akla ziyan yavrularım söyleviyle yarışır didaktiklikte.
|
|
|
|
| | 
Angelopoulosun, Bruegel tablolarını andıran mekan-insan yerleştirmelerini, o tablolar içinde müthiş bir ustalıkla hareket eden kamerasını ve görselliğini yine takdir etmek lazım. Diğer yandan da görsel ögelerde, özellikle de suyun durgun gücünde ve -anlaşılmaz bir şekilde- ekranı yarıp geçen trende ısrarının, dilde kekremsi bir tat bıraktığını da belirtmeden geçmemeli.
|
|
|
|
| | 
Tartışılacak bir başka nokta ise politik eleştirisinin derinliği. Usta yönetmen yıllar önce İstanbula konuk olduğunda SESAMda bir söyleşiye katılmıştı. Yönetmen/eleştirmen Engin Ayçanın politik sinemadan uzaklaştığınızı düşünüyorum yorumuna müthiş sinirlenmişti. Ona göre politik duruşunda ve sinema anlayışında hiç bir değişiklik yoktu. Sonraki yıllarda gerçekleştirdiği Ulyssesin Bakışı ve Sonsuzluk ve Bir Gün güncel politik sorunlara ve onların arka planındaki sosyal temalara bakışlarıyla ustanın savunusunu doğruluyordu. Ancak bugün karşımıza çıkan Ağlayan Çayır bu çizginin çok dışında. Angelopoulos, yirminci yüzyılın ilk yarısındaki Yunanistan hakkında, politik bir kronolojiyi, bir kaybedenin üzerinden anlatmak dışında yeni bir şey söylemiyor. Asıl farklılık bir yurt, şefkatli bir kucak bulamayan mültecide olabilecekken onu da tragedyanın ağırlığında yitiriyor.
Tabii Angelopoulos, bir sinema tutkunun, bir filmle umudunu yitirmeyeceği zenginlikte bir kaynak. Kuracağı daha zengin tablolar, getireceği daha derin eleştiriler olduğunu düşünüyorum.
ÇAYIR VE BULUTLAR
Ağlayan Çayırla Yeşim Ustaoğlunun filmi Bulutları Beklerken iki kardeş yapıt. Neredeyse, bir ortak proje için iki ayrı yakada çekilmiş iki film. Ustaoğlunun ana karakteri Ayşe (asıl adıyla Eleni) Karadenizde zorunlu göç sırasında koptuğu ailesini, kardeşini düşünerek elli yılın ardından hâlâ kahrolurken Angelopoulosun Elenisi o göçün içinde Odessa üzerinden öbür kıyıya Yunanistana gidiyor (Rüçhan Çalışkur, Yunan meslektaşının aksine Eleni karakterine büyük bir derinlik ve duygu katıyor).
|
|
|
|
| | 
Her iki film de aynı tarihi acının izini sürüyor. Her iki film de yurtsuzluğu, baskıyı, dağılan aileleri anlatıyor. Hatta her iki filmde de baş kahramanların hayatından kopup gidenler, arkalarında, sökülen bir yarım örgü bırakıyor (bu simgeyi ilk olarak Cennet Sinemasında Giuseppe Tornatore kullanmıştı). Tabiki iki film de birbirinden bağımsız olarak düşünülmüş, gerçekleştirilmiş, birbirinden -görsel veya düşünsel olarak- etkilenmemiş. Ancak ortak bir temanın üzerinden bu kadar ortak ögeler çıkarmış olmaları hem şaşırtıcı hem de etkileyici.
|
|
|
|
| | 
Petros Markarisin her iki filmin de senaristleri arasında olması bu kesişmelerde ne derece rol oynadı bilinmez. Belki biraz naif bir değerlendirme olacak ama Ustaoğlu ve Angelopoulos birbirine gerçekten de çok benzeyen iki ulusun, vicdanlarının ve dillerinin de benzer olabileceğini gösteriyor.
| |
|