Home page
Haber Menüsü


 
Avrupa’nın sağı solu...
 
40 yılı aşan Türkiye’nin Avrupa macerasında sorun, AB’ye üye olup olmamak değil, Türkiye’nin AB Projesi’nin özünde yattığı kabul edilen objektif kriterlere kendini uygun hissedip hissetmemesi.
 
Güventürk Görgülü
NTV-MSNBC
 
11 Kasım 2004—  Memleketimizin makus talihini yeneceği gün olarak kabul edilen 17 Aralık tarihi yaklaşırken hem burada hem de Avrupa’da hop oturup hop kalkan iki ayrı grup izliyoruz. Bu grupların Türkiye ayağını, “Vay Avrupa’da bizi istemiyorlarmış” diye köpürenler oluştururken, Avrupa ayağında, Türkiye’den söz açıldığında aç karnına turşu yemiş de midesi yanmış gibi bir yüz ifadesi takınan bir grup politikacı yer alıyor.

   
 
       
   
MSNBC News Güventürk Görgülü: Kablosuz tren kaçmasın!
MSNBC News Güventürk Görgülü: Biraz yaratıcı olma zamanı!
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Bu yüz ifadesini takınan politikacılar müzakere konusunda genellikle “Eh yani olur mu acaba” gibi bir iki kelam ederek meseleyi biraz ileriye ötelemeye çalışıyorlar. “Türkiye’ye özel statü verelim ama üyelik vermeyelim” diyen ve bunun için imza kampanyaları başlatan Avrupalı politikacıların bu tavrı karşısında hayrete düşenler ve kalbi çok kırılanlar için bu tutumun Avrupa sağının geleneksel politikası olduğunu hatırlatmakta fayda var...
       1980’ler ve 1990’ların ilk yarısına kadar Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin eksenini hep insan hakları ve demokrasi konusu oluşturmuştu.
       
KÜLTÜREL FARKLILIK ÖNE ÇIKTI
        1990’ların ortasından itibaren ise Avrupa ile Türkiye arasındaki dinsel ve kültürel farklılık, ağırlığını hissettiren bir diğer önemli sorun haline geldi.
       Hatırlanacağı gibi; Doğu Bloku’nun ortadan kalkması ve bu kanatta yer alan ülkelerin aday olarak AB kapısına dayanması, bu sorunun fitilini ateşleyen kıvılcım olmuştu.
       Bu ülkeleri kapıda gören Alman Hıristiyan demokratların “Avrupa bir uygarlık projesidir...” görüşünü yüksek sesle dile getirmeleri, tartışmaları bir anda alevlendirmişti. Bayraktarlığını dönemin başbakanı Helmut Kohl’ün yaptığı bu görüş, o dönem Almanya’da iktidarda bulunan Hıristiyan Demokrat partiler (CDU/CSU) Meclis Grubu Başkanı Wolfgang Schaeuele tarafından 1995 yılındaki Davos toplantısında son derece açık olarak dile getirilmişti:
       “AB sulandırılarak bir serbest ticaret bölgesi haline getirilemez. Türkiye Avrupalı bir ülke değildir. Türkiye nasıl olsa AB’ye kabul edilmeyecek O halde artık Türkiye’ye karşı dürüst davranmalı ve ikiyüzlü politikadan vazgeçilmelidir.” (1)
       1997 yılında Avrupa Hıristiyan Demokrat Partiler Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’ye üyeliğine kesin olarak karşı çıkan liderler, “AB’nin bir medeniyet projesi” olduğunu açıkça ilan etmişler, buna karşılık gümrük birliğinin eksiksiz olarak işletilip Türkiye’nin özel bir statüye kavuşturulmasını önermişlerdi. (2)
       1997 yılında AB’nin bugünkü genişleme perspektifinin açıklandığı Luksemburg Zirvesi’nde Türkiye’nin genişleme perspektifi içinde yer alan ülkeler arasında sayılmaması Türkiye’de nasıl tepki çekmişti hatırlarsınız. Hatta DSP-MHP iktidarının oluşmasında bu zirvenin sonucuna duyulan tepkinin yattığı yorumları bile yapılmıştı.
       O dönemde Hristiyan demokratların dinsel farklılığa gönderme yapan bu tavrı Avrupa Parlamentosu’nda Sosyalistler ve Yeşiller tarafından da ciddi biçimde eleştirilmişti. AP Sosyalist Grup Başkanı Pouline Green, AB ile ilgili anlaşmaların hiçbirinde İslam dininden olan ülkelerin AB’ye katılamayacağına dair bir ifadenin bulunmadığına dikkat çekerek bu konuda ancak “insan hakları” gibi engellerden söz edilebileceğini ifade etmişti. (3)
       AB liderlerinin Türkiye’ye karşı tavrını eleştiren Yeşiller Grubu Başkanı Claudia Roth da Hıristiyan Demokratları çifte standart uygulamakla suçlayarak, bu partilerin Türkiye’nin üyeliğini engellemek için insan hakları ihlallerini öne sürmelerinin aslında sadece bir makyaj olduğunu ve gerçek amacın Avrupa’yı bir “Hıristiyan kulübü haline getirmek olduğunu söylemişti. (4)
       Mitterand döneminde Fransa’da cumhurbaşkanlığı başdanışmanı görevini yürüten Jacques Attali de Kasım 1997’de Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında Türkiye’nin müslüman kimliğinin AB için “en önemli zımni mesele” olduğunu söylüyordu:
       “Fransa Türkiye’nin alınmasını istiyor. Almanya ekonomi ve göçmenlik nedenleriyle karşı çıkıyor. İskandinav ülkeleri insan hakları sorunları nedeniyle isteksiz. Derin mesele ise Avrupa’nın bir Hıristiyan kulübü olarak kalıp kalmayacağı meselesi. Hıristiyan kulübüne Müslüman üye almak Türkiye’nin üyeliği önündeki en önemli zımni mesele. Bazı çevreler kulaktan kulağa fısıldayıp ‘Asla bir müslüman ülkenin üye olmasına izin veremeyiz diyorlar. Oysa Fransa kısmen Müslüman bir ülke. Almanya’da da yoğun bir Türk nüfusu var.” (5)
       
ÜÇ SONUCA DİKKAT
       Bugünlerde her iki tarafı da yine hop oturtup hop kaldıran bu meselenin geçmişinden ve bugününden çıkacak bazı önemli sonuçlar var.
       Bunlardan birincisi; Fransa ve Türkiye, Almanya ve Türkiye ya da daha toptancı bir ifadeyle Avrupa Birliği ve Türkiye diye bir sınıflandırma yok aslında. Bu nedenle ortada Fransa bizi istemiyor, Almanya bizi istemiyor diye sonuçlar da yok. Meseleye hangi dünya görüşüyle hangi pencereden baktığınız ve hangi ölçütlere göre hareket ettiğiniz önemli. Bir Avrupa ülkesinde de Türkiye’de de kimin kimi isteyip kimi istemediği sanıldığından karmaşık bir konu.
       İkinci olarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği konusunda Avrupa’nın sağıyla solu arasında derin görüş farklılıkları olduğunu, müzakere sürecinde Avrupa’da sol veya sağ dalganın yükselmesinin gidişat konusunda belirleyici olacağını unutmamak, bu konudaki politikaları da bu gerçeklik üzerine kurgulamak gerekiyor. Fransa’nın tavır değişikliği buna tipik bir örnek oluşturuyor.
       Üçüncü ve belki de en önemli sonuç olarak şunu asla unutmamak gerekiyor; esas mesele Türkiye’nin AB’ye üye olup olmaması değil, AB Projesi’nin özünde yattığı kabul edilen objektif kriterlere kendini uygun hissedip hissetmemesi meselesidir. Bu kriterlerin temelini de insan hakları ve demokrasi oluşturmaktadır.
       O kriterler Akdeniz havzasında yeşeren günümüz uygarlığının evrensel kriterleridir ve o kriterleri yaşatma/geliştirme görevi kendilerine “Avrupalı” adını verenler kadar bizim de üzerimize vazifedir.
       

(1) Sezgin Seymen Çebi; Türkiye’nin AB’ye Tam Üye Olmasının Önündeki Engeller, İ.Ü.Huk Fak. Y. Lisans Tezi 1997
       (2) Radikal 54.3.1997
       (3) (4) Hürriyet 11.3.1997
       (5) 17Hürriyet 13.11.1997
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları