|
![]()
![]() | ![]() ![]() | ![]() | ![]() | |||||||||||||||||||||||
|
![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() |
|||
![]() |
![]() |
|||||||
|
|||||||
![]() |
Bu yüz ifadesini takınan politikacılar müzakere konusunda genellikle Eh yani olur mu acaba gibi bir iki kelam ederek meseleyi biraz ileriye ötelemeye çalışıyorlar. Türkiyeye özel statü verelim ama üyelik vermeyelim diyen ve bunun için imza kampanyaları başlatan Avrupalı politikacıların bu tavrı karşısında hayrete düşenler ve kalbi çok kırılanlar için bu tutumun Avrupa sağının geleneksel politikası olduğunu hatırlatmakta fayda var... 1980ler ve 1990ların ilk yarısına kadar Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin eksenini hep insan hakları ve demokrasi konusu oluşturmuştu. KÜLTÜREL FARKLILIK ÖNE ÇIKTI 1990ların ortasından itibaren ise Avrupa ile Türkiye arasındaki dinsel ve kültürel farklılık, ağırlığını hissettiren bir diğer önemli sorun haline geldi. Hatırlanacağı gibi; Doğu Blokunun ortadan kalkması ve bu kanatta yer alan ülkelerin aday olarak AB kapısına dayanması, bu sorunun fitilini ateşleyen kıvılcım olmuştu. Bu ülkeleri kapıda gören Alman Hıristiyan demokratların Avrupa bir uygarlık projesidir... görüşünü yüksek sesle dile getirmeleri, tartışmaları bir anda alevlendirmişti. Bayraktarlığını dönemin başbakanı Helmut Kohlün yaptığı bu görüş, o dönem Almanyada iktidarda bulunan Hıristiyan Demokrat partiler (CDU/CSU) Meclis Grubu Başkanı Wolfgang Schaeuele tarafından 1995 yılındaki Davos toplantısında son derece açık olarak dile getirilmişti: AB sulandırılarak bir serbest ticaret bölgesi haline getirilemez. Türkiye Avrupalı bir ülke değildir. Türkiye nasıl olsa ABye kabul edilmeyecek O halde artık Türkiyeye karşı dürüst davranmalı ve ikiyüzlü politikadan vazgeçilmelidir. (1) 1997 yılında Avrupa Hıristiyan Demokrat Partiler Zirvesinde Türkiyenin ABye üyeliğine kesin olarak karşı çıkan liderler, ABnin bir medeniyet projesi olduğunu açıkça ilan etmişler, buna karşılık gümrük birliğinin eksiksiz olarak işletilip Türkiyenin özel bir statüye kavuşturulmasını önermişlerdi. (2) 1997 yılında ABnin bugünkü genişleme perspektifinin açıklandığı Luksemburg Zirvesinde Türkiyenin genişleme perspektifi içinde yer alan ülkeler arasında sayılmaması Türkiyede nasıl tepki çekmişti hatırlarsınız. Hatta DSP-MHP iktidarının oluşmasında bu zirvenin sonucuna duyulan tepkinin yattığı yorumları bile yapılmıştı. O dönemde Hristiyan demokratların dinsel farklılığa gönderme yapan bu tavrı Avrupa Parlamentosunda Sosyalistler ve Yeşiller tarafından da ciddi biçimde eleştirilmişti. AP Sosyalist Grup Başkanı Pouline Green, AB ile ilgili anlaşmaların hiçbirinde İslam dininden olan ülkelerin ABye katılamayacağına dair bir ifadenin bulunmadığına dikkat çekerek bu konuda ancak insan hakları gibi engellerden söz edilebileceğini ifade etmişti. (3) AB liderlerinin Türkiyeye karşı tavrını eleştiren Yeşiller Grubu Başkanı Claudia Roth da Hıristiyan Demokratları çifte standart uygulamakla suçlayarak, bu partilerin Türkiyenin üyeliğini engellemek için insan hakları ihlallerini öne sürmelerinin aslında sadece bir makyaj olduğunu ve gerçek amacın Avrupayı bir Hıristiyan kulübü haline getirmek olduğunu söylemişti. (4) Mitterand döneminde Fransada cumhurbaşkanlığı başdanışmanı görevini yürüten Jacques Attali de Kasım 1997de Türkiyeye yaptığı ziyaret sırasında Türkiyenin müslüman kimliğinin AB için en önemli zımni mesele olduğunu söylüyordu: Fransa Türkiyenin alınmasını istiyor. Almanya ekonomi ve göçmenlik nedenleriyle karşı çıkıyor. İskandinav ülkeleri insan hakları sorunları nedeniyle isteksiz. Derin mesele ise Avrupanın bir Hıristiyan kulübü olarak kalıp kalmayacağı meselesi. Hıristiyan kulübüne Müslüman üye almak Türkiyenin üyeliği önündeki en önemli zımni mesele. Bazı çevreler kulaktan kulağa fısıldayıp Asla bir müslüman ülkenin üye olmasına izin veremeyiz diyorlar. Oysa Fransa kısmen Müslüman bir ülke. Almanyada da yoğun bir Türk nüfusu var. (5) ÜÇ SONUCA DİKKAT Bugünlerde her iki tarafı da yine hop oturtup hop kaldıran bu meselenin geçmişinden ve bugününden çıkacak bazı önemli sonuçlar var. Bunlardan birincisi; Fransa ve Türkiye, Almanya ve Türkiye ya da daha toptancı bir ifadeyle Avrupa Birliği ve Türkiye diye bir sınıflandırma yok aslında. Bu nedenle ortada Fransa bizi istemiyor, Almanya bizi istemiyor diye sonuçlar da yok. Meseleye hangi dünya görüşüyle hangi pencereden baktığınız ve hangi ölçütlere göre hareket ettiğiniz önemli. Bir Avrupa ülkesinde de Türkiyede de kimin kimi isteyip kimi istemediği sanıldığından karmaşık bir konu. İkinci olarak, Türkiyenin Avrupa Birliğine tam üyeliği konusunda Avrupanın sağıyla solu arasında derin görüş farklılıkları olduğunu, müzakere sürecinde Avrupada sol veya sağ dalganın yükselmesinin gidişat konusunda belirleyici olacağını unutmamak, bu konudaki politikaları da bu gerçeklik üzerine kurgulamak gerekiyor. Fransanın tavır değişikliği buna tipik bir örnek oluşturuyor. Üçüncü ve belki de en önemli sonuç olarak şunu asla unutmamak gerekiyor; esas mesele Türkiyenin ABye üye olup olmaması değil, AB Projesinin özünde yattığı kabul edilen objektif kriterlere kendini uygun hissedip hissetmemesi meselesidir. Bu kriterlerin temelini de insan hakları ve demokrasi oluşturmaktadır. O kriterler Akdeniz havzasında yeşeren günümüz uygarlığının evrensel kriterleridir ve o kriterleri yaşatma/geliştirme görevi kendilerine Avrupalı adını verenler kadar bizim de üzerimize vazifedir. (1) Sezgin Seymen Çebi; Türkiyenin ABye Tam Üye Olmasının Önündeki Engeller, İ.Ü.Huk Fak. Y. Lisans Tezi 1997 (2) Radikal 54.3.1997 (3) (4) Hürriyet 11.3.1997 (5) 17Hürriyet 13.11.1997 | ||||
![]() |
|||
![]() |
|||
![]() |
|||
![]() |
|
![]() |
|||||||||||||||
![]() ![]() ![]() |
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||
![]() |