|
Üzgünüm gidenler için/2 Üzgünüm gidenler için/1 Futbolun Efendisi Ne güzel yolculuktu aklımdan çıkmaz |
|||
Başlıca iki eğlence aracı vardı o dönemler; yaz aylarında kabak çekirdeği ve gazoz eşliğinde bahçe sinemalarında çekilen yerli film şöleni geri kalan zamanlarda da radyoda; Yurttan Sesler. Topa vurmanın her derde deva heyecanını daha emeklerken keşfedilmiş, sokak aralarındaki iki taşın aralarındaki boşluğa çakmanın yukarıdaki seyirlik ve dinlence hazlarına benzer yanları da o zamanlarda yakalanmıştı. Basketbol, voleybol, kayak, tenis gibi sporlar kentsoyluluğun nimetlerinden henüz yararlanmaya başlamışların ilgi alanlarına giriyordu. Halbuki futbol Metin Oktay, Turgay Şeren, Varol Ürkmez v.s. gibi yoksulluğun böyle de yenilebileceğini gösteren kahramanların öykülerini döküyordu önümüze. Hem de en destansı görünümleriyle. İlgi ve alaka çoktu ama ortada yazınsal bir boşluk vardı. Görülmeyen ve izlenemeyen futbolun anlatılması-gösterilmesi gerekiyordu. En azından Metin dendiğinde içi titreyen bir futbol sevdalısı millettik o zamanlar. Ancak bir iki deneme bu dergi boşluğunu gidermeye yetmedi. Derken 1966 yılında daha ilk sayısıyla bu boşluğu dolduracağını gösteren ve okuyucuyu hayal kırıklığına uğratmayacağı savlanan-bugünden daha yoğun bir okuyucu kitlesini hem de- bir yayın organı doğdu; Fotospor Haftalık Spor Dergisi. Fiyatı 50 kuruştu ve Çarşamba günleri çıkıyordu. TELEVOLE ÇILGINLIĞI Henüz özel alan saygısı var ve mağduriyet yaratmamak için bir özen biraz da itina var haberlerin dilinde. Televole çılgınlığının esamisi okunmuyor henüz. Sevda Ferdağ -ki idolümüzdür ve öylece kalacaktır-dolgun vücudunu o yıllara göre hayli cömertçe sergiliyor ve Şükrü Benim Her şeyimdi! diyordu.Çok genç yaşta yakışıklı ve şöhretli bir kaleciyle yaşadığı aşktı anlatılan. Kapak tam sayfa renkli fotoğraf, bugün bile rastlanamayacak güzellikte bir kale önü mücadelesini sergiliyordu, ağların gerisinden. Gerek kapak fotoğraflarının gerekse iç sayfalarındaki fotoğrafların anlatımcı özelliği, estetiği, sizi o anda orada olduğunu a ikna eden inandırıcılığı sonraki sayılarda da şapka çıkarttıracak bir ustalıkta sergilenmeye devam edildi. Yan yana alt alta dizilmiş siyah-beyaz fotoğrafların altına düşen yazılarla olayların önemli anları; seyircisi, futbolcusu, antrenörüyle okuyucuya aktarıldı. Okuyucu bunu o kadar sevdi ki 84. Sayıdan itibaren Fotospor Maç Foto-Roman ilavesi vermeye başladı. İçerikte herkesi memnun edecek bir denge tutturulmuştu. Güreşten boksa tenisten kayağa bütün spor dalları, gündem gereğince yerini aldı dergide. Olimpiyatlar izlendi, yabancı sporcular ve teknik adamların başarıları uzun uzadıya anlatıldı, ama ağırlık elbette ki Türk futbolunda oldu. Didinin ölü yaprak sitili vuruşlarını Fenerbahçeye teknik adam olmadan çok önce öğreniyorduk. Bugünün vazgeçilmez haber köşelerinden biri olan Cemiyet Haberleri Türk sporunda yaşanan sorunlara değinen doping, şike, vergi kaçırma gibi konuları bu bir ihbardır uyarısıyla sunan ya da topa kafayla vurmak beyinde hasar meydana getirir mi?, futbolcunun seks yaşamı nasıl olmalı? başlıklı konulara yanıt arayan ve uzman görüşlerine yer veren inceleme yazıları; o yıllarda da halkın en çok giriş yaptığı umut kapılarından olduğunu anladığımız Spor-Totoya dair iki tam sayfaya yayılan tahmin çizelgeleri her sayıda yer aldı. Benim hala ilgimi çeken köşelerden biri de reklam sayfaları idi. Bir ilan; Kadın şefkatli elini adamın acı içindeki alnına dayamış... Oysa boş yere ıstırap çekmeyiniz. Bir adet Opon sizi huzura kavuşturur. Diğer bir ilanda ise Galatasarayın milli kalecisi Turgay Coca-Colanın nefasetinden bahsediyor. Hemen bir kaç sayfa sonra da Moğollara rastlıyorsunuz. Onlar da Halifax gömleklerinin güzelliğini tanıtıyorlar. Bir başkasında ise yerli otomotiv sanayiimizin göz bebeği Anadol var. Başka markaların el çizimi resimlerinin altına şöyle bir soru atılmış; Hepsinin benzer bir yanı var; Gövdeleri! Ya da Fenerbahçeli Selim Soydan Karamürselden giyinmeyi özendirici şeyler söylüyor. Fotosporda her yazı bir öykü diliyle işlenirdi. Örnekleyelim; Yıl 1954, aylardan Hazirandı. Beyoğlu Hasnun Galip Sokaktaki Galatasaray Kulübüne, eski model siyah bir Buick yanaştı. Arabanın ön kapısı açıldı. İçinden boyasız kunduralarını İstanbul sokaklarına henüz alıştıramamış, iri parlak gözleri ile çevresine ürkek ürkek bakan bir delikanlı indi... Delikanlının üzerinde koyu renk iğreti dikilmiş bir kruvaze ceketle, ütüsüz bej bir pantolon vardı. Bu inişi, geniş omuzlu, iri kemikli yüzlü, uzun boylu kır saçlı bir adamın inişi izledi. Kolunu delikanlının omuzuna koydu, çok şefkat az otorite karıştırdığı sesi Yürü evladım! dedi. Birlikte demirleri yeniden boyanmış geniş kapının ardındaki gölgeliğin içinde kayboldular. İç odada yapılan pazarlıklar, bir fotoğraf flaşı kadar kısacık sürdü 10-15 saniye sonra açılan bir dolmakalem, delikanlının parmakları arasına tutuşturuldu.. Kır saçlı uzun boylu adam, ömrü boyunca sık sık tekrarladığı komutunu verdi; İmzala yavrum, hayır hayır şuraya Metin! FUTBOL VE EDEBİYAT Bu anlatım zenginliği, bu detaycı ama telaşsız üslup, hemen bütün yazılarda gösteriyordu kendini. Yazı yazma eyleminin entellektüel havası, edebiyat yapma gayreti-ama zorlamadan-haber sevgisi ve saygısı kokuyordu cümleler. Hiç kuşkusuz İslam Çupiyi belki bu dergide değil ama genelde gazetelerdeki köşesinde böyle bir dil kıvraklığı ve edebi duruluktaki yazılarını okurduk çoğun; Taraftar Fenerbahçeliliğim diye yazmıştı İslam usta; okullardaki çalışkan öğrenci olarak geçti. İçimde yavaş yavaş uç veren edebiyat sevgim büyük maçlardan önce elime Steinbeck, Cadwell, Istrati gibi yazarların çevirilerini oturtur, beni sessiz sedasız tribünün en tenha köşesine çörekletir, herkes maç öncesi kıyametlerin taşkıncı başlığını yaparken, ben romandan alma suskun bir heykel diye, saate ve kireçlenmekte olan boş sahaya bakardım, arada sırada. Bana hayatım boyunca iyi ki olmuşum dedirtecek kanaryacılığım daha sonra futbolda bulunmaz bir insan ve olay müzesi açacak ama Fenerbahçeliliğim hiçbir zaman sokağa taşan bir gerilla figürü olmak yerine ılımlı sükut yemiş bir portre olarak vücuduma asılacaktı... O yıllarda Türk basını isimsiz kahramanların, amatör ruhunu inci gibi saklayanların omuzlarında yükseliyordu. Bırakın fotoğrafı, imzasının bile kullanılmasını ustalık yolunun başında kendisine verilmiş bir çıraklık diploması olabilirdi ancak. O da herkese verilmezdi. Foto-Spor da uzun süre bu geleneğe bağlı kaldı. Ama hala köşe yazarları henüz girmemişlerdi hayatımıza. Derginin künyesinde sadece Yazı İşleri Müdürü Odhan Baykara ile sahibi Erol Simavinin adı geçiyordu. Yazı İşleri Müdür -o da çok gerekmedikçe- dergiyle ilgili abartıya kaçmayan, övünmeyi kendisine ve çevresine yapılmış bir saygısızlık olarak düşündüğünden olacak, mütevazı açıklamalarda bulunuyordu. (Ne incelik!O zamanlar en iyi yazı işleri müdürü ve koordinatörün en iyi yazarı/yazıyı bulup çıkaran kişi olduğu bilinir. Bu iyi bir gazetecilik göstergesidir aslında.) Bu yazılarda kesin bir tiraj bilgisi edinilememesine rağmen yüz binlerce meraklı okurumuz deyişine inanmak durumundayız. Kaldı ki bu üslup zenginliği ve görsel kalite böyle bir dergi için tiraj konusunu açmayı insana ayıp dedirtecek bir düzeyde yakalanmıştı. 80 sonrası bir-iki dergi benzer bir tarzı tutturmaya çalıştılar. Haber-yazı şimdiki zaman kipinde anlatılıyor, bu da haberi dramatize etmeye ona yazarın hayal gücünü ve hikaye etme yeteneğini kullanma olanağı sağlıyordu. Benimsenen bu üsluba daha sonra özel televizyon kanalları tarafından da sahip çıkıldı ve televizyon programlarında, haber saatlerinde taklit edildi. Tutundukları dal sarktı, dil gevşedi. Hikaye etme geleneği Fotospor okuyucusunun yabancı olmadığı bir tarzdı ama belleklerden silinmişti. Hayatında edebiyat yapma diye bir terime tutunmuş insan toplulukları bu anlatımcı yaklaşımı unuttular. O zamanlar duygu işin içinde saklı bir yerde durur bazen de ayan beyan başlıklara sirayet ederdi-Sirayet ederdi!- Metin Oktayın jübilesini haber veren o başlık hâlâ gözümün önündedir; Futbolumuzun tavanındaki en büyük avize sönüyor! Ne zaman adlı o büyük el uzanacak düğmesine elektriğin. Sönecek tavanımızdaki en büyük avize. Kulaklarımızda uğultular, uğultular... O gece bir kez daha anlayacağız ki yokluk içinde yaşamak zor, sevgilisiz kalmak ölümden beter. Çığlık çığlığa çevrilecek düşüncelerimizde anılarımız! FUTBOL AŞKI Futbolcuya sevgili sıfatının yakıştırılması yokluğunda ölümden beter olunması, futbolla yatıp-kalkan her vatan evladının anlayacağı bir şey olsa gerek Foto-Spor yaklaşık 200 hafta sürdürdü yayın hayatını son sayısının fiyatı 150 kuruştu. Okuyucunun yoğun isteği üzerine-okurlar istek beyan edebiliyordu o zamanlar- 1969da sayfa sayısını 24e çıkardı ama kağıt zamları dolayısıyla yeniden 16 sayfaya döndü. Serüveninin sonlarına doğru Maç Aktüel Dergisi ile kaderini birleştirdi. Fotospor-Maç olarak 32 sayfalık bir dergi haline dönüştüler. 1969 yılının sonlarına doğru kağıt ve nizampaj kalitesindeki düşüş bir şeylerin ters gittiğini gösteriyordu. Arka kapaktaki renkli takım fotoğraflı, iç sayfalardaki renkli fotoğraflar beğeni katsayısını artırdı ama belli ki tirajın düşüşünü önleyemedi. Ve Fotospor bir daha geri dönmemecesine çekildi yayın hayatından. Fotospordaki emeğin gerekçesi; kale yerine dikilen iki taşa, mahalle arasındaki arsalara, soyunma odalarının Capsolin, limon ve ter kokusuna, idmanlara, idman dönüşlerine, uzatmada yenilen gole, futbol adına ne varsa hepsine hürmette kusur etmemekti... Bu yazı da bir saygı duruşu olarak değerlendirilmelidir. Giden sevgiliye hürmeten... Şimdi geri dönmese de uzakta çağlayanın uğuldayan sesi var. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||