Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 17:30 TS 23 Tem., 2001
İstanbul
NTV-MSNBC
Sezer: AB yolundan dönülemez

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in İKV’de yaptığı konuşmanın tam metni.
Değerli Konuklar,
       
       İktisadi Kalkınma Vakfı’nca düzenlenen bu toplantıda sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Toplantıyı düzenleyen İktisadi Kalkınma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Meral Gezgin Eriş’i ve Vakıf üyelerini kutluyorum.
       
       1965 yılından bu yana Türk kamuoyunu, Avrupa’daki bütünleşme çabaları ve Türkiye-Avrupa ilişkilerinin değişik yönleri konusunda aydınlatan İktisadi Kalkınma Vakfı, Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde daha büyük görev üstlenmiştir. İktisadi Kalkınma Vakfı’nın, öncü bir araştırma ve aydınlatma kuruluşu olarak bundan sonra da ülkemizin Avrupa Birliği’ne hazırlanmasına yönelik etkinliklere başarıyla katkıda bulunacağına inanıyorum.
       
       Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler, Helsinki Zirvesi’yle yeni bir aşamaya ve geri dönülemeyecek bir yola girmiştir. Bu yol, ne denli güç ve uzun olursa olsun, bizi Büyük Atatürk’ün belirlediği çağdaş uygarlık ereğine ulaştıracağı için, toplumumuz yönünden tarihsel önem taşımaktadır.
       
       Cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana, hatta daha öncesinde Batılılaşma ile çağdaşlaşmanın eş tutulması, Türkiye’yi, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasında ya da onu merkez alarak kurulan siyasal, ekonomik ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya yöneltmiştir. Bu bağlamda, Türkiye, Avrupa Konseyi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ve NATO’nun üyesi olmuştur.
       
       Batılılaşma ile çağdaşlaşmanın eş tutulması, aynı zamanda Türkiye’nin, Avrupa Ekonomik Topluluğu çerçevesinde ortaya çıkan, Avrupa’nın en iddialı bütünleşme hareketine karşı kayıtsız kalmamasına neden olmuştur. Dolayısıyla, Avrupa ile bütünleşmenin, başlangıçtan bu yana ülke ekonomisini ilgilendirmesinin ötesinde siyasal amaçları olduğu söylenebilir.
       
       1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin tam üyelik adaylığının onaylanmasının ardından yaşanan gelişmeler ve varılan aşama sonucunda, 1963 yılından bu yana sürmekte olan Avrupa Birliği ile bütünleşme süreci yeni ve önemli bir döneme girmiştir.
       
       Avrupa Birliği adaylığı ve üyeliği, Türkiye’nin çağdaş değerleri paylaşma yönündeki çabalarına güç ve hız katacaktır. Avrupa Birliği’ne tam üyelik ereğine ulaşabilmemiz, kuşkusuz yoğun ve etkin bir çalışmayı gerektirmektedir. Bu çalışmalarda sağlanacak başarıya bağlı olarak tam üyelik ereğimiz zaman yönünden yakınlaşacaktır.
       
       Toplumumuzun her kesiminin bu konuda bilinçlenmesi ve çalışmalara katkıda bulunması zorunludur. Avrupa Birliği’ne katılıma ilişkin konulardaki bilinçlenmeyi güçlendirecek toplumsal tartışmanın yaygınlaşıp, derinleşmesinde İktisadi Kalkınma Vakfı gibi sivil toplum örgütlerinin katkısına her zamankinden daha fazla gereksinim bulunmaktadır.
       
       Helsinki Zirvesi’nden önceki dönemde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yaşanan sıkıntıların büyük bölümü, Türkiye’nin Avrupa Birliği yönünden konumunu ve geleceğini belirlemeye ilişkin siyasal istencin Avrupa Birliği’nce gösterilememesinden kaynaklanmıştır. Helsinki’de, adaylığımız siyasal yönden kesin bir söylemle doğrulanmıştır. Başka bir anlatımla, hukuksal temelde yadsınamayan, ancak, siyasal istenç oluşmadığı için gerçek anlamda yaşama geçirilemeyen adaylığımız, artık her yönden açıklık kazanmıştır.
       
       Helsinki Zirvesi’nde alınan karar, Türkiye’ye karşı yaklaşımda olumlu bir değişiklik anlamı taşıdığı kadar, Avrupa Birliği’nin ülkemize çok daha yakın ve eleştirel bir gözle bakması sonucunu da doğurmaktadır. Avrupa Birliği, bu yeni süreçte Türkiye’ye, yakın bir mercekten ve tüm ayrıntılar üzerinde durarak bakmaktadır. Bunun, adaylık sürecinin doğal bir sonucu olarak karşılanması ve Türkiye yönünden de kabul edilmesi kaçınılmazdır.
       
       Bu bağlamda, Birliğin kural ve ilkeleri, önümüzdeki on yılda alacağı yön, geçireceği evreler, Türk kamuoyunda artık daha yakından izlenmek ve tartışılmak durumundadır. Çünkü, adaylık süreci, Birliğin şimdiye kadar gerçekleştirdiklerinin aday ülke tarafından benimsenmesinin koşullarını belirleyecek görüşmelerden oluşmaktadır. Görüşmelerin başarısı için tarafların birbirlerini yakından ve etraflıca tanımaları yaşamsal önem taşımaktadır.
       
       Değerli Konuklar,
       
       Avrupa Birliği’ne tam üye olmak, bizim için tek amaç olmamalıdır. Cumhuriyet’le birlikte başlayan Avrupa’ya yönelmemizin Avrupa Birliği’ne girişimizle en ileri aşamaya ulaşacak olması, Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlarda disiplin içinde büyüyüp gelişmesini ve bölgesel bir güç olarak dünyanın ileri ulusları arasındaki yerini almasını sağlayacaktır.
       
       Avrupa Birliği’nin, Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesini açıklamasının ardından, Hükümetimiz, bu belge ışığında Ulusal Programı ilan ederek Türkiye’nin tam üyelik ereğine varmak için siyasal, hukuksal ve ekonomik alanlarda yapacağı reformların çerçevesini ve takvimini ortaya koymuştur.
       
       Türkiye, değişen dünya koşullarında ve Avrupa Birliği tarihinin en kapsamlı genişleme dalgasına doğru ilerlemekte olduğu bu dönemde, başta hukuk olmak üzere, her alanda katılım sürecinin gerektirdiği atılımları gerçekleştirmek durumundadır.
       
       Bu bağlamda, Ulusal Program’da belirlenmiş olan kısa ve orta erimli öngörüler için gerekli çalışmaların yapılması, doğal olarak önem taşımaktadır.
       
       15-16 Haziran 2001 günlerinde yapılan Avrupa Birliği Göteborg Zirvesi’nde, üye ülke devlet ve hükümet başkanları, Avrupa Birliği’nin genişlemesinin geri dönülmez bir süreç olduğunu bir kez daha vurgulamışlardır.
       
       Avrupa Birliği’ne yeni üye olacak ülkelerin, Aralık 2002’de Kopenhag’da yapılacak Avrupa Birliği Zirvesi’nde belirleneceği anlaşılmaktadır. Buna göre, yeni üyeler 2004 ya da 2005’de Avrupa Birliği’ndeki yerlerini alacaklardır.
       
       Bu gelişmelere bakıldığında, ülkemizin üyelik görüşmelerini 2003 yılı içinde ya da yeni üyeler Avrupa Birliği’ne katılmadan önce başlatması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
       
       Yurt içi ve yurt dışındaki çabalarımızın, görüşmelerin 2003 yılında başlatılmasını sağlayacak biçimde yoğunlaştırılması büyük önem taşımaktadır.
       
       Üyelik görüşmelerinin başlatılmasının kolaylaştırılabilmesi için ekonomik ve teknik alanlarda Türkiye ile Avrupa Birliği arasında kural uyumunu sağlayacak “Tarama Süreci”ne 2002 yılında geçilmesine ve bununla ilgili kararın, Avrupa Birliği’nin bu yıl sonunda Laeken’de yapılacak zirvesinde alınmasına önem vermeliyiz.
       
       Değerli Konuklar,
       
       Türkiye, Avrupa Birliği’ne uyum konusunda bir yönerge niteliği taşıyan Ulusal Program’ın geçen Mart ayında açıklanmasıyla, bu yolda kararlı bir biçimde ilerlemeye başlamıştır. Avrupa Birliği’nin kazanımlarını benimseyebilmemiz için, kararlılığımızı yitirmeden Ulusal Program’da öngörülen ekonomik, yönetsel ve hukuksal alanlardaki değişikliklerin hızla gerçekleştirilmesini sağlamamız gerekmektedir.
       
       Ancak, bu değişikliklerin temelde, Türkiye’nin üyelik sürecinden bağımsız olarak atması gereken, reform niteliğindeki adımlar olduğunu hepimiz biliyoruz.
       
       Gerçekleştirmemiz gereken hukuksal reformun başında Anayasa’da yapılması gereken değişiklikler gelmektedir.
       
       Anayasalar, devletin hukuksal yapısını, devlet organlarının görev ve yetkilerini, organlar arası ilişkileri belirleyen, yasama ve yürütme erkleri karşısında bireylerin temel hak ve özgürlüklerini düzenleyip, bunlara güvence sağlayan, bunun için iktidar gücünü sınırlayan kurallar ve ilkeler içeren metinlerdir.
       
       Bu içeriğiyle anayasalar toplumların ulaştıkları uygarlık düzeyini de gösterirler. Bu yönden bakınca, Anayasamızın Türk toplumunun ulaştığı düzeyin gerisinde kaldığı görülmektedir.
       
       Anayasa’da Türk Ulusu’nun gereksinmelerine yanıt oluşturacak iyileştirmelerin yapılmasının ve evrensel ölçütlerin hukuk sistemimize kazandırılmasının zamanı gelmiştir. Gerçekleştirilecek anayasal değişiklikler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde uyması gereken ölçütlerin karşılanması gereğiyle de örtüşmektedir. Bundan önce, birçok kez vurgulamış olduğumuz gibi, bu değişiklikleri Avrupa Birliği istediği için değil, halkımızın yaşam kalitesini yükselteceği için gerçekleştirmemiz gerekmektedir.
       
       Türkiye, öncelikle insan hakları alanında evrensel normlara uyum sağlamak ve uluslararası sözleşmeler karşısında Anayasa ve yasa kurallarını gözden geçirerek, sözleşmelerde öngörülen evrensel ölçütleri hukukuna kazandırmakla yükümlüdür.
       
       Ülkemiz, özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, güvenceli, devlet organları arasında görev ve yetkileri dengeleyen, “hukuk devleti” ilkesini sözde bırakmayıp yaşama geçiren ve üstün kılan bir Anayasa’ya kavuşturulmalıdır.
       
       Türkiye Büyük Millet Meclisi Partilerarası Uzlaşma Komisyonu’nun üzerinde anlaşmaya vardığı 37 maddelik anayasa değişikliklerinin bu aşamada çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu değişiklik önerilerinden bir bölümünün Ulusal Program’da da öngörülmüş olması ayrıca sevindiricidir. Değişikliklerin, önümüzdeki Eylül ayına kadar daha da olgunlaştırılacağını ve kabul edildikten sonra ilgili yasalarımızda gerekli değişikliklerin yapılmasıyla demokratikleşme yönünde önemli bir açılım sağlayacağını umuyoruz.
       
       Anayasa değişikliği bağlamında zaman zaman gündeme gelen bir konu da ölüm cezasının kaldırılmasıdır.
       
       Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 21. Dönem Üçüncü Yasama Yılının Açılışı nedeniyle 1 Ekim 2000 günü yaptığım konuşmada da belirttiğim gibi, bu konuda Anayasa değişikliğine gereksinme bulunmamaktadır. Türk Ceza Yasası’ndaki ölüm cezasının kaldırılması ve ölüm cezası gerektiren suçların, örneğin ağırlaştırılmış ömür boyu hapisle cezalandırılmasını sağlayacak bir düzenlemenin yapılmasıyla aynı sonucun elde edilebileceğini, değindiğim konuşmamda belirtmiş ve böylelikle uzun yıllardır uygulanmayan ölüm cezasının yasal olarak yürürlükten kaldırılmış olacağını vurgulamıştım.
       
       Bu nedenle, Türk Ceza Yasası’nın değiştirilmesi yönündeki çabaları mutlulukla karşıladığımı belirtmek isterim. Yeni yasa tasarısındaki suç ve ceza kavramlarının çağdaş bir anlayışla ele alınması ve kimi ayrıklıklar dışında ölüm cezasının kaldırılmasının öngörülmesi, bu konuda yıllardır süren tartışmalara da son verecek niteliktedir.
       
       Anayasa’nın evrensel ölçütlere uygun duruma getirilebilmesi için, düşünce ve anlatım özgürlüğünün güvence altına alınması ve bireysel özgürlüklerin genişletilmesi de gerekmektedir.
       
       İnsan hakları, günümüzde ülkelerin iç hukuk konusu olmaktan çıkmış, uluslararası hukuk konusu durumuna gelmiştir. İnsan haklarına ve temel özgürlüklere saygı, tüm çoğulcu demokratik toplumların paylaştığı bir değerdir. Ulusal Program’da öngörülen insan hakları alanındaki yasal değişikliklerin hızla gerçekleştirilmesi ve bu çalışmalarda Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler çerçevesinde kabul edilmiş sözleşmelere olabildiğince uyulması çok önemlidir.
       
       Öte yandan, önümüzdeki Kasım ayında ülkemizle ilgili “İlerleme Raporu”nun kabul edilmesine kadar geçecek dönemde katedeceğimiz yol, Avrupa Birliği’ne uyum çalışmalarının bir an önce “Tarama Süreci”ne dönüştürülmesine yardımcı olacaktır.
       
       Anayasa maddelerinde öngörülen değişikliklerin önümüzdeki kısa dönemde sonuçlandırılması ve böylece Kasım ayında yayınlanacak “İlerleme Raporu”nda bu önemli gelişmenin yer almasının sağlanması zorunluluktur. Çünkü, bu Rapor’da somut ilerlemelerin yer almaması, gelecek yıl Avrupa Birliği’nden beklentilerimizin gerçekleştirilebilmesini güçleştirecektir.
       
       Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Partilerarası Uzlaşma Komisyonu’nca hazırlanan Anayasa değişikliklerinin olgunlaştırılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmeleri içten dileğimizdir.
       
       Bununla birlikte, gecikme olasılığı gözönünde bulundurularak ve Türkiye’nin üzerine düşen görevi yerine getirmediği eleştirilerini ortadan kaldırmak için, ölüm cezasının Türk Ceza Yasası’ndan çıkarılması, işkence uygulamasının ya da söylentilerinin ortaya çıkabildiği gözaltında bulundurma süresini kısaltacak yasal değişikliklerin yapılması ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılmasında, Batı’lı ülkelerde olduğu gibi “açık ve mevcut” tehlike ölçütünün aranmasını gerektirecek yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi yararlı olacaktır.
       
       Sayın Başkan,
       
       İktisadi Kalkınma Vakfının Değerli Üyeleri,
       
       Ülkemizin çağdaş demokratik yapıya kavuşması için siyasal partiler ve seçim yasalarında da günün koşullarına uygun değişikliklerin yapılması kaçınılmaz duruma gelmiştir.
       
       Anayasamızda belirtildiği gibi siyasal partiler, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögeleridir. Partiler, aynı zamanda siyasal kültürün oluşturulup geliştirilmesinde ve demokratik katılımın sağlanmasında başlıca rolü üstlenmişlerdir.
       
       Bu nedenle, siyasal partilerimizde demokratik ilkelerin işlerliğini sağlayacak bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin demokratikleşme sürecini başarıyla sürdürmesi, Siyasal Partiler Yasası’nda parti içi demokrasiyi sağlayıp güvence altına alacak değişikliklerin yapılmasına bağlıdır.
       
       Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletilmesi, yasal düzenlemelerin yanında siyasal kültürle de yakından ilgilidir. Demokrasinin tam anlamıyla özümsenmesini olanaklı kılacak bir siyasal kültürün gelişmesi, demokratikleşmenin önündeki engellerin zamanla ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır.
       
       Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan seçimler, siyasal katılımın öncelikli ögesidir. Seçim sistemleri ve yasaları ile demokrasi arasında yakın ilişki vardır.
       
       Geniş halk kitlelerinin temsilini sağlayacak seçim sistemlerinin uygulanması, siyasal istikrarı sağlayacağı gibi demokratikleşme sürecini de hızlandıracaktır. Anayasamızda seçim yasalarının, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenleneceği belirtilmiştir.
       
       Seçmenleri, onaylayıcı, edilgen katılımcılar değil, seçici, etkin yurttaşlar durumuna getirecek yasal düzenlemelerin yapılması, yasalardan kaynaklanan demokratik eksiklikleri giderecek, katılımcı demokrasinin gerekleriyle uyumlu bir parti örgütlenmesi için altyapı oluşturacaktır.
       
       Halkımızın beklentilerini karşılayamayan ve Parlamentonun gerçekten temsili bir özelliğe sahip olmasını engelleyen bu yasaları, siyasal uzlaşma temelinde hızla yenilemeliyiz. Böylece, halkımızın kendini yöneten siyasal kurumlara olan güveninin güçlendirilmesinin ve devlet-yurttaş ilişkilerinin sağlıklı temeller üzerinde yeniden kurulmasının sağlanabileceğine inanıyoruz.
       
       Değerli Konuklar,
       
       Ülkemiz, ekonomik bir bunalımın ardından yeniden olağan koşullara, uluslararası rekabet gücüne ve ekonomik kalkınmanın eski canlılığıyla sürdürüleceği günlere kavuşmak için yoğun bir çaba göstermektedir. Bu çabamızı sürdürürken, siyasal ve toplumsal desteğe sahip olan ekonomik programın kararlılıkla uygulanması büyük önem taşımaktadır.
       
       Hükümetimizce uygulamaya konulan ekonomik programın başarıya ulaşması hepimizin içten dileğidir. Bundan önce çeşitli nedenlerle altını çizdiğim gibi, bu programın başarıya ulaşmasında toplumumuzun sağlayacağı destek son derece önemlidir. Ulusal istencin oluştuğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde programın başarısını sağlayacak yasal düzenlemelerin kabul edilmiş olması, toplumsal desteğin bir göstergesi niteliğindedir.
       
       Ekonomideki sorunları çözebilmek için Hükümetimizin ve Parlamentomuzun son aylarda attığı olumlu adımlar, iş çevrelerimizin ve yurttaşlarımızın sorumlu ve sağduyulu tutumları geleceğe ilişkin umutlarımızı artırmaktadır.
       
       Ekonomimizde kimi sıkıntıların üstesinden gelinmeye çalışıldığı bu dönemde, gerçekleri yansıtmayan yorum ve söylentilere tanık olabilmekteyiz. Bu tür söylentiler henüz istikrara kavuşmayan piyasaları olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
       
       Yurttaşlarımızın üzerine düşen görev, bu tür kurgusal söylenti niteliğindeki haber ve yorumlara önem ve değer vermeden, ekonomimizde ve piyasalarda güven ortamının pekişmesine katkıda bulunacak biçimde serinkanlı bir tutum benimsemeleri ve umutsuzluğa kapılmadan, alınmakta olan önlemlere destek vermeleridir.
       
       Yaşanan sıkıntıların aşılmasında herkesin ve toplumun tüm kesimlerinin özel çıkarlarını bir yana bırakarak, birlik ve dayanışma duygularının yol göstericiliğinde hareket etmeleri ve toplumsal çıkarı ön planda tutmaları, her zamankinden daha da önemli görülmektedir.
       
       Yurttaşlarımızın, basın-yayın kuruluşlarımızca da paylaşılması gereken böylesi bir sağduyuyu göstereceklerinden kuşku duymuyorum.
       
       Geçmişte, bundan çok daha elverişsiz koşullarda ekonomide karşılaştığı sıkıntıları aşabilen Türkiye’nin, içinde bulunduğu sıkıntıları da ulusal çıkarlarından ödün vermeden geride bırakacağına içtenlikle inanıyorum.
       
       Bu bağlamda, son zamanlarda kimi çevrelerce ortaya atılan, ancak, Anayasamızda yer verilmediği gibi, demokratik ilkelerle de bağdaşmayan hükümet modellerinin geçerliliğinin bulunmayacağını yeri gelmişken vurgulamak isterim.
       
       Erkler ayrılığını kabul eden parlamenter rejimlerde hükümet üyeleri, ayrıklıklar dışında milletvekilleri arasından seçilir. Anayasamızda da bu rejim benimsenmiştir.
       
       Anayasamıza göre, egemenlik bağsız koşulsuz Ulus’undur ve Türk Ulusu, egemenliğini Anayasal kurallar çerçevesinde yetkili organları eliyle kullanır.
       
       Ülkede bir sorun olduğu zaman kuşkusuz tüm Devlet organları, kendi görev ve yetki alanı içinde sorunun aşılması için gerekli çabayı göstermelidir. Ancak, çağdaş demokratik rejimlerde sorunların aşılması için gösterilecek çabanın kurallar çerçevesinde kalması gerekir.
       
       Ülkemizin bugün içinde bulunduğu sıkıntılı dönemden, anayasal kurallar ve demokratik ilkeler çerçevesinde çıkacağına inanıyorum.
       
       Her sıkıntılı dönemde, Anayasa’ya uygun düşmeyen yönetim arayışlarına girilmemeli, ayrık durumlar genelleştirilerek kolay yol seçilmemelidir.
       
       Anayasa kuralları ve demokratik süreçler dışına çıkarak toplumu çağdaş uygarlık düzeyine yükseltemeyiz. Sorunlarımızı, bunalımlarımızı demokrasi kuralları içinde çözüme kavuşturmalıyız. Ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunların çözüme kavuşturulamaması durumunda, bunların en son çözüm yerinin, gerektiğinde ulusal iradeye başvurmak olduğunu unutmamalıyız.
       
       Türk Ulusu, çalışanıyla, emeklisiyle, esnafıyla, tüccarıyla, sanayicisiyle, çiftçisiyle, köylüsüyle, öğrencisiyle, genci ve yaşlısıyla bu sıkıntılı dönemden demokratik ilkeler çerçevesinde çıkacak güce, sabıra ve istence sahiptir.
       
       Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntıları, her durumda demokrasiye bağlılığıyla aşabilme gücüne sahip olduğuna ilişkin inanç ve güvenimizi korumayı sürdürmememiz için bir neden yoktur.
       
       Değerli Konuklar,
       
       Günümüzde gelişmiş bir ülke olmanın ölçütü, yolsuzluklarla savaşım ve yönetimde saydamlığın sağlanması konularında elde edilen başarıdır. Küreselleşen dünyanın ortak sorunlarından olan ve her ülkenin içinde bulunduğu koşullara göre farklılık gösteren yolsuzluk, ülkemizde üzerinde önemle durulması ve savaşım verilmesi gereken bir olgu olma niteliğini korumaktadır.
       
       Yolsuzlukları önlemek için saydam bir Devlet yapısının oluşturulması koşuldur. Bu amaçla, halkın bilgi alma, bilgiye ulaşma ve bilgilendirme hakkı güvence altına alınmalıdır.
       
       Yönetimde saydamlığın sağlanması, açıklık ve etkili bir denetim, yolsuzlukları büyük ölçüde önleyecektir. Temiz toplum yaratmak azim ve karalılığımız, yolsuzluklarla savaşımda, varolan ve alınacak önlemlerin başarı şansını artıracaktır.
       
       Bugün yaşadığımız ekonomik sorunların çok önemli bir nedenini de tasarruf mevduatı ve sigorta fonuna alınan kimi bankalarda yapılan yolsuzluklar oluşturmaktadır.
       
       Ülkemizde yolsuzluklarla savaşım ve yönetimde saydamlığın sağlanması konularında başlatılan çalışmalar ve kamuoyunun artan duyarlılığı gelecek için umut vermektedir. Yolsuzlukların, ekonomik ve siyasal yaşamı etkilemediği, yönetimin her kesiminde saydamlık ve sorumluluğun egemen olduğu bir ülkede yaşamak hepimizin amacı olmalıdır.
       
       Değerli Konuklar,
       
       Çağdaş uygarlık ilkemizin toplumumuzun tüm kesimleri tarafından benimsenmesi, bir çağdaşlaşma tasarısı olarak gördüğümüz Avrupa Birliği’ne üyelik sürecimizin hızlandırılmasında belirleyici rol oynayacaktır.
       
       Bunun için, Avrupa Birliği’nin nasıl bir örgütlenme olduğu, Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye’ye neler kazandıracağı gibi konularda halkımızın aydınlatılması, Ulusal Program’ın halka tanıtılması ve bu süreci olumsuz yönde etkileyebilecek önyargıların giderilmesi gereklidir.
       
       Bu çerçevede özel kesim kuruluşlarımıza ve şimdiye kadar başarılı etkinlikleriyle yararlı çalışmalar yapmış olan İktisadi Kalkınma Vakfı’na büyük görev düşmektedir.
       
       Avrupa Birliği üyeliği, yalnızca devletlerarası bir örgütlenmeye katılmayı değil, dünyanın en gelişmiş toplumları arasında kurulan karmaşık ilişkiler ağının parçası olmayı ve bu toplumlarla bütünleşmeyi de birlikte getirmektedir. Avrupa Birliği’nin çeşitlilik içinde gelişmesini sağlayan uzlaşma kültürünün benimsenmesi de bir başka gerekliliktir.
       
       Bu nedenle, Avrupa Birliği’ne üyelik süreci, tüm Avrupa’yla yoğun bir etkileşim içinde olmamızı gerektirmektedir. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında daha iyi iletişim kurulması zorunluluğu, artık iyice anlaşılmıştır. Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday bir ülke olarak Avrupa’daki gelişmeleri yakından izlemek zorundadır.
       
       Avrupa Birliği, önümüzdeki yıllarda genişleme ile birlikte yeni bir yapılanma içine girecektir. Tarih boyunca Avrupa’nın bir parçası olan Türkiye’nin bu yeni yapılanma içinde yer alması gerektiğine inanıyoruz.
       
       Doğal olarak, bu noktada, Avrupa Birliği’nce ülkemize daha güçlü ve somut bir Avrupa Birliği perspektifi verilmesi gerekmektedir. Bunun için üstlendiğimiz yükümlülükleri yerine getirerek, Avrupa Birliği’nin istemlerimizi reddedemeyeceği bir ortam yaratabilmeliyiz.
       
       Somut bir Avrupa Birliği perspektifi ortaya konulamazsa, Türk kamuoyunun, genelde Avrupa Birliği’ne, özelde Türkiye’nin tam üyeliğine ilgisi kaçınılmaz olarak azalmaya başlayacaktır. Devlet ve Hükümet olarak göstereceğimiz kararlılık ve halkımızın desteği, sürecin başarısını belirleyecektir.
       
       Avrupa Birliği’nin içinde bulunduğu iki tarihsel süreci, yapısal dönüşümü ve genişlemeyi iyi anlamalı ve değerlendirmeliyiz. Avrupa Birliği’ne üyelik konusundaki kararlılığımızı gösterebilmenin ve iki taraf arasındaki kısır tartışmaların ötesine geçebilmenin tek yolunun bu olduğunu düşünüyoruz.
       
       Türkiye, çağdaş uygarlık yolunda hızla ilerlemeyi, kalkınarak güçlenmeyi ve gelişmeyi sürdürecek, dünyanın önde gelen gelişmiş ülkeleri arasında hakettiği yeri alacaktır.
       
       Bunun için Türkiye’nin, devlet yapısı ve kurumlarıyla, çağımızın gereklerine yanıt verecek bir dönüşümü zaman yitirmeden gerçekleştirmek zorunda olduğunu yeniden vurgulamak isterim.
       
       Türkiye’nin içinde bulunduğu bu aşamada gerek kamu kesimi, gerek özel kesim, gerekse sivil toplum örgütleri yönünden yapılması gerekenler bellidir. Bu süreçte sorunların, olumlu yönde çözüme kavuşturulması, ancak karşılıklı ve yoğun görüşmelerle olanaklıdır. Üzerimize düşenleri yerine getirerek bu tarihi fırsatı değerlendirmemiz gerektiğine inanıyorum.
       
       Bu düşüncelerle hepinize çalışmalarınızda başarılar diliyorum.”
       
       
       

 

       
    TOP5 Ergenekon’da 16 kişi daha gözaltında  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları