|
|
Bizim siyasi alışkanlıklarımıza pek de uymayan bu jest aslında siyasi olarak hesap verebilir olmanın içgüdüsel sonucu. Geçtiğimiz Mart ayında ise gene İngilteredeki en büyük 8 fon yöneticisi, halka açık 750 şirketin Yönetim Kurulu Başkanına başvurarak , profesyonel yönetim ve Yönetim Kurulu üyelerinin ücret paketlerinin şirket genel kurulunda belirlenip onaylanmasını talep ettiler. 2000 yılında, İngilterede halka açık en büyük 350 şirketin yaklaşık onda biri bunu gerçekleştirmeyi başardı. Bu da iş dünyasından, hesap sorabilir olmanın örneği. DENETİM Büyük denetim şirketlerinin esprili mottosuna her zaman hayran olmuşuzdur: In God we trust, all others we audit. Bunun üzerinde düşünüldüğünde gerçekten de sadece Tanrının her türlü eleştiri ve sorgulama dışında bırakılabileceği veya bırakılması gerektiği sonucuna varmak mümkün. Tanrı dışındaki her türlü kişi ve kurumun ise kendi vicdanları ile baş başa bırakılması haksızlığı ve insafsızlığı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bunun önlemenin tek yolu ise bu sorgulamanın, denetimin bağımsız ve güvenilir kurumlar tarafından dışarıdan yapılması. Denetim yapılmasını kabul etmek aynı zamanda hesap verebilir olmayı da gerektiriyor. Hesap verebilir olmak da, ister özel sektör kurumlarında, ister kamuda ve isterseniz de siyaset arenasında şeffaflığı sağlayabilmenin vazgeçilmez aracı. Şeffaflığı sağlayabilmek için etkili ve iyi tanımlanmış hesap verme süreçlerine ihtiyaç var. ŞEFFAFLIK Sermaye sahibi ve yatırımcıların şirketlerini emanet ettikleri yönetim kurullarından ve onların da profesyonel yönetimden hesap sorabilmesi amacıyla kurumların performansını analitik bir şekilde değerlendirebilecek verilere gereksinim duyuluyor. ABD 1930lu yıllarda, 1929 Büyük Ekonomik Buhrandan aldığı derslerle, Başkan Roosevelt önderliğinde kurumların finansal bilgilerinin şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşılmasını sağlayacak mevzuat değişikliklerini tamamlamış. Ancak buna rağmen örneğin 1997-98 Asya krizinde yara alan yabancı yatırımcıların hemen hepsi, hisse sahibi oldukları şirketlerin, yatırım yaptıkları ülkelerin finansal yapılarını iyi tanıyamamaktan hatta borçluluklarını ölçememekten yakındılar. Konu ile ilgili araştırma yaparken rastladığımız ilginç bir kaydı da sizlerle paylaşmak istiyoruz: 1880 yılında, yaklaşık 120 yıl önce New Hampshire (ABD) mahkemesi sermaye sahibinin görevini şirketi yönetmek değil, bunu yapacak Yönetim Kurulu üyelerini seçmek olduğunu karara bağlamış. Dolayısıyla sermaye sahibi doğru yönetim kurulu üyelerini seçtikten sonra görevini büyük ölçüde tamamlıyor. Bunun sonrasında iş, Yönetim Kurulundan hesap sormaya kalıyor. Yönetim Kurullarının hem daha etkin çalışmasının hem de şeffaf ve iyi yönetim göstermesini kolaylaştıracak olan dışarıdan atanacak tamamen bağımsız üyelerin sayısının çokluğu. Dışarıdan atanan Yönetim Kurulu üyelerinin bağımsız olabilmesi için şirket ve faaliyetlerinden hiçbir fayda sağlayamıyor olmaları, ilgili sektörlerde faaliyette bulunmamaları gerekiyor. SİYASET PENCERESİ Bu çerçevede, konuya siyaset penceresinden baktığımızda da bürokrasinin bakanlara, bakanların parlamentoya, parlamentonun da bize yani halka karşı sorumlu olduğunu ve hesap verebilir olması gerektiğini görüyoruz. Burada yazının başına dönersek, İngilterede Hagueın istifası performans ilişkili olurken, biz maalesef ne iş dünyasında ne de siyasette henüz mali hesap verme noktasını aşamadığımızdan performansı sorgulamaya geçmekte de zorlanıyoruz. Hesap sorma konusundaki toplumsal yaklaşımımızı ölçmek isterseniz, çevrenizdekilere çok basit birkaç soruyu sorabilirsiniz. Örneğin siyasi parti ve bölge ayırımı yapmaksızın, bir oturuşta 10 Istanbul milletvekilini sayabilecekler mi? Soruyu kolaylaştırın, beş milletvekilini sayabilen var mı? İnanın konunun, iş dünyası ile ilgili kısmı da çok farklı değil. Bugüne kadar hisse senedine yatırım yaptığı şirketlerin genel kuruluna giden var mı? Ya da çevrenizde yatırım yaptığı şirketlerden herhangi birinin Yönetim Kurulu üyelerini sayabilecek olan var mı ? Bu arada iğneyi kendinize, çuvaldızı karşınızdakine batırın, önce yukarıdaki soruları siz cevaplayın ! TOPLUMSAL YAKLAŞIMIMIZ Unutmayalım ki, özlemini duyduğumuz değişim ancak gereksinimler, zorlamalarla sağlanabilir. Haydi değişelim ! diyerek bir gecede iyi yönetim standartlarına ulaşamayız. Kendi aksiyonlarımızdan hesap verebilmeyi ve en az bunun kadar önemlisi de hesap sorabilmeyi öğrenmemiz lazım. Birkaç hafta önce DSP milletvekili Uluç Gürkanın Meclis kürsüsünde anlattığı anektod ise galiba bizim toplumsal yaklaşımımızı özetliyor: Dünyaca ünlü piyanist, salonu hıncahınç dolduran dinleyicileri selamladıktan sonra piyanosunun başına geçmiş, tuşlara basarak konserine başlamış. Ancak ses veren teller piyanist tarafından daha önceden söküldüğü için müzik aletinden en küçük ses çıkmamış...İki saat, derin bir sessizlik içinde geçen konserin bitiminde sanatçı ayağa kalkmış, dinleyicileri saygıyla selamlamış. Ayakta, dakikalarca alkışlanmış. Ardından kulise geçtiğinde arkadaşları sormuşlar: Neden böyle birşey yaptın? Sanatçı yanıt vermiş: İnsanların nereye kadar tepkisiz kalacaklarını ölçmek istedim. Pekiyi sonuç? Anladım ki tepkisizliğin sonu yokmuş ! SORMAYA DEVAM Geçen hafta bu köşeden bakanları arttırmaya değil, azaltmaya bakalım çağrısında bulunmuştuk. Sanıyoruz cevabımızı aldık. Şimdi başka bir soru soralım: Bu kadar harmanlama sırasında, Özelleştirmeyi Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanına bağlamak yaratıcı fikri kimsenin aklına gelmedi mi ? | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||