|
Açıklanan buğday destekleme fiyatları Türk çiftçisi uyanık çıktı |
|||
Oğuz Hakseverin konuklarıyla birlikte masaya yatırdığı görev zararı ve destekleme fonlarıyla ilgili Yakın Plan programının tam metni: Oğuz Haksever: 29 Mayıs 1862de Sultan Abdülazizin irade-i seniyyesiyle kuruldu. 1923te divanı muhasebatın sureti intihabına dair kanunla yani hesap kurulunun seçim yöntemine ilişkin kanunla bir cumhuriyet kuruluşu oldu. ardından da bir Anayasa kuruluşu haline geldi. Sayıştay bu kuruluş. Devletin gelir ve giderlerini parlamento adına ya da başka bir deyişle ulus adına, hepimiz adına kontrol eden denetleyen bir hesap mahkemesi olarak da tanımlanabilecek bu kuruluş hakkındaki son düzenleme 1967 yılında yapıldı. Aradan yıllar geçti. Türkiye ekonomik krize girince görev zararı denen bir kavramla karşılaştı. Bunu tartışmaya başladı. Oysa aklı selim sahibi pek çok kişi ve kurum gibi Sayıştay da görev zararı denen musibet konusunda uyarılar yapmış raporlar hazırlamıştı. Aradan biraz daha zaman geçti, malum gelişmelerle bu kez destekleme alımları ve destekleme politikaları tartışma konusu oldu. Ve Sayıştayın kuruluşunun tam da 139uncu yıldönümünde yani bugün Türkiye Ziraatçiler Derneği Genel Başkanı İbrahim Yetkin, bu programı size sunan haberciye bir faks geçti. İbrahim Yetkin, özetle destekleme alımlarını ya da destekleme politikalarını kamu açıklarının nedeni olarak göstermeyin. Çiftçinin bunda bir günahı yok diyordu ve az önce sözünü ettiğimiz Sayıştayın 2000 yılı mali raporunda yer alan bir örnek olayı anlatıyordu. Yetkinin anlattığı bu örnek olay okundu ve Sayıştay raporunun aslına ulaşıldı. Ve gerçekten çok düşündürücü hatta okudukça insanın asabını bozan bir vakayla karşılaşıldı. Her şey 1993 yılında kütlü pamuk üreticisi çiftçiye ödenen 315 milyon dolarlık destekleme primiyle başlamıştı ve bu para o günlerde Hazineden karşılanmayınca 315 milyon dolarlık borç 6 yılda 11 milyar dolara çıkmıştı. İyi akşamlar. Sayıştayın 2000 yılı mali raporunda bir görev zararı örneği başlığı altında sunulan bu olayı Yakın Plana alıyoruz. Aslında Sayıştayın raporunda bu böyle devam ederse diye bir bölüm var. O bölümde şöyle deniyor: Son yıllardaki gibi artmaya devam etmesi durumunda kütlü pamuk destekleme priminden kaynaklanan bu borç, 2002 yılında 34 milyar dolara ulaşacaktır. İnanılması güç rakamlar gerçekten. Bu akşamki ilk konuğumuz Ekonomist Uğur Civelek. Uğur Bey hoşgeldiniz her şeyden öcne. Şimdi yeni ekonomik programın açıklanmasıyla bu görev zararları ortadan kaldırıldı. Yani o Sayıştayın öngörüsü çok şükür 2002de devam etmedi. Fakat fizikte olduğu gibi ekonomide de birtakım kurallar var. Yani hiçbir şey yoktan var olmuyor, var olan da yok olmuyor. Bu borç da yok olmadı. Nerde sizce bu borç? Yani 30 milyar dolarlık bir borçtan söz ediyoruz.. Uğur Civelek: Şimdi kamu bankalarına, IMF anlaşmayı onaylamadan önce görev zararlarına karşılık kağıt verildi. 2.8 katrilyon kağıt bu yıl başına kadar verilmişti. Bu yıl da yaklaşık 23 katrilyonluk daha kağıt verildi. Bu toplam aşağı yukarı 25.8 katrilyonluk kağıt verildi. Ayrıca yeniden sermayelendirilmesi için de 1.8 katrilyonluk bir destek daha yapıldı. Sermaye şeyini de hesaba katarsanız kabaca 27 katrilyon civarında bir kaynak Halk Bankası ve Ziraat Bankasına aktarıldı. Ve bunun yüzde 60ı Ziraat Bankasıyla ilgili. Oğuz Haksever: Ama bu kamuoyundan borçlu alındı tabi değil mi? Veya piyasadan mı alındı? Bu para nerden oldu, nasıl oldu? Uğur Civelek: Bu para daha bulunmuş değil, bu borç, menkul kıymet verildi, iç borca dahil edildi. Günün birinde ödeyeceğiz, daha bunun karşılığı yok. Sadece dahil edildi. Bunun da faizi nedir? Üç aylık hazine bonosu faizleri ya da şey kağıtlar verildi. Bu borç daha büyüyecek, bitmedi, daha ödemedik. Oğuz Haksever: Ve sonuçta galiba bunu siz, biz hepimiz birlikte ödeyeceğiz. Uğur Civelek: Özellikle vergi mükellefleri.. Tabi, vergi mükellefi olmayanlar ya da enflasyon yoluyla.. Değişik yollarla o faturayı hepimiz ödüyoruz. Oğuz Haksever: Ya da devalüasyon yoluyla yüzde 70 fakirleşerek.. Peki bir ekonomistsiniz, mutlaka inceliyorsunuzdur. Başka bir ülkede böyle bir vaka olsaydı ne olurdu? Uğur Civelek: Normal bir ülkede, sağlıklı bir demokraside bu tip olayların olması mümkün değil. Oğuz Haksever: O zaman çok enteresan bir yere geliyoruz. Galiba bir şeffaflık denen kavram ortaya çıkıyor. Ne dersiniz? Uğur Civelek: Kesinlikle. Bütçe denetimi, bütçe disiplini denen kavramlar Türkiyede tarih olmuş. Belli ki 90lı yıllarda birtakım kavramlar anlamını yitirmiş, ben bu 1993 yılındaki kütlü pamuk alımlarını çok iyi hatırlıyorum. İlk defa primli alımı söz konusu oldu. Sebep de şuydu; tekstilci şikayetçiydi, Türkiyedeki pamuk fiyatları çok yüksekti. O fiyattan alınıp da ihracat yapılması çok kolay değildi. Pamuk üreticisi maliyetlerden yakınıyordu. O zaman çiftçi kütlü pamuğu 6 bin liradan sattı çırçır fabrikasına. Gitti kilo başına 3 bin lira da devletten aldı. Devlet o zaman bu 3 bin liralık desteğin kendisine yaklaşık 4.5 trilyona mal olacağını umuyordu. Ama bu maliyet öngörüldüğü gibi olmadı. 7.5 trilyona maloldu, bu da 315 milyon dolara geliyor, o günün bedeliyle. Bunun çok yüksek aşırı faizlerle büyümüş olsa bile bu rakama gelmesi mümkün değil. Ben 93 yılında da hatırlıyorum, faizleri düşürme operasyonu vardı. Bu görev zararları daha önceki yıllarda olduğu gibi kapatılmadı. Bir de daha önceki yıllardan Hazine, kamu bankalarında parasını vadesiz tutardı. Ordan gelen fayda vardı. Bu fayda görev zararlarını büyük ölçüde tasfiye ederdi. Bir şey de pek birikmezdi, küçük bir şey olsa da sene sonunda kapatılırdı bütçe tarafından. Ancak 93 yılının arkasından bir kriz yaşadık, kriz sonrasında iç borç stokumuz kontrolsüz bir şekilde büyümeye başladı ve bu görev zararları hiç bütçeleştirilmedi. Normalde her yılın sonunda bütçeden ödenek aktarılması yoluyla kapatılması gerekiyordu ve bu çığ gibi büyüdü. Ondan sonra da görev kredileri verildi. Görev zararları oluştu, hep bu hesapta birikti. Yani yalnız pamuğu suçlamak bence yanlış, kayıtlar öyle gösteriyor olsa bile.. Her yıl Ziraat Bankası görev kredileri verdi. Burdan bir zarar oluştu, bu zararlar da bu hesaplar da birikti. Oğuz Haksever: Zaten çok enteresan, Hazine 1997 yılında bu örnek vakada 1997 yılında 712 milyon dolar tutarında bir ödeme yapıyor yani bunun için. Ama çok enteresan, borç birikmiş büyümüş 51 milyon dolarlık bölümünü karşılayabiliyor. Peki neden bu kadar hızlı büyüyor. Yani banka daha uygun bir kredi bulamaz mıydı? Uğur Civelek: Şimdi 1994 yılında mevduat garantisi verildi. Burda bankacılık sektöründe haksız rekabet yaşandı, başladı daha doğrusu. Bankacılık sektörü de yıpranıyor. Hazine, borç stokunun büyümemesi, olumsuz beklenti yaratmaması için birtakım harcamaları hep halının altına itti, kamu bankalarında biriktirdi. Kamu bankaları farklı bir amaçla kullanılmaya başlandı. O zaman hatırlarsınız belki IMFle bir stand-by yapmıştık. O zaman da net iç varlık sınırı vardı, şey getirilmeye çalışılıyordu. Biz sanki bu şeye uyuyormuşuz gibi görüntü verdik. Ama diğer haracamaları bütçe dışından, özellikle kamu bankaları üzerinden yaptık ve bunlar uzun süre gizli kaldı, kamu bankalarında büyüdü de büyüdü. Oğuz Haksever: Anlıyorum, yüksek kredi aldılar galiba. Uğur Civelek: Tabi.. diyelim ki o zaman koperatifler, birlikler, onların da paraya ihtiyacı vardı. Nedir? Kolay. Ziraat Bankasına bir telefon ederseniz aktarır. Ziraat Bankası şu faizle iç borçlanma senetleri alır. Ama bunu neyle fonluyor Ziraat Bankası? TL borçlanarak, açık pozisyon da yapmıyor. Piyasada en yüksek faizi kamu bankaları ödüyordu. Hiçbir banka TL şeyinde kamu bankalarıyla rekabet edemiyordu. Burda da mudilerin üzerinde bir faiz var, bu faizin de stopajı var. Aslında bu paranın bir kısmı da vergi olarak devlete dönmüş durumda yüzde 15lik bir kesimi, burda bir mükerrerlik söz konusu. Oğuz Haksever: Sonuçta da biz ödüyoruz galiba bunları. Yeniden bu şeffaflık meselesine gelmekte, çok kısa bir not almakta yarar var. Sayıştayın raporunda gördük biz bunu. Siz de belki daha önce biliyordunuz ama ekonomi konusunda uzman olmayan birisi olarak ben yeni farkettim. Pekihala parlamentoya bilgi verme durumunda Sayıştay, bunu da yapıyor belki veya ama kaale alan mı yok? Ne dersiniz? Uğur Civelek: Şimdi bakın. Sayıştay birçok hesaplara ulaşabiliyor. O bile tespit etmekte zorlanıyor. Bizdeki şeffaflığın ne düzeyde olduğunu anlayın. Oğuz Haksever: Anladım. Sizi biraz daha ağırlayacağız burada, bir bakşa konuya geçeceğiz çünkü. Programın birinci bölümünü bizlerin bu çarpıklığı öğrenmemizi ve sizlere duyurmamızı sağlayan Sayıştayın 139uncu kuruluş yıl dönümünü kutlayarak tamamlıyoruz. İkinci bölümde ise yine düşündürücü bir olay var. Az önce destekleme primi ödemesinden doğan borç yükünün nereden nereye geldiğini anlattık. Kuşkusuz bunda çiftçinin bunda ganahı yoktu. Günahın kime ait olduğunun yorumu da izleyiciye ait. Gelelim ikinci bölümdeki konumuza. Türkiye tarım politikalarında ürünü değil üreticiyi doğrudan destekleme olarak tanımlanabilecek çağdaş bir uygulamaya geçmek istiyor. Bunun için de pilot bölgelerde çalışmalar yapıyor. Yapıyor ama orada da bazı kötü niyetliler yüzünden tatsız durumlar ortaya çıkıyor. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinden Tarım Ekonomisi Bölüm Başkanı Profesör Doktor Tayfun Özkaya telefon hattında. Sayın Özkaya iyi akşamlar. Tayfun Özkaya: İyi akşamlar Sayın Haksever. Oğuz Haksever: Şimdi bu haberde biricik bir ayrıntının aydınlanması lazım. Çiftçiler almadıysa bu paraları bu teşfikleri kimler aldı? Ne diyeceksiniz? Kimler çıktı o teşfikleri alanlar içinde? Tayfun Özkaya: Şimdi Polatlı uygulamalarından bahsediyoruz. Polatlıda çiftçilikle hiç ilgisi olmayan birtakım insanlar, örneğin avukatlar, kuyumcular bu paraları aldılar. Tabi çiftçiler de aldı. Ama bu gösteriyor ki yani IMFin ve Türkiyede bu sistemi destekleyenlerin söyledikleri gibi bu sistem de doğrudan küçük üreticiye çok büyük bir şey getirmiyor. Çünük sistemin bu tür kaçakları var. Eğer sadece tapuya göre bu ödemeyi yapıyorsanız böyle bir takım kaçakları var. Yok eğer toprağı eşleyeni, işletmeciye bu parayı vermek istiyorsanız bu defa da işte kayıtların düzenli olmaması nedeniyle arazilerin gerçekte olduğundan daha büyük olması gibi bir durumla karşılaşılıyor. Bu ikinci durum şu açıdan da birtakım sakıncalar getiriyor; tarım il müdürlükleri ve tarım ilçe müdürlükleri üzerine çok büyük bir bürokratik yük gelmekte. Biz şuna inanıyoruz, her ne kadar çok etkili çalışmasa da birtakım problemleri de olsa Tarım Bakanlığı, tarımsal yayın ve kontrol hizmetlerini yapamaz hale gelecek eğer bu sistem IMFe verdiğimiz niyet mektubunda olduğu gibi bütün Türkiye düzeyinde tek sistem olarak, tek destekleme politikası olarak uygulanırsa. Oğuz Haksever: Evet, yani ben sizi bu konuda umutsuz görmeye başladım o zaman. Siz bir yeni orta yol mu öneriyorsunuz? Ne geçiyor aklınızdan? Tayfun Özkaya: Şimdi şunu söylemek istiyorum, bir kere yani birkaç gündür yapılan tartışmalarda, bu hububat fiyatlarıyla ilgili tartışmalarda çok yanlış bir yerden gidiliyor. Deniyor ki işte Chicago borsası ve işte bunun Türkiyeye uyum göstermesi.. Şimdi elimizde Avrupa Tarım Ekonomisi Derneğinin yapmış olduğu bir yayımda OECD rakamlarına göre şunu söyleyebilirim.. OECD ülkelerinde ortalama olarak üreticinin eline geçen fiyatta, buğdayda yani yüzde 50 bir destek var. Şimdi o zaman nerde kaldı dünyada böyle bir serbest piyasa. Yani gerçekte böyle bir serbest piyasa yok. O zaman şöyle bir dönüp bakmamız lazım. Bu bize tek politika olarak önerilen doğrudan gelir desteği, Avrupa Birliğinde, Amerikada ne oranda uygulanıyor. Yani bu da mesela 1986-88 yılı ortalaması olarak yüzde 7 OECD ülkelerinde. Oğuz Haksever: Evet, son cümleyi de alabilir miyim, süremiz çok daraldı Tayfun Bey.. Tayfun Özkaya: Şunu söylemek istiyorum, Türkiyede tek başına doğrudan gelir desteği uygulamasını önermek hiçbir şekilde gerçekçi değil. Ve bu uygulama dünya fiyatları aldatmacası ile Türkiyeyi büyük bir tarım ürünleri ithalatçılığı haline getirecek ve Türkiyede tarımın çökmesine yol açacak. Oğuz Haksever: Çok teşekkür ediyoruz Sayın Özkaya programımıza katıldığınız için. Ve yeniden Uğur Civeleke dönüyoruz. Acaba o ne diyor bütün bu fikirlere görüşlere? Uğur Civelek: Şimdi bir de bu olaya tabi.. Tarımsal desteklemekle, ürünü mü destekleyelim, üreticiyi mi destekleyelim? Üreticiyi desteklemek isterseniz burdaki hataları, etkinlik kayıplarını minimum indirecek bir sistem dizayn etmek ister ve bunda kararlı olursanız başarırsınız. Ama başarılı olmasın diye, laf olsun diye denemek istiyorsanız, başarısız olduğunu kanıtlamak için... Tabiki başarısız olacaktır. Bakın, şuanda Türkiyede tarım sektörü işsizlik üretiyor, verimsizlik üretiyor, enflasyon üretiyor. Yüksek fiyat veriyoruz, bu enflasyon olarak bize dönüyor. Hububat fiyatları ücretlilerin satın alma gücünü azaltacak bir unsur. Ve biz enflasyondan kurtulmaya çalışıyoruz. Bu sistem verimsizlik üretiyor. Yakmak için tütün alıyoruz, denize dökmek için çay alıyoruz. 500 tonunda, 500-600 dolar zararla satmak için şeker ektiriyoruz.. Bu sistem çalışmıyor, kaynakların etkin kullanımını sağlamıyor. Bir üçüncüsü; Türkiyede nüfusun seçmenlerinin yüzde 42si tarım sektöründe çalışıyor. Ve de tarım kesiminden oy almayan siyasi parti iktidar olamıyor. Bu nedenle tarımda çifte standart var. Burda ekonomi-siyaset arasındaki ilişkiye bir çizgi çekerken, siyasetçinin şey kaybına yol açacak, etkinlik kaybına yol açacak eylemlerden kaçınmasını sağlayacak bir sistem dizayn etmek lazım. Ve tüm bu ihtiyaçları karşılayacak sistem de küçük üreticinin desteklenmesidir. Burda bir şey daha var, arazi başına, hektar başına verimlilik değişir. Siz en düşük verimli araziye göre buğday fiyatı belirlerseniz verimli araziye sahip olanları çok zengin edersiniz, haksız, bir kesimden başka bir kesime transfer yaratırsınız. Üstelik vergi de almıyorsunuz. Eşitlilik sağlamak istiyorsak, sıkıntıları paylaşacaksak, geçiş döneminde bunlar biraz fazla olabilir. Ama istersek küçük üreticinin desteklenmesi temeline dayanan bir sistemi de pekala başarabiliriz. Oğuz Haksever: Peki, Sayın Civelek çok teşekkür ediyoruz efendim programa katıldığınız için. Uğur Civelek: Rica ederim.. Oğuz Haksever: Gündem yine tarımdı. Önce destekleme primlerini Yakın Plana aldık. Ardından doğrudan gelir desteği konusunda Polatlıda ve Adıyamanda ortaya çıkan ilginç vakayı Yakın Plana aldık. Ve Türkiyede yolsuzlukla mücadele denen kavramın ne kadar geniş kapsamlı ve zor bir iş olduğunu bir kez daha hatırladık. İyi akşamlar diliyoruz efendim. | ||||
Ergenekonda 16 kişi daha gözaltında | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||