|
|
Bende bütün yaşananların ötesinde konuya başka bir çerçeveden bakmak istiyorum izninizle ve bunu okurlarımla tartışmak istiyorum. Bazı tekrarlamalara girmemek için (gayet doğaldır ki) bütün aşamaları hepimizin bildiğini düşünüyorum. Öncelikle dış kaynak-dış umut sloganın piyasaların tamamen çökmemesi için bir tür nekahat dönemi müsekkini olarak pragmatik anlamda faydaları olduğunu düşünüyorum. Bunun, klasik Türk siyasetçisi gibi, özellikle borsayı pompalama ve yeni hayal kırıklıkları yaratmadan bir beklenti olarak sürdürülmesi ve ölçülü bir kararlılıkla yürütülmesinde Kemal Dervişin saygın iktisatçı kişiliğinde gelen realizmi olduğu kadar Dünya Bankasındaki global perspektiften çalışma ve yöneticilik deneyimlerinin müthiş katkısını ve masanın öbür tarafındaki administratif ruhu çok iyi okumasından kaynaklandığı açık. Bu noktada kamu bankalarının reorganizasyonu için dünya bankasının hatırı sayılır bir kaynak artırımına gideceği ve IMFnin eski programın son ermesi nedeniyle kesintiye uğraması muhtemel görünen acil yardım destek kredisini hızlandıracağı ve belki de bir kerede vereceği kesinleşmiş gibi. Bir önceki programda sırf programı riske etmemek için, dış kaynak ortamlarına sunulurken yumuşatılan biraz da üstü örtülen kamu bankaları açıkları ve uçurumları bu kez dramatik biçimde dünyanın gözü önündedir. Bu yeni programın olmazsa olmaz koşuludur zaten. TEMKİNLİ YAKLAŞILMALI Ancak altını çizmek istediğim başka tehlike, basınımız ve kamuoyumuz tarafından halka umut versin diye söylenen dış kaynak gelecek dertler bitecek, İsviçre paraları yağdırıyor, Almanya tamam dedi, türünden bir aceleciliğe ve yüzeyselliğe doğru gitmesinden endişeli olduğumdur. Bu yoldan piyasalara pompalanacak atmosferin yaratacağı şişmenin üç dört aylık bir dönem sonra ve belki de programın gerçek ağırlığını hissettirmeye başladığı zamanlarda başımıza yeni bir bela olarak dönmeyeceğini umut etmek istiyorum. IMF Dış İlişkiler Bölümü Başkanı Tom Dawsonun 12 Marttaki Basın Toplantısında dediği gibi top hala bizim sahamızda onu süreceğiz, oyunu kurup IMF ile paslaşılacak noktaya getireceğiz. Ancak bütün bu para bulma, dış kaynak alma retoriğinde sezinlediğim bir gelip geçiçilik sarhoşluğunun dalga dalga yayıldığını görüyorum. Kemal Dervişe sadece bize para bulan amca rolünü bir çırpıda vermenin arkasında belki çocuklar için sevimli bir kahraman yaratmış oluruz. Ama aynı anda yaşamış olduğumuz ve yaşamakta olduğumuz krizden kamuoyu ve siyasetin hiç bir kalıcı sonuç çıkarmadığını, gene eski alışkanlıklarına geri dönmekte olduğumuzu görmek bilemiyorum çok mu komplo teorileri mantığı içinde düşünmek olur. Bir büyük ulusal program içinde ve yeniden, ama artık son kez olmak kaydıyla Türkiyenin enflasyon denen ateşle son dansının üstelik bu kez kurdan faize, borsalardan diğer piyasalara dek her şeyin alt üst olduğu bir dizi sorunla boğuşmak zorunda olan Sayın Derviş ve ekibinin koyacağı iradeye karşı baştan sakat doğan bir anlayışın billurlaşması olarak görülecektir. Ne hazindir ki aslında Dervişin büyük bir vurguyla altını çizdiği ulusal program, liderler ve diğer hükümet üyeleri tarafından teknik bir olaymışçasına vurgulanmakta, ve istenen, özlenen şekilde sahiplenilmemekte. Bu siyasi bir krize neden olmayabilir belki ama yeni ekonomik riskler getirecektir yeni programa. Sen bize para bul ötesine karışma noktasından bir ulusal program tanımı en azından çıkmamışsa, bu programı kendileri yapmamış da olsalar siyasetçilerin sahiplenmesi gerekmez miydi? Sizce... Kemal Dervişin ilk ABD ziyaretinde Türkiyenin bu ateşle olan son dansının ortasına IMF çağdışı diye demeç veren bir Başbakan, Dervişin siyasi geleceği üzerine kapalı kapılar ardında tahmin yürüten bir Başbakan Yardımcısı, Ve kendi partisine ait Bakanları sanki Türkiye kriz yaşamamış Derviş ve ekibi tarafından hazırlanan yeni bir program hazırlanmıyormuşçasına yeni programlar hazırladığı bir diğer Başbakan Yardımcısı. Türkiye Derviş ile gelen bir tarihsel yenilenme ve arınma fırsatı yakaladığının bilincindedir. Ekonomi, siyasi keyfiliği sırtından atmakta olduğunun işaretlerini programdaki kararlılık, Dervişin samimiyeti ve sahiplenmesi ve Serdengeçtiden Aclan Acara yeni bir idari yapının sinyalleriyle geliyor. Bu yeni ortamda en azından görüyoruz ki içerideki vatandaş veya dışarıdaki kamuoyu idare edilmeyecek, geçiştirilemeyecektir. YA ŞİMDİ YA HİÇBİR ZAMAN Türkiye bu eşiğin üzerinde sallanmaktadır, seçim yapıldığında bu sarsıntı durmaya başlayacaktır. 25 Şubat krizinin üzerinden bir ay geçtiği bu evrede kriz kelimenin negatif manasıyla değil belki ama, pozitif dinamizm vurgusuyla siyasallaşmak durumundadır. Rakamlarda, erk paylaşımında, mentalitede eski tarz yönetim anlayışının iflas ettiğini toplumun her kesimin bu kadar çıplak yaşadığı bir döneme tanık olmadım ben. Bu yeni başlangıç noktasında sorgulanması gereken temel değişiklik çıtası, bireyin ve toplulukların siyasetten ne beklediklerini yeniden tanımlamasıyla anlamını bulacaktır. Bu kriz sonrasında herkes kendine oynamanın bütünü ne kadar zedeleyebileceği tehditini ibretlerle yaşadı. Oysa bugüne dek hep, Kendine oynamanın keyfi alanı olarak tanımlanmamış mıydı siyaset, örgütlü bir güç ve ekonomik yörünge değiştirme pratiği adı altında kendi dansını sürdürebilme becerisi olarak... Ancak, öte yandan, beklentilerin dinamiğine sürekli açıktır siyaset, kavram itibariyle. Bu en heyecansız Avrupa ülkesinde bile bir parça dinamik öge içerir. Ekonomik hayat reel sonuçların gerçekçi bileşkelerini ölçerken, siyasal hayat reel ile irreel arasındaki garip dengesizlikde bir denge durumuna gönderme yapar sürekli. Türkiyede kaynakların yıllar içinde giderek azalması ve global rekabet perdesinde gerilere itilmemizle başlayan süreçte siyaset tamamen ülke içine kapalı bir patika üzerinden fırsat ve rant kavramını kendi örgütlü bireyleriyle, zedelemeden paylaşan bir mekanizmayı yönetme becerisi olarak algılandı . Bu durum giderek olmayan bir rantın ve hayalin paylaşımına doğru ilerlerken yanında gitgide daha radikal ve marjinal unsurları buldu. Böylece son iki seçimde yüksek düzeyde radikal oy patlamaları yaşandı. Çünkü ancak baştan başlama nutukları içinde olmayan bir pastayı dağıtabiliyordunuz, şeklen de olsa. Öyle de oldu. SÖZLER VERMEK GEREKMİYOR Artık Türkiyeyi yönetme iddiasında olanların ne daha becerikli(?) iç politika uzmanı olmaları, ne büyük sözler vermeleri filan gerekmiyor. Daha usta, daha zeki filan olmaları da. Türkiyeyi yönetme iddiasında olanların dünyayı izleme ve dünyayla başedebilme, üstesinden gelebilme gayret-pratiklerinin yirmi dört saat ayakta olması gerekiyor. Siyasetçinin bunun üzerine söz vermesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı ile kavga ederek dünayaya doğru hareket eden bir Başbakanın bundan sonra olacaklardan Cumhurbaşkanı sorumludur derken o saat Reuters ekranını gözünün önünden geçirmesi gerekecek artık. Türk Telekomun 1999 sonunda belki ama 2000 yılının ilk altı ayında asla, 2001in ilk çeyreğinde asla ama son çeyreğinde belki satılabileceğini görerek davranması gerekiyor. Ben Kemal Dervişle gelmekte olanın, gelmesi gerekenin bu olduğunu düşünüyorum. Bu bizim için önemli bir imtihandır. Bu farklılığın üzerine titreyerek yeni yapıları kurmamız gerekiyor. Aksi halde bu kadar bedel sonrası bulduğumuzu sandığımız şeyi bir anda kaybedebiliriz de... | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||