|
|
Geçen haftaki ihale sonrası, yabancı veya yerel kimi uzmanların kaçınılmaz gördüğü konsolidasyon ya da iç borcun gönülsüz yeniden yapılandırılması olasılıkları daha da azalmıştır. Ancak bu maalesef bir, iki sene kaybedip, çok yüksek enflasyonlu koşullara geri dönebileceğimiz gerçeğini de değiştiremez. 20 Mart ihalesinin yankısı halkın gücü olmalıdır. Halkın talebinin fendi bankaları yenmiştir. Piyasa oyuncuları bankacılar, ihalede halktan çok ciddi bir talep beklemekteydiler. Ancak bu faktörün toplam talebi 7 milyar dolar üzerine taşıması ve 3 aylık faizi önce basit yüzde 125e, ihale sonrası ise yüzde 93lere indirmesi profesyonelleri şaşırttı. Elbette işin önemli bir basın manipülasyonu tarafı var. Liberalizm tanım ve uygulamalarımız da evrensel ölçütlerde olabilse gazete sürmanşetleri ile Derviş süper bonosunun kapanın elinde kalacağını, duyurmanın pek de sağlıklı bir yönü olmadığı ortaya çıkardı. Birincisi, aynı reklamlar önümüzdeki üç ay çok yüksek çıkması beklenen aylık enflasyon oranlarının yatırımcının dönemsel getirisini nasıl eritebileceğinden de bahsetmeliydiler. DOLAR DİRENİYOR Dahası, ihale sonuçlarını Dervişin programına halkın somut desteği olarak yansıtmak ve fazlasıyla iyimser tablolar çizmek de yardımcı olmaktansa, yanıltıcı olabilir. Bono ihalesinin rüzgarı döviz piyasasına geçen hafta erişmedi. Dolar 950,000 TLnin altına inmemekte direndi. Belli ki vatandaş ihaleye dövizlerini bozdurarak girmedi. Yerli bankalarda da satacak döviz pek bulunmadığından, dolar dar bir aralıkta değerini yitirmeden seyretmeyi sürdürdü. İhalenin en önemli sonucu, Mayıs ve Haziran aylarına dair iç borcun yeniden yapılandırılması senaryolarını daha da az gerçekçi kılmasıdır. Bankaların ellerindeki yüklü Hazine tahvillerinin bir bölümünün, döviz ya da dövize endeksli tahvillerle değiştirilmesi hala olası ve mantıklı bir makyajdır. Rusyadan ağızları fazlasıyla yanmış kimi yabancı gözlemciler, bununla yetinilmeyeceği yolunda senaryo ve analizler yaymaktalar. Ancak 20 Martta birkez daha halka yaslanan, halkın talebiyle rahatlayan devletin, vatandaşın elindeki kağıtları da onun gönlü olmaksızın yeniden yapılandırması, güveni tamamen bitireceği gibi kapalı ekonomiye zemin hazırlar. Bu senaryoları gerçekçi bulmuyorum. YA DA TASFİYE SÜREÇLERİ HIZLANACAK Gerçekçi bulmadığım bir de korku var ki bu da özellikle yabancı yatırımcılar arası yaygın. Dervişin uluslararası arenada istediği yardımı bulabilmesi için öncelikle bankacılık sektörünü yeniden yapılandıracak yasaların geçmesi şart. Korku, şimdiden Dervişe bol çelme takmış siyasi zihniyet ve kadroların bu yasaları geçirmeyebileceği yönünde: Ancak ya geçirecekler (ve gerekli kaynak gelecek) ya da tasfiye süreçleri hızlanmış olacak. Peki bize ne kadar kaynak lazım? Basit bir hesapla, bir kağıdın bir tarafına iç, dış borçlarımız ile kamu bankalarının toplam yükü, diğer tarafına ise borçlarımızın ne kadarını çevirebileceğimiz, özelleştirme ve faiz dışı bütçe fazlamız ile ilgili tahminleri yazdığımızda ortaya çıkan tablo şu: IMFten gelecek 6 milyar dolar dışında taze en az 7 ile 10 milyar dolar arası kaynak bulduğumuzda, 2001 senesini finanse edebilmemiz mümkün. Bu bir nebze rahatlatıcı ama 97-98 senelerine geri gitmeyeceğimizin ve hiperenflasyon olmasa da alışık olduğumuz yüksek enflasyon koşullarına dönmeyeceğimizin garantisi değil. Son ihale konsolidasyon olasılığını azaltmış olabilir ama bu hesaplarımızdaki açığı kapatabilmek için para basmayacağımız anlamına gelmiyor. Devalüasyonun fiyatlara yansıması kaçınılmaz da olsa (ki buradaki oranın ne olacağı büyük önem taşıyor), krizle yüzleşmeden önce ekonomimizin zaten bir daralma sürecinde olması ferahlatıcı bir faktör. 31 MART TEDİRGİNLİĞİ İki dipnot ile bu haftaki yazımı bitirmek isterim. Biri bizdeki garip tanımıyla reel sektör ile finans piyasaları oyuncuları arasındaki kopukluğun bir yeni örneği. 31 Mart tarihi yaklaştıkça birinci grubun tedirginliği artıyor, ödemelerin geleceği kaygı kaynağı. İkinci grup ise farkında olduğu bu tedirginliğin zaten hala tam oturmamış, geri gelmemiş piyasalarına nasıl yansıyabileceğini tam kestiremiyor. Son sözüm ise geçen haftanın ayrıntı gündem maddelerinden Deppler-Kumcu tartışması üzerine. Elbette Şubat krizinin yaratıcısı IMF değil, siyasi ihtiraslardır. Kasım krizi sonrası da IMF beklemediğimiz miktarda yardımı, beklemediğimiz hızda aktarmıştır. Ancak Depplerın uslubuyla krizde IMF adına hiçbir özeleştiri noktası bulamamak, en azından her iki likidite şokunda rezervleri koruma uğruna yarayı ne denli büyüttüklerini görememek kurum adına düsündürücüdür. Tabii öyle ya da böyle olan olduğuna göre, geçmiste sorumlu aramaktan önce ileriye ilişkin çözümler üretmeliyiz. | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||