|
|
Bir yandan yeni ekonomik program hazırlıklarını yönetirken, diğer yandan ABDye gitti; temaslarda bulundu. Döndü, çalışmaları aynı hızla sürdürüyor. Bu arada yemin de ederek atanması ile ilgili işlemleri tamamladı. Hayırlı olsun. Daha kendisiyle ilgili değerlendirme için elde yeterli veri yok. Ama bazı haberlere bakıyorum da Derviş harcandı bile. Yahu durun Allah aşkına, aceleniz ne? Harcanmayacak diye bir iddiada bulunmak belki mümkün değil; ama bu ülkede bir şeyler değişecekse, değişime kendimizden başlayalım. Hemen olumsuz bakış sergilemek zorunda değiliz. Biraz zaman. YOLSUZLUKLAR DEMOKRASİNİN ENGELİ Kemal Dervişin işinin zor olduğu ortada. Çünkü, artık bütün dünya da kabul etti ki, Türkiyenin önündeki en büyük sorun yolsuzluk ve usulsüzlükler. Türkiyede demokrasinin ilerlemesi, ekonomini gelişmesi önündeki engel de dizboyuna ulaşmış olan yolsuzluklardan. Bu nedenle, Türkiye, yolsuzluk mücadelesini başarıya ulaştırmak zorunda. Bu kesin. Ama konuyu başka açıdan görmekte de yarar var. ŞEFFAF VE KÜÇÜK DEVLET Yolsuzlukla mücadele yolları konusunda artık bütün dünyada polisiye yöntemler dışında, hatta onlardan da daha etkili yöntemler uygulanıyor: Şeffaflık ve küçültülmüş devlet. Yolsuzlukların panzeri olarak bunlar görülüyor. Hele Türkiye gibi, yolsuzluğun önüne geçmeyi, iş yapmamak olarak algılayanların hiç de azımsanmayacak düzeyde olduğu bir ülkede, bu tedbirlerin hızla alınmasında büyük yarar var. Diğer yandan, dürüstlüğü ile ön plana çıkanların hem hızlı davranmak, hem de gerektiğinde risk almak gibi sorumlulukları olmalı. Nedense bizde hep bir taraf eksik kalıyor. İş yapanlar bazı usulsüzlere göz yummanın pek de sakıncalı olmadığını düşünürken, dürüstlüğü ile öne çıkanlar Yavaş olsun, temiz olsun anlayışında. Yani hem iş yapmak, hem de işi temiz yapmak olası değil mi? Belki farklı bir örnek; ama bence aynı kapıya çıkıyor. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanlığından istifa eden Zekeriya Temiz isimlerinin dürüstlükleri konusunda hiç kimse en ufak bir kuşku içinde değildir. Ama bu insanları eleştirmek de yolsuzlukları savunmakla eş anlamlı görülmemeli. Bakın yaşanan ekonomik krizin bütün nedeninin MGKda, Sezer ile Ecevit arasında yaşanan tartışmadan kaynaklanmadığı ortaya çıktı; ancak o tartışmanın ateşe benzin dökmekten farkı olmadığı da ortada. Yani yolsuzlukların üzerine gidilirken bu tür, daha büyük hasarlar açacak yöntemlere başvurmak zorunda mıyız? O gün yurtdışına kaçan dövizle, bankaların içinin boşaltılması arasında çok bir fark görülebilir mi? (Gerçi yolsuzluklar önlensin de o kadar paramız da gitsin diyenlerin de bulunduğu unutmamak gerek.) TEMİZEL AÇIKLAMA YAPMALI Bir başka örnek Zekeriye Temizelin istifası. Allah için, biri çıksın ve söylesin, Temizel neden istifa etti? Temizelin çizdiği dürüstlük imajı, halka bilgi vermesini, istifasının nedenlerini açık açık ortaya koymasını gerektirir. Temizel, bunu çok kısa sürede yapmalıydı. Geç kaldı. Eğer bunu yapmıyorsa, niyetinden kuşku duyma hakkı da çoğu kişiye doğacaktır. Çünkü, istifasının altında kendi kişisel hesapları rol oynamış olabileceği akla gelecek. Siyasi bir amacı vardıysa bunu da açıklayarak istifa edebilirdi? Eski bir bakan olarak, yeni bakanın altında olmayı içine mi sindiremedi? Bilemiyoruz; ama bunu açıklıkla söyleyebileceğini sanmıyoruz. Çünkü devlet adamlığı anlayışı bunu reddeder, kendisi yıpranır. Eğer, Ben bu görevi Dervişden daha iyi yapardım diyorduysa, veya Evet ben başarısız kaldım diye düşünüyorduysa bunu da açıklama dürüstlüğünü göstermeliydi. Temizeli eleştiriyoruz diye, bize kızanlar olabilir. Ancak, şeffaflıktan yana biri olarak, Temizelin kapalı kapılar ardında değil, açık açık gerçekleri dile getirmesi gerektiğine inanıyorum. Temizelin dürüstlüğü halka gerçekleri aynen yaşandığı gibi zorunlu kılar. Yani açık olmayı, şeffaf olmayı... UCUZ KAHRAMANLIKLAR Bir eleştiri de ucuz kahramanlık içinde gördüklerimle ilgili yapacağım. Hele bunlar ülkeyi yönetmek amacıyla yola çıkanlarsa, eleştirilmeleri zorunluluktur. Yolsuzluklarla mücadelede devletin küçültülmesinin gerektiğine inandığımı belirtmiştim. Bunu sadece sistemin liberalleşmesi veya kapitalistleşmesinin şartı gibi görmekten de vazgeçmeli. Yolsuzlukla mücadelenin bir aracı olarak görmeli. Sadece Türkiyede değil, dünyanın her yanında devlet ne kadar ekonominin içindeyse, işler o kadar kötü gidiyor. Bunu komünistler bile onaylıyor, artık. Eski sosyalist ülkelerdeki komünist partiler özelleştirilen kuruluşların yeniden devletleştirilmeyeceğini açıklayarak oy topluyor. Peki Türkiyede ne oluyor? Telekom konusunda yaşananlar ortada. Buna bir de bor madenleri konusu eklendi. Telekomun özelleştirilmesine karşı çıkanlar, orada yoğun bir şekilde kadrolaşıyorlar. Stratejik ve hukuki nedenler bu özelleştirmeye karşı olduklarını söyleyip,karşı tarafı peşkeş çekmekle suçlayanlar, kadrolaşarak kurumu peşkeş çekmiş olmuyor mı? BOR MADENİNİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ Bor konusuna gelince; bu madenin özelleştirme kapsamında alınmasının doğru olup olmadığı konusunda görüşüm yok. Konuyu bilmiyorum. Ama Meclisdeki tartışmalar sırasında, bu özelleştirmeye karşı çıkan Devlet Bakanı Şükrü Sina Güreli dinledim. Gürel, bu madenin ne kadar değerli olduğunu, daha az potansiyeli olan ABDnin Türkiyenin 4 katından çok ihracat yaptığını açıkladı. Türkiye ortalama 200 milyon dolar ihracat yaparken, ABD 800 milyon doları aşıyormuş. Gürel, 300-400 milyon dolarlık yatırımla (Tabu bu yatırım devletten çıkacak, devlet eliyle olacak) Türkiyenin 500 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirebileceğini aktardı, Araplar için petrol neyse, bizim için de bor odur dedi. Bütün bunlara hiçbir şey demiyorum. Sadece, özelleştirmeye karşı olanların, devletin daha iyi işletmeci olacağını da göstermeli ve bunun süreklilik kazanabileceği konusunda güven sağlamalı. İşte bu noktada, Gürelin, bor madenlerinin özelleştirme kapsamına alınmasından önce, neler yaptığını merak ettim. Son 4 yılın ihracat rakamlarına baktım. 1997de 235 milyon dolar, 1998de 231 milyon dolar, 1999da 236 milyon dolar, 2000 yılında da 212 milyon dolar. Şimdi sorma hakkı var mı? Peki, bugüne kadar ne yaptınız, bor ve türevleri ürünlerin ihracatını artırmak için hangi yatırımı gündeme getirdiniz, gerçekleştirdiniz? Bunu niye sorduğumu da söyleyeyim. Borun özelleştirme kapsamında çıkmasından sonra, Gürel Seydişehire gitti. Televizyondan hepimiz izledik; işçiler kendisini omuzlara almış, o da dünyanın en mutlu insanıydı. Kar altında vatandaşla kucaklaşıyordu. Bu konuyu bir kahramanlık gibi ortaya sergilemenin peşinde olmak yerine, keşke ihracat rakamları Gürelin görev yaptığı son iki yılda küçük de olsa bir kıpırdanma gösterebilseydi. Ama ne gezer, benim öğrendiğim kadarıyla, Gürel, bor konusuyla yakın zamana kadar ilgilenmemişti bile; ne zaman ki özelleştirme konuşuldu, Şükrü Hoca Eti Holdingin kendisine bağlı bir kuruluş ve borun Türkiyenin petrolü olduğunu anımsadı. Ancak, Gürelin Avrupa Birliği konusunda da şahinler kanadında yer aldığını anımsayınca, acaba bütün bunların altında ideolojik gerekçe, yani Bağımsız Türkiye sloganına uygun tutum mu var, onu da merak etmiyor değilim. Ama, benim kanım Gürelin işi popülizme kaydırdığı noktasında. Mutlaka bir hedefi vardır herhalde. | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||