Home page
Haber Menüsü


İsmet Özel ve ‘Bilinç Bile İlginç’
Şair, yazar Özel’in gazete yazılarını bir araya getirdiği kitabının düşündürdükleri
M. Salih Polat
NTV-MSNBC
    3 Ocak—  Yazarlarımızın en hırçın, en asi kalemi o belki. Edebiyat dünyası yekvücut olup ona saldırdığı ölçüde hiç kimseye saldırmamıştı bugüne dek; ona çemkirdiği kadar hiç kimseye çemkirmemişti. Ama o yolundan geri dönmedi...  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
“BİR YUSUF MASALI”
İsmet Özel / Bilinç Bile İlginç / Şûle Yayınları, 253 sayfa

       Vaktiyle, üç yanı denizlerle, dört yanı hüzünlerle çevrili bir kara parçasında birbirinden tuhaf, birbirinden ilginç ve buna rağmen birbirine tahammülsüz insanlar yaşarmış. Yazları çorak ve kurak, kışları acılı ve bol gözyaşlı geçen bu ülkenin insanları, dışarıya yüksek duvarlarla kapanmış sınırların içerisinde gerekli-gereksiz didişmekten, yekdiğerinin yüzüne kezzap zarafetinde kelimeler bırakmaktan, anlamaya çalışmaktansa yadırgamaktan Mecusi bir zevk alırmış. Ülkeyi yönetenleri yönettiklerini zanneden mürek/kep âşinası zihinler ise söz konusu didişmenin delişmen karanlığında neler neler yaparlarmış da Sağır Sultan kadar Çolak Salih, Cehennem Topçu Yüzbaşı Cemil kadar Feride, Ahmet Cemil kadar Ahmet Samim, Emekli Albay Hüsamettin Tambay kadar Tezel v.d. duydukları halde duymamazlıktan gelirmiş. Derken, günlerden bir gün...
       ***
       Tuhaf olan şu ki, köprülerin altından fırsat bulan bütün sular aktıktan sonra bile en muhalifi dahi kayıtsız kalamadı kendisine.
       “Adını defterimden sileli yıllar oluyor!” diyenlerde de, “Yüzünü şeytan görsün!” sözleri eşliğinde isminin anıldığı ortamları terketmek isteyenlerde de apaçık gözleniyordu benzer bir durum.
       Hele şanda-şöhrette onu fersah fersah geçip “edebiyat iktidarı”nın burçlarında bayrağını dalgalandıranlarda; dergi dergi, televizyon televizyon, demeç demeç koşturanlarda görülen tedirginliği tanımlamaya kelimeler yetmiyordu...
       Gizli gizli yazdıklarını okuyanlar kadar, açık açık “ses”ini taklit edenler de; kitaplarını rafların en gerisine itenler kadar, adını antolojilerden silmeye yeltenenler de onun isminin anılmadığı bir edebiyat dünyasının birdenbire ne kadar yoksullaştığının farkındaydı.
       Halbuki, edebiyat dünyası yekvücut olup ona saldırdığı ölçüde hiç kimseye saldırmamıştı bugüne dek; ona çemkirdiği kadar hiç kimseye çemkirmemişti.
       Çarşaf çarşaf yazılar yayımlandı aleyhinde, soruşturmalar düzenlendi, bildiri ve manifestolar deklare edildi.
       O ise bunların hiçbirisine aldırmadan kendi köşesinde kozasını örmeye devam etti, ediyor.
       Hor görülen gazetelerde düzyazılarını, dudak bükülen yayınevlerinde şiirlerini yayımladı, yayımlıyor.
       Kitaplarının baskı adedine bakarsanız, bütün unutturma çabalarına rağmen okurlarının onu terkettiği, sayılarında bir azalma olduğu söylenemez.
       Kağıttan kaplanların sebil olduğu, pespayeliklerin birbiriyle yarıştığı, izlerin birbirine karıştığı “piyasa” sahillerine uğramadan devam etti yoluna, ediyor.
       
       
“GECELEYİN BİR KOŞU”
       
       Hayır, “herkesin kendi halince Bedrettin” olduğu bir iklime, yolu yanlışlıkla düşen yeni bir peygamberden söz etmiyoruz.
       Kayda değmeyen kayganlıklar kadar, kayda değer tutunma çabalarının da sık sık yer değiştirdiği; gölgelerin santim-sütun hesabıyla “şöhret”i birbirine üleştirdiği; ayak izlerinden seken sevinçlerin insanları meyhane masalarında birleştirdiği bir yeryüzüne “nihayet” inen bir “Mehdi” de değil söz konusu olan.
       Söz konusu olan şu satırları yazarı:
       “Benden öncekilerden ikisinin bazı hususlar dolayısıyla hayat karşısında takındıkları tavırdan haberdar olmasaydım tahammül sınırımı şimdiye kadar genişletemezdim. Duruşundan etkilendiğim insanlardan ilki Johan Sebastian Bach. Zira derler ki Bach yalnızca müzik yapmakla kalmadı, uğraşısı aracılığıyla ibadet etti ve iki evliliğinden olma yirmi çocuğuna baktı. Doğrusu meşguliyetiyle gönlünden geçenleri uzlaştırma bakımından Bach’ın düzeyini tutturup tutturmadığımı kestiremiyorum. Yine de ne yaparsam yapayım uğraştığım işle vecibelerimi yerine getirmek arasında kurduğum denge sağlamdır. Eğer kafayla kalbin bir ahenginden söz edilebilirse büyük Bach’tan aşağı kalacağıma hiç ihtimal vermiyorum.”
       Daha bildik bir konuya doğru kanatlanan yazıya biraz daha kulak verelim isterseniz:
       “Duruşu beni etkilemekle kaymayıp üzerimdeki etkisi benim hizaya gelmemde en büyük paya sahip diğer kişi İmam-ı Âzam Ebû Hanife’dir. Zira o kendisine beytü’l-mâl’den gelir tahsis edilmesi teklifini reddederken gösterdiği sebepler arasında kendisinin bir mücahit olmadığı gerçeğine yer vermiştir. Mücahit tabirinin kapsamını yazı yazan veya kendini benzeri işlere adamış kişileri içine alacak kadar geniş tutulmasındaki bilgisizlik ve sahteciliği ben böylece fark ettim. Yazmakla cihat ettiğim fikrinde hiç değilim. Yazdıklarımı ibadetimden ayrı tutmaya ise gönlüm hiç razı değil.”
       
       
“CİNAYETLER KİTABI”
       
       Bu sözlerin, hadi biraz daha kıvrak bir tabirle söyleyelim, bu “iddialar”ın yabana atılacak şeyler olmadığını farketmek için ilim-irfan sahibi olmak şart değil. Belki biraz gönül gözü açıklığı gerekiyor. O gönül gözü açıklığı ki, her gün Üsküdar’dan Kadıköy’e doğru mezarlıklar arasından giden birisinin ruh iklimiyle, otoyol yalnızlıklarına koşullanmış insanların ruh iklimi arasındaki farkı kesbedecek kadar olsa kafi. Çünkü, “iddialar”ın arkasında yatan mahviyetkârlığı görmemek, o mahviyetkârlığın gerisinde gizlenen “hiçlik” duygusunun ne kadar baskın olduğunu sezmemek ve bu terkipten neş’et eden neşidelerin, “neşideler neşidesi” olmasa bile, o kıyılarda gezinen bir gelincik tarlasına dönüştüğünü farketmemek mümkün değil:
       “Yazarak ibadet etmek bu yapılanı yekpare bir davranış haline sokmak anlamına gelmiyor. Bilakis şiirlerimi düzyazılarımdan her ikisi arasındaki mahiyet farkı yüzünden ayrı tutuyorum. Şiir dile gider, oysa düzyazı dilden geçer. Şiir dile doğrudur, düzyazı dilden doğrudur. Şiirlerimini her biri benim gözümde birer sanat eseri olmakla önem taşır. Buna mukabil düzyazılarımın hiçbirine edebiyat metni niteliği kazandırmak istemem. Böyle yaparsam düzyazılarımdan düzlük kaybolur diye inanırım. Ne var ki, şiir olsun düzyazı olsun yazmayı ibadetimden ayırmayı anlamsız bulduğum apaçık. Anlamsız bulduğum bir şey de benim yazdıklarım hakkında insanların insanlara ‘şiirlerini (mutlaka?) okumalısın, düzyazılarını (sakın!) okuma’ şeklinde tavsiyede bulunuşlarıdır. İhtimal ki bu tavsiyeyi dostlarına reva görenler benim sanatımın ilgiye değer olduğunu ve fakat ibadetimin kendilerini ilgilendirmediğini, ilgilendirmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Halbuki ben o şiirleri yazmamış olsaydım benim için o düzyazıları yazmak büsbütün muhâl olacaktı. Şiirlerimle başlayan ibadetimin sona ermediğini düzyazılarım belli etti.”
       Bu düşüncelere katılmak veya katılmamak o kadar önemli değil. Önemli olan, memleketin mücavir alanlarında, zihnini böylesine sağlam çatmış insanlara pek fazla rastlanmayışı. Bu itibarla, zihinsel enlem ve boylamların esen rüzgârlara göre şekil değiştirdiği bir yapılanmaya âşina insanların bu sözleri yadırgaması, dahası ürkmesi son derece doğal. Söz konusu yadırgamanın, içinden çıktığı “saflar” kadar, içinde yer aldığı “saflar”da da hayli yaygın olduğunu ise yazarın kendisi söylüyor zaten.
       
       
“CELLADIMA GÜLÜMSERKEN”
       
       “Her intihar (henüz intihar etmemiş) herkese yönelik bir suçlamadır. Kim ki intihar etmiştir, geriye kalan bizleri itham etmektedir. Birisi kendi canına kıydı mı, biz artık ona kendimizi affettirme fırsatını elden kaçırmış durumdayız. Bundan sonra tek yapabileceğimiz başka fırsatları kaçırmamaya, -artık kime kendimizi affettireceksek- gayret etmekten ibarettir. Siyaset sadece bu gayeyle yapıldığında meşruiyet sahibi olmalı. Bu mânâda siyaset gerçekten yüksek siyaset olmalı. Alçaklıkla savaşmalı, alçakları tepelemeli. Benim siyasetle ilgimin bir başka açıklaması varsa yuh olsun bana!”
       Bu satırların da, yıllar önce aynı kişinin kaleminden çıktığını çokları hatırlamaz belki. Hatırlasa da çok şey değişmez, bu satırları okuduktan sonra gönül aynalarını kırıp yerine cam kırıkları yerleştirmemişse. Yargılamaya elverişli gibi görünen bu satırların, yadırgayıştan ve yadırgayıştan sonra kendini sorgulayıştan daha derin bir anlamı yoktur çünkü. Bu itibarla, şu satırlar da çok şey fade etmeyebilir kimileri için:
       “Yazdıklarımın etki alanı ve derecesi ne olursa olsun şunları veya bunları yazdım diye kendimi cihat etmiş saymıyorum. Oysa belli ki yazdıklarımın bazılarını kendilerine ve yakınlarına yasaklayanlar benim düşündüğümün tersini düşünüyor. Onlar hatta belki de yazdıklarım dolayısıyla kendilerine kılıç sallandığı zehabına kapılıyor. Bu yanlış anlamadan keyif duymadığımı söylersem yalan olur. Zevkleri kullana geldikleri elden düşme eşyayı yadırgamayacak kadar bozulmuş ve zihinleri derme çatma haberlerle meşgul olmaktan ilerisini kaldıramayanlar benden de, yazdıklarımdan da büsbütün uzak dursalardı ne iyi olacaktı. Doğrusu bu ya yazdıklarımı mümkün olduğu kadar çok insanın okumasını uygun bulmuyorum. Öte yandan onların asıl muhatabına kavuşması için mümkün olduğu kadar yaygınlık kazanması gerektiğini kabul etmekten de başka çarem yok.”
       Merak ettiniz mi gerçekten veya merak ettiğinize değdi mi bilemeyiz ama bu satırların yazarı İsmet Özel’di...
       
       
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları