Home page
Haber Menüsü


Eco ve “Açık Yapıt”
Yazar, edebiyat, müzik, mimari, televizyon gibi alanlarda estetik kaygının ardında yatanları anlamaya çalışıyor.
M. Salih Polat
NTV-MSNBC
    20 Aralık—  Türkçe’ye eksiksiz çevrildiği duyurulan Umberto Eco’nun ‘Açık Yapıt’ adlı denemesi maalesef Türkçe bilgisinden ve editörlük denetiminden mahrum kalmış bir eser görüntüsü veriyor.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
MÜTERCİMİN BİR ÇEVİRMEN OLARAK ANLAMI
Açık Yapıt / Umberto Eco / Çeviren: Nilüfer Uğur Dalay / Can Yayınları

       Yıllar önce Enis Batur, “Bu ülkede Montaigne çevrilmiştir diyenin alnını karışlarım” diye konuştuğunda, çeviri esnafı da, mütercim taifesi de sesini soluğunu çıkartmamıştı. Aradan geçen yıllarda, telif eserlerde giderek derinleşen bir kısırlık göze çarparken, memleket irfanını besleyen tercümeler doldurmaya başladı kitapçıları. Lakin, başta Enis Batur ve Hilmi Yavuz olmak üzere çeviri kontrol mühendisleri de unlarını eleyip, eleklerini duvarlara asmışlardı nicedir. Bu itibarla, kimin neyi nasıl çevirdiğine dikkat eden olmadı pek fazla. Harcananlar, harcandıklarıyla kaldılar sizin anlayacağınız.
       Ancak, Umberto Eco’nun “Açık Yapıt”ına reva görülenler, insanın aklına ziyan verecek nitelikler taşıyor. Öylesine tuhaf bir metinle karşı karşıyayız yani. İşin ilginç yanı, sadece tuhaf bir metinle değil, tuhaf bir okur - yazar camiası ile de karşı karşıyayız. İnanmazsanız, çevirin “Açık Yapıt”ın adı kadar açık olmayan sayfalarını ve hemen arkasından, ne anladığınızı bize de anlatın lütfen...
       
       Geçtiğimiz hafta, Yeni Binyıl gazetesinin Kitap ekinde yer alan imzasız bir yazıda şöyle deniliyordu:
       “Yazar, düşünür ve göstergebilim alanının öncülerinden Umberto Eco’nun Açık Yapıt’ı ilk kez eksiksiz çevirisiyle Türk okurunun karşısında.”
       Bu hayli iyi niyetli tanıtma yazısından da anlaşılacağı gibi, “Eco’nun Açık Yapıt’ı ilk kez eksiksiz çevirisiyle Türk okurunun karşısında.” Doğru, Türk okurunun karşısında olan bir şey var. Üstelik kapağın üzerinde de “Açık Yapıt” ve “Eco” isimleri bulunuyor. Ama gerçekten eksiksiz bir çeviri mi bu?
       Bunu anlamak için önce şu “cümleler”e bir göz atalım:
       “Özel bir deneyden geçen problemleri daha kesin ve daha somut olarak ele almak için, entelektüel bir öz yaşam içerisinde ortaya koyabilmek için, onların ideolojik kapsamlarının bilincinde olarak nasıl doğrudan amaçlanmış yazınsal biçimlere dönüşebileceklerini göstermek için, Joyce’un poetikasının incelenmesine, Ortaçağ’da San Thomas’ın çalışmalarıyla başlattığı, kabul edilsin veya edilmesin, bugün yaşadığımız dünyanın görüntüsüne ulaşabildiği sanatsal ve kültürel biçimlenmenin evriminde çok katkısı olan gelişmelere çok sayfa ayrılmıştır.”
       ***
       “...İkircikli ve olası belirlemelerle dolup taşan bir dünyanın görüntüsünü öneren soyut yapıların yanı sıra anlatıdan sinema dünyasına kadar, somut insan ve onun dolambaçsız dünyası hakkında bize bir şeyler söyleyen geleneksel donanım yapısında yapıtlar bulunduğuna göre, bu, günümüz sanatının karmaşık ve olanaklar yönünden zengin olduğu anlamına gelmektedir; bizim incelediğimiz olaylar onların önemini özellikle tüketmemekte, ama en kışkırtıcı yanını oluşturmaktadırlar.”
       
       ***
       
       “Olduğumuz ve dünyanın tanımlarını çözdüğümüz belirsizliğe egemen olmaya çalışmak ve kabul etmek, yabancısı olduğu ve o diyalektiğin kendisinin bağlı olduğu bir düzene bu belirsizliği mahkum etmek anlamına gelmez. Konu belirsizliğin bir gerekçe bulduğu ve artılı bir değer kazandığı bağlantı modelleri bulma ve onlarla çalışmadan ibarettir.”
       
KURTARMA KAMPANYASI GEREK
       
       Alıntıları uzatarak canınızı da, canımızı da daha fazla sıkmanın anlamı yok. Çünkü, giderek kitabın tamamını alıntılamak gerekebilir. Üstelik bunlar yeni Türkçe öğrenmeye başlayan bir Fransız’ın kalem alıştırmaları filan da değil. Bu satırlar, Yeni Binyıl yazarının “eksiksiz bir çeviriyle” Türkçe’ye kazandırıldığını söylediği kitaptan alındı. İtalyanca bildiği anlaşılan çevirmen, Türkçe bilgisinden ve üstüne üstlük editör denetiminden mahrum kalınca, ortaya böylecine ucube metinler çıkıyor, çıkabiliyor. Çok değil, birkaç ay önce “en iyi çeviri” ödülünün Can Yayınları’na verildiğini düşünülecek olursa, meselenin vehameti bambaşka bir boyut kazanabilir rahatlıkla. Tam da burada yıllar öncesine gitmek de küçük bir yarar var. Dikkatli okur, yıllar önce, Tahsin Yücel’in çevirilerinden bıkan küçük bir azınlığın, “Michel Foucault’u ve Roland Barthes’ı Tahsin Yücel’in elinden kurtarma” kampanyası düzenlemeye teşebbüs ettiğini hatırlayacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, benzer bir kampanyayı da vakit yitirmeden Eco Amca için düzenlemek gerekecek. Muhtemelen, Tahsin Yücel bile yürekten destek olacaktır böyle bir kampanyaya...
       
       
ÇİZGİNİN KIYISINDA ÇEVİRİ SERÜVENİ
       
       Şimdi artık böyle “sufli” işlerle pek fazla ilgilenmiyor ama vaktiyle Hilmi Yavuz, memleketin çeviri esnafının yolda görünce kaldırım değiştireceği türden yazılar kaleme alır ve çevirilerde yapılan vahim yanlışları eliyle koymuş gibi bulup ortaya çıkartırdı. Bunun için de pek çok kişi kızardı kendisine doğal olarak. Kızanların önemli bir kısmının, çevirmen veya çevirmen adayı olması, doğrusu bu ya, başlangıçta fazla dikkat çekmemişti. Sonradan anlaşıldı ki, kimse dalgasına taş atılsın, kurulu düzeni bozulsun, zihinsel konforu zedelensin istemiyor. Yoksa, üstelik Hilmi Yavuz’un da editörleri arasında yer aldığı bir yayınevinden böyle bir kitap çıkabilir ve Umberto Eco böylesine ulu - orta harcanabilir miydi?
       Peki bu özensizliğin, tabiri bağışlayın, bu densizliğin sebebi ne? Umberto Eco’nun romanları bile demir leblebi gibiyken, denemelerinin, üstüne üstlük, en az kendisi kadar ünlü olan “Açık Yapıt”ın böyle yağmalanmasının sebebi ne olabilir? Hem böyle davranmak, Ahmet Cemal’den Serdar Rifat’a, Ülker İnce’den İsmail Yerguz’a, Tuncay Birkan’dan Nedim Çatlı’ya işlerini kılı kırk yararak yapan bir avuç nitelikli eleştirmene haksızlık olmuyor mu?
       İşin ilginç yanı, çevirmen de zaman zaman farkına varıyor durumu hayli abarttığının. Yoksa, koca kitaptaki nadir anlaşılır cümlelerden birkaçı ile hemen arkasındaki felaket satırlar aynı paragrafta yer alabilir miydi?
       “Estetik değeri, biçimlerin içsel düzenleme ilkelerine göre ortaya çıkan bu nedenlerden ötürü de ‘özerk’tir. Yapıların tanımı ve onların olası iletişim kurucu etkileri bu değerin gerçekleşme koşullarını belirler. Ancak eğer estetik bu noktada tutulursa daha geniş bir tartışma konusu açık kalmış olur: belirlenmesi gereken, kültürün genel çerçevesi içerisinde ve belirli bir tarihsel koşulda, estetik değerlerin önceliklerinin mi olduğu, yoksa daha acil eylem ve uğraş talepleri karşısında bir kenara mı itileceğidir. Estetik değerin kuşkuyla karşılanmadığı ya da böylesine hiçlenmediği durum ve zamanları olmuştur ancak bizzat estetik değerlerin ve iknaların, tarihi durum ve zamanın onları en aciller olarak tanımlamadığı için reddedildiği olmuştur.”
       
       
PEKİ KİTAPTA NE VAR?
       
       Anlaşılabildiği kadarıyla, Eco’nun bu denemeleri yazmaktaki amacı ya da kendi ifadesiyle hedefi şu: “... Bu denemelerin hedefi, yapıtların yapısı aracılığıyla bir dünya biçimi önerisini en şeffaf biçimde yansıtan, özellikle de şiir, yeni müzik, informal resim olgusundaki yansımalarıdır. Bazı kişiler böylelikle bu sanatsal tekniklerinin ve bu biçimsel yapıların, bugünün insanının en somut gereksinimleri içinde en kolay doyurulabilecek olanlardan biri olarak görecekler ve bugünün çatışmalarına ve problemlerine doğrudan ilişkileri olan soyut ilişki olanaklarını kullanabileceğini anlayacaklardır.”
       Edebiyat, müzik, mimari gibi sanat dalları bir yana, Eco’nun “açıklık” kavramını, günümüzün en ele -avuca sığmaz oyuncağı olan televizyona uygulayarak elde ettiği sonuçlar son derece ilginç. “Televizyon deneyimi daha ilk başlardan itibaren, birilerini televizyon estetiği konusunda düşüncesizce konuşmaya iterek, bu gibi durumlarda olduğu gibi, bir dizi kuramsal tartışmanın başlamasına neden olmuştur” diyen Eco; hemen arkasından İtalyan felsefe terminolojisine göre “estetik”in tanımını veriyor: “İtalyan felsefe terminolojisinde estetikten söz edildiğinde genel olarak sanat olayı, onu yaratan insanın eylemi ve yaratılan nesnenin genelleştirilebilir özellikleri ile ilgili kuramsal bir inceleme kastedilmektedir.”
       Bunların televizyonla ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz doğal olarak. Eco, buradan “sinema ve televizyon estetiği” kavramına geçiyor. Çekim, montaj, yayın, resim seçimi gibi teknik detaylar arasında ustaca gezinen Eco; televizyon estetiğinin, televizyon ideolojisinden bağımsız düşünülemeyeceğini net bir biçimde ortaya koyan örnekler sıralıyor: “Canlı yayın hiçbir zaman gelişmekte olan olayın, kimi durumlarda son derece küçültülmüş bir biçimi olsa bile, kurgusal yinelemesi değil her zaman onun yorumudur (...) Televizyon kameralarının duruşları teknik olanaklar tarafından koşullandırılmış olmakla birlikte, daha bu başlangıç aşamasında belli bir ‘seçim’e izin vermektedirler.”
       
       
ZEN MODASINA AYKIRI BAKIŞLAR
       
       Kitapta, zihniyetlerin ve felsefi akımların modalaşıp eskitilmesi bağlamında ele alınan “Zen ve Batı” örneği, Türkçe’si biraz daha anlaşılabilir olsa, ülkede yaşanan pek çok meseleye ışık tutabilirdi kolaylıkla. Ne var ki, Türkçe sorunu, her türden zihinsel teşebbüsün önünde Çin seddi gibi sapasağlam duruyor. Buna rağmen, perspektif o kadar sağlam ki, seddin arkasından bile farkedilebiliyor pırıltılar:
       “Son yıllarda Amerika’da başımızın etrafında dönüp dolaşan ve iğneleyen ufak bir Japonca sözcük, rastlantısal ya da doğru göndermelerle, birbirinden son derece farklı mekânlarda, bayanların sohbetlerinde, akademik toplantılarda, kokteyl partilerde, ilgili ilgisiz birçok yerde kendisini duyurmaya başladı. Bu uyarıcı sözlük (siz ‘sözcük’ olarak okuyun lütfen M.S.P.) ‘Zen’ sözcüğüdür.”
       Eco, bu tesbitin arkasından Amerika’ya dalga dalga yayılan Zen Budizm’in zamanlamasına dikkat çekiyor ve şunları söylüyor:
       “... Zen’in Batı ülkelerindeki şansının nedenini sormak ve incelemek gerekir: niçin Zen ve de niçin şimdi? Kimi olaylar rastlantısal olarak ortaya çıkmazlar. Batı dünyasının Zen’i keşfetmesindeki yaklaşım bir içtenlik, alçakgönüllülük arayışı, daha da çok düşünce ve sistemler arasındaki değiş tokuşlardaki yüzeysellik olabilir: bununla birlikte böyle bir olayın gelişmesi ruhsal ve kültürel konjonktürün bu buluşmaya uygun ortamı hazırladığı içindir.”
       Size de öyle gelmiyor mu, zihniyet dünyası moda fikirlerle mücehhez bir memleketin mensupları olarak bu sözlerden anlayacağımız bir şeyler olamaz mı? Vaktiyle Zen durağında da birkaç akşam beklediğimizi hatırlayan var mı oralarda bir yerde?
       
       (Açık Yapıt, Umberto Eco, Çeviren: Nilüfer Uğur Dalay, Can Yayınları)
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları