|
|
STAND BYIN İKİ ÖZELLİĞİ Bilindiği gibi, uygulanmakta olan ve stand-by anlaşmasıyla desteklenen ekonomik programın parasal ayağının iki özelliği var. Birincisi, döviz kuru, önceden açıklanan bir rotada kontrol altında tutulurken, faizler dalgalanmaya bırakılmış durumda. Burada, sermaye hareketleri faizin yönünü belirleyen değişken olarak karşımıza çıkıyor. Döviz çıkışı olduğu zaman, TL likiditesinin sıkışması faizlerin yükselmesine neden oluyor ve böylece artan reel getiri tekrar döviz girişini teşvik ederek, faizlerin yumuşamasını sağlıyor. İkincisi ise, sadece döviz karşılığında TL yaratılması ki, bu politika Net İç Varlıklar üzerine konan limitler ile kontrol ediliyor. SIKIŞIKLIK BASKI YARATIYOR Bu iki özelliği ortaya koyduktan sonra, son iki haftada yaşanan olayları değerlendirdiğimizde maalesef yukarıda belirttiğimiz koşulların geçerli olmadığını görmekteyiz. Ortaya çıkan güçlü döviz talebi, beklendiği gibi TL likiditesini hızla daraltarak faizlerin artmasına yol açmıştır. Ancak, ekonomik programın yapısal reform sürecinde yaşanan gecikmeler ve bir takım başka nedenlerle, TL cinsinden varlıkların sunduğu yüksek reel getiriye rağmen dövize yönelik talebin önü kesilememekte ve rezervlerde erime sürmektedir. Bu gelişme, TL sıkışıklığının devam etmesine neden olarak, bankacılık sektörü üzerinde baskı yaratmaktadır. Nitekim, bu şartlar altında Merkez Bankası, TL sıkışıklığını açık piyasa işlemleri yoluyla rahatlatırken, zorunlu olarak programın döviz karşılığı TL yaratma ilkesini çiğnemektedir. AŞAĞI TÜKÜRSEN SAKAL... Bu süreç içinde, Merkez Bankasının önünde aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali iki politika tercihi yer almaktadır. Merkez Bankası ya likidite yaratmaya devam ederek, faizleri belli bir seviyede tutmaya çalışacaktır, ya da bankacılık sektörünün üzerindeki baskının artması pahasına likidite enjekte etmeyi bırakarak, faizlerin daha da yükselmesine izin verecektir. Şu ana kadar, Merkez Bankasının ilk tercihten yana tavır sergilediğini görmekteyiz (ve elbette bu davranışın bir hikmeti vardır diye düşünüyorum). Ancak, bu durum kendi kendini besleyen bir süreç yaratmaktadır çünkü verilen likidite döviz talebinin sürmesine olanak vermektedir. Bunları sıraladıktan sonra doğal olarak akla hemen bu trendin nereye kadar devam edebileceği sorusu geliyor? Aslında sonu belli. Panik havası kendi kendine son bulmadıkça, ya kur politikasına sadık kalacağım derken, rezervler erimeye devam edecek, ya da kur politikası bir kenara bırakılacak. Aslında ilk seçeneğin sonu da diğerinden farklı değil; yalnızca geciktirilmiş bir sonuç. AMAÇ FELAKET TELLALLIĞI DEĞİL Amacım yangına körükle gitmek veya felaket tellallığı yapmak değil. Ancak, mevcut durumda bence hızla IMFnin ek parasal desteği aranmalıdır. IMFden sağlanacak taze ve güçlü bir kaynak, rezervlerin kritik noktalara gerileyerek yaşanan sürecin sade vatandaşı bile döviz almaya motive edecek bir hal almasını önlemek açısından hayati önem taşımaktadır. Ancak, daha mevcut anlaşma çerçevesinde verilmesi gereken üçüncü dilim mali yardıma hak kazanamamış olmanın verdiği sıkıntıyla çalınacak IMF kapısından nasıl bir cevapla geri dönülür, onu kestiremiyorum. | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||