Home page
Haber Menüsü


Ruşen Çakır ile İran, devrim ve türban
 
Gazeteci ve yazar Ruşen Çakır ile dikkat çeken kitapları üzerine söyleştik.   Ruşen Çakır
Ruşen Çakır, İslami kesim üzerine yaptığı araştırmalarla tanınıyor
 
M. Salih Polat
NTV-MSNBC
7 Kasım—  İslâmi kesim üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan gazeteci Ruşen Çakır, Metis Yayınları’nın “Siyah-Beyaz” dizisinde neşredilen “Direniş ve İtaat / İki İktidar Arasında İslamcı Kadın” kitabıyla bir kez daha topladı dikkatleri üzerine. Eşzamanlı olarak, Anadolu Ajansı Tahran muhabiri Sami Oğuz’la birlikte hazırladıkları “Hatemi’nin İran’ı”nın da kitapçı vitrinlerini süslemesi ise tam bir sürpriz oldu. Ruşen Çakır, her iki kitapla ilgili sorularımızı cevaplandırdı.

   
 
       
    MSNBC News Sami Oğuz yaşadığı İran'ı anlattı
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
“TÜRBANI DEĞİL, TÜRBANLILARI SAVUNDUM”
       M. Salih Polat- İran Devrimi’nin 17 yaşındaki Rusen Çakır’ı çok heyecanlandırdığını söylüyorsun? Neydi bu heyecanın sebebi? Bugün dönüp geriye baktığında neler hissediyorsun?
       
       Ruşen Çakır- Bu tepeden tırnağa bir devrimdi ve ben de o tarihte genç bir devrimciydim. Tabii o tarihte İslâmcılık’tan filan haberdar değildik. Bu devrimde bir şeylerin garip olduğunun farkındaydık, fakat kendimize “kardeş örgüt” bellediğimiz Halkın Fedaileri’nin de devrimde aktif bir şekilde yer almış olması içimizi rahatlatıyordu. Daha sonra, Fedailer ve diğer Humeynici olmayan unsurların tasfiyesi sırasında cezaevindeydim ve uğraşacak İran’dan daha ciddi sorunlarım vardı.
1989 İran Devrimi az kanlı oldu ama sonrasında epey kanlı devam etti.
       
       Şaka bir yana, Türkiye ile birlikte Ortadoğu’da emperyalizmin jandarmalığını yürüten otoriter Şah rejiminin yıkılması çok güzel bir şeydi; hâlâ o günlerle ilgili bir yazı, fotoğraf, film görsem heyecan duyarım. İran Devrimi’nin bir diğer güzel tarafı, çok kanlı olmamasıydı. Ne var ki, devrimden İslâm Cumhuriyeti’nin kurumsallaştırılmasına geçildiğinde çok daha fazla kan aktı ve azalmış da olsa bu kan akmaya devam ediyor. Özetle, ne zamandır devrime evet, devlete hayır diyorum.
       
“İRAN ETKİSİ ÇABUK KIRILDI”
       
       M. S. Polat- Gazeteci olarak İran’ı ve Türkiye’deki İslami hareketleri incelerken, ne tür paralellikler gördün? İran devrimi, sanıldığı kadar etkiledi mi Türkiyeli Müslümanları?
       
       R. Çakır- İran Devrimi, yalnız Türkiye’yi değil, tüm İslâm dünyasını, hatta tüm dünyayı derinden etkiledi. Ama bu etkinin, belirlemeye dönüştüğüne sadece birkaç yerde, o da Şii topluluklarda, tanık olduk. Şiilik/Sünnilik ayrımının önemli olduğunu biliyordum, ama günümüzde belli kırılmalara uğradığını tahmin ediyordum. Durumun böyle olmadığını yakın dönemde farkettim diyebilirim. Özellikle 1990 sonrası radikal İslamcı hareketlerin ciddi bir bölümünün -örneğin Usame bin Ladin gibi liderler etrafında toplanan ve dünyanın dört bir yanındaki cihadlara katılan gönüllülerin- düşmanlık derecesinde Şii, dolayısıyla İran karşıtı olduğu biliniyor. Sonuç olarak İran etkisinin ilk birkaç yıl sonra kırıldığı söylenebilir.
       
       M. S. Polat- İran Devrimi açısından Hatemi bir milat teşkil ediyor. Hatemi, Batı’da ve bilhassa Türkiye’de sanıldığı gibi, devrim karşıtı birisi mi, yoksa devrimi rayına oturtmaya çalışan özellikleriyle mi öne çıkıyor?
Kitapta Hatemi’nin bir karşı devrimci değil, aksine İran İslam Cumhuriyeti’ni değişen koşullarda da ayakta tutmaya çalışan reformcu bir İslâmcı olduğunu öne çıkartmak istedik.

       
       R. Çakır- Kitapta Sami ile birlikte tam da Hatemi’nin bir karşı devrimci değil, aksine İran İslam Cumhuriyeti’ni değişen koşullarda da ayakta tutmaya çalışan reformcu bir İslâmcı olduğunu öne çıkartmak istedik. İran’ı hep klişelerle değerlendiregelmiş çevrelerin bir kısmı, İran’daki reform hareketini neredeyse bir “karşı devrim” olarak göstermeye çalışırken; bir diğer kısmı “yok aslında birbirlerinden farkları” yaklaşımıyla hiçbir şeyin değişmeyeceğini, değişemeyeceğini ileri sürüyorlar. Halbuki İran’da çok şey değişiyor. Ben iki yılda yaptığım dört ziyaretin her birinde açık bir şekilde farklı bir İran gördüm. Şubat seçimlerinden beri gitmek nasip olmadı, ama yılbaşına kadar yine gitmeye niyetim var ve yine değişmiş bir İran’la karşılaşacağıma eminim. Bazılarının nedense acelesi var. Benim yok.
       
“AYDINLARIN HATEMİ’YE DESTEĞİ ARTARAK SÜRÜYOR”
       
       M. S. Polat- Hatemi’nin İranlı aydınlarla arası nasıl? Söz gelişi Abdülkerim Suruş neden iki tarafa da yaranamadı?
Hatemi’nin kendisi de, kitapta çizmeye çalıştığımız gibi hakiki bir entelektüel.

       
       R. Çakır- Hatemi’nin kendisi de, kitapta çizmeye çalıştığımız gibi hakiki bir entelektüel. Onun Kültür ve İrşad Bakanlığı döneminde aydınlar ilk kez nefes almaya başlamış. Seçilmesinde de aydınların büyük rolü oldu. Bu kesimin Hatemi’ye desteğinin artarak sürdüğünü düşünüyorum. Özellikle aydınlara yönelik dizi cinayetlerin üzerine kararlılıkla gitmesi ve faillerin yakalanmasını sağlaması ona çok puan kazandırdı. Sivil toplum ve özgürlükler konusuna verdiği önem de aynı şekilde aydınları cezbediyor.
       Suruş’u muhafazakârları hiç sevmediğini biliyorum, ama reformculara yaranamadığı konusunda pek ciddi bilgilere sahip olduğumu söyleyemem. Kendisiyle 1998 sonu ve 1999 başında iki kez görüştüm; sıkı bir Hatemici’ydi. Hatta kitaptaki röportajda da görüldüğü gibi, Hatemi’nin yeterince etkili olmadığını düşünenlere katılmıyordu. Suruş hâlâ reform hareketinin önemli köşe taşlarından biri. Ancak Abdullah Nuri, Said Hacceriyan gibi, politik kimlikleri düşünürlüklerinin önüne geçen şahsiyetlerin bir ölçüde gerisinde kalmış olabilir.
       
       M.S. Polat- İran Devrimi de, tıpkı Türkiye’deki İslâmi hareketler gibi kadın üzerinden yürütülen bir politik mücadeleye dayanıyor. Ne var ki, İran’daki kadın, Türkiye’deki İslâmcı kadınla kıyaslandığında çok daha fazla özgür, çok daha fazla politik haklara sahip gibi görünüyor. İran’daki kadınla, Türkiye’deki İslâmcı kadının konumunu kıyaslar mısın?
Devrimi en çok isteyen ama en çok örselenen İran kadını oldu

       
       R. Çakır- Şimdi burada ciddi bir sorunla karşı karşıyayız: İranlı kadınla Türkiye’deki İslâmcı kadını kıyaslamamız söz konusu. Türkiye’de İslâmcı kadınlar iki iktidar arasında kalmış durumdalar: Bir yanda siyasi iktidar, diğer yanda bağlı oldukları cemaatin, partinin, grubun iktidarı. İran’daysa İslâmi devlet, cemaatlerin de yerini büyük ölçüde almış durumda. Dolayısıyla İranlı kadının Türkiye’deki İslâmcı kadından daha özgür olduğu saptaması doğru. Ama bu saptama nereye kadar açıklayıcı olabilir? Çünkü İranlı kadınların tümü İslâmcı değil ve İranlı kadının Türkiyeli kadından daha özgür olduğunu söylemek mümkün değil.
       
“İKİ İKTİDAR ARASINDA İSLÂMCI KADIN”


       
       M. S. Polat- Buradan “Direniş ve İtaat / İki İktidar Arasında İslamcı Kadın” kitabına geçebiliriz. Bu “iki iktidar” kavramını açar mısın biraz? Birbirlerinden ayrıldıkları ve benzedikleri noktalar nelerdir?
       
       R. Çakır- Evet bir yanda devlet (dekan, rektör, polis şefi, bakan, cumhurbaşkanı...) iktidarı, diğer yanda cemaat (abi, şeyh, lider, reis...) iktidarı. Görünüşte birbirlerini zıt gibi görünen bu iki iktidar odağı, kadın karşıtlığı konusunda epey benzeşiyorlar. İşte kitapta her iki iktidar odağının, birbirleriyle mücadelelerini nasıl kadınlar üzerinden yaptıklarını ve sonunda elbirliğiyle nasıl İslâmcı kadın üzerinde baskı ve tahakküm uyguladıklarını anlatmaya çalıştım.
       
       M. S. Polat- İslâmi hareketin temelde bir erkek hareketi olduğunu ama buna rağmen bu harekete gerçek damgayı kadınların vurduğunu ve bütün çileyi de kadınların çektiğini söylüyorsun. Sebebi nedir bunun?
       
       R. Çakır- Bunun birçok sebebi var ve bu sebeplerden önemli olanların hiçbirinin dinsel olmadığını düşünüyorum. Öte yandan kadına dayatılan durumların tümü dinsel gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Çileyi kadınların çekmesinin nedenlerini de uzun uzun tartışabiliriz, bunlardan bir tanesinin benim ilgimi epey çektiğini söylemek istiyorum: Bütün büyük davalarda çile, acı bir nevi kutsanır; bu İslâmcılık için de geçerli. Ama erkekler için bu genellikle lafta kalırken, kadınlar buna sahiden inandılar ve yaşadılar.
       
“İSLÂMİ HAREKETTE ERKEK HEGEMONYASI DEVAM EDİYOR”
       
       M. S. Polat- Başlangıçta İslâmcı kadınlarla yapılabilecek görüşmelerin erkekler tarafından engellendiğini, kadınların da o kadar konuşmaya gönüllü olmadığını söylüyorsun. Zaman içerisinde ne değişti de İslâmcı kadınların politik mücadelesi, bu kadar öne geçti?
Ruşen Çakır, gelecek kuşak İranlı kadınları daha şanslı görüyor.
       
       R. Çakır- Aslında hâlâ çok fazla gönüllü oldukları söylenemez. Örneğin kitapta da belirttiğim gibi, röportaj yapmayı çok istediğim üç kadın, kuşkusuz kendilerince haklı nedenlerle, konuşmak istemediler. Bütün yenilgilere, çözülmelere, hesaplaşma ve özeleştirilere rağmen İslâmi hareketteki erkek hegemonyası aynen devam ediyor. Çok da kötümser olmamak gerek, bağımsız ya da özerk bir kadın mücadelesi yürütmek isteyen İslâmcı kadınların eskisine göre daha güçlü oldukları da açık.
       
       M.S. Polat- “İtaatın meşrulaştırılması” yine İslâm’ın “erkek” yorumu ile ilgili bir hadise olsa gerek. 80’lerin başında böyleydi bu durum belki ama zaman içerisinde kırıldı ve itaat, (sadece ulu’l emre değil, kocaya, babaya, ağabeye itaat de) gayri-meşru hale geldi galiba. Bu süreçte belirgin ve etkili olan neydi sence?
       
       R. Çakır- Tam da aynı görüşte olduğumu söyleyemeyeceğim. Zaten kitabın adını “İtaat ve Direniş” değil de, “Direniş ve İtaat” koyma nedenimi anlatırken buna değinmiştim; tekrarlayayım. 1980 sonrası İslâmcı kadın her türden erkeğe itaatı kırma noktasında bir çıkış yapar gibi oldu; yani önce direniş geldi, fakat bu yenilgiyle, yani yeniden itaatla sonuçlandı. Fakat bu ikinci itaatın birincisi kadar gönüllü ve körükörüne olduğu söylenemez; tam aksine İslâmcı kadınların önemli bir bölümünde erkeklere karşı çok ontolojik bir kırgınlık var ve bir sonraki kuşak bu boyunduruğu kıracağa benziyor. Hidayet Şefkatli Tuksal, söyleşimizde gençlerin kendilerinden çok daha ileride olduğunu söyleyerek bunun ipuçlarını veriyor zaten.
       
“İSLÂMCI KADINLAR HÂLÂ FEMİNİST TANIMLAMASINDAN ÜRKÜYOR”
       
       M.S. Polat- İslâmcı kadınların, feminist bir kimlik taşıdıkları söylenebilir mi gerçekten de? Hatırlarsan, Nokta dergisinin “İslâmcı feministler” kapağı, bilhassa İslâmcı kadınlardan hayli tepki toplamıştı. Sen ya da onlar feminizme yeni bir muhteva mi yüklüyorsunuz?
       
       R. Çakır- İslâmcı kadınlar hâlâ feminist tanımlamasından genellikle çok ürküyorlar. Feminizmi açık açık sahiplenenlerin oranı hayli düşük. Ama çok önemli bir gelişme var: feminizmi kötü, olumsuz bir akım olarak görenlerin oranı da epey düşmüş durumda. Aslına bakılırsa feminizmden çok İslâm’a ve İslâmcılığa yeni anlamlar yükleniyor ve bu noktada feminizmin de İslâmcı kadınlar nezdinde prestiji artıyor.
       
       M.S.Polat- Sen sık sık türbanlı kadınların mücadelelerinde yalnız bırakıldığını belirtiyorsun. Neye bağlıyorsun bunu?
       
       R. Çakır- Türban çok zor, çetin ve bedeli ağır bir mücadeleydi. Kızların küçük bir bölümü her türden bedeli ödediler: Okuma haklarını olmasa bile onurlarını kazandılar. Erkeklere gelince; onlar ödlek çıktı. Başka bir şeye bağlamıyorum.
       
       M.S. Polat- Türbana da iki ayrı anlam yüklüyorsun. “Bir özgürleşme imkânı” ve “bir direniş imkânı” olarak türbandan söz ediyorsun. Bunlar birbirinden bağımsız mı, yoksa birbirini besleyen unsurlar mı?
       
İlk olarak türbanla birlikte İslâmcı kadın kamusal alana çıktı. Belli bir tarihten sonra da türban popülerleşti ve muhafazakâr erkeklerin dayattığı bir giysi oldu.

       R. Çakır- Burada bir süreci anlatmaya çalıştım. İlk olarak türbanla birlikte İslâmcı kadın kamusal alana çıktı. Bu yalnızca okuma hakkı için değil, varolma hakkı için bir mücadeleydi ve ucu bir özgürleşmeye varabilirdi. Bir sonraki bölümde türbanın dönüşümünü anlattım. Belli bir tarihten sonra (1980 sonlarından itibaren) türban popülerleşti ve muhafazakâr erkeklerin tasvip ettiği, kızlarına, eşlerine, kızkardeşlerine dayattığı bir giysi oldu. Ve nihayet “direniş imkânı” olarak türban mücadelesine tanık olduk. 28 Şubat süreciyle birlikte devlet “aç-kapa” oyununa son verip türbanı kesinlikle yasaklayınca, olay ilk kez gerçek anlamda bir ciddiyet kazandı. Ve bu süreçten sonra direnebilenlerin sayısı fazla olmadı.
       
“TÜRBANI DEĞİL, TÜRBANLILARI SAVUNDUM”
       
       M.S.Polat- Kitaba yazdığın sunuş yazısında, “Bu kitapla, bir gazeteci, bir solcu, bir insan olarak önemli bir eksiğimi gidermek, yani vicdani bir sorumluluğu geç de olsa yerine getirmek istiyorum” diyorsun. Ne tür bir vicdani sorumluluk bu?
       
       
Türban olayının sadece bir insan hakları sorunu olmadığını, başka boyutları da olduğunu kitapta göstermeye çalıştım.

       R. Çakır- Türban olayının sadece bir insan hakları sorunu olmadığını, başka boyutları da olduğunu kitapta göstermeye çalıştım. Zaten ilk yıllardaki türban yasağı çok da fazla ciddi değildi. Kısa bir süre içinde türban, İslâmi hareketin küstahça meydan okumasının bir aracı haline getirildi. Ben başından beri “türban”ı değil “türbanlılar”ı savundum ve ilk dönemlerde bizden türbanlıları değil türbanı, hatta İslâmcılığı savunmamız isteniyordu. Yine de incelikli bir sol siyaset burada nüansları iyi saptayıp özgürlükçü bir tutum takınabilirdi; ama olmadı, olma ihtimali de pek yoktu. 28 Şubat sonrasındaysa işin rengi iyice değişti. Yüzlerce, binlerce kız sırf giysileri nedeniyle baskıya uğradı; hakları gaspedildi. İşte onlara destek olmayı vicdani bir sorumluluk olarak görüyorum.
       
       M.S. Polat- Bağlam dışı gibi görünse de, bence son derece bağlam içi olan bir soruyla bitirmek istiyorum: Aynı “sunuş” yazısında, “kadın bakış açısı”nın Müge tarafından zihnine kazındığını söylüyorsun. Bu son derece önemli birayrıntı. Bir erkeğin, “kadın bakış açısı”na nüfuz edebilmesi mümkün mü sence?
       
       R. Çakır- Hiç de bağlam dışı bir soru değil. Zaten kitabı da Müge’ye bunun için adadım. Erkeklerin kadın bakış açısına sahip olması tabii ki mümkün değil. Ama kadınların çektiği çileleri anlamaya çalışabilir, anladığımız ölçüde de bu çilelerdeki rollerimizi azaltmaya çalışabiliriz. Feminist olmak isterdim, ama olmamın mümkün olmadığını biliyorum.
       
       
 
       
    TOP5 38. Rotterdam Film Festivali başladı  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları