Home page
Haber Menüsü


Reha Çamuroğlu  
Reha Çamuroğlu, yeni kitabı "Son Yençeri" ile gündeme geliyor
Tarihe bir mercek: Son Yeniçeri
Reha Çamuroğlu, yeni romanı “Son Yeniçeri”yi daha piyasaya çıkmadan ilk önce NTVMSNBC’ye anlattı: “Resmi tarih yeniçeriler hakkında tamamen yanlışlarla dolu”
Evin Doğu
NTV-MSNBC
 
    26 Ekim—  Geniş kitlelerin “İsmail” romanıyla tanıdığı Reha Çamuroğlu ile son kitabı üzerine konuştuk. Adından da anlaşıldığı gibi yeniçerileri konu alan kitap, aslında roman tarzında yazılmış bir tarih - inceleme kitabı olarak da görülebilir. Çamuroğlu, 10 yılı bulan araştırmaları sonucunda resmi tarihin Yeniçerileri çarpıtarak yazdığını, gerçeklerin hiç de bizlere anlatıldığı gibi olmadığını bu kitabı vasıtasıyla söylüyor. Reha Çamuroğlu yeniçerilerin cumhuriyet ve reformlar istedikleri için ortadan kaldırıldıklarını yazıyor kitabında.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 


       Reha Çamuroğlu’nun henüz piyasaya çıkmayan yeni kitabında yeniçerileri anlattığını biliyorduk. Ancak Çamuroğlu, kitabını bizlere anlatırken aslında bilmediğimiz pek çok noktayı da aydınlattı. Vaka-ı Hayriye olayının iç yüzünden başlayarak, Osmanlı’daki modernleşme hareketleri, ordunun durumu, çöküş dönemindeki imparatorlukta yeniçerilerin, sarayın, ulemanın ilişkileri sohbetimizde konuşulan konulan arasındaydı. Bir romanı konuşmaktan çok, yakın tarihimizin olaylarını konuştuk denebilir. Biz çok keyif aldık ve keyiflenmenin yanında çok da bilgilendik. Bu uzun sohbeti sizlerin de aynı duygular içinde okuyacağınızı umuyoruz.
       
       Bir iki güne kadar hazır olacak kitabınızın adı “Son Yeniçeri”. Adından yeniçerilerle ilgili olduğu belli ama neden yeniçeriler?
       
       Bu romanı Osmanlı İmparatorluğu’nun 700. yılı nedeniyle yazdım. Tarihçiler arasında 700. yıl için iki farklı tarih var biliyorsunuz, biri 1299, diğeri 1300. 700. kuruluş yıldönümü nedeniyle Osmanlı çeşitli açılardan ele alındı. Fakat çok yaygın birşey görüyoruz, Osmanlı sanki padişahlar ve hanım sultanlardan ibaretmiş gibi bir tablo çizildi bu yayınlarda. Oysa Osmanlı ülkeleri çok geniş ülkelerdi ve bu topraklarda çeşitli halklar yaşıyordu. Şehirlerde epey geniş bir nüfus birikimi vardı.
       
  Reha Çamuroğlu kimdir?
Genç tarihçi, usta yazar
Yeniçeriler de çevrelerinde oluşturdukları çok geniş nüfus kesimleri ile birlikte, bu nüfusun en dinamik, en belirleyici unsurlarından biriydi.
       Tarih araştırmalarında yeniçerilere böyle bakıldığını hiç görmüyoruz. Belki sadece Reşad Ekrem Koçu’yu saymamız gerekir. Bu kesimin ifade ettiği toplumsal gerçeklikleri ilk kavrayan, yorumlarına her noktada katılmasam da, onlara gereken önemi veren ilk isim odur (kitapları: Yeniçeriler, Kabakçı Mustafa, Tarihimizde Garip Vakalar).
       
       Bu sıralarda Osmanlı’ya ilişkin epey yaygın bir ilgi var; sultanlarımızın aşk hikayeleriyle başladı, öyle devam ediyor...
       
       Evet ve maalesef çok kötü örneklerle okuyoruz. Ben de bu nedenle sadece saraydan, padişahlardan ve hanım sultanlardan ibaret olmayan Osmanlı’ya bakma ihtiyacı duydum.
19.yy başlarında İstanbul nüfusunun büyük bir bölümü yeniçerilerden oluşuyordu. Dolayısya yeniçeriler, beğenelim beğenmeyelim bizim sivil geleneğimizin çok önemli bir parçasıdırlar.

       
       Kitabınıza dönecek olursak, “Son” dediğinize göre, yakın geçmişi ele alıyorsunuz.
       
       19. yy. başlarında yeniçerilerden bahsettiğimizde 1500 yılındaki yeniçerilerden bahsetmiş olmuyoruz. Mesela İstanbul nüfusunun yaklaşık yarısını etkileyen bir sosyal kesimden bahsetmiş oluyoruz. Hatta bazen yarısından fazlasını etkilediği söylenebiliyor. Esnaf loncalarıyla iç içe girmiş, önemli ölçüde sivilleşmiş, halklaşmış bir sosyal kesimden bahsediyoruz, 19.yy’ın ilk çeyreğinde.
       Dolayısya yeniçeriler, beğenelim beğenmeyelim bizim sivil geleneğimizin çok önemli bir parçası. Bu nedenle üzerinde düşünülmeye, yeniden yazılmaya değer bir bölümü.
       
       Peki neden yok sayıldılar şimdiye kadar?
       
       Yeniçeriler bizim tarihimizde iki zıt algılamayla anılırlar: Fetihler döneminde yeniçeriler İslam’ın kılıcıdırlar, aslandırlar, yiğittirler... Ondan sonra biz birden aynı yeniçerilerin haydut, çapulcu, şehir kabadayısı olarak anıldığını görürüz. Oysa tarihe dikkatli bakılırsa hiç de böyle bir dönüşümün söz konusu olmadığını göreceğiz.
       
       Kazan kaldırmaları filan mı kasdediliyordu acaba?
       
       Ama yeniçeriler Fatih Sultan Mehmet zamanında da kazan kaldırmışlardı. Onlar Osmanlı’nın en şanlı dönemlerinde de ayaklanmıştır...
       
       O zaman çöküşün faturası onlara mı çıkarıldı?
Çöküşün faturası yeniçerilere mi çıkarıldı? Kitapta bunu konuşmak, bunu tartışmak, gündeme getirmek istedim.

       
       İşte kitapta da bunu konuşmak, bunu gündeme getirmek ve tartışmak istedim. Yani Roma Centriumları Roma’nın en parlak döneminde de ayaklanmıştır, yeniçerilerin de Osmanlı’nın en parlak dönemlerinde ayaklandığı görülmüştür. Birdenbire bu yiğitlerin nasıl zorbaya, nasıl eşkıyaya dönüştüklerini, nasıl bunların korkunç bir katliamla yok edilmelerinin ‘hayırlı olay’ olarak (Vaka-ı Hayriye) olarak anıldığını, bugün öğrencilere böyle öğretildiğini, tartışmak istedim.
       Bugün tarih derslerinde 15 Haziran 1826’da İstanbul’da başlayıp başka illerde aylarca süren korkunç katliam hayırlı bir olay olarak anlatılmakta. Bu nasıl bir hayır’dır? Bunun üzerinde durmak, düşünmek istedim. Liselerde, ortaokullarda ve üniversitelerde bu olay ‘Hayırlı bir olay’ olarak öğretilir. Fakat Türk Kara Kuvvetleri, kuruluş yıldönümü olarak Yeniçerilerin kuruluş yılını esas almakta.
       
MUSTAFA KEMAL YENİÇERİ KIYAFETİ İLE


Sofya Askeri Ataşesi Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal 11-12 Mayıs 1914 gecesi baloda yeniçeri kıyafeti ile.
       
       Yine Mustafa Kemal, Sofya’da Ateşe Militer iken davet edildiği bir baloya yeniçeri kıyafeti ile katılır. O kıyafet dolaptan çıkan bir birşey değildir, özel olarak diktirilmiştir. Bunun ardında bilinçli bir çaba vardır. Mustafa Kemal’in bunu seçmesi çok ilginçtir. Ortada resmi tarih açısından da hesabı görülmemiş bir mesele olduğu açık. Bunun görülmesi lazım. Bugün bizim rakı sofralarından tutun da, müziğimize, edebiyatımıza kadar yeniçerilerin hayatımıza katkıları hep göz ardı edilmiştir. Mesela Karacoğlan’ın yeniçeri olduğu unutulur nedense. Tulumbacı geleneğinin nereden kaynaklandığı, semai kahvelerinin, şehirlerde aşık ve atışma geleneğinin nereden geldiği, ortaoyunlarının nerede yaşadığı, yeniçeri kahvehanelerinde bunların nasıl geliştiği hep unutuluyor. Tüm sosyal, kültürel, askeri ve siyasi yanları bir kenara atılarak sanki yeniçeriler gökten zembille şehirlere musallat olmuş bir eşkıya sürüsü olarak gösteriliyor. Tabii bu açıklama türü niye musallat olduklarını da açıklayamaz...
       
       Yeniçerilerin Bektaşilikten yana olmaları, onların katline yol açmış olamaz mı?
       
       Kitabımda ele aldığım dönemde yeniçerilerin hemen hepsi resmen Bektaşidir. Tarikata bağlı olmayan yeniçeri ocağına giremez hale gelmiştir. Dolayısıyla İstanbul şehrinin o tarihte çok önemli bölümü Bektaşidir. Fakat yeniçerilerin yok edilmesi Bektaşilere karşı bir hareket değildir, yeniçerilere karşı bir harekettir. Esas devletin yapmak istediklerini engelleyen esas güç yeniçeriliktir. Bektaşilik yeniçerilik nedeniyle zarar görmüştür. Yoksa yeniçeriler Bektaşiler nedeniyle zarar görmüş değildir.
       Bektaşiliği yasaklayan II. Mahmut’un oğlu Abdülmecid’in tahta geçtikten kısa bir süre sonra Bektaşiliği tekrar serbest bırakması olayın Bektaşiliğe değil, Yeniçeriliğe karşı olduğunun önemli bir göstergesi bence.
       
       Bize okullarda öğretilen yeniçerilerin ordudaki yenileşmeye karşı olmalarıydı. O zaman burada da bir çarpıklık var?
       
       Bunu çok tartıştım kitabımda. Şunu çok açık olarak koymak isterim; Yeniçerilerin savaşa gitmek istemediği söylenir. Ama yok edilmelerine kadar savaşa giden de onlardır. Evet, belki yeniçerilerin yüzde 50’si savaşa gitmemektedir belki ama onlar esnaftır, halktır. Çünkü yeniçerilerde bir halklaşma meydana gelmiştir. Fakat savaşa giden ve ordunun bel kemiğini oluşturan yine yeniçerilerdir. Siz bir ordu düşünün ki, yenilmek için savaşa gidiyor olsunlar. Bu mümkün mü? O dönemlerde askeri tıp gelişmeye başlamış, Osmanlı ordusundakiler tıbbi imkanlardan yararlanamıyorlar. Osmanlı ordusunun imkanları çok ilkeldir, mesela tereyağı kızartıp yaraya dökerler, sonra yapağı bastırılır oraya, steril etmek için. Bu ayrıntıları yazdım kitabımda, çünkü bunları yaşayanlar insandı...
       
YENİLEŞMEYİ EN ÇOK YENİÇERİLER İSTİYORDU
Yeniçerilerin savaş kabiliyeti yüksek bir ordu yaratılmasında en istekli kesim olduğunu düşünüyorum. Yalnız bunun yöntemi üzerinde sarayla aralarında bir iktidar mücadelesi başlattı. Bu yöntem faklılığı yeniçerilerin yok edilmesini getirdi.

       
       Osmanlı ordusunun savaştaki yenilgilerinin en büyük faturasını bu insanlar ödüyordu. Deniyor ki, bu insanlar yenmeyi isteyen bir ordu oluşturmaya karşıydılar. Ben bunun yalan olduğunu, tarihi yorumlamada geliştirilmiş bir yalan olduğunu düşünüyorum. Yeniçerilerin savaş kabiliyeti yüksek bir ordu yaratılmasında en istekli kesim olduğunu düşünüyorum. Yalnız bunun yöntemine ilişkin, sarayla yeniçeriler arasında bir iktidar mücadelesi yürütüldüğünü görüyoruz. Bu yöntem faklılığı da yeniçerilerin yok edilmesini getirdi.
       Örneklerle açıklayalım bunu; o dönemde silahları devlet vermek zorunda. Yeniçerilere devlet tüfek veriyor, fakat yeniçeriler bunları kalitesiz buluyor ve İstanbul’da kendi paralarıyla tüfek alıp savaşa gidiyorlar. Bunları özellikle yazdım; bu insanlar savaşa gitmeyelim demiyor, daha iyi koşullarda savaşmak istiyorlar.
       Osmanlı’nın çöküş dönemi olarak ilan edilen dönemde sürekli bir askeri bozgunlar dizisi yaşadığımızı düşünmek de yanlıştır. Yeniçeriler son dönemlerine kadar Rus ve Avusturya-Macaristan ordularını yenme başarılarını göstermişlerdir. Mesela 1788 savaşında Avusturya-Macaristan İmparatoru savaş meydanından zor kaçmıştır.
       Bir de şu noktayı gözden kaçırmamak lazım, çöküş döneminde Osmanlı ordusu genellikle aynı anda iki cephede birden savaşmak zorunda kalmıştır. Daha çok Rusya ile Avusturya-Macaristan’a karşı savaşılır ve çoğu zaman -bırakın teknik donanımı- asker sayısı düşmandan çok çok azdır.
       
       O zaman yeniçeriler savaşmamaktan çok, daha iyi koşullarda savaşa gitmek istiyorlardı...
       
       Gözardı edilen başka konular da var. Örneğin İstanbul’a bir İngiliz ticaret gemisi yanaşır. Çok ucuza getirdiği dokumalar vardır; meşhur İngiliz dokumaları, Hindistan’ı çökerten dokumalar. İstanbul’da dokumacılar loncası ayaklanır. O gemilerdeki mallar gümrüksüz boşaltılırsa dokuma sektörü çökecektir. Ama loncanın gemiye karşı birşey yapma olanağı yoktur. Kimin vardır? Yeniçerilerin vardır. Lonca yeniçerilerden bu gemiye gümrük uygulamasını ister. Yeniçeriler de malı taşıyacak hamallara bu gemiden mal indirmeyeceksin derler. Ve sonra gemi tüccarına gidilir ve gemiden mal indirmenin yüzde kaç gümrükle olacağı bildirilir. Bu fiyat da Osmanlı dokumalarına eşittir. bu gerçekleştiği zaman İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi saraya koşup baskı yapar; “Hani siz bize gümrüksüz mal indirtecektiniz?” der. Padişah veya sadrazam da boynu bükük şöyle der “Yeniçeri kullarıma laf dinletemiyorum”.
       
       Yani işin çok boyutu var...
1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırıldığında bütün batı gazeteleri alkış tutmuştur. Neden diye sormakta fayda var.

       
       Yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine Batı gazetelerine bakmakta büyük fayda var. 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırıldığında bütün batı gazeteleri alkış tutmuştur. Osmanlı’nın hayırlı bir iş yapmasına bu kadar sevinilecek bir dönem midir onlar için? Elbette hayır. Sadece bir kişi, Osmanlı ordusunda da askeri danışmanlık yapan meşhur Moltke, kendi anılarında şöyle der “Her cephede savaştayken kendi ordusunu yok eden başka bir devlet görmedim”.
       Bir anlamda yeniçeriler imparatorluğun hakim unsurunun sözcüsü olmak durumundadır ve yok edilmeleri gerekmektedir. Çünkü saray, yeniçerilerin varlığı nedeniyle Batı’ya yeterince kulluk edememektedir.
       
       Peki, İstanbul’da nüfusun büyük kısmını oluşturan Yeniçerileri yok eden karşı kuvvetleri nereden buldu Osmanlı devleti?
       
       Evet, yeniçeriler bu kadar nüfusa sahip olup, bu kadar önemli noktaları tutarken nasıl yok edildiler, çok önemli bir soru. Burada birçok etmeni saymakta fayda var; birincisi psikolojik faktör. Sosyal mücadelelerde psikolojik faktör bir hayli önemli yer tutar. Yeniçeriler yok edildikleri tarihte, kendilerinin yok edilemeyeceklerine dair büyük bir inanç taşımaktaydılar. Kendi güçleri üzerinde abartılı hesapları vardı.
       İkincisi daha öncelerde olduğu gibi, ulemanın kendileriyle işbirliğini yapacaklarını düşünürler. 1826’ya kadar her yeniçeri ayaklanmasında ulemalar yeniçerilerle işbirliği yapmışlardır. Ama o tarihte yapmamışlar ve karşılarına geçmişlerdir.
       
       Niye ulema böyle bir tavır alıyor?
       
       Buna biraz sonra dönelim isterseniz. Çünkü bu çok önemli bir konu. Ama hemen şunu söyleyelim; Ulema fiziksel bir güce de denk düşer. O zamanın koşullarında 3 binle 5 bin arasında medrese öğrencisi vardır. Bunlar silahlandırılır ve yeniçerilere karşı savaşırlar. Buna sonra döneceğiz.
       Üçüncü önemli nokta şu; topçu kuvvetleri. Yeniçerilerin yok edilmesinde büyük rol oynarlar. Aslında yeniçeriler ordu içinde topçu kuvvetlerinin geliştirilmesine hiç karşı çıkmamışlardır. Çünkü yeniçeriler düşman süvarisinden korkmazlar ama topçusundan korkarlardı. Bu nedenle ordudaki topçu kuvvetlerinin gelişmesini onlar da istiyorlardı. 1826’da Osmanlı’nın sayıları 7-8 bini bulan gelişmiş bir topçu kuvveti vardı. Ve yeniçerilerin yok edilmesinde en önemli askeri kuvveti topçular oluşturmuştur.
II. Mahmut, yeniçerilere karşı mücadelesini dindarların dinsizlere karşı mücadelesi olarak sunmuştur. ‘Yenilik, modernlik’ laflarını etmez bile...

       Ulema, cami cemaatini yeniçerilere karşı savaşmak için, dinsizlik suçlamasıyla ayaklandırmıştır, yani sırf medreseleri değil.
       II. Mahmut, yeniçerilere karşı mücadelesini dindarların dinsizlere karşı mücadelesi olarak sunmuştur -bu bizim yenilikçilerimizin tarihinde tarihsel bir çelişki olarak görülebilir-. Peygamberin sancağını çıkarmış -Sancak-ı Şerif- ve müslüman halkı bu sancak altında toplanmaya çağırmıştır. Bütün camilerde dinsizleri yok etme vaızları verilmiştir.
       
       
GEREKÇE DİNSİZLİK, MODERNLİK DEĞİL

       Cihat ilan ediliyor yani...
       
       Elbette, Sancak-ı Şerif cihatta çıkar zaten. O günkü tüm kayıtlara bakılabilir; o gün saraydan hiç kimse “yeniliklere karşıydılar” cümlesini kullanmamıştır. Yeniçerilerin yok edilişinin meşrulaştırıcı cümlesi “dinsizlere karşı savaştır”. Bunlar bilindiği halde yazılmamaktadır.
       Kitabımda bir yeniçeri sorar zaten “Bu sancak-ı Şerif’i seferlerde biz koruduk. O zaman bunlar neredeydi?” diye.
       
MODERNLEŞME TARİHİMİZİN DÖNÜM NOKTASI
       
       Olay olduğu sırada İstanbul’da az bir bölüm yeniçeri vardır, bir bölümü hudutlardadır, bir bölümü kalelerdedir. Yeniçeri Ocağının fermanlı kaldırıldığını (bu öldürülmek veya tutuklanmak anlamına gelir) duyan kale muhafızı yeniçeriler anında kaleleri boşaltıp dağlara çekilmiştir. Bu nedenle birçok kale Rusların eline geçmiştir.
       Mesela Kars ahalisi, yeniçerilerin yok edilmesine karşı olduğu için şehri Ruslara terk etmişlerdir.
       Bu kadar önemli bir sosyal olayın, bu kadar az değerlendirilmiş olması gerçekten tarihimiz ve tarihçilerimiz açısından çok büyük bir şanssızlıktır. Çok büyük bir boşluk yaratmıştır.
       Çünkü modernleşme tarihimizin en önemli noktasını bu olay oluşturur.
       Yeniçerilerin yok edilme kararından önce sarayda tarikat şeyhleri toplantı yaparlar. II. mahmut kafes ardınadan dinler bu toplantıyı. O toplantıda şeyhlerden biri şunu söyler “Ahalinin çoğunluğu bunlardandır”. Yani, ahalinin çoğunluğuna karşı cihat ilan etmekteki tereddütünü dile getirir. Çünkü tarikatlar da huzursuzdur. bilirler ki, yeniçeriler yok edilince sarayla başbaşa, onun insafına kalacaklardır.
Reha Çamuroğlu: Yeniçerilerin yok edilmesi kadar önemli bir olayın tarihçilerimiz tarafından görmezlikten gelinmesi, tarihimiz açısından büyük talihsizliktir.

       
       
CUMHURİYET İSTEĞİ 1703’TE VAR
       
       1703’te Cezayir yeniçerilerinden Çalık Ahmet adında bir yeniçeri “Bize saltanat lazım değildir. Osmanlı cumhur devleti ve tecemmu hükümeti ile idare edilmelidir” der. Cumhur devleti bildiğimiz cumhuriyettir, tecemmu hükümeti ise toplanarak hükümet etmektir. Bunu Osmanlı tarihinde ilk kez Çalık Ahmet’in ağzından duyarız. Bu Fransız devrimi’nden de, Amerika devriminden de çok öncedir.
1703’te Cezayir yeniçerilerinden Çalık Ahmet adında bir yeniçeri “Bize saltanat lazım değildir. Osmanlı cumhur devleti ve tecemmu hükümeti ile idare edilmelidir” der.

       Son dönem bazı yeniçeri ayaklanmalarında bunu güçlendirici bazı kanıtlara daha ulaşıyoruz. III. Selim’in devrildiği olaylar sırasında ve Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı ayaklanmada yeniçerilerin şöyle bağırdığını duyarız: “Padişah da bir insan değil mi? Aramızdan biri de padişah olur.”
       Bir başkası “Padişahın Osmanlı hanedanından olması şart mı? Kırım hanzadelerinden birini padişah yapalım” O sırada Kırım Rus işgali altındadır, Kırım hanzadelerinden Selim Giray da İstanbul’dadır. O sırada II. Mahmut tek erkektir. Öldürülürse yerine geçecek erkek varisi yoktur. Yençeriler “padişahın erkek olması şart mı, Esma Sultan’ı padişah yapalım” (Esma Sultan, II. Mahmut’un halasıdır) derler. Esma Sultan’ın tek sakıncası vardır çoğu için; Esma Sultan çok çapkındır.
       
SALTANAT ŞART MIDIR?
Pek çok yeniçeri şunu sormaya başlamıştır: “Saltanat şart mıdır?” Bu kilit bir cümledir.

       
       Bu arada pek çok yeniçeri şunu sorar “Saltanat şart mıdır?” Bu kilit bir cümledir. Bu cümleyi ettiren önemli etmenlerden biri de Fransız ihtilalinin İstanbul’daki yansımalarıdır. Yeniçeriler Fransız Cumhuriyetçileri ile aynı meyhaneleri paylaşmaktadır. Hatta Fransız Cumhuriyetçileri ile Kralcılar Galata’da dövüştüklerinde yeniçeriler ara girer. Orduyu eğitmek için getirilen Fransız subayların büyük bir bölümü Cumhuriyetçidir.
       
       Şimdi daha netleşiyor Mustafa Kemal’in neden özellikle yeniçeri kıyafeti giydiği... Eğer bunlar olduğu gibi yazılsaydı o zaman tarihçiler yeniçeriler için “bir takım yenilik hareketlerinde bulundukları için yok edildiler” demek zorunda kalacaklardı.
       
       Evet.
       
       Ama, Osmanlının çöküş dönemindeki padişahlar resmi tarih açısından beceriksiz, kötü olarak lanse edilir. “Kötü padişahlar yenilikçilikleri yok etti” diye yazsalar daha kolay olmaz mıydı?
       
       Ama burada çok temel bir nokta var. Batılılaşma tarihimizde tepeden inme modernizasyon yöntemleri meşrulaştırılmak istendiği için bu yapılamazdı.
       
       Yani II. Mahmut çok ilerici, çok yenilikçi olarak mı görülmeliydi?
       
       Tabii, hatta II. Mahmut birçok yerde I. Atatürk olarak gösterilmek istenir. Yeniçerilerin modernize talepleri, güçleri kabul edilirse eğer, o zaman sivil halkın modernize talepleri olduğu kabul edilmiş olur ki, bu da resmi tarihçilerimizin işine gelmez.
       
       O tablo bizim Batılılaşma şablonumuza uymayacaktı.
       
       Evet, o zaman bize öğretilen ‘her türlü gelişmeye kapalı bir Osmanlı toplumu vardı, değişimin gerekliliğini fark eden ise saraydı’ şeklindeki şablonun yalan olduğu ortaya çıkacaktır.
Ulemanın yeniçerilere kızmasının nedeni ‘benden habersiz nasıl cumhuriyet istersin’ noktasındadır.

       
       Yukarıda yarım bıraktığımız ulemanın neden yeniçerilere karşı olduğunu açımlayalım...
       
       Ulemanın yeniçerilere kızmasının nedeni ‘benden habersiz nasıl cumhuriyet istersin’ noktasındadır. III. Selim Fransız Cumhuriyetçileri ile iyi ilişkiler içindedir. Hatta Fransız Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ülke Osmanlı İmparatorluğu’dur. III. Selim’e çıkışırlar “Kralı kesen bir hükümeti nasıl tanıyorsun, yarın seni de keserler” diye... Oysa Osmanlı’da batıdaki gibi bir soyluluk, aristokrasi yoktur. Dolayısıyla III. Selim’in korkacak bir noktası yoktur. Ama kısa bir süre sonra Osmanlı’da Fransız Cumhuriyetçilerin kilise yaktıkları, papaz öldürdükleri, dine karşı ve dinsiz oldukları üzerine söylentileri dolaşır.
       Yeniçeri Bektaşilerle Fransız Cumhuriyetçileri arasında bir paralellik kurulur.

       Daha önce papaza benzetilmeyi en büyük hakaret sayan ulema, papazlarla arasında hemen bir benzerlik kurar ve saltanat kalkarsa kendi başına ne geleceğini hisseder.
       Çünkü ulema gücünü tamamen devletten alan bir kesimdir. 1826’da dinin esas sahibi tarikatlardır. Halk, ulemaya para filan vermez. Halk şeyhlere para verir. Ulema parasını ve gücünü devletten alır.
       Fakat ulemanın yeniçerilere bu büyük ihaneti aslında ulemanın sonunu da getirir. Yeniçerilerin yok edilmesi, ulemanın gücünün yok edilmesi anlamına geldiğini sonraki yıllarda görürüz. Bunun üzerine düşünülmemiş, araştırma yapılmamıştır. 1991 yılından beri bu olay üzerinde çalışıyorum. Aslında bir roman olmanın ötesinde sivil tarih çalışması da diyebiliriz “Son Yeniçeri” için.
       
       Sahiden neden roman olarak yazdınız, veya şöyle sorayım; son iki kitabınız roman oldu. Neden roman? Tarihi insanlar romanla daha mı kolay sevebilir diye düşünüyorsunuz?
       
       Aslında okuyucuları düşünerek değil, kendimi düşünerek yazıyorum. Kafamda araştırma inceleme kitapları da var. Onları en yakın zamanda yazmayı düşünüyorum. Ama “Son Yeniçeri”yi bir üçlemenin ilk kitabı olarak düşünüyorum. İkinci kitabın adı “Kalem Efendisi”, üçüncüsü ise “Komitacı” olacak. Zaten ben yeniçerilerin yok edildiğini hiç düşünmüyorum. Nasıl hala ulemalar varsa, yeniçeriler de hala ayakta, dipdiri yaşıyorlar.
       Belki de Mustafa Kemal Atatürk cin gibi zekasıyla bunu görüp onun için yeniçeri kıyafetini giydi.
       
       Evet, şöyle dedi herhalde ‘siz yeniçerileri yok ettiğinizi sanıyorsunuz ama aldanıyorsunuz’.
       Peki yeniçeriler bu kıyımdan kurtulup, saltanatı yok etselerdi, tarihimiz nasıl değişirdi?

       
       Tarihte hocalarımız bize zaman makinesine binilemeyeceğini öğrettiler. Tarih böyle olduğu için böyle olmak zorunda olan bir süreç değildir. Mesela, Hitler, İngiltere’nin işini bitirmeden Rusya’ya saldırmak gibi bir hata yapmasaydı, bugün bambaşka bir dünyada konuşuyor olurduk. Eğer yeniçeriler sarayı yok edip, o olayın adını Vaka-ı Hayriye koysalardı, ne olurdu bilemiyoruz. Ama çok şeyin değişeceği kesin.
       
       Peki neden roman?
       
       İnsansız tarih yazmaya hep alerji duydum. İnsanların duygularının, ruh hallerinin tarihte çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kaynaklarda bunları bulmamız mümkün değil ama onları zihnimizde canlandırarak neler düşündüklerini tahmin edebiliriz. Dolayısıyla beni romana bu insan ve anlatı faktörü yöneltti. Ama bundan sonra hep roman yazacağım anlamına gelmiyor. Dediğim gibi araştırma-inceleme kitaplarım da var sırada.
       
       Sayın Çamuroğlu, bu zevkli sohbet için teşekkür ediyor ve yeni kitaplarınızı bekliyoruz.
       
 
       
    TOP5 38. Rotterdam Film Festivali başladı  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları