Home page

Haber Menüsü


 
Mikrofonda 50 yıl: Halit Kıvanç
Bu yıl spikerlikteki 50. yılını kutlayan Halit Kıvanç, Türkiye’de maç spikerliğinin başlangıcını ve türlü imkansızlıklarla aktardıkları karşılaşmaları anlattı.
Kansu Şarman
NTV-MSNBC
 
    4 Nisan 2005—  Türkiye radyolarında maç yayınları, beyazcamın olmadığı günlerde futbolseverlerin en önemli bilgi kaynağıydı. Stadyuma gitmeyince futbolcuları görme imkanı da olmadığından dinleyiciler için spikerin yorumu asla tartışılmazdı.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
İLK MAÇ YAYINI 1934’TE


       Türkiye’de gerçekte ilk maç yayını 20 Temmuz 1934 günü Kadıköy’de Fenerbahçe Stadı’nda yapılmış. Radyonun spikerlerinden Eşref Şefik beyin spora merakı dolayısıyla ona “sen anlat” demişler. O da başlamış. Yani Türkiye’de tam 70 yıldır radyolardan maç anlatılıyor.
       70 yılın yaklaşık 50’sine mikrofon başında tanıklık eden Halit Kıvanç, spor karşılaşmalarının radyodan anlatılmaya başlanmasının Türkiye’de önemli bir iletişim devrimi olduğunu söylüyor:
       “Eşref Şefik, hem yazardı, hem spikerdi. Spordaki bilgisi ve spikerlikteki yeteneği, bu ilk maç spikerliği görevini üstlenmesinin başlıca nedenleriydi. Ancak Eşref Hoca, bu işin fazla gönüllüsü değildi. İlerleyen yıllarda güreş ve boks naklen yayınlarında da spikerlik yapmayı daha çok sevecekti. Aslında kendine özgü anlatımıyla Eşref Şefik, ağzından bal damlayan bir konuşmacıydı. Eşref Şefik Usta’yı dinlemek için radyo başına geçenler olurdu. Bir de naklen yayınlarda mikrofonun yanında sütle dolu bardağı durur, zaman zaman “Hele şu sütümü içeyim” derdi. Bazen güreş ya da boks maçlarında tribünlerden “Eşreef Ağabey, sütünü iç!” diye tempo tutan muzip gençlere rastlandığı olurdu.
70 yılın yaklaşık 50’sine mikrofon başında tanıklık eden Halit Kıvanç, spor karşılaşmalarının radyodan anlatılmaya başlanmasının Türkiye’de önemli bir iletişim devrimi olduğunu söylüyor.
       Ama dedim ya, Eşref Hoca, futbol spikerliğine devamı pek arzulamıyordu.
       Onun yerine bulunan maç spikeri, bu alanda öncü olarak tarihimizdeki yerini alacak Sait Çelebi idi.
       Sait Çelebi aslında bu işin yabancısı sayılmazdı. Çünkü kaç zamandır güreş müsabakalarını radyoda naklediyordu. Organize ettiği güreş karşılaşmalarının radyoda naklen yayın spikerliğini de kendisi yapıyordu.
       Sait Çelebi, maç nakillerinde de tribünde bulunan eşine dostuna takılır, onlarla sohbet ederdi. Bu sohbeti radyoları başındaki yüzbinler de dinlerdi. Bugün için böyle bir uygulama yadırganır, hatta eleştirilir. Ne var ki, o günlerde bu biçim naklen yayınlar, aslında sporu ve spor yayınını sevdirmek gibi bir hizmet görmüştü. Sait Çelebi yıllarca sadece futbol değil, bir çok spor dalında naklen yayın spikerliği yapmış, pek çok dinleyiciyi radyo başına çekmişti.
       Maç spikerliğine başladığım sırada bu alanda ün yapmış iki büyük isim vardı: Sulhi Garan ve Muvakkar Ekrem Talu... İkisi de saydığım meslek büyüklerimdi. İyi dostlarımdı. Sulhi Garan’la spor yazarlığındaki ilk duraklarımdan Şut Dergisi’nde ve daha sonra da gazetelerde birlikte çalışmıştık.”
       
”1956’DA MOSKOVA’DA BAŞLADIM”
Halit Kıvanç'ın futbol karşılaşmalarını anlatmaya başlaması, tamamen bir tesadüften ibaretmiş. Kıvanç'a bu işin duayeni olma fırsatını, 1956’da basın mensubu olarak gittiği Sovyetler Birliği’nde anlattığı Fenerbahçe-Dinamo Moskova maçı vermiş.
       1955 yılında ‘radyoculuğa’ başlayan Halit Kıvanç kendisinin futbol karşılaşmalarını anlatmaya başlamasının ise tamamen bir tesadüften ibaret olduğunu aktardı. Kıvanç 1956’da basın mensubu olarak gittiği Sovyetler Birliği’nde geçmiş maç mikrofonunun başına:
       “Fenerbahçe’nin Moskova’da Dinamo takımıyla yapacağı özel maç Moskova Radyosu’nun Türkçe yayını vasıtasıyla Türkiye’ye iletiliyor. Spikerlik görevini üstlenen Niyazi Sel, bu işin yabancısı değil. Fenerbahçe’nin ve Milli Takım’ın eski sağaçıklarından, çağının yıldız futbolcusu Niyazi Sel, İstanbul Radyosu’nda çalıştığı için mikrofona yakınlığı var. İşte Niyazi Ağabey maçtan önce, beni kenara çekiyor:
       -Halit, diyor, maç yayınında kulübeye birlikte girelim. Ben maçın iki devresi arasında yönetici olarak soyunma odasına gitmek zorundayım. Büyük Fikret’le teknik konuşma yapmalıyız. Onun için sen iki devre arasında mikrofonda konuşur, ilk yarının kritiğini yaparsın, seyahatimizden bahsedersin. Nasılsa radyoda eğlence programlarında mikrofon karşısına geçtiğin için bu işi kıvırırsın. Ben ikinci devre başlarken yetişirim.
       
“NİYAZİ AĞABEY GELMEYİNCE...”
       Niyazi Ağabey ilk devreyi anlattıklatan sonra mikrofona geçtim. Devre arası böylece geçti ama niyazi Ağabey gelmedi. İkinci devre başlıyor bile. Çare yok, konuşmaya devam edeceğim. Nasılsa gelir Niyazi ağabey, durumu kurtarır. Hele ben şu takımların çıkışını filan söyleyeyim de... Anlatacağım, başka çare yok. Başımı sık sık arkaya döndürüyorum, Niyazi Ağabey kapıdan girdi mi diye. Fakat yok! Yanımda, Moskova Radyosu’nun yardımcı olarak verdiği Türkçe bilen Rus spiker... İşaretle ona anlatmaya çalışıyorum derdimi. O ise eliyle “İyi”, “Güzel” gibi işaretler etmekle yetiniyor. 1-0 yenik Fenerbahçe. İlk yarıda yediği bir penaltı golüyle... Niyazi Ağabey gelecek diye beklerken, beklemediğimiz ikinci gol geliyor. Derken üçüncüsü. Eyvah!.. Bir bozgunu mu anlatacağım yoksa? Artık bu maç böyle biter diye düşünürken... Son dakikalarda Fenerbahçeliler atakta. Anlatıyorum:
Halit Kıvanç teknolojinin bir spor karşılaşmasının anlatımında büyük farklar yaratabileceğini söylüyor ve spikerliğinin ilk yıllarında maçları 'zor' şartlarda anlattıklarını vurguluyor.
       “Fenerbahçe akını soldan. Can. Daldı topla. Ceza laanında Can Bartu, yerde. Fena düşürüldü. Gerçek penaltı bu işte. Ve çalıyor Finlandiyalı hakem. Hakem Karni penaltı noktasını gösteriyor. Kalede Yaşin. Futbol dünyasının büyük kalecisi Yaşin. Hiç değilse bu penaltıyı gole çevirsek de. Bir şeref sayısı kazansak... Bizim Mehmetçik Basri gerildi. Vurdu. Gol gol gol. Top ağlarda... Ve maç bitiyor. 3-1’lik yenilgiye karşın sevinçliyim. Maç anlattım. Üstelik gol anlattım. O sevinç içinde, artık Niyazi Ağabeyi filan unutmuşum. Konuşmaya devame idyorum mikrofon başında: “Sevgili dinleyiciler. Fenerbahçe ikinci maçını 13 haziran Çarşamba günü Leningrad’da Zenith takımıla yapacak. İyi akşamlar dileğiyle hoşçakalın...”
       Arkamı dönüyorum: Niyazi Sel ayakta, gülüyor. “Nerede kaldın, Niyazi Ağabey?” diye adeta çıkışıyorum, “Hani ikinci devre başlarken yetişecektin?”
       Niyazi Sel gülmesine devam ediyor: “Halitçiğim” diyor, “yetiştim. Yetişmesine yetiştim ama baktım ki, kaptırmışsın kendini. Gayet iyi de anlatıyordun. Hiç bozmadım keyfini. Sessizce çıktım dışarı. Mikrofonu sahiplenişin öylesine hoşuma gittiği için...”
       
“TEKNOLOJİ ÇOK ÖNEMLİ”
       Kıvanç teknolojinin bir spor karşılaşmasının anlatımında dahi nasıl büyük farklar yaratabileceğini anlatmak içinse kendi tecrübelerinden örnekler veriyor:
       “Antrenman haberleri filan, yok öyle şey. Çok önemli bir şey varsa, bu hafta büyük ezeli rakipler çarpışacak. O zaman antrenmanların günü vardı. Gazeteciler derdi ki, yahu Salı günü Fener’in antrenmanı 2’deydi değil mi? Beşiktaş’ın Çarşamba, Cuma... Hatfa iki gün, üç gün antrenman yapılır, futbolcuların hepsinin işi gücü vardı.

       O zaman her yere uçak yok. Hafta iki gün, üç uçak olanlar var. Ben, bir gün önce gidiyorum, o şehirde kalıyorum. Ertesi gün maç oynanıyor. Daha ertesi gün, uçak var... Zaten bir şehirde, hava muhalefeti oluyor, iki üç kalıyoruz. Uçak gidemedi mi, araba tutup gidiyoruz.
       Ben, mesela küçük dürbün almıştım, maçlarda iyi göreyim, diye. Yani, çok yardımsız, çok zordu. Yalnız başka avantajlar... Maçtan önce soyunma odalarına girerdik, futbolcularla konuşurduk. Ben, gelirdim, filancanın beli ağrıyor, ama ona rağmen oynayacak lafını birinci ağızdan söylerdim. Bu çok önemli bir şey...
       Biz, bir kulübeye ya termosla sıcak çay götürürüz. Yanında bir şey yiyeceksin, kapının önünden simit filan alır gireriz. Konfor filan yok. Bir radyo açılır, yanımızda teknisyenle maç naklen yayını başlar. Sonra ben Avrupa’da gittim, gördüm, geldim, söyledim, yönetim kuruluna başvurdum. Avrupa, aynı anda iki-üç maç anlatıyor, dedim. Ve Avrupa’da iki-üç maç olayını ciddiye alan yönetim kurulu konuştu ve bu iş gerçekleşti. İlk hafta biz İstanbul’da ve Ankara’da iki maç anlattık. Fakat bazı gazetelerde aleyhte yazı çıktı. Bana ne kardeşim. Ankara’daki bilmem ne maçından diye buna karşı olan tavırlar oldu.
       Anadolu’da maç anlatmaya başladık. İstanbul’un dışında Ankara vardı. İzmir vardı... Diğer şehirlerde çok zordu. Halkın içinden anlatırdık.”
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları