|
18 Ocak 2005 Türk-Rus ilişkilerinin dününü ve bugünü Doç. Dr. Bülent Aras ile değerlendirdik. Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi Aras, Türk dış politikası, Ortadoğu siyaseti, Orta Asya ve Kafkaslar üzerine çalışmalar yapıyor. Makaleleri Rusçaya da çevrilen Arasın, İsrail-Filistin Barış Süreci ve Türkiye, New Geopolitics of Eurasia and Turkeys Position, Türkiye ve Ortadoğu başlıklı kitapları bulunuyor. Aras ayrıca Stratejik Öngörü ve Turkish Studies dergilerinin yayın kurulunda yer almakta olup, Alternatives: Turkish Journal of International Relations dergisinin de editörlüğünü yürütmektedir. |
![]() ![]() |
![]() |
|||||||
|
|||||||
![]() |
Defne Sarısoy: Türk-Rus ilişkilerinin öncelikle dününden başlayalım. Bugüne yansımaları olan hangi önemli dönemler ve süreçler geçirdi ikili ilişkiler? Bülent Aras: 20nci yüzyıldan başlarsak, Türk-Rus ilişkileri için Bolşevik ihtilâli çok önemli bir kilometre taşı. İhtilâlle beraber Türk-Rus ilişkileri durulmaya geçti ve Rusların iç çalkantıları bir şekilde Türkiye ile ilişkilerini iyi götürme iradesini ortaya çıkardı. | |||||||||
|
Türkiyedeki genç Cumhuriyetin bir çeşit anti-emperyalist karakteri, Sovyetler tarafından hoş algılandı ve bu dönemde Türkiyeye birtakım yardımlar da yapıldı. Buradan Soğuk Savaşın başladığı döneme geçersek, İkinci Dünya Savaşından sonra ilişkiler karşılıklı olarak geriliyor. Stalin net bir şekilde Türkiyeden birtakım taleplerde bulundu; Boğazları kullanma ve Türkiyeyi uydusu olarak kullanma talebi gibi. Bu talepler bir anlamda Türkiyenin savaş sonrası 50 yılına şekil veren politikaları belirledi. Bir anlamda Sovyet korkusu Türkiyenin NATOya, Batıya yakınlaşmasına sebep oldu. Ve Türkiye uzun yıllar ABDnin stratejik müttefiki olarak Sovyetler Birliğinin karşı politikası içinde yer aldı ve bu süreç 1990lara kadar devam etti. Türkiyede özellikle Anadolu coğrafyasında yerleşik bir Rus düşmanlığı vardır. Osmanlı-Rus savaşı sonucu Kafkasyadan çok fazla göçmen Türkiyeye gelmişti. Anadoluda Rusya aleyhinde ciddi bir tarihi hafıza var. Büyükannelerinden, büyükbabalarından Rusya ile ilgili hep kötü şeyler duyan bir kuşak yetişti Cumhuriyet Türkiyesinde. Bu Rus düşmanlığı daha sonra Soğuk Savaş döneminde pekişti. Bu emperyal mirasın negatif tarih algılaması karşılıklı olarak ilişkileri zaman zaman zorluyor. |
||||||||
| ![]() KAFKASYAYA KİMSENİN GÜCÜ YETMEDİ Üçüncü kilometre taşı ise 1990da Sovyetler Birliğinin çöküşü. Sovyetler Birliği çökerken ortaya birçok yeni devlet çıktı, Türkiyenin kuzeyinde jeopolitik bir yeniden yapılanma oldu. Bu yapılanma Türkiyenin bütün jeopolitik oryantasyonunu değiştirdi. Önceki dönemde iki bloklu dünya düzeni içerisinde, ABDnin yanında onun bir uzak karakolu olarak çalışan, Batı bloku içerisindeki yerini karşılamaya çalışan bir ülkeyken, bir anda Türkiye çok kimlikli bir politikada yer almaya başladı. Türkiyenin Orta Asya, Ortadoğu, Kafkasya ve Karadenizdeki nüfuz bölgeleri ortaya çıktı. Türkiye bir refleks olarak bu bölgelere yönelik programlar geliştirdi. Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Türkiyenin dış politika aktivizminin bir nüvesi olarak ortaya çıktı. Sovyetlerin çöküşü hem Türkiyenin resmi politikasında çok ciddi bir canlanma getirdi, hem de ülke içindeki dış politika algılamalarını değiştirdi. |
||||||||
Rusyanın önünde iki yol var: Bir; askeri bir müttefik bulmak. İki; Ortadoğuya, Akdenize açılmak için Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek. Rusya ikinci yolu seçti
|
1991den sonra daha spesifik olarak Türk-Rus ilişkileri çeşitli dönemlerden geçti diyebiliriz. 1995 itibariyle Türkiye, Türk Cumhuriyetlerine yönelik bir politika geliştirme sürecine girdi. Temel iddia şuydu; Rusyanın özellikle güneyinde bir güç boşluğu var, bunu Türkiye, Rusya ve İran jeopolitik rekabetiyle bir şekilde dolduracak. Türkiye bir taraftan Batının da desteğiyle, ortak kimlik ve tarih birikimlerini işleyerek burada bir Türk modelini geliştirme yönünde ciddi girişimlerde bulundu. Batı adına burada rol Türkiyeye biçildi ve Türkiye de bunu üstlendi. Türkiyede peş peşe ortaya çıkan ekonomik krizler, Orta Asya politikalarının yürütülmesinde çıkan aksaklıklar gibi birçok nedenle Türkiye üçlü rekabette sivrilemedi. Diğer rakipler de kendi özel nedenleriyle ciddi bir oyuncuya dönüşemediler. Glastnosttan 10 yıl sonra anlaşıldı ki, ne Türkiye ne Rusya, ne de İranın burayı dolduracak kadar ekonomik ve siyasi potansiyeli yok. Fakat bir sürpriz Kuzey Kafkasyada ortaya çıktı. Dağıstan, Çeçenistan ve Osetya gibi daha küçük devletler üzerinde, Rusyanın insan hakları ihlallerine varan egemenlik politikaları, Türkiyede rahatsızlık yarattı. Özellikle bu coğrafyanın Türkiyedeki diasporası, Rusyanın Kuzey Kafkasya politikalarını gündeme getirdi. 1990ların özgür ortamının etkisiyle Türkiyede, birçok Kafkas diaspora toplum dernekleri sivil insiyatiflerini güçlendirdi ve Rusya aleyhinde söylemler geliştirdi. Bu oluşumlar devlet ve sivil toplum seviyesinde lobi faaliyetleri yaptılar. Transkafkasya dediğimiz, Kuzey Kafkasyada Rusyanın içerisindeki uzak bölgelerin de dahil olduğu bölge 1990 Türk-Rus ilişkilerinin merkezidir. Türkiyenin Çeçenlere, buna karşılık da Rusların PKKya destek vermesi, restleşmeyle ilişkilerin gerilmesine neden oldu. Abdullah Öcalanın Şamdan kaçarken Rusyaya gitmesi, orada kendine sığınak bulması tesadüfi değil. ORTAK KADER: İMPARATORLUK MİRASI 1999a kadar olan dönemde, Türk-Rus ilişkileri bu şekilde cereyan etti. Şunun altını çizelim; ilişkiler siyasal olarak sorunlu ama ekonomik olarak gayet olumlu gerçekleşti. |
||||||||
Rusyanın hem Batılı, hem Asyalı, hem Karadenizli vizyonu var. Rus dış politikası Asya ile Avrupa arasında gidip geliyor. Şu anda sarkaç Asyaya daha yakın.
|
Bir dönem bavul ticareti çok ciddi rakamlara ulaştı, iki ülke arasındaki dış ticaret 15 milyar dolara çıktı. Rusya, Almanyadan sonra Türkiyenin ikinci büyük ticari partneri. Siyaseten ilişkiler bu kadar kötü giderken, ekonominin bu kadar olumlu gitmesi, siyasi kurumlarda baskı yarattı. Siyasi sorunları gidermeye başlama süreci kanımca bu ekonomik ticaretin bir sonucu olarak da görülebilir. Aslında Türkiye ve Rusya birbirine oldukça benzeyen iki ülke. Her iki ülkenin de bir imparatorluk geçmişi var. Bu dev tarih günümüz Türk ve Rus toplumlarında ciddi bir baskı yaratıyor, buna imparatorluk sonrası yalnızlık deniyor. Biraz da travmatik bir yönü var. Genetik kodla geçmiş bu emperyal ruh zaman zaman diriliyor, zaman zaman bastırılıyor. Psikolojide bastırılmışın geri dönmesi olarak adlandırılan durum zaman zaman patlıyor. İkisi de çok kimlikli ülkeler. Rusyanın hem Batılı, hem Asyalı, hem Karadenizli kimlikleri var. Hatta Rus dış politikasını da Asyayla Avrupa arasındaki gidip gelme belirliyor. Şu anda sarkaç daha Asyaya yakın. RUSYA, UKRAYNADA SIKIŞTI İlişkilerin iyileşmesi için Türkiye önemli adımlar attı. Bunun arka planında Avrupa Birliği sürecindeki siyasal reformlar, IMF ile girilen ekonomik angajmanın rolü var. IMFnin katkı dolaylı. Ekonomik olarak kendini bağlayan Türkiye, istikrârın bozulmaması için komşularıyla barışçıl ilişkiler sürdürdü. Ekonominin nispeten düzelmesi politikacılara özgüven verdi. Bu özgüven, komşularla doğrudan diplomasinin yürütülmesine yol açtı. Türkiyenin hamlesi biraz da Rusyanın sıkışmışlığı nedeniyle olumlu karşılık gördü. Rusya ciddi bir şekilde Batı karşıtlığına doğru sürükleniyor. En son Gürcistan ve Ukrayna seçimlerine bakarsak, seçim sonuçları Rusya için hüsran oldu. |
||||||||
![]() Defne Sarısoy: Rusya, Türkiyenin AB üyeliğini desteklediğini açıkça ortaya koyuyor. Peki Avrasyacılık tezlerinin ortaya atıldığı bir dönemde, Rusya neden Türkiyenin Avrupa Birliğine üyeliğini destekliyor? Ayrıca, Putinin KKTCye verdiği destek ve Ermenistan ile sorunların çözümüne katkıda bulunma isteği nasıl yorumlanmalı? Bülent Aras: Rusya şunu fark etti, Gürcistan ve Ukrayna krizleri Avrupanın Türkiye ile ileride inşa edecekleri ortaklık için önemli test alanı oldu. |
|||||||||
Rusyanın katkılarını, Kıbrıs meselesinde yakın zamanda hissedeceğiz. BM süreçlerine katılımcı, aktif bir Rusya, Türkiyenin Kıbrıstaki işini kolaylar.
|
Türkiye, hem Gürcistan krizinde hem de Ukrayna krizinde olgun, yapıcı ve hassas bir dış politika izledi. Ne Avrupa Birliğini rencide etti ne de Rusyayı; sadece uluslararası anlaşmalara vurgu yaparak bu krizleri atlattı. Bu bağlamda Türkiye, Avrupa Birliği dış politikasının ötesinde, bölge realiteleriyle daha içiçe, barışık bir rol oynadı. Fazla risk de almadı. Durum böyle olunca Rusyanın, Türkiyeden çekinmesine gerek kalmadı. Avrupa Birliğinin ortak dış politikasından ziyade, Türkiye bölgesel dengeleri gözeten bir dış politika izleyeceğini net bir şekilde ortaya koydu. Türkiyenin ABye tam üyeliği sonrasında, Avrupanın Kafkasya ve Ortadoğu politikasını büyük bir oranda Türkiyenin belirleyeceği düşüncesi var ki, bu uzak bir beklenti değil. Avrupanın, özellikle küçük ülkelerinin ciddi bir dış politika vizyonundan yoksun olduklarını biliyoruz. Türkiye, bu noktada Avrupa içinde önemli bir dış politika stratejisti olarak öne çıkıyor. Mart 2003e dönersek, Türkiyenin ABD askerlerinin Iraka girişine hayır demesinden bölgede en kârlı çıkan Rusya Federasyonu oldu. O tarihten bugüne, Moskovada Avrupalı bir Türkiyenin sanılanın aksine Rusyaya tehditten ziyade yarar getireceği yönünde bir inanış gelişti. Nitekim Pravda gibi ciddi Rus gazeteleri bu yönelimin olumlu algılandığıne dair görüşlere ağırlık veriyor. Moskova, Ankarayı bir tehdit olarak algılarken, şimdi bölgenin kaostan kurtulabilmesi için Türkiyeyi bir istikrar unsuru olarak görmeye başladı. |
||||||||
| ![]() Defne Sarısoy: Rusyanın Akdenize açılmayı hedeflediği söylediniz, KKTCye destek bu hedefle nasıl ilişkilendirilebilir, ve tabii Rusyanın Akdenize açılmaktaki nihai hedefi nedir? Bülent Aras: Rusyanın dış ticaretinin ana unsuru petrol ve doğalgaz. Petrol ve doğalgazını İsrail başta olmak üzere diğer Akdeniz ülkelerine satabilmesinin yolu, üstüne basarak söylüyorum, tek yolu Türkiyeden geçer. |
||||||||
Rusyanın petrol ve doğalgazını başta İsrail olmak üzere Akdenize satabilmesinin, üstüne basarak söylüyorum, tek yolu Türkiyeden geçer.
|
Çok ilginç bir gelişme, Bakü-Ceyhan-Tiflis boru hattından Rus petrolünün de geçirilmesi fikir ortaya atıldı. Mevcut Novorisk hattını tersinden kullanarak, Rus petrolünün Bakü-Ceyhan üzerinden dünyaya ulaştırılması Rusyanın zihnini kurcalıyor. Son olarak, Azerbaycandaki BP temsilcisi Türkiyenin doğalgaz ve petrol nakliye hattından Rusyanın da faydalanmak istediğini dile getirdi. Kısacası, Rusya Türkiye üzerinden Avrupaya açılmayı hedefliyor. Rusya bu işin tankerle götürülemeyeceğinin farkında. Sonuçta Boğazların sınırları belli. Defne Sarısoy: İki ülke ilişkilerinin iki önemli başlığını Boğazlardan geçiş ve enerji konuları oluşturuyor. Şu an itibariyle bu konularda geldiğimiz nokta ne? Bülent Aras: Rusya ile ortak enerji projelerine yapılan vurgu, biraz da Boğazlar sorununu aksatmak için. Boğazlar konusu, iki ülkenin birbirine karşı etki unsuru. Türkiye, Rusyaya Bakın sınırlarız derken, Rusya da Buradan geçen petrolün İstanbula zararı dokunur gibi tehditler savuruyor. Mevcut eğilim kara üzerinden geçebilecek petrol boru hatlarının kullanılması, hem stratejik olarak daha az yıpratıcı hem de pratik olarak daha verimli. Örneğin, Samsun-Ceyhan çok ciddi bir atılımdır. Boğazlar iki ülke arasındaki gerilimi temsil ederken, petrol boru hattı da işbirliğini, karşılıklı bağımlılığı artıracak. Samsun-Ceyhan, Avrasyanın geneli için önemil bir istikrar unsuru olabilecek bir proje olarak hayata geçiyor. Defne Sarısoy: Peki bu doğalgaz ve petrol boru hatlarının, Türkiyeden geçmesinin Türkiyeye başka ne faydaları olacak? Bülent Aras: Her şeyden önce iki ülke arasındaki karşılıklı bağımlılık artacak. Türkiyenin boru hattından geçen petrol ve doğalgaz için alabileceği ücretler var. Sonra Türkiyenin alacağı petrolün ve doğalgazın daha fazla ucuzlaması söz konusu, bunun gibi çok çeşitli faydaları olabilir. Rusya ve Türkiyeden sonra, örneğin Güney Kıbrıs, İsrail veya Filistinin hatta eklemlenmesiyle proje bölgesel barışa katkıda bulunabilir. Ortadoğu ve Kafkasyanın önemli eksiği, ülkeler arası ticari karşılıklı bağımlılığın olmaması. Bu proje coğrafyada karşılıklı ticari çıkar ilişkilerini güçlendirecek. |
||||||||
| ![]() Defne Sarısoy: Sizin de bahsettiğiniz gibi yakın geçmişte Türk-Rus ilişkilerini bölgesel ve uluslararası faktörler şekillendirdi. Kafkasyadaki Çeçenistan sorunu gibi etnik birtakım sorunlar, Rusyanın PKKya verdiği destek vardı. Bunlar gözönüne alınırsa, önümüzdeki 10 yıllık dönemde iki ülke ilişkilerinin gerilim noktaları neler olabilir? Bülent Aras: Türk-Rus ilişkilerinde her an kırılabilecek iki fay hattı var. İlişkiler bu fay hatlarında son derece kritik bir şekilde sürdürülüyor. Birincisi; Çeçenistan, Gürcistan, Ukrayna gibi Rusyanın yakın çevresi olarak algıladığı coğrafyada Türkiyenin soğukkanlılığını ne kadar koruyabileceği. Rusyanın bölgede yeni bir aktivizm içerisine girmesi, daha şiddetli ve baskıcı politikalar uygulamasıyla, Türkiye de olaylara müdahil olabilir. |
||||||||
Boru hattına Rusya ve Türkiyeden sonra, örneğin Güney Kıbrıs, İsrail veya Filistinin hatta eklemlenmesiyle proje, bölgesel barışa katkıda bulunabilir.
|
İkinci fay hattı da; Türkiye-Rusya ilişkilerinin Türkiyenin Batılı müttefikleri tarafından yanlış algılanması. Rusya gibi AB ile karşı karşıya gelen bir ülkeyle Türkiyenin yakınlaşması, diğer taraftan dikkatle izleniyor. AB, Türkiyenin Rusya ile mevcut girişimlerine bir tepki göstermedi. ABDnin Mavi Akım Projesine başından beri karşı olduğunu biliyoruz. ABD yine de Mavi Akımı Türkiyenin kuzeyindeki güçlü komşusuyla zorunlu yürüttüğü siyasal ve ekonomik ilişkiler çerçevesinde bir politika olarak algıladı. Türk-Rus yakınlaşması konusunda Avrupa ve ABDnin psikolojik bir bariyeri olduğunu söyleyebilirim. Bu bariyer zorlandığı zaman ikinci fay hattı da kırılabilir ve Türkiye ciddi bir tepkiyle karşılaşabilir. Defne Sarısoy: Peki AB sürecinde Türkiye, Rusya ile yakınlaşmasını bir koz olarak kullanabilir mi? Müzakere sürecinde istenmeyen gelişmeler olduğu takdirde, Türkiyenin Avrupa Birliğinde O halde Rusyaya biraz daha yönelirimdemesi nasıl bir tepki bulur? Bülent Aras: İlginç bir ikilem; Türk-Rus ilişkilerin bugün geldiği olumlu nokta, Türkiyenin AB ile yürüttüğü üyelik müzakerelerinin bir sonucu aslında. Bu bağlamda üç yanlış algılama söz konusu. Birincisi; AB, Türkiyeyi kurtarır şeklinde dile gelen Türkiyedeki liberal algılama. İkincisi; Avrupa bizi böler diyen milliyetçi algılama. |
||||||||
Ekonomik işbirliği için Karadeniz, kritik bir havza. Bazı kentlere destek verilmesiyle, iki ülke arasında küçük ekonomik merkezlerin oluşması sağlanabilir.
|
Üçüncüsü de; Avrasya coğrafyasının Avrupa Birliğine bir alternatif olduğu yanılsaması. Bu vizyonların üçü de hatalı ve yarım. Sonuçta Türkiyenin Avrupa Birliği süreci, diğer politikalarıyla bütünleşiyor. Türkiyenin Avrupalı bir ülke olarak ortaya çıkması, sadece AB için değil kendi için bir kazanım ise, AB dışındaki ülkelerle yürüttüğü dış politikası da yine kendisi için olacak. Meyvelerini de yine Türkiye toplayacak. Kısaca, Rusyaya yakınlaşma ABye karşı bir koz olarak tasarlanmamalı. Hiçbir coğrafya tek başına Türkiyenin özel hedefi değil. Glastnost sonrası dillendirilen Kızıl Elma düşünceleri artık demode ve gerçekdışı kaldı. Türkiyenin önceliği milli gelirini 15-20 bin dolar düzeyine çıkarmak, AB üyesi olmak ve Avrasyada ilişkilerini dengede yürütmek. Coğrafyaların ideolojik algılanması artık geride kaldı. Ekonomik olarak gelişmemiş, siyasal reformların gerçekleştirememiş bir Türkiye zaten Avrasyayı doğru algılayamaz. Defne Sarısoy: Peki Başbakanın Rusyaya yaptığı geziyi nasıl değerlendirmek gerek? Enerji alanında atılan önemli imzalar neler getirecek iki ülke ilişkilerine? Bülent Aras: Başbakanın ziyareti 17 Aralık sonrasında son derece kritik. Rusya ziyareti her yönden çok-hedeflilik arzediyor. |
||||||||
![]() Öte yandan, Rusya ile ticari ilişkilerimiz düzene giriyor ve bu tip ziyaretler ticari işbirliği için tetikleyici rol oynuyor. Eminim bunun olumlu sonuçlarını da bir iki yıl içinde alacağız. Defne Sarısoy: Rusyanın özellikle bavul ticaretinde ve turizm sektöründe Türkiye ekonomisine büyük bir katkısı var. Ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi için neler yapılması gerek ve neler hedefleniyor önümüzdeki dönemde? Bülent Aras: Ticari ilişkiler çerçevesinde söylüyorum, Rusyada demokrasinin gelişmemesi Türkiye için ciddi bir problem teşkil ediyor. Rusyanın dış ticaretinin temel kalemleri petrol ve dogalgaz ihracatı olduğu için, Rusyada orta sınıf veya bir burjuvazi henüz gelişemedi. Rusyanın en zengin kurumları ve en zengin kesimleri bu enerji ihracatçısı kişiler. Eski rejimle de bir şekilde bağı bulunan bu sınıf ülkedeki politikayı da kendi ticari çıkarları doğrultusunda belirliyor. Rusyada enerji dışında uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek bir endüstri veya servis sektörü gelişmiş değil. Bu durumda Türkiyenin ticari ilişkileri otomatik olarak, enerji satın alımı ekseninde gerçekleşiyor. Bu bağlamda Rusyadan enerji alıyoruz, karşılığında inşaat, turizm, gıda ve tekstil sektörlerinde yatırım yapıyoruz. Moskovada bir Türk ticaret merkezinin açılması önemli bir adım. Samsun-Ceyhan boru hattı, enerji merkezli ve siyasi açılımları da barındıran ciddi bir proje. Karadenizdeki bazı kentlere destek verilmesiyle, iki ülke arasında küçük Dubailerin ortaya çıkması gözlemlenebilir. Bavul ticaretinin ise daha sistematik ve yasal bir çerçeve içinde gelişimini sürdürmesi tercih sebebi. İki ülke arasında fuarların artırılması düşünülmeli. Rusyada enerji sektörü dışında da bir girişimci sınıfının oluşması Türkiyeye yarayacaktır; iki ülke arasındaki ticaretin Rus sosyo-ekonomisine bu yönde bir katkısı olabilir. Tahminim enerji ihracatından zengin olmuş zümrenin bu sermayeyi diğer alanlara akıtacağı. Rus yatırımcıların Türkiyedeki özelleştirme projelerine ilgisi var. Devlet destekli dev projeler oluşan yeni olumlu ortamda gündeme gelebilir. Kısa vadede hedefimiz 25 milyar dolarlık hacmi tutturmak olmalı. | |||||||||
![]() |
|
![]() |
|||||||||||||||
![]() ![]() ![]() |
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||
![]() |