|
Şair, haberleri izlerken televizyon karşısında deliye döner bir gün... O, kendisine çok yakışan öfkesi, kalemi eline tutuşturur ve bir şiir bas bas bağırır: Yaşasın Cumhuriyet! Kulaklarımızı şiire şimdilik tıkayıp, 1967 yılına gidelim birlikte... O yıl, Sivasspor ile Kayserispor arasında oynanan maçta, Kayseri Şehir Stadyumunda çıkan olaylar sonucunda, 40 kişi ölür, 60ı ağır olmak üzere 600 kişi yaralanır... Bu üzücü olaydan sonra yazılan bir yazının kapısını çalalım; içeri girip okuyabilmek için... Ama anlaşılan bizi konuk etmek istemeyen bir yazıyla karşı karşıyayız; çünkü yazının adına baktık yalnızca ve daha girmeden kovulduk mu ne: Goool!.. Ve Defooool!.. Yine de her yazının yüreği bir anneninki kadar yufkadır; nasıl ki annelerimiz bize her kızdığında, nasıl olsa affedileceğimizi biliyor ve rahatça yapıyorduk her istediğimizi, şimdi gelin hep birlikte girelim yazının kapısından içeri... Orhan, Şerefe geçirdi; Şeref, Ulviye... Hay sağlıcakla geçiremez olaydın!.. Ulvi hızlandı... Gözünü seveyim, ağırdan al biraz!.. Sanki biz öyle demedik, hâlâ koşturuyor herif!.. Şimdi de tuttu, müsait pozisyondaki Kâmile verdi... O, ocağı sönmiyesice de aldı, Faruka aşırdı. Sırıtkan Faruk, gine de içli çocuk, Günah benden gitsin! dedi, üstünden atladı... Aksiliğe bak sen, top gelip Orhanın ayağına çarpmaz mı!.. Allah kahretsin!.. Gooool!.. Millet fırladı yerinden... Taşlar uçuşuyor havada... Şişeler, bıçaklar parladı... Bir kurşun geçti kulağımın dibinden... Bunun böyle olacağı belliydi zaten... Ahmet, Ahmede; Mehmet, Mehmede; mübalâğa cenk olundu... 40 ölü, 600 yaralı, 60ı ağır... Bu ölü-yaralı bilançosu tüylerimizi diken diken etmiyor, değil mi? Korkmuyoruz, tiksinmiyoruz, nefret etmiyoruz... Çünkü kanıksadık artık bütün bunları. Zaten, sosyolojik açıdan baktığımızda, asıl korkunç olan; çirkinliklerin, sık sık yinelenmesi sonucu sıradanlaşması, anlamını yitirmesi ve artık çirkin olarak görülmemesi... Bir dönem, trafik kazalarına karşı büyük bir duyarlılık vardı bizde; haber bültenleri yurdun dört bir yanından kaza haberleri verir, kafa sallayıp cık cıklayarak izlerdik. Trafik yasası çıktı mı, çıkmadı mı, merak eder; yasa yeterli mi, değil mi, tartışırdık. Şimdi artık o hale geldi ki, ne haberlere konu oluyor, ne de bu konudaki tepkimizi dile getiriyoruz. Oysa, trafik kazaları bütün şiddetiyle hâlâ sürmekte... Aynı örneği, stad teröründe de düşünebiliriz. O, üç tahta parçasının arasından geçip yırtık ağa takılan, bildiğimiz top değil de, başka bir matah sanki!.. Kardaş, Yunan gâvuru mu girdi kalemize, noluyorsun yahu!.. Enosis mi ilan edildi, Altıncı Filo topa mı tuttu İzmiri, ekmeğini mi aldılar elinden, haksız yere işten mi attılar, kundak mı soktular gecekonduna, mütegallibe mi oturdu toprağının üstüne, karını-kızını koltukevine mi kapattılar?.. Ne diye kan bürüyor gözünü böyle?.. Olup olacağı bir ayaktopu maçı, kazansan da olur, kaybetsen de... Yeter ki insanlık haklarına, yurttaşlık onuruna, millî bağımsızlığına kastetmesinler!.. Spor haberlerini izlerken televizyonda, spiker stadlarda görmek istemediğimiz görüntüler diye başlarsa eğer konuşmasına, hemen anlıyoruz ki, yine kan gövdeyi götürmüş... Deplasman maçlarına giden takımların taraftarlarını taşıyan otobüsler, kentin girişinde durdurulduysa eğer, hemen anlıyoruz ki, yine döner bıçağından maket bıçağına kadar bir yığın kesici alet bulunmuş... Şunu sormalı: Neyin öfkesiyle doluyuz? Gittikçe yoksullaşan bir toplumda, evine ekmek dahi alıp getiremeyen bir erkeğin o ezilmişlik duygusuyla eşini ve çocuklarını dövmesini kabullenmek mi gerekiyor? Aynı adamın, (nerden para bulduysa?) haftasonu maça gidip karşı takıma küfürler savurmasını, stres atmak için diye açıklayıp, ses çıkarmamak mı gerekiyor? O halde, lütfen spordaki terörü tartışırken, konuyu taraftarın asıl bağırması gerekenlere bağıramadığı için tribünde küfürler savurduğuna bağlamayalım artık. Azalan, cebimizdeki para mı, yoksa insanî erdemlerimiz mi? Para ve bıçaklardan söz açılınca bakın aklıma ne geldi: Bu paralara bakınca kendi kendime gülümsedim, Ah gözü körolası! dedim yüksek sesle, Şimdi neye yararsın? Benim için hiçbir değerin kalmadı, yere eğilip almaya bile değmezsin; şu bıçaklardan biri senin tomarından daha değerlidir. Hiçbir işime yaramazsın, olduğun yerde kal, kurtarılmaya değmez bir yaratık gibi denizin dibini boyla! Paranın insanın karakterinde ve davranışlarında ne kadar önemli(!) bir yeri olduğunu anlatan bu satırların yazarı, yalnızlık adasında avladığı hayvanları pişirip yemek için bıçağa gereksinim duyan Robinson Crusoedur!.. İnsanca ve uygarca davranmak zorunluluğu, varsıllıkta da, yoksullukta da, geçerli ise; ama yine de stada döner bıçaklarıyla gelenlerin sayısı ciddi anlamda yüksek ise, suç kimde? Asıl suç, üç buçuk para babası, kapanık Anadolu illerinde top atmasın, top oynatıp vurgun vursun diye, senin memleketine, Sivasına, Kayserine bağlılığını sömürenlerde... Futbol dahil bütün spor dallarında, bizim toplumumuza özgü iyi niyetin ve kardeşlik duygusunun, sömürülmeye-kullanılmaya açık bir temelsizlik sorunu yaşadığını düşünürüm hep. Kendisini mantık temeline oturtamamış her duygusallık, sporda da, aşkta da, yaşamın her alanında da, çökmeye mahkûm... Yani, çöken sadece, çıkan arbede sonucu tribünler değil, aynı zamanda körü körüne bağladığımız sportif duygusallığımız... Yöneticilerimiz, bu milletin başına göz göre göre ve geliyorumla belâ geldikçe, Gerekli tedbirler artık alınacaktır! diye yaramıza tuz basan yöneticilerimiz, başsağlığı demeçleri yolluyorlar sana... Sözüm meclisimizden dışarı, hani elektrik sandalyesinin eşiğinde Son sözün ne? diye sormuşlar Amerikalıya, Amerikalı da Bu bana çok iyi bir ders olacak! demiş... Bari bizimkiler de, baş yerine kafa sağlığı demeçleri yollasalar da... Sen de, hafta-sekiz gün-dokuz, yoz alanlarda Goool! diye birini vuracak yerde, gelecek seçimlerde kendilerine dört dörtlük bir Defooool! çeksen... Bu Defoool!un bize söylenmediğini anlamış olmak içimizi rahatlatsa da, aman rahatsız etmeyin bu satırların yazarını; o, bütün dikkatini toplamış, televizyonda gördüğü manzara karşısında buz kesilmiş, sizin tarafınızdan çözülmeyi bekliyor çünkü!.. Kayseri Valisinin söylediği türküye geçmeden önce, Gölköy Muhtarının sünnet şöleninde şenlenelim mi biraz? Televizyon karşısındaki şairin, elindeki not defterine yazdıklarına gizlice bir göz atalım: gölköy adında bir yer varmış geliboluda / televizyonda gösterdiler geçen gün. / gelenek edinmiş köy halkı, / ben kendimi bildim bileli bu böyledir / diyor muhtar: / 29 Ekimde toptan sünnet ederlermiş çocuklarını... // derken ekranda entarili bir çocuk belirdi / kirvesi tutmuş kolundan / yatırdılar bir kamp yatağına, / ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi / elinde bıçağıyla, / çocuk kaldırdı başını, bağırdı: / yaşasın cumhuriyet diye / bunun üzerine de ekran karardı Ekran karardı; ama şiir bitmedi... Buraya kadar anlatılanlarda şiire konu olacak ne var? diyebilirsiniz. Sanatçı olmak böyle bir hüner istiyor işte; hiç kimsenin göremediğini görmek... Bakalım, Goool!.. Ve Defooool!un yazarının Yaşasın Cumhuriyet şiirinde biz neyi görememişiz? korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumuzun / sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de / düştüğü bir tarihsel yanılgı / çünkü sünnet değil, farzdır cumhuriyet Gülümsediğinizi görür gibiyim; Kayseri Valisi de gülümsüyor neşeden... Aynı şair, burada da görüyor göreceğini: Duyduk hep Kayserinin valisi, o gün sabahtan koyulmuş yola, Geysi bağlarına varmış kuşluk vakti; kurdurmuş sofrasını, epiy bir parlattıktan sonra başlamış türküye... Geysi bağlarında bir top gülüm var! diye, okumuş yukarlardan... Ne bilsin hazret, umurunda mı? O sırada, Kayseride, aşağıda, Top uğruna, bok yoluna, sana bana ölüm var.... Sıradan bir olayı neden bu kadar önemsediğini anlayamadığım şairi ve valinin söylediği türküyü düşününce, aklıma bir müzik grubu gelir: Yeni Türkü!.. Ki aynı grup, aynı şairin bir şiirini besteleyip söylemişti... Onlarca çocuğun Yaşasın Cumhuriyet! bağırışlarını ve Kayseri Stadyumundaki kavga seslerini geride bırakıp, şu güzelim şiiri okumaya ne dersiniz? Başka türlü bir şey benim istediğim, / Ne ağaca benzer ne de buluta benzer; / Burası gibi değil gideceğim memleket, / Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava; / Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız / Rengi başka, tadı başka. Şiir gibi çocukların Can Babası ve şiirin vücudunun can damarı Can Yücel ustamın önünde saygıyla eğilerek... Sormak isterdim; gittiği memleket acaba burası gibi mi? NOT: Üçüncü çocuğum HAVA ATIŞI, Çınar Yayınlarında doğdu. Doğum sancılarımın geçtiği ve lohusa ağrılarımın azaldığı şu günlerde, siz sevgili okurlarıma artık rahatça teşekkür edebilirim. İlk yazımdan itibaren, attıkları e-postalarla düşüncelerini paylaşan herkese sonsuz teşekkürler... Bu köşede okuduğunuz yazılarımın hepsi, hava atışına çıktı kitapta... Ben de merak ediyorum; bakalım topu kim kapacak? İlk imza günüm; 7 Haziran 2004 Pazartesi günü, 18:00-20:00 arasında, İzmirde... Kemeraltı Kızlarağası Hanındaki Berfin Kitabevinde... Spor edebiyata, edebiyat spora nasıl hava atar? başlıklı söyleşiyle birlikte, İzmirli okurlarla tanışma ve sohbet etme olanağı bulacağım. Görüşebilmek umuduyla... | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||