Konu:
Türkiye'nin Ortadoğu Politikası
Konuklar: Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Bülent Aras, Emekli Büyükelçi - ASAM Başkanı Gündüz Aktan
ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Çağrı Erhan
Işıl Eliçin: Ortadoğu'da
kan durmuyor. Filistin'den hemen her gün yeni katliam haberleri geliyor.
Öyle ki, Flistin'de özellikle son yaşananları, İsrail hükümetinin önemli
isimleri bile Nazi katliamlarına benzettiler. Irak'taki işkence ve aşırı
güç kullanımı haberlerine de hergün yenileri ekleniyor. Dünya devletleri
ise olayları kınamakla yetiniyor, daha ötesine geçmiyor, geçemiyor. Bugün
TBMM Genel Kurulunda Irak ve Ortadoğu'daki gelişmeler görüşülecek. Meclisteki
bu görüşmeleri ve Türkiye'nin Ortadoğu politikasını Yakın Plan'a alıyoruz.
Meclis genel kurulunda bugün yapılacak Irak ve Ortadoğu gündemli genel
görüşme öncesinde bölgede yaşanan gelişmeler dün Bakanlar Kurulu'nda ele
alınmış ve yaşananların kaygı verici bulunduğu belirtilmişti. Hükümet,
İsrail - Filistin sorunu çözülmeden Irak'ta da barışın sağlanamayacağını
düşünüyor. Önce haberemizi izleyelim, ardından Türkiye'nin Ortadoğu politikasını
konuşacağız...
"50'ye yakın
cenaze bIraktılar geride. 100'den fazla evi yıktılar. Hatta bazılarını
içindekilerle birlikte yıktılar. 'Mısır sınırından Filistinlilere silah
sevkiyatı yapılıyor' dediler. Ve yerle bir ettiler Refah mülteci kampını.
Çocuklar, yaşlı kadınlar ağladı yine. Ama gözyaşlarına bakmadılar. Şaron
hiç bakmadı, Bush görmedi bile. Ama İsrailli bir bakan çıktı ve yıkılan
evinin enkazı arasında ilaçlarını arayan yaşlı bir Filistinli'yi televizyonda
izlediğinde kendi büyükannesinin İkinci Dünya Savaşı sırasında çektiği
eziyeti hatırladığını söyledi. Bu bakan İsrail Adalet Bakanı Lapid'di.
Tam bir hafta sürdü bu insanlık dışı operasyon. Şimdi çekildiler. Ama
çekilirken "yine geleceğiz" der gibiydiler. Birleşmiş Milletler
kınadı İsrail'i. Başbakan Tayyip Erdoğan da İsrail'in uyguladığı devlet
terörüne karşı uluslararası camiayı göreve çağırdı. Ve konu dünkü Bakanlar
Kurulu'nun da gündemindeydi. Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek,
Filistinli sivillere yönelik saldırılarda bulunan İsrail'e karşı Türkiye
tarafından herhangi bir yaptırımın gündeme gelip gelmeyeceği sorusuna
ise şu yanıtı verdi: 'Dış politikada genel ifadelerden kaçınmak gerçekçi
olmak lazım. Türkiye üzeirne düşeni yapacaktır. Türkiye'nin şartlarını
imkanlarını rolünü gücünü iyi bilerek olaya bakmak lazım.'
Meclis'te Irak ve Ortadoğu gündemli genel görüşmede hükümet adına Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül konuşacak. Filistin Dostluk Grubu Başkanı Hüseyin
Tanrıverdi'nin de Filistin'deki temaslarını gündem dışı söz alarak anlatması
bekleniyor..."
Işıl Eliçin: Fatih
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent
Aras konuğumuz stüdyomuzda. Sayın Aras, isterseniz şuradan başlayalım;
birkaç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan devlet başkanlarını bu Ortadoğu'da
olan olaylar üzerine özellikle devlet başkanlarını ortak dayanışmaya ve
tavır almaya davet etmişti ve Birleşmiş Milletler içinde sadece kınama
noktasında kalmamalı, kınamanın ötesine geçecek şekilde ilgili tüm devletlerin
bir araya gelmesiyle nasıl bir adım atılacaksa atılmalı demişti. Bunun
ardından Türkiye kendi adına en azından şu anda mecliste bu konuyu görüşüyor.
Türkiye ne yapabilir?
Bülent Aras: Bundan
önce isterseniz bir Filistin sorununun genel doğasına bakarsak, Filistin
sorunu sonuçta Irak'ın işgaliyle birlikte bölgedeki halkların çaresizliğini
veya Arap çaresizliğini ve bunun sonucunda doğan diğer ilgili bütün güvenlik
sorunlarının kökeninde yatıyor. Yani Filistin sorunu yan ızamanda bizim
Ortadoğu'daki uluslararası ilişkilerin oldukça merkezi bir sorunu. Yani
bugün İsrail ve Filistin arasında bir sorun olarak kalamayacağı işte Türk
hükümetinin de tepkileriyle ortaya çıktı. Türkiye bu sorunla ne yapabilir?
Türkiye aslında 2003 Mart tezkeresinden sonra bu sorunda etkili bir aktör
olarak ortaya çıktı. Sokaktaki Arab'ın algılamasıyla, benim Arap çaresizliği
olarak söylediğim, nitelediğim oldu, Filistin sorunu ve Irak sorunundan
besleniyor. Şimdi Türkiye bu iki sorunda da Irak sorununda ABD'yi kuzeyden
cephe açmasına izin vermeyerek Iraklılar'ın yanında olduğunu en azından
bu işgal sürecinin uzamasına sebebiyet verdiği diğer taraftan ise Amerika'nın
bölgesel meşruiyet sorunundan ötürü Filistin sorununu çok fazla ön plana
getirmesini zorladığı için her iki sorunda da Arap psikolojik modunu yakalamış
durumda. Şu anda Türkiye için Ortadoğu'da Türkiye dışındaki diğer aktörlerin,
Araplar'ın ve İsrail'in hali hazırda bulunduğu durum gözönüne alınırsa
Türkiye çok fazla ön plana çıktı ve Türkiye artık çözüm beklenen bir konuma
ulaştı. Bundan sonra Türkiye ne yapabilir? Türkiye burada ilgili bütün
taraf ülkelerle ilişkileri olan ve iyi ilişkileri olan bir ülke. Türkiye'nin,
işte Başbakanımız'ın İsrail'le ilgili yaptığı eleştiriler İsrail basınında
çok geniş yer tuttu. Tabi bunun en önemli sebebi İsrail'in Türkiye'yi
bir dost ülke olarak algılaması ve bu dost ülkenin Başbakan'ından gelen
eleştirilerin samimi olarak diğerlerinden daha fazla orada kabul görmesi.
Türkiye bu eleştirilerine devam etmesi ve İsrail'e hatasını tekrarlaması
gerekir. Bunun dışında Irak ile de ilişkili olarak bölgede esas belirleyici
aktör olan ABD üzerinde Türkiye'nin birtakım politika inisiyatifleri üretmesi
ve tavsiyelerde bulunması gerekmekte. Birleşmiş Milletler'in daha aktif
olması da bu şekilde sağlanabilir. Birleşmiş Milletler'den İsrail'e yönelik
çıkabilecek bir uygulamasının yaptırımının Amerikan vetosuyla karşılaşabileceğin
söyleyebiliriz. Bu yüzden bundan önce daha erken bir tedbir olarak hem
İsrail üzerinde değişimi dönüşümü sağlayabilecek, 21'inci yüzyıl realitelerine
ve Ortadoğu bölgesi realitelerine daha uygun politikalar uygulanmasını
sağlayabilecek bir şekilde İsrail üzerinde Türkiye'nin baskı kurması ve
ABD'yle de bu yönde diplomatik kanalları açması ve ilişkilerin bu anlamda
kurgulanması yönünde birtakım tavsiyelerde bulunması şu anda kısa vadede
en yakın çözümler olarak gözüküyor.
Işıl Eliçin: Yani
bu Başbakan'ın kendisi kınama yetmez kelimesini kullandığı için soruyorum;
bu tür bir eleştirilerde bulunmak, uyarı yapmak yeterli midir? Yoksa daha
somut adımlar atarak, örneğin ticari ilişkileri tabi kesmek anlamında
söylemiyorum ama belki de askıya almak gibi.. Böyle adımlar olabilir mi?
Türkiye bunları yapabilir mi ya da yapmalı mıdır?
Bülent Aras: Şimdi
diplomatik kanalların kurulması sırasında ilk tepki mutlaka genel olacaktır.
O anlamda Başbakan'ın tepkisi doğrudur. Fakat bundansonra Sayın hükümet
sözcüsünün de söylediği gibi bundan sonra daha spesifik çözümlere gidilmesi
gerekir. Bunun bir İsrail'e ekonomik ambargo uygulanmasına kadar öteye
varabileceğini zannetmemekle beraber birtakım ekonomik sonuçlar doğurabilecek
kararlar alınabilir. Yani İsrail ekonomisi de şu anda içinde bulunduğu
kritik durum düşünülürse bir taraftan etrafını duvarla örmeye çalışan
diğer tarafta ise ekonomikolarak kritik bir durumda olan olan bir ülke
İsrail şu anda. Bu tamamen dış yardımla önemli ekonomisine esas kaynaklarının
beslendiği söylenirse bu dış yardımın askıya alınması, İsrail'den alınan
bazı ihalelerin askıya alınması İsrail üzerinde bir uyandırma etkisi yapabilir.
En azından İsrail'in tavrının bölgesel ve uluslararası boyutta diğer ülkeleri
rahatsız ettiği, İsrail'de halk katında hissedilebilir. Yani bu ekonomik
sonuçlar doğuracak kararlar hemen ekonomiye yansıyacak ve halk tarafından
hissedilebilecektir. Bunların hissedilmesi Şaron hükümetini şu anki politikalarından
vazgeçirebilir veya Şaron hükümetinin düşmesi yerine yeni bir hükümetin
gelmesinin işte erken tedbirlerini oluşturabilir.
Işıl Eliçin: Sayın
Aras, isterseniz bu noktada telefon hattımızda Emekli Büyükelçilerimizden
Gündüz Aktan var. Onunla devam edelim, tekrar sizinle de konuşacağız tabi.
Sayın Aktan merhaba..
Gündüz Aktan: Merhaba.
Işıl Eliçin: Bu
bağlamda, konuştuğumuz bağlamda işte son olarak Başbakan'ın oldukça sert
açıklamalarıyla yeniden Türkiye'de İsrail'le olsun ABD'yle olsun ilişkiler
de yeniden tartışılır hale geldi. Türkiye bu noktadan itibaren geldiğimiz
yani olayların geldiği nokta açısından bakarak ne yapabilir efendim?
Gündüz Aktan: Bu
aşamada diplomatik kanalların dışında bir şey yapması doğru olmaz. Tabi
Türkiye tek aktör değil bu konuda, Amerika'nın yanında bir de Avrupa Birliği
var. Eğer ekonomik bakımdan bir şey yapmak gerekiyorsa orayı evvela Avrupa
Birliği'nin yapması gerekir. Avrupa Birliği böyle bir şeye girişmeden
önce Türkiye'nin İsrail'i cezalandıracağı nitelikte bir ekonomik ambargo
uygulaması zaten düşünülemez kaldı ki ekonomik ambargo ülkelerin kendi
inisiyatifleriyle yapabilecekleri bir şey değildir, yetkili değildir ülkeler
böyle bir ambargo uygulamaya. Çünkü ekonomik ambargo için Birleşmiş Milletler
yasasının yedinci bölümü çerçevesinde karar almak gerekir. Bu ise Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi'nin kararı demektir. Bu olmadan yapılacak hiçbir
şey yoktur. Başbakan'ın şu aşamada yapmış olduğu bence yeterlidir.
Işıl Eliçin: Peki
efendim tabi Türkiye özellikle Irak'taki gelişmelere de geçmek istiyorum.
Türkiye Irak'taki olumsuz gelişmelerden doğal olarak komşusu olduğu için
en çok etkilenen ülke aslında. Ve şu anda da bir açmaza girmiş görünüyor
ABD, görünen o, gelen haberler o yönde. Bu noktada Türkiye nasıl devreye
girebilir, yeniden girmesi söz konusu mu?
Gündüz Aktan: Şimdi
ben tabi civarımızda birtakım olumsuz gelişmeler olunca Türkiye'nin devreye
girmesi, bunların düzeltilmesine katkıda bulunması yönündeki duyguları
anlıyorum. Ama birçok durumda malesef dış politikada elden fazla birşey
gelmez. Yani yapacak fazla bir şey yoktur. Şimdi Amerika'nın orada pek
başarılı olmadığını görüyoruz. Bu yeni çıkmış bir husus da değil. Aşağı
yukarı işte 1 yılı geçmiş bir süredir, Amerika'nın bölgedeki, Irak'taki
faaliyetleri istenilen amaca ulaşmadı. Neydi bu? Evvela Irak ordusunu
3 hafta içerisinde tamamen bertaraf ettikten sonra Irak'ın içerisinde
istikrarı yerleştirmekti. Bu sanıldığından çok daha zor çıktı. Bu aşamada
bunun artık 30 Haziran, yani egemenliğin devri tarihine kadar başarması
imkansız görünüyor. Ama öte yandan Felluce'de bir gelişme oldu. Felluce'deki
gelişme tabi bu biraz tuhaf bir gelişme. Oradaki Arap, Sünni Arap direnişçiler
Baasçı fakat...bir generalin yönetimindeki bir Irak birliğine teslim edildi.
Oranın güvenliğini o sağladı. Dikkat ediyorsanız son derece vahim olaylar
cereyan ettikten sonra Felluce'de şimdi bir sükunet hüküm sürüyor. Herkesin
sorusu şu; acaba Irak'ın geriye kalanını Felluceleştirebilir miyiz, bunu
yapmak mümkün müdür? Şimdi bunu yapmak mümkün mü değil mi bunu bilebilmek
için malesef şu sırada El Sadr'ın birlikleriyle Amerikan birlikleri arasında
giderek güneye doğru yayılmakta olan çatışmanın sonucunu beklemek lazım.
İşte o noktada belki dikkat etmişsinizdir bugün Blair ve İngiliz Savunma
Bakanı da birtakım beyanatlarda bulundular. İngiltere Amerika'nın bu direnişi
bastırmadaki sertliğini artık dolaylı değil de doğrudan olarak eleştiriyor.
Demek ki şimdi bu El Sadr'la Amerikan birliklerinin çatışmasında ulaşılacak
sonuç belki de bizim tahminimizden daha kolay bir şekilde Irak'ın Felluce
türü bir sükunete kavuşmasına yardımcı olabilir. Daha önceden tabi şu
aşamada tahminde bulunmak çok güç.
Işıl Eliçin: Sayın
Aktan lütfen hattımızda kalın efendim, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çağrı Erhan da hattımızda. Sayın Erhan,
size de aşağı yukarı aynı soruyu yöneltmek istiyorum. Son günlerdeki Başbakan
başta olmak üzere hükümetten çıkışlar oldu Ortadoğu'daki gelişmelerle
ilgili ve bugün mecliste de konu tartışılıyor. Türkiye bu gelinen noktada
neler yapabilir sizce efendim?
Çağrı Erhan: Evet,
Türkiye'nin aslında önünde yapabileceği şeyler çok kısıtlı Sayın Gündüz
Aktan'ın az önce söylediklerini de ben dinledim. Sayın Başbakan'ın çıkışlarını
ben uluslararası alana, uluslararası camiaya çağrılardan öte biraz da
iç politikaya biraz da kendi tabanına sesleniş şeklinde yorumluyorum.
Çünkü Türkiye'nin İsrail'e karşı bir ekonomik ambargoyu başlatabilmesi
veyahut Türkiye'nin daha evvel yapmış olduğu birtakım anlaşmaları gözden
geçirebilmesi bugünkü uluslararası konjonktürde çok mümkün gözükmüyor.
Ama Türkiye'nin insani alanda yapabilecekleri var ve bunları yapmak konusunda
da aslında çok gecikmemeli. Mesela neler olabilir? Kızılay yardımları
gönderilebilir bölgeye, daha evvelki dönemlerde olmuştu. 2002 tarihinde
Cenin operasyonu gerçekleştiğinde Kızılay üzerinden Türkiye yardım göndermeyi
denemişti. Ve bunda da başarılı olmuştu. Aynı şekilde Türkiye bir yardım
fonu oluşturup bunu Filistin yönetimine iletebilir, Filistin yönetiminin
Refah mülteci kampında Gazze'de ve geri kalan bölgelerdeki zararları kapatmak
için bu fonu kullanmasını sağlayabilir. Ve bunun ötesinde, insani boyutun
ötesinde çok da fazla ne Birleşmiş Milletler'de ne İslam Konferansı Örgütü'nde
ne de başka bir örgütte Türk'ün öncülüğünde bir İsrail'e karşı yaptırım
kampanyasının başlatılabileceğini açıkçası bu noktada çok zannetmiyorum.
O zaman sözlerimin başına geri döneyim; Türkiye'de birtakım devlet adamları
özellikle hükümet içerisinde birtakım isimler niye böyle çıkışlar yapıyorlar..
Türk kamuoyunda haklı olarak oluşan hassasiyeti biraz da gidermek, biz
bu olup bitenlere sessiz kalmıyoruz mesajını vermek için yapıyorlar.
Işıl Eliçin: Sayın
Erhan çok teşekkürler görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için. Evet,
Sayın Aras sizinle şöyle devam edelim isterseniz; hep tabi işin diyelim
ki İsrail bir davranışta bulunuyor Türkiye nasıl tepki verebilir açısından
baktık ama bunun herhalde bir de pozitif etkiyi yaratarak değiştirme yönü
olabilir bu ilişkilerde uluslararası ilişkilerde. Bu anlamda belki hani
ambargo koyamaz ya da bu seçeneği kullanmak erken ya da... Peki ne yapabilir
Türkiye?
Bülent Aras: Fakat
şu anda en azından peşpeşe birkaç ihalenin, tabi sadece Türkiye değil
yani özellikle Avrupa Birliği ve dünya kamuoyunun tesiriyle peşpeşe birkaç
ihalenin bile ertelenmesi İsrail içerisinde bu güvenlik öncelikli düşünen
halk üzerinde ciddi tesir yapacağını ben düşünüyorum. Sayın Başbakan'ın
görüşlerinin de İsrail basınında bu kadar geniş yer tutması ve tartışılması
bunun aslında erken bir sinyali. Aslında Türkiye'nin İsrail'e yapabileceği
en önemli yardım aslında Türkiye'nin deneyimini İsrail'e aktarması. Yani
şimdi bakıldığı zaman İsrail bir Hamas'la mücadele tarzı, işte vücudunun
3'te 2'sini kullanamayan 80 yaşına yaklaşmış ve tekerlekli sandalyede
bir insanın helikopterden füzeyle öldürülmesi ve bu öldürme kararının
işte bakanlar kurulu kararıyla alınması.. Yani bunlar Ortadoğu'da bir
terör örgütüyle mücadele için uygun yöntemler değil. Yani Türkiye'nin
PKK terörüyle mücadelesi, işte PKK'nın başındakini yargılaması, hapse
koyması ve şu anda ilişkilerin gelişim seyri aslında Ortadoğu'da bir terör
örgütüyle nasıl mücadele edilebileceğinin örneklerini veriyor. Veya Türkiye'nin
meşhur Türk Hizbullahıyla mücadelesi ve bu mücadeleyle Hizbullah'a esas
ölümcül darbeyi vurup şu anda Hizbullah gibi bir örgütün ortadan kalmamasını
sağlaması, bunlar İsrail için çok ciddi örnekler teşkil ediyor. İsrail'in
alabileceği bir diğer örnek de Türkiye'nin 2000'li yıllar boyunca demokrasiyi
ve güvenliği beraber geliştirebilmesi. Yani bugün İsrail hem daha güvenli
bir yer olmamakla beraber gittikçe de Ortadoğululaşıyor. Yani Ortadoğu
sisteminin, Ortadoğu'nun anti-demokratik yapısının bir parçası oluyor
gün geçtikçe. Ve bu aslında İsrail'in Amerika ve Avrupalı alt yapısının
yani bizim dünya algılaması ve demokratik İsrail devleti imajının da dönüşmesine
sıkıntıya girmesine sebebiyet veriyor. Yani belki Türkiye'nin İsrail üzerine
pozitif etkileri bunlar olabilir. Yani Türkiye'nin deneyiminden istifade
etmesini sağlamak olur. Aslında bunun erken uyarıları da var, İsrail güvenlik
uzmanları özellikle Türkiye'nin Hizbullah'la mücadelesini, PKK'yla mücadelesini
gözlem altına almış, düşünüyorlar. Fakat İsrail'deki halihazırdaki yönetim
güvenliğe o kadar fazla endekslenmiş ve güvenliği bir paranoya haline
dönüştürmüş durumda ki İsrali'de bir ulusal güvenlik devletin devamı için
her şeyi yapmaktadır. Yani İsrail'deki güvenlik devleti sanki bir etrafımıza
bir duvar örüp dünyadan bağımsız biz kendi adamızda mutlu yaşayabiliriz
düşüncesi içinde. Artık 21'inci yüzyıl dünyasında bunun mümkün olmadığının
farkındayız. Ve İsrail şu anda bütün bölge için istikrarsızlık ve güvensizlik
üreten bir ülke. Yani bugün bu bölgenin karşılaşabileceği belki bundan
sonraki en önemli tehdit bu bölge ülkelerinden birinde veya belki de İsrail'de
bir kitle imha silahının kullanılması tehlikesi. Yani benim Arap çaresizliği
dediğim bölgedeki marjinalleşme bu tür olabilecek ve artık eskiye nazaran
bu silahlara ulaşımın da daha kolay olduğu düşünülürse yani bu bölgedeki
herhangi bir ülkede veya İsrail'de bir kitle imha silahının kullanılması
bölge için, bölge ülkeleri için çok ciddi bir kötü durum.
Işıl Eliçin: Teşekkür
ediyorum. Sayın Aktan'a dönmek istiyorum şimdi. Sayın Aktan, az önce Felluce
örneğini vererek belki burada sağlanan başarının bir şekilde bütün Irak'a
yayılmasının mümkün olabileceğini ve bu anlamda Irak'ta istikrar sağlanabileceğini
söylediniz. Fakat bazı yorumculara göre Filistin - İsrail sorunu çözülmeden
Ortadoğu genelinde hiçbir şekilde yani kalıcı bir barışı, istikrar ortamı
sağlanması mümkün değil deniyor. Siz katılıyor musunuz? Ve öyleyse nasıl
çözülmeli? Hangi adımlar atılmalı bir an önce ki bu sorun çözülsün?
Gündüz Aktan: Evet,
ben de buna katılıyorum. Özellikle büyük Ortadoğu projesinin uygulanabilmesi
için öncelikle çözülmesi gereken sorun İsrail - Filistin sorunudur, bunu
hepimiz biliyoruz. Ancak şimdi tabi buna bir yeni sorun daha eklendi;
Irak'ın durumu. Eğer Irak'ın durumunda herhangi bir gelişme olmazsa, yani
bu sorun herhangi bir şekilde olumlu biçimde çözümlenmezse Amerika'nın
ve onun ardında belki çok önemli sayıda batı Avrupa ülkesinin gerçekleştirmek
istediği büyük Ortadoğu projesi gerçekleşemez. Dolayısıyla sadece sorunu
Filistin - İsrail ilişkisine bağlamamak lazım. O zaman Irak'ta ne yapılması
gerekiyor? İşte Irak'ta 30 Haziran tarihine kadar egemenlik devri olacak.
Bu devir tam bir egemenlik devri değil. Bunun nasıl olacağını kesin olarak
bilmiyoruz. Şimdi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin temsilcisi bunun
modalitelerini tespit için Irak'ta çalışıyor fakat aynı zamanda Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi'nde de İngiltere'nin sunmuş olduğu bir karar
tasarısı var, bunun müzakeresi başladı. Şimdi bu karar tasarısı da son
derce önemli. Ben biraz önce Felluce örneğini verirken Felluce'de beklenmedik
bir sükunet tesis edildi. Ama bu sükuneti tesis edebilmek için müttefik
kuvvetlerin, özellikle Amerikan kuvvetlerin oradan çekilmesi gerekti.Yani
Amerikan kuvvetleri çekilip Iraklılar'a ve özellikle de hani o bölgenin
insanlarına yani Sünni bölgesini Sünni generale bıraktığınız zaman görülüyor
ki burada sükunet tesis edilebiliyor. Ama çözüm bundan ibaret değil, çözüm
anayasa çözümü. Yani oradaki 3 dini ve etnik grubun nasıl bir anayasa
üzerinde anlaşacakları ki o 2005'te Ocak'ta yapılacak seçimlerden sonra
oluşturulacak olan yeni parlamentonun sorunu olacaktır. O başarılı olursa
amacına ulaşırsa o zaman belki büyük Ortadoğu projesinin ileride başarılı
olabileceğinden söz edebiliriz.
Işıl Eliçin: Sayın
Aktan size bir sorum daha olacak. O da son dönemde mesela Kıbrıs konusunda
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin bizzat nasıl bir yoğun çaba gösterdiğini
gördük, izledik ve aynı çabayı ama bir İsrail-Filistin sorunu konusunda
sanki izlemiyor gibi ya da öyle görünüyor. Bunun nedenleri konusunda bizi
bilgilendirir misiniz?
Gündüz Aktan: Şimdi
oradaki sorun şu; orada iki yönlü sorun var. Bir; Birleşmiş Milletler
sistemi İsrail-Filistin sorununa ilişkin çok sayıda karar çıkarmıştır
ve Oslo süreci de mesela bu kararların üzerine oturmuştur. Ama hiçbir
zaman Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kıbrıs sorununda olduğu gibi
diyelim ki bir iyi niyet misyonu çerçevesinde bu sorunun çözümünde rol
oynamamıştır. Çünkü bu sorun Kıbrıs sorunuyla mukayese edilmeyecek kadar
önemli, zor, çetin, karmaşık bir sorundur. Bunu ancak Amerika gibi İsrail'in
arkasında yer alan fakat Araplarla ilişkisinde de şu geçen tarihlere kadar
yani Şaron'un Washington'a ziyaretine kadar eh oldukça adil davranabilen
veyahut adil davranmaya çalışan bir süper güç bu sorunun çözümünü sağlayabilir.
Bu birinci yönü. İkinci yönü: Kıbrıs'a ilişkin olarak Kofi Annan'ın almış
olduğu tutum Birleşmiş Milletler sisteminin ihtilaf çözümünde bugüne kadar
almış olduğu tutumdan çok farklıdır. Bu tutumda Kofi Annan veya onun temsilcisi
De Soto bütün hukuk ilkelerinin ötesinde son derece müdahaleci, gerektiğinde
baskıcı, kendi elindeki belgeyi karşı tarafa dayatarak kabul eden bir
tutum benimsemiş. Şimdi aynı tutumu dönüp İsrail'e yapmaya kalkarsanız
İsrail için bir hayat memat, yani beka konusu olan bu konuda İsrail katiyen
işbirliğine girmez. Belki sizin sorunuzun cevabını Filistinliler çok daha
olumlu olarak vereceklerdir ama İsrail bunu asla vermeyecektir. Onun için
böyle bir çözüm mümkün değildir İsrail'le yani Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri'nin İsrail'de rol oynamasıyla.
Işıl Eliçin: Sayın
Aktan çok teşekkürler programımıza katıldığınız, görüşlerinizi paylaştığınız
için.
Gündüz Aktan: Rica
ederim..
Işıl Eliçin: Sayın
Bülent Aras, isterseniz son kez aynı çerçevede aynı soruyu size de yönlendireyim.
Birleşmiş Milletler'in çatışmaların çözümündeki rolü hep önemli deniyor.
Ama farklı farklı roller üstlendiğini görüyoruz. Ne düşünüyorsunuz?
Bülent Aras: Evet,
aslında Birleşmiş Milletler'in Filistin sorununa yeterli ilgiyi göstermediğini
söylemek Birleşmiş Milletler açısından da haksızlık olacaktır. Çünkü Birleşmiş
Milletler'in bünyesinde Filistin sorunuyla ilgilenen özel bir daire mevcut.
Ve Birleşmiş Milletler'in belki de en fazla bilgi belge ürettiği konu
Filistin sorunu. Fakat burada çıkmaz Birleşmiş Milletler Genel Meclisinde
Güvenlik Konseyi'nin tersine genel kurulda çok ciddi destek bulan Filistin
sorununun Güvenlik Konseyi'nde sürekli Amerikan vetosuyla karşılaşması.
Birleşmiş Milletler'den İsrail'e yönelik yaptırımı olan ciddi kararların
çıkamaması. Fakat Birleşmiş Milletler'in Filistin sorununa genel faydası
şu; eğer 1970'lerde terörist olarak algılanan Filistin Kurtuluş Örgütü'nden
bugün eğer Filistin'de büyükelçilik düzeyinde pek çok ülkenin tanıdığı
bir devletçik veya bir devlet yapısı ortaya çıkmışsa bu çok büyük oranda
Birleşmiş Milletler'in ürünüdür, eseridir. Çünkü Filistin sorununa yönelik
dünya kamuoyunda ciddi bir uyandırma, ciddi bir destek sağlaması Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu'nda gerçekleşmiştir. Fakat Birleşmiş Milletler'in
rolü sadece Filistin'de değil yani aslında dünya politikalarını belirlemedir,
şu anda Birleşmiş Milletler devre dışı kalmış bir kurum. Yani Irak savaşı
dolayımıyla tartışırsak yani Irak savaşını engelleyememiş ve pek çok diğer
uluslararası müdahalede de Birleşmiş Milletler devre dışı kalmıştır. Burada
tabi esas belirleyici unsur Amerika'nın tek taraflılığı. Yani şu an ki
mevcut uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler hukukunu tanımayan Amerikan
tek taraflılığı. Yani burada sadece Birleşmiş Milletler değil örneğin
NATO'nun da aynı sıkıntıyı çektiğini, işte NATO'nun bu ayın sonunda yapılacak,
yani önümüzdeki ay yapılacak zirveyle rolünü yeniden tanımlama ihtiyacı
duyduğunu görmekteyiz. Belki aynı şey Birleşmiş Milletler için de geçerli
olacak. Yani rolünü yeniden tanımlama yoluna girebilecek ki bu tür uluslararası
sorunlarda çözüm üretebilsin. Fransa'da bu Güvenlik Konseyi yapılanması
ve İsrail... ilişkilerinin mevcut sorunlu durumuyla Birleşmiş Milletler'den
ciddi bir şey çıkacağını beklemek ümitsizlik olur. Bunun yerine daha reel
politik yollarla öncelikle Amerika'nın bu konuda bir değişime gitmesiyle
belki İsrail'in kendi içerisinde bu güvenlik demokrasi geriliminden kurtularak
daha demokrat, 21'inci yüzyıl realitelerine daha uygun, globalleşmenin
rüzgarlarının ülkesinin içine girmesine müsaade edebilecek yeni bir sorumlu
bir İsrail yapısıyla bu sorunun rahat çözülebileceğini söylemek daha kolay.
Işıl Eliçin: Sayın
Bülent Aras programımıza katıldığınız için çok teşekkürler.
|