Home page
Haber Menüsü


‘Kıbrıs, Türkiye’nin kırılma noktası’
Referandum sürecine giren Kıbrıs’ta, artık tüm beklentiler 24 Nisan tarihine kilitlendi. Bürgenstock’ta tarafların üzerinde uzlaşma sağlayamadığı son plan üzerindeki değerlendirmeler sürerken, Kıbrıs’ın geleceğini okuyabilmek giderek zorlaşıyor.
NTV-MSNBC
    6 Nisan 2004 —  Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal ile, Annan Planı’nın detaylarını, referanduma ilişkin tahminleri ve olası Birleşik Kıbrıs’ı bekleyen sorunları konuştuk.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Defne Sarısoy: Kıbrıs’ta tarafların üzerinde uzlaşmadıkları bir metin halkın onayına sunulacak. Öncelikle bu noktadan başlarsak, kalıcı bir çözümden bahsetmek için bir uzlaşma zemini olması gerekmez mi? Sizce bu şartlarda kalıcı bir çözüm sağlanabilir mi?
       Ferit Hakan Baykal: Bir anlaşmanın kalıcı olabilmesi için önce, tarafların serbest iradeleriyle uzlaşması lazım gelir.


       Böyle bir durum Kıbrıs müzakereleri için söz konusu değil. Objektif konuşmak gerekirse, benim izlenimim ortada bir tiyatro oynandığı yönünde. Annan bir sene öncesinde de bu planın kabul edilmesini istemişti. Hatta “Önce imzalayın, sonra referanduma sunun“ demişti. Şimdi ne değişti? Hiçbir şey. Oyun oynandı, birileri planı incelemiş gibi yaptı. 9 bin sayfalık bir metnin bir günde incelenip de fikir beyan edilmesi mümkün mü?
       İşin sonuncu gününde, tekrar ediyorum özellikle son gün 9 bin sayfa tutan bir metin verildi. Evet metnin esası 200-250 sayfa olabilir. Ama metin ekleriyle birlikte ele alınmalı, her bir ek metnin içinde bir kanun var. Bu 9 bin sayfanın içinde Kıbrıs’ın Avrupa Birliği ile bütünleşmesi çerçevesinde uyumluluk esasını tanımlayan hükümler de var. Avrupa Birliği mevzuatı dediğimiz, toplamda 120 bin sayfa tutan metin. Anlaşma çözüm getirmek için yapılır. Burada ise ‘çözümsüzlük’ yaratacak bir durum ortaya konuyor. Kanatimce; halen Kıbrıs’ta çözüm var diyebiliriz. Çözülmesi gereken bir mesele yok. Ben bu noktada Türkiye’nin bakış açısını yanlış buluyorum. Biz kendi elimizle kendi durumumuzu bozuyoruz.
       
TÜRKİYE ADA’DA İŞGALCİ DEĞİLDİR
       Uluslararası hukuk açısından bakarsanız, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi hukuka uygundur, garanti anlaşmasının 4’üncü maddesine ve yine Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garanti anlaşmasının 1’inci maddesini ihlal etmesi sebebiyle yapılan bir müdahale söz konusudur. Kıbrıs’ta toplumları ayıran, o hattı çeken Türkiye Cumhuriyeti Devleti değildir. Zamanında çekilen Yeşil Hat dediğimiz hat, 1964’te Birleşmiş Milletler’in müdahalesiyle oluşturulmuştur. Barış Gücü yerleştirilmiştir.
“Türkiye’ye takılan “işgalci” sıfatı uluslararası hukuk açısından doğru değildir. Zaten Birleşmiş Milletler de bu “işgalci” sıfatını kullanmıyor. Türkiye’ye “işgalci” diyen, Loiziudu kararıyla AİHM’dir ve bu siyasi bir karardır.”

        Ada’da bir KKTC devleti kurulmuştur ve bu devletin kuruluşu da hukuka uygundur. KKTC’nin kurulması Türk halkının self-determinasyon (kendi kaderini belirleme) hakkını kullanmasıdır. Birleşmiş Milletler anlaşması çerçevesinde, eğer devlet halkın bir kısmını dışlıyor, dine veya dile dayalı, ırka dayalı bir ayrımcılık güdüyorsa, o zaman zülme uğrayan halkların self-determinasyon hakkı vardır. Bu esasen koloniler için baştan kabul edilmiş, ama sonra her türlü halka yansıtılmıştır.
       Kıbrıs’ta Rum tarafı Türk halkını dışladı, çünkü 1963’te anayasanın değiştirilmesi istendiğinde, bu değişiklik garanti anlaşmasına aykırı bulundu, anayasanın değiştirilmesi isteğinin kabul edilmemesi üzerine Türkler yönetimden dışlandı. Meşru olmayan bir hükümetle Türkleri dışarıda bırakınca, Türk halkı da self-determinasyon hakkını kullanma yoluna gitti. Ama Türk halkı bu gücünü kullanamadı ve 1974’lere kadar gelindi. Ve Türkiye’nin müdahalesi garanti anlaşmasına göre hukuki idi. Ne İngiltere, ne Yunanistan Kıbrıs halkına sahip çıktı. Türkiye’ye takılan “işgalci” sıfatı uluslararası hukuk açısından doğru değildir. Zaten Birleşmiş Milletler de bu “işgalci” sıfatını kullanmıyor.
       İşgalci diyen kimdir? Bu önemli bir nokta; Türkiye’ye “işgalci” diyen Loiziudu kararıyla AİHM’dir ve bu siyasi bir karardır. Loiziudu Türkiye’yi işgalcilikle suçlamıştır, mahkeme de kendi değerlendirmesine göre bunu kabul etmiştir, ancak AİHM’nin böyle bir değerlendirme yapma yetkisi dahi yoktur. Ancak, Türkiye bu karara karşın takındığı pozisyonunu bozmuştur, beş sene bu kararı uygulamamış, daha sonra yakın tarihte Loiziudu kararının gereğini yapmıştır. Ödemeler 2005’e ertelendi. Türkiye’nin Kıbrıs’taki pozisyonunu bozan, elinin düşmesine neden olan maalesef ve maalesef şimdiki hükümetin tutumudur.


       
       
       Defne Sarısoy: Bürgenstock’ta yaşananlara dönersek, görüşmelerin en önemli konularından birisi derogasyonlar oldu. Son gün dahi tartışılan ‘derogasyonlar’, Türk tarafının hangi önemle üzerinde durduğu konulara tekabül ediyor? Bu derogasyon konusunu biraz açabilirsek, bu başlık adı altında tam olarak neler geçiyor?
       Ferit Hakan Baykal: Özellikle ikametle, oy kullanımı, serbest dolaşım ile ilgili Avrupa Birliği’nin temel aldığı noktalar bunlar. Derogasyonların özelliği şu; sözkonusu Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti Avrupa Birliği’ne girmek üzere yaratılan bir devlet. Bu bir hilkat garibesidir. Ve Avrupa Birliği’ne girdikten sonra Avrupa Birliği kurumları olan komisyonlar var, Konsey, Parlamento ve Adalet Divanı bu kuralların uygulanmasını gözetecek. Annan Planı ve eklerinde yer alan birçok nokta ileride Avrupa Birliği mevzuatına aykırı olarak görüldüğü takdirde ki bunu Avrupa Topluluğu Adalet Divanı yorumlayacak, değiştirilmek zorulda kalacak.
       Annan Planı uzun vadede Kıbrıs, AB’ye girdiğinde tamamen aldatıcı olacak. Türk halkı da zaman içerisinde azınlık durumuna getirilecek. İki kurucu devlet var ama iki kesimlilik yok.
       Şöyle düşünün; Kıbrıs 2004 Mayıs’ında Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Avrupa Birliği’ne girdiği takdirde, Türkiye bu sistemin dışında kalacak. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi ne zaman gerçekleşecek?
“Annan Planı uzun vadede Kıbrıs, AB’ye girdiğinde tamamen aldatıcı olacak. Türk halkı da zaman içerisinde azınlık durumuna getirilecek. İki kurucu devlet var ama iki kesimlilik yok.”

        Planda bu konu da var: Plan 6 bin Türk askeri 2011’e kadar Ada’da kalacak, 2018’e kadar 3 bine inecek, 2018’den sonra 650 olacak ama 3 yılda bir de kontrol edecek diyor. Türkiye Avrupa Birliği’ne girdikten sonra, gerekirse asker tamamen kaldırılacak. Burada Türkiye’nin askerini Ada’dan çekmesi için öngörülen tarih 2018’dir. AB, 2018’e kadar Türkiye’yi almayacağını belli ediyor satır aralarında. İşi bu tarafından okursak, Türk askerinin Ada’da varlığı, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisini de tanımlıyor. Bunu şimdi bir saptama olarak koyuyoruz.
       
KIBRIS TÜRKİYE’DEN KOPACAK
       Diğer tarafa bakalım, Ada’nın Yunanistan ile birleşmesini isteyen Yunanistan, zaten Avrupa Birliği’nin üyesi, AB üyesi İngiltere’nin üsleri orada. Dolayısıyla bu iki ülke hiçbir problem olmadan Ada’ya girip çıkabilecekler. Hem Birleşik Kıbrıs, hem Yunanistan AB üyesi olduğu için Ada’nın birleşmesi, fiilen Avrupa Birliği çatısı altında Ada’nın Yunanistan ile birleşmesi anlamına gelecek. Avrupa Birliği vatandaşlığı kavramı ortaya çıkınca, Türkiye sistemin dışında kalacak. Türkiye 3-5 sene içinde Kıbrıs’tan tamamen kopmuş olacak. Türk askerinin sayısını azaltmak istemelerin sebebi de budur. Türk askerinin sembolik olarak dahi varlık göstermesini istemiyorlar. Kurulacak devlette Türk kelimesinin yer almasını istemediler, ibare son anda konuldu, hatta hükümet bunu bir zafer olarak ilan etti ama değildi.
       Annan Planı’nın uygulanabilirliği denince, bunu bir örnekle açıklayayım. Düşünün ki KKTC’de bir üniversitede okuyorsunuz, 2004 Mayıs’ı geldi, Türk öğrencisi olarak yurda döndünüz sonra Eylül’de tekrar okumak için döneceksiniz. Yeni devlet size vize vermiyor. Ne yapacaksınız? Avrupa Birliği vizesi almanız lazım ki bu vize yeni Kıbrıs sınırları içinde ne kadar süreyle kalabileceğinizi belirleyecek. Vizeyi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti verecek. Kıbrıs’ın AB’ye girmesinden sonra ortaya çıkacak bu yeni uygulama ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşlarının halen ellerinde tuttukları kimlik kartı ile Kıbrıs’a giriş haklarını ellerinden alıyor. Bu noktada Türk vatandaşları mağdur olacaklar.
       
       Defne Sarısoy: Bürgenstock’ta derogasyonlara karşı Rum tarafına Karpaz’ın verilmesi önerildi. Hatta bu ciddi bir pazarlık haline geldi. Verheugen Rum tarafında masaya oturarak bunun pazarlığını yaptı. Bu adil bir pazarlık mıydı? Derogasyonlara karşı Karpaz’ın verilmesi formülünü nasıl yorumlayabiliriz?
       
Ferit Hakan Baykal: Pazarlığın neresi adil ki? New York görüşmelerinde KKTC Cumhurbaşkanı’nın nasıl sıkışırıldığını hatırlayınız. ABD, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti hep baskı yaptılar. Bizim hükümetimiz AB’den müzakere tarihi almak için ne pahasına olursa olsun bu görüşmeleri yürütüyor.
“Avrupa Birliği vatandaşlığı kavramı ortaya çıkınca, Türkiye sistemin dışında kalacak ve 3-5 sene içinde Kıbrıs’tan tamamen kopmuş olacak. Türk askerinin sayısını azaltmak istemelerin sebebi de budur.”

        Bir profesör arkadaşımızın söylediği gibi Kıbrıs Türkiye için bir ‘fay hattı’dır, bir ‘kırılma noktası’dır. Eğer Türkiye Kıbrıs’ta bu şekilde bir çözümle devre dışı kalırsa, Türkiye’nin fay hattı kırılmış olur. Ve bu birçok yeni gelişmeyi tetikler, Ege gidecektir. Hükümet müzakere tarihi almak uğruna tüm bu risleri göze almaktadır. Keza Ruhban Okulu sorunu. Avrupa Birliği 1997 tarihli sınırı aşan sular anlaşmasının imzalanmasını da istiyor. Avrupa’nın su sorunu yok ama Türkiye’nin komşularıyla su problemi var. Sınırı aşan suların ulaşım dışı amaçlarla kullanılmasına ilişkin sözleşme, Türkiye’nin başlangıçtan beri karşı çıktığı bir sözleşmedir. Ama Avrupa Birliği bunu kabul etmiş ise Türkiye’de taraf olmak zorunda. Tayyip Erdoğan’ın bazı laflarını dikkatle dinliyorum. Kıbrıs’taki anlaşmanın “kazan kazan formülü” olduğunu iddia ediyor. Ama kanımca izlediği politikanın sonucu “kaybet kaybet” olacak.
       
       Defne Sarısoy: Rum tarafı açısından da “kaybet kaybet” diyebileceğimiz bir sonuç çıkar mı?
       
Ferit Hakan Baykal: Türkiye açısından, “kaybet kaybet” politikası uygulandığı kesin. ‘Fay hattı’nı kırarsanız bunun peşinden birçok zarar gelecektir. Derogasyonları özetlersek, derogasyonların kalıcı olmaması, Türkiye için kabul edilemez bir durumdur. Aslında Kıbrıs Türk halkı için de kabul edilemez bir durumdur. Bu kediye ciğer emanet etmek demektir. Yunanistan’a ve Avrupa Birliği’ne “al Kıbrıs’ı istediğin şekle sok” demektir. Başlı başına derogasyonların kalıcı olmaması, Türkiye’nin burada evet yönünde hareket etmemesinin gerekçesi olmalıdır. Kıbrıs, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik şartı değil ki, Kopenhag Kriterleri içerisinde de yok.
       Kanımca Avrupa Birliği, Kıbrıs’la ilgili müzakere yapmakla garanti anlaşmalarını açıkça ihlal etmiştir. Tabii Türkiye’nin de 1999 Helsinki Zirvesi’nde yaptığı ciddi bir hata vardır, bunu da kabul etmemiz lazım. Kıbrıs’ın tek başına müzakerelere girmesi de açıkça garanti anlaşmasının birinci maddesinin ihlalidir. Türkiye maalesef bu argümanları ortaya koyamamıştır. Müzakere tarihi alabilmek için Kıbrıs’ı gündeme getirmiştir ve taviz vermiş ve bugüne kaçınılmaz olarak gelinmiştir.
       Gelecekte AB, Ege’de Adalet Divanı’nı şart koşacak. “Eğer gitmezseniz, o zaman Avrupa Birliği’ni unutun” dese, Türkiye ne yapacak? Avrupa Birliği 2004’te 25 devlete çıkıyor, 15 devletten müzakere tarihi alamayan Türkiye, 25 devletten nasıl alacak? 2007’de Romanya ve Bulgaristan girince, AB 27 üye olduğunda Türkiye müzakere tarihi almayı nasıl bekliyor?
       
       Defne Sarısoy: Kaldı ki Avrupa Birliği içinde de belli gruplar, klikler oluşacak. Üye ülkeler arasındaki fikir ayrılıkları da Türkiye’nin üyeliğini geciktirebilir.
       
Ferit Hakan Baykal: İşte bu tür nedenlerden dolayı ben pek umutlu değilim. Avrupa Birliği, hükümeti desteklemek için müzakere tarihi verebilir. Ama ben korkarım ki böyle bir tarih verirse, Türkiye’nin çok kısa vadede bütünlüğünü de bozabilir. Kopenhag Kriterleri’nin yorumlanış şekli, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi gibi bir plan dahilinde, Avrupa’nın rolünü de düşünmemiz gerekiyor. Müzakere tarihi de verildiğinde hükümet iyice taviz verecektir. O zaman Türkiye belki dönüşü olmayan bir yola girecektir. Benim kişisel inancım, AKP hükümetinin bana göre son seçimlerde yüzde 50’nin üzerinde oy alamaması Türkiye’nin yararına olmuştur. Yerel seçimleri Türkiye kazanmıştır. Batı’nın beklentisi yüzde 60-65 dolayında oy çıkması idi, ama olmadı. Bu rakam çıkmamasına karşın, Batı basını seçimi “büyük zafer, AKP’nin eli kuvvetlendi” diye lanse etti. Ama durum kesinlikle öyle değil.
       Türkiye’nin menfaatlerini üst planda tutmamız lazım.
       
PLANDAKİ TUZAKLAR
       Hangi yetkiler kurucu devletlerde, hangi yetkiler federal hükümette? Federal hükümette olan yetkilere bakıyorsunuz, kara suları, kıta sahanlığının tespiti. Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa Birliği’nin üyesi olan bir devlet, Türkiye bununla kara suları kıta sahanlığı problemlerini çözecek. Ege’de mevcut problemler ne ise, Akdeniz’de de Türkiye ile Kıbrıs arasında aynı kıta sahanlığı problemleri yaşanacak. Akdeniz’de doğal kaynaklarla ilgili her türlü değerlendirmeyi Kıbrıs hükümeti yapacak. Akdeniz’deki doğal kaynaklar dediğimiz zaman, kuzeydeki doğal kaynaklar. Kuzey Kıbrıs bölgesindeki temel su kaynakları da Rumların kontrolünde olacak. Bu yapı içerisinde Karpaz bölgesine özel bir statü veriyor. Her ne kadar haritada Türk bölgesinde gözüküyorsa da, aslında orada Türklerin hiçbir fonksiyonu olmayacak. Bakın bu metindeki tuzaklardan sadece birisi.
       Metinde deniyor ki, 65 yaşının üzerindeki Rumlar kuzeye geçebilecek, yerleşebilecek. Ada’da 65 yaşın üzerinde 24 bin Rum var. Ve kuzeye göçecek Rumların sayısına bakarsak 100 bini bulacak. Kuzeyin nüfusu zaten 150 bin.
“Erdoğan Kıbrıs’taki anlaşmanın ‘kazan kazan’ formülü olduğunu iddia ediyor. Ama kanımca izlediği politikanın sonucu ‘kaybet kaybet’ olacak.”

        Bölgenin yarısı Rum olacak. Avrupa Birliği sistemi içerisinde derogasyonlar da kalıcı olmayınca, ihtilaflar ortaya çıktığında, bu sorunlar nasıl çözümlenecek? Metin, kurulan mahkeme kararıyla bu anlaşmazlıkların çözülmesini öngörüyor. Avrupa Adalet Divanı’nın pozisyonu farklı, bir de meselelerde yüksek mahkemeye devreye girecek. Yüksek mahkemede 3 Türk, 3 Rum, 3 de yabancı üye olacak. Bu 3 yabancının ne pozisyon alacağının garantisi yok. Kararlar tümüyle aleyhte çıkabilir.
       Uluslararası hukuk temelde üç prensibe dayanır: İyi niyet, serbest irade, ahdevefa (süreklilik). Bu görüşmelerde iyi niyetin ve serbest iradenin bulunduğunu söylemek mümkün mü? Bir tarafı baskı altında bir anlaşmaya zorluyorsunuz. Son dakikada 9 bin sayfalık bir metin veriliyor ve halkın bu metni onaylaması bekleniyor. Mümkün değil, halk bir yana, dışişleri mensuplarının günlerce okusalar bu metni anlamaları mümkün değil.


       
       
       Defne Sarısoy: Türkiye’nin önemli üzerinde durduğu noktalardan biri de ; yapılacak anlaşmanın Avrupa Birliği’nin temel hukukuna dahil edilmesi idi. Buna BM ve AB tarafından bir formül getirildi ve 15 senelik bir uyum senedinden bahsediliyor. Uyum senedinin işlerliği nedir?
       Ferit Hakan Baykal: Bu 15 sene süreyle ona dokunulmayacak demek ama ondan sonra Avrupa Birliği kuralları içerisinde uyumlu hale getirilecek. Bir devletin ömründe 15 sene çok kısa bir süreçtir. Kıbrıs 1960’ta kurulmuş bir devlet ve 1963’ten beri orada problem var. Bu süre zarfına birkaç 15’er senelik dilimler sığar. Bu 15 sene gibi kısa görünen süre içerisinde neler olabileceğinin hiçbir şekilde garantisi yok.
       Ayrıca Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve İngiltere’nin garanti anlaşmaları gereği Türkiye’ye tazminat ödemesi gerekir.
“Türkiye’nin 40 bin askeri Türk, ve Rum halkının güvenliğini sağladı. Dolayısıyla Türkiye’den mülkiyet adı altında para istenirken, Türkiye’nin Ada’ya yaptığı güvenlik harcamaların da hesaba katılması gerekir. Türkiye her sene Kıbrıs’a 400 milyon dolar yatırım yapmıştır.”

        Türkiye’nin 35-40 bin askeri Ada’daki insanların güvenliğini sağlıyor. Türk askeri hem Türk, hem Rum halkının güvenliğini sağlamış oldu. Dolayısıyla Türkiye’den mülkiyet adı altında ya da başka sebeplerle para istenirken Türkiye’nin Ada’ya yaptığı harcamaların da hesaba katılması gerekir. Türkiye her sene Kıbrıs için 400 milyon dolar yatırım yapmıştır.Yollar, altyapı vesaire. Bunların hepsinin Türkiye Cumhuriyeti devletine ödenmesi gerekir, Türkiye’nin kanımca bu duruşu da göstermesi gerekir.
       
       Defne Sarısoy: Türkiye’nin hiç böyle bir talebi olmadı, böyle bir tez ortaya koymadı değil mi?
       
Ferit Hakan Baykal: Hiçbir zaman da ortaya koymaz. Şimdiki hükümet olaya “biz işgalciyiz” gözüyle bakıyor. Bu lafı Rum tarafı bile telaffuz etmeye cesaret edemiyor, söylese de hukuken doğru olmadığını bile bile söylüyor, işgal sözcüğünü siyasi bir söylem olarak kullanıyor. Bizim hükümetimiz ise “çözümsüzlük çözüm değildir” diyor. Recep Tayyip Erdoğan daha doğmadan, Rauf Denktaş başsavcı olarak görev yapıyordu. Recep Tayyip Erdoğan hukukçu olmadığı için bu diplomatik işlerin detayını bilemez ki. Ayrıca, Denktaş kendi halkıyla ilgili sorunları en iyi bilebilecek bir insan. Ama AB, Kıbrıs’taki iradeyi etkilemek için elinden geleni yapıyor.
       Kıbrıs Türk halkı iki noktaya bakarak kararını verecek. Birincisi; Türkiye’nin tutumu. Türk hükümetinin ne edediği Kıbrıs Türk halkı üzerinde çok etkili. İkincisi de; mal-mülk meselesi. Türkiye’nin tutumu “evetçi”, olur, Kıbrıs halkına “evet deyin” diye bir irade gösterirse, “biz daha fazla uğraşmak istemiyoruz” gibi tutum sergilerse, bu Kıbrıs Türk’ü üzerinde etkili olur ve referandumun seyrini değiştirir.
       Neden Türk hükümeti evetçi bir tutum sergiliyor diye sorarsak; bence bunun sebebi ABD’nin böyle istemesidir. Sadece ABD değil, Avrupa Birliği de böyle istiyor. Hükümetimiz Kıbrıs’tan ziyade kendini Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi almaya odaklamış durumda. Bu odaklanmanın temel sebebi ise; bunu da altını çizerek söylüyorum, bizim hükümetimizin Türkiye’nin iç problemlerini Avrupa Birliği çerçevelerini kullanarak kendi devletine karşı, kendi kurumlarına karşı çözmek istemesi. Bunun başında da ordu geliyor. Diğeri de dini konulardaki serbestileri sağlama almak.
       Avrupa Parlamentosu geçtiğimiz günlerde bir karar aldı biliyorsunuz. Türkiye’de İslami düşünceler, dini inanışlar rahatlıkla yerine getirilemiyormuş. Burada iç dinamikleri kaşıyarak, içişlerine karışarak AB nereye varmayı umuyor? Bunları AKP hükümeti yaptırıyor, ilerleme raporuna koyduruyor. Bu tür ibareler raporlara kasıtlı olarak giriyor.Türkiye Avrupa Birliği’ne girecek mi sorusu büyük bir soru işareti. Siyasi açıdan Avrupa Birliği üyesi olacağım diye tutturmanın Türkiye açısından biraz zor görünüyor. Romano Prodi’nin sözlerini iyi okumalıyız. “Türkiye çok büyük bir ülke” diyor. Bunu tersten okursak, bu “küçülmeniz lazım” demek. Küçültmek için de Kopenhag Kriterleri’ni kullanıyorlar.
       
       Defne Sarısoy: Referandum süreciyle ilgili gelişmeler gelirsek tekrar, 24 Nisan itibariyle siz neler bekliyorsunuz; referandum sürecinden her iki taraf adına neler beklenebilir?
       
Ferit Hakan Baykal: Önce referandum öncesine gelelim, bir kere 9 Nisan’da bir taahhüt isteniyor. Bu taahhütü bizim hükümetimiz verecek. Ben 9 Nisan sonrasında izleyin derim. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, ABD ve diğer devletler tek tek Kıbrıs’a yardım ve vaad yağdıracaklar. Mesele Ada’daki Türk halkının kafasının bulandırılması. Ciddi boyutta bir propaganda yapılacak, diyecekler ki “evet” çıkarsa, Ada ihya olur.
“Referandumda Rumlar kesin hayır diyecek ve Türk tarafından daha fazla taviz istenecek. Referandum işleri çözmek yerine, daha karmaşık hale getirecek. Plana “evet” dese dahi Türkiye’nin başına patlayacak.”

        Bakın bu cehennemin reklamı. Halk da daha evet demeden bu yardımlar geliyorsa, biz Avrupa Birliği’ne üye olursak bunlar bize ne yardımlar yapacak diye bir yanılsama içine girecek. Verheugen gelecek Ada’yı ziyaret edecek, Rauf Denktaş’a sataşılacak, onun çözümsüzlük istediği söylenecek. Ve bu şekilde halkı etkileyecekler. Eğer bizim hükümemiz de bu tavrını sürdürürse,Türk tarafı evet der, çünkü Türk hükümetinin tutumu Ada halkı üzerinde çok etkili.
       Kıbrıs’taki seçimlerde oran yüzde 50 yüzde 50’ydi. Aslında olağan demokratik bir seçimdi, ama Annan Planı’nın referandumuna dönüştürüldü. Kısaca Kıbrıs seçimleri sonucunda evet ile hayır yüzde 50’şer oy aldı. Talat göreve geldikten sonra,1500 Kıbrıs Türkü’nün vatandaşlığını iptal etti. Bu kişiler Türkiye’den gidenler ki bunlar “hayır”cı ve tüm oyların yüzde 1.5’i ediyor. Şimdi bu hesaba göre, referandum yüzde 52.5, yüzde 48.5 olabilir. Bu tabloya bakarak korkmak lazım. Çünkü Rumlar kesin hayır diyecek. Rumlar neye hayır diyecek? Rum planına. Kesinlikle senaryo. Böyle olunca Türk tarafından daha fazla taviz istenecek. Referandum işleri çözmek yerine, karmaşık hale getirerek, plana evet dese dahi Türkiye’nin başına patlayacak.
       
       Defne Sarısoy: Peki referandumdan olumsuz sonuç çıkarsa ne olur? 1 Mayıs 2004’ten sonra Kıbrıs sorunu nasıl bir şekil alır, önümüzde nasıl bir tablo olur?
       Ferit Hakan Baykal: Kişisel kanaatim çok iyi olacağı yönünde, zira hiç kimse Türkiye’yi hukuken suçlayamaz. KKTC uluslararası hukuka göre var olan bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Ada’ya yaptığı müdahale hukuka uygundur. Avrupa Birliği’nin Rum yönetimini Kıbrıs Adası’nın meşru hükümeti olarak kabul ederek, Avrupa Birliği’ne almaya çalışması esas hukuka ve garanti anlaşmasına aykırıdır. Dolayısıyla, referandumdan evet çıkması durumunda, KKTC’nin varlığını herkes tanımak zorunda kalır. Tanımasalar dahi, uluslararası tanınma anlamına gelen işlemleri ortaya koyarak Kıbrıs bunu çok daha iyi savunabilir. 1997 yılında Birleşmiş Milletler’in Endüstriyel Kalkınma Örgütü’ne, KKTC resmi üye olarak kabul edilmiştir. Bunların hepsi tanıma anlamına gelebilecek işaretlerdir. Bu gelişmeler maalesef halkımıza duyurulmuyor.


       
       
       Defne Sarısoy: Referandumdan evet çıkarsa, otomatikman birleşmiş ve AB üyesi olmuş bir Kıbrıs ile Türkiye arasındaki ilişkilerde gelecekte neler beklenebilir?
       Ferit Hakan Baykal: Türkiye Avrupa Birliği’nin dışında bir devlet. Ancak, Kıbrıs olayından sonra Türkiye’nin her konuda çok daha tavizci olması gerekecek. Kıbrıs gittikten sonra Türkiye’nin direneceği başka bir nokta da kalmıyor. Kıbrıs’la ilgili zaten Avrupa Birliği kurumları gerekli düzenlemeleri yapacak. Diyelim ki Kıbrıs’ta herhangi bir problem çıktı, artık Birleşmiş Milletler devrede. Birleşmiş Milletler’in öncelik hakkı vardır. Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın 103’üncü maddesini unutmamak lazım. Diyor ki, devletlerin bu anlaşmadan kaynaklanan yükümlülükleriyle, özellikle milletlerarası barış ve güvenliğin sağlanmasına ilişkin konularda diğer anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülükleri çatışırsa, bu anlaşmadan kaynaklanan yükümlülükler üstündür. Bu durumda BM arabulucu olacak, sorunlar BM kanalıyla çözümlenecek. Türkiye’nin veya Yunanistan’ın etkisi düşecek.
       
       Defne Sarısoy: Birleşik Kıbrıs senaryosundan bahsediyoruz, Kıbrıs neden bir Kosova’ya dönebilir, muhtemel hangi sorunlar başgösterebilir?
       Ferit Hakan Baykal: Çok basit bir örnek vereceğim. Bundan bir ay önce bir Rum, Türk tarafına geliyor. Evini buluyor, evini geri almak üzere bakıyor ve bir Türk’e verilmiş. Türk sahibi de evin üstüne kat çıkmış. Türk ev sahibinin kapısını çalıyor, gayet güzel tanışıyorlar. Rum kişi evin kendisine ait olduğunu ve almaya geleceğini söylüyor. Türk de buna itiraz etmiyor; çıkma katı kastederek “Hiç problem yok, ben üst katta otururum, sen altta oturursun” diyor. Rum kişi buna itiraz ediyor. Türk de bir katını kendisinin yaptığını söylüyor. Türk mülk sahibinin savı şu: alt kat Rum mülk sahibinin, ama üst katı ben yaptım, o da benim. Şimdi bu olayı geliştirelim. Gerçekten Annan Planı ile çözüm aramaya kalkarsak, diyelim ki çıkan iddialaşmada Türk Rum’u bıçakladı. Bunu takip eden olaylar nasıl önlenecek? Her iki arafta da 700’er polis görev yapıyor. Bu polis gücü ne zaman bıçaklama olayının olduğu yere gelecek de olayı çözecek?
       Diyelim ki bıçaklama olayı iki kişi arasında kalmadı ve grup dinamikleri de dahil oldu, çevreden karışanlar oldu. İlk kim kimi bıçakladı polis gelene kadar muğlaklaşır. İki taraf da ayrı iddialar içinde olabilir. Zaten etnik bir dokusu olan bu olay büyümeye açıktır. Bu mülk meselesiyle çok büyük problemler çıkacağı kesin. Belli bir süre içinde 65 tane Türk köyü boşaltılıyor, 45-50 bin kişi göç edecek, kimisi Türkiye’ye geri dönse dahi, en az 45 bin kişinin yerini yurdunu bırakmasından bahsediyorum. Nereden bakarsak bakalım, bunlar çok sancılı süreçler, bir çok probleme gebe. İki toplumun birbirine karşı güven duymadığını biliyoruz. Karşılıklı şüphenin olduğu yerde en mükemmel plan dahi işlevini yitirir.
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları