Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 15:54 tsi 10 Ara., 2003
NTV
ÇEVRE HAKKI

Oğuz Haksever: İnsan haklarını gelişimi konusunda bilim adamları arasında genel kabul görmüş üç evre var. Birinci evre, güvenlik içinde yaşama hakkı, ikinci evre onur içinde yaşama hakkı. Ve üçüncü evreyse uygun çevrede yaşama hakkıdır.
       Ayrıca yine kabul görmüş bir görüş var. Sürdürülebilir kalkınma ancak ve ancak çevrenin korunmasıyla mümkün olur. Evlat sahipleri olarak hepimiz çocuklarımızın geleceği çeşitli fedakarlıklara katlanıyoruz. Artık gittikçe daha fazla akla yatan ve kanıtlanan gerçeği gözönüne alırsak, ne yaparsak yapalım, çevreyi koruyamazsak, yaptıklarımızın, katlandıklarımızın önemli bir bölümünün boşa gideceğini söyleyebiliyoruz. Çevre hakkını ele alıyoruz.
       Stüdyomuzda Doğa Derneği’nden Gökmen Yalçın, Prof. Dr. Ömer Aykul ve Ankara’da Ovaçiftlik sakinlerinden Mesut Atasoy’u ağırlıyoruz. Danışma masasındaysa, Levent Korkut’un yanısıra İstanbul Barosu’ndan Ömür Dedeoğlu ve Yeşil Barış’tan Avukat Gökhan Candoğan bulunuyor. Önce Ankara’ya dönelim. Ankara’daki konuğumuz, mağdurlardan birisi. Mesut Atasoy, Ankara’da Ovaçiftlik Köyü sakini. Mesut Bey, ne dersiniz? Sizin çevre hakkı konusunda karşı karşıya kaldığınızı düşündüğünüz mağduriyetiniz nedir?

       
       Mesut Atasoy: Bu sorun, bizim şahsımıza ait olan bir sorun değil. Bütün Ovaçiftlik Köyü ve Sultansazlığı çevresindeki köylerin sorunu. Burada kuraklık yaşanıyor. Bu kuraklık, doğal dengenin bozulmasıyla gelişen bir durum. Sultansazlığı kenarındaki DSİ’nin açtığı kuyular zamanında çalıştırılıp, bölge kurumadan engellenmedi. Haliyle bu kuraklık olunca, ben de kenarındaki bir işletmeci olarak, mağdur oldum. Turist, kuş göremeyip, gezemedikten sonra gelmiyor, turizm programı da bitmiş oluyor. Ne oluyor bu sefer. Köyümüze, çevremize ve Türkiye’ye hiçbir katkı olmuyor.
       Bugün bacasız sanayi olarak bildiğimiz turizm, orada başlamadan bitmiş oluyor. Biz, bunu ilgili kurum amirlerine bildirdik. Sayın Müdürüm, bu kuyuları, madem buraya devlet masraf etti, yaptı. Bunları zamanında çalıştırsın. Tutmadı, tutardı, derken geçen yıl bu başarılı oldu. Geçen yıl kuyular, çevre bakanlığından destek sağlanarak, elektrik santraline elektrik ücreti ödenerek, bu desteklendi ve verimli oldu. Ama şu anda yine o verim bitmiş durumda. Tekrar kuruma yüz tutunca ne oluyor, bölgede sazlık bitiyor. Flora bittiği gibi fauna da bitiyor.

       
       Oğuz Haksever: Yeni kuyu açmak için yeniden birtakım yerlere başvurup, uzun bürokratik işlemlerden mi geçmeniz gerekiyor?
       
       Mesut Atasoy: Evet. Bugün Dünya Bankası’nın desteklediği bir proje geldi, üç gün oldu başlayalı. Fakat iki yıldır, vatandaşın arasındaki sempozyumlarda halkı, yöre insanını kalkındırıp, daha bilinçli, doğayı sevdirmek, çevreyi korumak amaçlıydı.
       
       Oğuz Haksever: Sizin bulunduğunuz çevredeki sakinler, mücadele ediyor mu?
       
       Mesut Atasoy: Tabi.
       
       Oğuz Haksever: Ve sonuç da aldınız mı, bir ölçüde de olsa?
       
       Mesut Atasoy: Tabi, yani, sizin gibi kurumların, bizim sesimizi duyurması, en azından bizleri çağırmanızdan sonuç aldık. Şu anda yapılacak en büyük iş, o kuyuların bir an önce çalıştırılması, şu anda göl bitmeden kurtarılması. Tünelin biraz önce bakanların desteğiyle finansı sağlanıp, bu projeyle kurtarılmasını istiyoruz.
       
       Oğuz Haksever: Ömer Bey, her sorunda ya da çevre hakkı gibi konularda, önce işin özüne bakmak lazım ama toplum olarak çuvaldızı biraz kendimize batırırsak, orada karşımıza görüş olarak ne çıkıyor?
       
       Ömer Aykul: Bu güzel bir soru ama dünyada ve Türkiye’de, çevre hakkının öğrenilmesi, bunun dünyada birtakım uluslararası sözleşmelerle Türkiye’de de Anayasaya girerek, ondan sonra çevre mevzuatının ve ilgili kuruluşlarının oluşmasıyla, aslında biz, bu büyük sorundan çok etkileniyoruz ama dünyada da en hızlı olarak bir hakkı kullanmaya başladık. Bakınız, Stockholm Konferansı, 1972 tarihini taşıyor.
       Anayasamıza çevre hakkının, 56. maddeyle sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak çok güzel ve doğru bir tanımdır. 82 Anayasası’nın pek çok bölümüne eleştirmemize rağmen, bu kavramla çok doğru bir başlangıç yapılmıştır.
       1983 yılında, Çevre Yasası çıkmıştır. Müsteşarlık kurulmuştur. 91’de bu, bakanlığa dönüşmüştür. Geçenlerde kapattık. Bunu bir hata olarak kabul ediyoruz. Mutlaka hükümetin bunu düzelteceğine inanıyorum.
       Biz, bu hakkı hızlı kullanmaya başladık. Ama dünya da çok hızlı kirleniyor. Ve bir genellikle kirliliği görüyoruz. Aslında doğal dengede, ekosistemde çok büyük eksilmeler var,dünya orman varlığının, Türkiye’deki orman varlığının. Özellikle burada büyük eksilmeler var. Ama biz, genellikle hemen çevremizde oluşan bir takım kirlilikleri ve sıkıntıları görüyoruz. Buna bir umut verici söylemle daha yaklaşmak istiyorum. Türkiye’de en hızlı örgütlenme, sivil toplum hareketinde, çevre konusunda.
       

       Oğuz Haksever: Ne kadar etkili?
       
       Ömer Aykul: Ne kadar etkili? İnsanların, sizin bu yaptığınız programlarla çevreyle ilgili olarak yapabilecekleri mücadelenin hukuki dayanaklarını öğrenebilmesiyle bu hızlanacak. Onun için ben sizi ve NTV’yi ve bütün çalışanlarını bu program için kutlamak istiyorum. Fırsat olduğu oranda, insanlara, bu mücadelenin nasıl yapılabileceğini ama bunun için önce bireysel mücadele yerine örgütlenmelerini yani bir sivil toplum kuruluşlarında görev almalarını, beklememelerini, kendilerinin de ellerini taşın altına sokmalarını öneriyorum.
       

       Oğuz Haksever: Ömer Dede’de olduğu gibi...
       
       Ömer Aykul: Çok güzel bir örnek verdiniz.Belli yaşa ulaşmış insan. Ne diyor? Ben uğraştığım herşeyde netice elde ettim. Bakın bu olaydaki en kritik cümle bu. Bu aslında olayların çokluğunu ama bir taraftan da umudu veriyor. Ömer dede, uğraşmış ve elde etmiş.
       
       Oğuz Haksever: Nereye gidecekler? Birçok derneği biliyoruz. Ama hak arama adına baroların çok önemli çalışmaları var.
       
       Ömer Aykul: Şimdi İstanbul Barosu’nun bir çevre komisyonu var. Ben o komisyonun başkanıyım. Arkadaşlarımızla birlikte, İstanbul Barosu’nun Avukatlık Yasasının 2001 yılında yapılan çok olumlu değişikliğindeki 95/21 fıkrası ki, bunu okumak istiyorum. Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak.
       Çevre hakkını da üçüncü kuşak haklardan olarak tanımladınız. İnsan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak. Burada çok güzel ve çok anlamlı cümlecikler var. Tabii, İstanbul Barosunun yanında Türkiye’de bu mücadeleyi yapan çok önemli kuruluşlar var. Ben aynı zamanda TEMA Vakfı’nın da hukuk müşaviriyim. Ve ben altı yılda, fırsat olursa bazı örnekler veririm. 30’a yakın danıştayda ve idare mahkemelerinde bir takım hukuka aykırı ve çevreyi oluşturan orman, su vesaire bütün konularda zarar oluşturabileceğine inandığımız davalar açtık.

       
       Oğuz Haksever: Açık Hat masasına gitmekte yarar var. Çevre hakkı konusunda önemli bir yoğunluk var, açık hat masasında. Levent Bey, sizinle başlayalım. Ama öncelikle danışmanı olduğunuz proje, demokrasi ve insan hakları konusunda bilgilendirme projesini kim başlattı?
       
       Levent Korkut: Bizim proje, Avrupa Konseyi ve Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen bir proje. Avrupa Birliği de projenin içerisinde teknik ve diğer yardımlarda bulunuyor. Dolayısıyla üç ayaklı, üç partnerli bir proje. Ben projenin danışmanıyım. Memur olarak görev yapmıyorum. Danışman olarak görev yapıyorum, bu projede. Projemizin amacı Türkiye’de insan hakları bilincini yükseltmek. Bilinç yükseltme projeleri Türkiye’de yeni. Hele hele idarenin de içinde bulunduğu bir proje olması nedeniyle tek. NTV’nin büyük gayretleriyle gerçekleştirildi bu program. Birlikte yaptık. Umarım ileri çok daha iyilerini birlikte yapacağız.
       
       Oğuz Haksever: Çok büyük emek sarfedildi, bu yayın için. Bütün arkadaşlarımın büyük çabalar sarfettiğini, kamera arkasında çok önemli emek bulunduğunu, içten ve gönüllü çabaları belirtmek isterim.
       
       Levent Korkut: Burada sadece şunu söylemek istiyorum, ek olarak, bu Avrupa’da da tek proje. Çünkü 3’lü partnerlı projeler açısından tek. Gelen sorularla ilgili kısa geçeyim. Türkiye’de imarla ilgili çok sorun var. Şöyle diyebiliriz ki, dünyada imar mevzuatı ve uygulaması açısından en problemli, en kötü 10 ülke kimdir deseniz, herhalde Türkiye, bunların içinde yeralır, ne yazık ki.
       İmarla ilgili problemler de belediyeyle halledilmesi gereken problemler. Yalnız ne yazık ki, yeterince idarenin bu konuyla ilgilenmediğini görüyoruz. Kaçak yapılaşma bizim ülkemizde son derece fazla. İdari yargıya gidiyor insanlar. Ben de bunlardan biriyim, ben de bu konuda mağdurum. Fakat ne yazık ki çok geç bitiyor. Çok geç bittiği için de yapılan yapılar, yıktırılamıyor. Böyle bir ciddi problem var. Ama idari yargıyı denesinler, mutlaka denesinler, eğer yaşam hakkı, çevre hakkı gibi ciddi ihlaller varsa, AİHM yolu da açılabilir.

       
       Oğuz Haksever: Gökhan Bey, gelen telefonlar size neyi düşündürdü?
       
       Gökhan Candoğan: Giresun’dan bir izleyicimizin özel isteği var. Çakıltaşı tesisleri varmış. Dere kenarında çok ciddi bir çevre kirliliği yaratıyormuş. Bir de Adıyaman’da çimento fabrikasına ilişkin sorun var.
       
       Ömür Dedeoğlu: Eray Çağlayan, hep şikayet ediyoruz, gördüğümüz kirlilikleri. Biz ne yapmalıyız, diye soruyor. Kendilerini gönüllü kuruluşlara yönlendiriyoruz. Bulundukları ilin valiliklerine ve barolarına yönlendiriyoruz. Bu konuda İstanbul Valiliği ve Barosunun ortak çalışmaları var. Ve gönüllü kuruluşlarla birlikte hareket ettikleri takdirde daha başarılı olacaklar ve seslerini duyurabilecekler.
       
       Oğuz Haksever: Gökmen Hanım, ilk başta bilinçlenmeyle başladı Türkiye’de her şey. Nostaljikti, biraz da geçmişe özlemdi. İşte dereler, kuşlar, sağlıklı bir çevreydi. Veya sahip çıkılan, hayatta kalan kültürel miras önemli bir konuydu. Ama onu artık geçiyoruz gibi galiba. Ne dersiniz? Daha yeni bir aşamaya gelmiş olmamız gerekir? Neredeyiz?
       

       Gökmen Yalçın: Çok doğru bir nokta şu anda. Çevre hakkı, ya da doğanın çok ciddi bir iş. Çok ciddi bir iş. Yani, biz bu işleri yapmaya başladığımızda doğa seven, hayvan seven birazcık romantik, fazla teknolojiden anlamayan bir kesimmişiz gibi algılandık. Bu çok ciddi bir iş. Bu bir yapılanma, yapılaşma politikasından, bir otoyol inşasından, bir denizin komple bir denizin yokoluşuna kadar çok ciddi sonuçları olan kısa vadede orta vadede uzun vadede, hayatımıza, cebimiza, aldığımız nefese hitap eden çok ciddi bir hak. Ve bu hak artık, Ömer Bey de söyledi, çok daha hızlı tanınmaya başladı. Çünkü çok büyük bir yokoluş var. Artık gözle görüyoruz. Kısa vadede hayatımızı etkilemeye başladı. Suyumuz, bir gün var, bir gün yok,diyoruz. Bir suyumuz doğal gölden geliyor, bir suyumuz, üç-dört arıtmadan geçip geliyor. Fiyatları farklı, artık cebimizde hissediyoruz, aradaki farkı.
        Ve ne yazık ki hala çevre hakkı dediğimiz şey, birazcık romantik algılanıyor. Eski nostaljiden henüz kurtuluyoruz. Belki bu basamaklar işe yarayacak. Çevre hakkı, bir mülkiyet hakkı kadar itibar görmüyor. Yani, insanların yaşama hakkı, hayatta kalma hakkıyla evinin gaspedilmesi arasındaki ikisine verdiğimiz ciddiyet ve çevre hakkına verdiğimiz ciddiyet aynı şey değil. Sanki, pek fazla bizi ilgilendirmiyor. Mesela imar, çok çok ciddi bir konu. Türkiye, henüz böyle bir çevre hakkını, koruyucu bir planlama anlayışı, hatta ciddi bir planlama anlayışını bile tatbik edebilmiş değil.
       Planlama, çevre hakkının korunabileceği en iyi mekanizmalardan bir tanesi. Dünyada yeşil kuşaklar kullanılıyor, insanlara, belli bir yeşil yüzde tanımlanıyor, bir şehirde sağlıkla yaşayabilmek için. Bizde o kadar düşük ki... Bizde tanımlanan 0.9 metrekare sanırım İstanbul için, benim hatırladığım bir rakam. 40 metrekare ise sıradan bir Avrupa ülkesinde.
       Yani, biz, artık soluk alabileceğimiz bir yeşil alana sahip değiliz. Ve hala büyüyoruz. Ve bunların hepsi yasadışı, hukuk dışı. Bunların hepsi geleceğimizi kolaylaştırabilecek gelişimler değil.
       

       Oğuz Haksever: Sivil inisiyatif içerisinde meseleyi biraz ortaya koymak adına, samimiyetine inanmadığınız kuruluşlar da var mı?
       

       Gökmen Yalçın: Şunu söyleyebilirim. Tecrübesizlik var. Samimiyet konusunda çok şey değilim. Bugün, akılla çalışan her kurum, kesinlikle buna inanıyorum, bu farkı gözetecektir. Sivil toplum örgütleri içerisinde yaptığı işi hem tecrübe hem birliktelik içerisinde o tecrübeyi edinerek, herkesin daha doğru iş yapmaya yöneldiğini gözlemliyorum. Mesela, bizim çalışmalarımız, bunu yaygınlaştırmak. Bu bilinci, kurumlara yaygınlaştırmak gibi bir dertle ortaya konuldu bizim derneğimiz.
       
       Oğuz Haksever: Çok teşekkür ederim. Masaya gidiyorum. Levent Bey, neler var.
       

       Levent Korkut: Çevre alanındaki en büyük sorun, cevap ve muhatap bulamama. Yani, idareden olumlu yanıt alamama. Dava yoluna başvurmada yanıt alamama. Ve sivil toplum örgütlenmesinin zayıflığı. Biraz önce bir hanımefendiyle konuşuyordum. İsyan ediyor, çünkü yalnız kalmış. Bunu nasıl düzeltebiliriz, nasıl geliştirebiliriz? Bu konuya ağırlık vermemiz gerekiyor. Sivil toplum örgütlenmesi çok önemli.
       
       Ömür Dedeoğlu: Bursa’dan Hatice Özdalkıran, aradı. Evsel atıklarla ilgili halkın bilinçlendirilmesine dikkat çekti. Gerçekten çok önemli bir konu. Ve Ergene nehriyle iki telefon aldık. Biri Lüleburgaz’dan. Ergene havzasının çok kirletildiğinin milletvekilleri vasıtasıyla da iletildiği ve henüz çözümün bulunmadığı belirtiliyor.
       

       Oğuz Haksever: Hızla Ankara’ya dönelim, Mesut Beyden son sözlerini alalım. Mesut Bey, siz hak aradınız. Bu konuda izleyicilere ne tavsiye ediyorsunuz?
       
       Mesut Atasoy: İzah etmediğim olay şu. Dünya Bankası’nın desteklediği bir projeye başlandı. Bu projenin halkı kalkındırmada da etkin olmasını istiyorum. Orada çevreye ve insanlara yararlı olacak şeylerin geliştirilmesinden yanayım. Bir de oranın şu andaki durumu sadece büroşürlere, resimlere bakabiliyoruz. Biz, buranın bir an önce kurtarılmasını istiyoruz. 25 yıldır o gölün kenarındayım. 3 yılımı hizmetle geçiriyorum.
       Geçen yıl böyle konuya kalkışmadan önce yetkili, Kayseri vekillerimiz ziyarete gelmiş, tünel için. Orada gölümüze uğradılar. Biz, buradaki sorunları dile getirince... Huzurunuzda onlara da ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. AKP hükümetinin Kayseri milletvekillerinden başta İrfan hocama çok teşekkür ederim, bu konuyla ilgilendiği için.
       Ve ne oldu, burada müdür bey, bana ve köylüye karşı hırslı bir şekilde, başka konularla sindirmek istedi.
        Biz, doğaya ve çevreye sahip çıktık. Bizi moral olarak destekleyecekleri yerde bize karşı tavır aldılar. Ben de buradaki köydeki bütün doğaseverleri, insanları bilinçlendirerek, haklarımızı ararız. Ve bugün o haklarımızın yerini bulduğuna inanıyorum. Size de bütün ekibinize ayrıca teşekkür ediyorum.

       
       Oğuz Haksever: Ömer Bey, bu tür hak arama yollarında kritik bir strateji, bir şey olmalı. Bir yere dokunduğunuz zaman oradan artık sonuç almanın işaretini görmelisiniz. Böyle bir şey var mı?
       
       Ömer Aykul: Şimdi, bir kere hakkı kendiniz aramalısınız. Kendinizin aramayı kabul etmeniz lazım. Yani, birisi gelsin de benim hakkımı arasın dememeniz lazım. Bu Ömer Dede’yi, isterseniz, günde on kere gösterin. Yoksa herkes, İstanbul barosu, yok şu vakıf, bu dernek derse, bunlar bunun altından kalkamazlar.
       Önce kendileri arayacaklar ve kendileri örgütlenecekler. Öğreniyorum ki, Ömer Dede orada derneği de kendisi kurmuş. Nefis bir örnek. Gelelim mücadele konusuna. Mücadele konusunda muhatap alacağınız kuruluşu seçeceksiniz. Eğer çevreyle ilgili bir zarara uğramışlarsa, genel bir bilgi vereyim. Eğer muhatap alacağınız bir özel sektör kuruluşuysa, tarlanızı kirleten, suyunuzu kirleten, hayvanlarınızı ölümüne neden olan vs...
       O zaman adli yargıdan önce uğradığınız zararı bir sulh hukuk hakimliğine tespitini yaptırıp, yetkili adli yargıdan oraya hangi mahkemeyse, asliye hukuk mahkemesine oraya dava açacaksınız. Yok, eğer burada birden fazla fabrika veya idarenin hatasına inanıyorsanız.
       Yine zarara uğramış vatandaşlar için söylüyorum. İdari yargıda tespit yaptırmak çok zaman alır. Sulh hukuk mahkemelerinde yaptıracakları bir tespitle bu sefer idari yargıya giderek, hangi bakanlık muhatap ise, bu çevre bakanlığı da olabilir, o konuda bambaşka bir bakanlık da olabilir. Bakanlık, bakanlığın temsilcisi olan vilayet ve eğer o konuda etkili olan başka alt kamu kuruluşları varsa, bunlara da muhatap alınarak davalar açılabilir.
       Bu söylediğim dava türleri idari yargıda iptal davası, eylem ve işlemin iptali davasıdır. Yok, eğer zararı kişinin parasalsa, maddiyse, mutlaka bir merci müracaatı yaparak yani idareye bir müracaat edip, hakkının verilmemesi üzerine bizim hukuk dilinde tam yargı dediğimiz, halk arasında da idarede tazminat davası diyebileceğimiz davalar açılabilir. Yani, hakkın, bizim Türk hukuk sistemindeki mahkeme ile alınma şeklinin en kısa ve öz hali bu.
       

       Oğuz Haksever: O zaman yargı, çok ciddi bir koz olarak çevre hakkı arama konumunda karşımıza çıkıyor.
       
       Ömer Aykul: Kesinlikle. Anayasamızın ikinci maddesi: Türkiye bir hukuk devleti. 36. maddesi, dava hakkını anlatıyor. 125’inci maddede de idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabi değil mi? Her ne kadar 1999 senesinde Anayasa’da uluslararası tahkim, 47, 125 ve 155’te yapılan değişikliklerle bu müessese getirilmişse de ve bunlar idari yargıda hak aramada çok ciddi bir gedik açılmışsa da henüz bunun uygulamasını görmediğimiz için bu tehdidi hissetmiyoruz. Ama bu tehdit de tepemizde demoklesin kılıcı gibi sallanıyor.
       

       Oğuz Haksever: Gökmen Hanım, son sözlerinizi alayım.

       
       Gökmen Yalçın: Ben de Ömer beye katılacağım. Biz, büyük ağabey arıyoruz, toplumda, her zaman, lider, yönlendirecek birisi. Halbuki o güç kendimizde.
       Yani, sivil toplum örgütlerini oluşturan insanlar da bu gücü kendilerinde hissedip, Hacı Ömer Duman gibi, o örgütlenme içgüdüsüyle hareket edenlerden oluşuyor. Cidden herkesin yapabileceği çok kısıtlı. Herkesin zamanına, planına göre, etkin olmaya çalışıyor. Ben şunu söylemek istiyorum. Sivil toplum örgütleri de aynı yöntemi izliyor. Dava açıyorlar, Ömer Bey güzel izah etti.
       Çok önemli bir şey var, dilekçe hakkı. 60 gün süre zarfında size cevap verilmesi diye bir durum vardır. Dilekçede tarafları arttırmak ikinci şey olabilir. Bir de ısrar çok önemlidir. Israr. Özen göstermek. Yani, oraya koyacağınız ifadeler, sizi yansıtacak ve ısrar edeceksinzi.

       
       Oğuz Haksever: Çok teşekkür ediyorum. Son olarak Açık Hat masasından birer cümle alabilir miyim? Gelen sorulardan ne izlenim edindiniz?
       
       Ömür Dedeoğlu: Halkımızı bilinçlendirmek için, eğitime ilkokul seviyesinde başlamamız gerekiyor. İlkokuldan yetiştirilen çocuklar ileride çevrenin en büyük savunucuları olacak.
       
       Gökhan : Genel izlenimim şu: insanlar sorunların farkındalar ama hala birilerinin kendisi adına bir şeyler yapmasını bekliyorlar. Biraz işimiz zor.
       
       Levent Korkut: Son olarak bir şeyden bahsetmek lazım. Bilgi edinme kanunu diye bir kanun çıktı. Bu da çevre hakkıyla çok ilişkili bir kanun. Daha bilinmiyor. Bu kanunu tanıtmamız lazım. Önemli bir kanun ama halkımız tarafından pek duyulmadı. Bütün idaredeki ilgili belgeleri isteme yetkisi veriyor bireylere.

 

 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları