Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 12:24 TS 28 Ağu., 2000
Tanrının Ağzından Evrenin Hikayesi
İster roman olarak ister felsefi bir metin olarak okuyun kitabı, büyük zevk alacaksınız.
M. Salih Polat
NTV-MSNBC
    22 Ağustos—  Nietzsche, “Tanrı öldü!” dediğinde, sevinenler kadar üzülenler, hatta gözyaşı dökenler olmuştu “Bizi bırakıp da nerelere gidiyorsun” çığlıklarıyla. Aradan uzun yıllar geçti ve Tanrı dönmeye karar verdi, üstelik gözlerden ve gönüllerden uzak göklerdeki mekânına değil, doğrudan insanların arasına! İtalyan bilim adamı Prof. Franco Ferruci’nin satırları, doğrudan bir roman olarak okunduğu zaman, yerden yarım metre yüksekte veya alçakta gezinir gibi hissediyorsunuz kendinizi. Felsefi bir ironi olarak ele aldığınızda ise insanlığın mı yoksa Tanrı’nın mı haline üzüleceğinize karar veremiyorsunuz bir türlü...  

   
 
       
    MSNBC News Haftanın Kitapları
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
Tanrı’nın Ağzından Evrenin Hikâyesi / Franco Ferrucci / İng. çeviren: Elif Özsayar / Ayrıntı Yayınları, 286 sayfa

       Tanrı’dan peygamberlere, peygamberlerden filozoflara, filozoflardan din ve bilim adamlarına uzanan bu serüven, modern toplumda pek de yüz vermediğimiz kimi kavramların üzerinde bir kez daha düşünmeye zorluyor bizi. Çünkü, her ne kadar kitap Tanrı’nın insanları kaderiyle başbaşa bırakıp gitmesiyle noktalansa da, O’nu bile bu kadar çaresiz ve kıstırılmış bir durumda bırakan insanlık yaşamaya devam ediyor...
       
OH MY GOD, TANRI ARAMIZDA!
       
“Başlangıçta, tam olarak uzay denemeyecek bir şeyin içindeydim. Gözlerimi bir boşlukta açtım ve bulunduğum yerin çıplak olduğunu gördüm: Havanın içindeki hava gibi orada hapsolmuştum. Hiçlikte sarmalanmış olduğumu anladığımda kendi varlığımın bilincine vardım. Bundan daha kasvetli bir şey hayal edemezsiniz. Ne yana baksanız boşluk! Evrenimin başlangıcı işte buydu: kalkıp kendime arkadaş arama dürtüsü (...) Gerçek şu ki dünya, yalnız olduğumu anladığım ve buna bir çare bulmaya çalıştığım zaman başladı.”
       Tanrı’nın kendini gölge gibi takip eden tahayyül ve tasavvurunun bir yansıması olan o görkemli ve bir o kadar da içinden çıkılması güç yalnızlığı; doğrusunu söylemek gerekirse, bugün içinde yaşadığımız modern toplumun bizi kıstırma, köşeye sıkıştırma, bütün “tutunma” imkânlarını elimizden alma telâşlarıyla büyük benzerlikler gösteriyor. Ancak, kabul etmek gerekir ki, “modern”liği toplumbilimcilerin henüz kenarı bile soğumamış kahve fincanlarında kalsa da, günümüz insanıyla kıyaslandığında Tanrı’nın avantajları çok daha fazladır. En azından, canı sıkıldığında birtakım “oyuncaklar” üretebilme gibi bir imkân ve imtiyazı vardır. O da farkındadır zaten bunun:
       “Yukarıdaki gökkubbeye bakılırsa, küçüklüğümde fizik ve matematik
       oyunlarına yatkınlığım hepsinden güçlü olmuş olmalı. Kendi çocuk halimi uzayın içinde heyecanla koştururuken hayal ediyorum; elimde şerit metreler, pusulalar, cetveller ve oyuncaklarla, hepsi birbirine karışmış. Yukarıdaki tuhaf kompozisyon bunu hâlâ kanıtlıyor. Bir gece dışarıda yürüyüşe çıkın ve gökyüzünün düzenine bakın: Bir çocuğun oyun odasını görürsünüz. Her şeyi ortalıkta bırakmışım, her şey birbirinin içinde.”
       Az şey midir bu?
       Ne var ki, yalnızlık için üretilmiş oyuncaklar da yetmez Tanrı’nın büyük yalnızlığını gidermeye. O da Tanrı olduğunu unutup intihar etmeye karar verir bir gün, Bir kayanın tepesine çıkıp okyanusa fırlatır kendini. Bütün bir denizaltı dünyası da bu sâyede şekillenir. Ama çıplaklığından kurtulması mümkün olmamıştır bir türlü. Teorisyenler istedikleri kadar modanın kapitalizmin ürünü olduğunu söylesinler, Tanrı hiç de aynı kanıda değildir: “Yaratılışın ilk anından beri ne giyeceğimi hiçbir zaman bilemedim.”
       Belki modayla ilişkisi hayli zayıftır ama en azından başlangıçta, ne istediğini bilmek konusunda hayli kararlıdır “Evrenin Hikâyesi”ni anlatan Tanrı: ”
       “Gürüldeyen nehirlerin, okyanus akıntılarının ve kıtaları sıyırıp geçen rüzgârların içinde o kadar zaman geçirdikten sonra, kendi kendine hareket edebilen, birlikte yürüyüşe çıkabileceğim doğru dürüst bir varlığa karşı bir özlem uyandı içimde. Çok muydu istediğim?”
       Değildir, çok değildir elbette ama birlikte yürüyüş amacıyla yaratılanlar, bir süre sonra bu yürüyüşten sıkılıp kendi başlarına koşmaya başlarlarsa ne olacaktır? Koşarken kazara da olsa dönüp geriye baktıklarında, “Bu ihtiyar da peşimde ne arıyor acaba?” diye tuhaf sorular bırakırlarsa ortalığa ne olacaktır?
       Tanrı’nın bunların cevabını alması hiç de uzun sürmez. Üstelik, bizzat görevlendirdiği, insanların yoluna ışık tutsun diye emekler harcadığı peygamberleri verecektir en yakıcı cevapları kendisine.
       
“TANRI BİR YALNIZLIKTIR”
       Sina Dağı’nda Musa Peygamber’le geçirdiği günler, Tanrı’yı bile çileden çıkartacak kadar gariptir. En garibi de, Musa’nın bir nevi “işvereni” konumunda bulunan Tanrı’nın önerilerine bile yüz vermemesi, yüz vermek şöyle dursun, bir de azarlayıp paylamasıdır. “Musa popüler imgelemi uyandırmış, tuhaf ve gerçekdışı anılarla doldurmuştu. Ciddi bir çaba harcamamı gerektirse de bütün bunlara katlandım, çünkü mesajımı insanlara iletmek için ona ihtiyacım vardı.”
       İyi ama Musa Tanrı’nın bildiği Musa mıdır acaba? Peygamber ünlü kanunlarını yazarken, Tanrı birden “zengin de yoksul da olmamalı” diye müdahale eder. Bunun üzerine tepesi atan Musa Peygamber, “Bu da ne demek oluyor?” diye bağırır: “Zengin de yoksul da olmamalıymış! Apaçık gerçekleri unutuyorsun. Ne Tanrı ama, başı bulutlarda geziyor, arada bir aklına esince dünyaya dönüp peygamberini eleştiriyor.”
       Arkasından Musa’nın Tanrı’yı yalancı peygamberlikle ve zina ile suçlaması ise ortalığı büsbütün karıştırır. Kalabalığın attığı bir taşla kendinden geçen Tanrı, gözlerini açtığında Akdeniz’de bir adada bulur kendini. “Evrenin Hikâyesi,” bir film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden: “Kendimi topladım ve geçen süre içinde büyük dinlerin peygamberleri tarafından anlaşılmaz bir şekilde çarpıtılmış olan geçmişimi araştırmaya koyuldum. Bu amaçla filozofları öne çıkmaya teşvik ettim ve evrenimin nasıl geliştiğini anlama görevini verdim onlara.”
       
“BABA, BENİ NİÇİN TERK ETTİN?”
       “Ezelden beri nedense karakterimin bir parçası olmuş o dalgınlık yüzünden, yarattıklarımın hepsine yetecek kadar besin sağlama işini ihmal etmiştim (...)Anılarını yazan Tanrı değil de estetik dersleri veren bir üniversite hocası olsaydım, güzellik kavramına, yiyen ve yenilen tarafından algılandığı biçimde açıklık getirmeye çalışırdım.”
       Bu aşamadan sonra Tanrı’nın Yunanistan’da veya Roma’da filozoflarla başbaşa olmasında şaşırtıcı hiçbir yan yoktur. Aslında O da boş durmamış, daha önce bir miktar felsefe üzerinde çalışmış, hatta diyalektiği bile kavramıştır: “...Bu olağanüstü çeşitlilik üzerinde düşünürken, yaşamın ancak zıtların birliğiyle ayakta tutulabileceğini anladım. Bu kavrayışa ulaşmam epey zaman almıştı ve bu benim ilk felsefi düşüncemdi.” Kendisini geliştirmek için Parmenides’ten Ksenophanes’e, Heraklitos’a bir sürü dost edinir. Ama bütün bu tür ilişkilerde olduğu gibi, söz konusu dostluk kötü bir alışkanlığı da getirir beraberinde: Tanrı, şaraba başlar. Zaman zaman da Uzakdoğu’ya doğru sefere çıkıp Buddha’nın dizlerinin dibinde almaktadır soluğu.
       Ne var ki, dünyanın geleceği açısından İsa Peygamber’in konumu çok daha büyük önem kazanacaktır birdenbire. Kötü alışkanlıklardan uzak duramayan Tanrı, bir gün Kudüs’te dolaşırken bir kadın görür ve olanlar olur. Sonra da sanki olup bitenin müsebbibi kendisi değilmiş gibi sorar İsa’ya: “Senin bir fahişenin oğlu olduğunu söylüyorlar, doğru mu bu?”
       Bir sonraki sahne ise hamiyet sahibi her insanın gözünü yaşartacak ve gerek Tanrı’ya, gerekse İsa Peygamber’e yönelik umutlar yeşertecek ölçüde dalgınlıklarla ve kısmi dargınlıklarla yüklüdür:
       “İsa’nın sesi şaraptan ve kederden boğuklaşmıştı. İki komplocu gibi alçak sesle konuşuyorduk. Kudüs’ün üstünden melekler kadar büyük bulutlar geçiyordu; uzaklardan gelen trompet seslerini duyabiliyordum, bir rüyadaymışım gibi. Şarabın kokusu benim de başımı döndürmüştü. O anda fark ettim ki ben de Mesih’e inanmak istiyordum: ben, ateist Tanrı.”
       Tam Tanrı’mız tekrar doğru yola girecek derken... olmaz. O da yollara vurur kendini. Kimi gün Şeytan’la hesaplaşır, daha doğrusu Şeytan O’nunla hesaplaşır ve durup dururken bir de hayat dersi verir: “Her zaman senin ortağın oldum, beni görmüyormuş gibi yapsan, hatta varlığımı inkar etsen bile. Ben bu şekilde suçlanıp eziyet görmesem, aynı muamelenin sana reva görüleceğini bilmiyor musun? Yükümü biraz olsun hafifletmeye çalış. Yoksa kim olduğunu herkese söylerim, sonra pişman olursun.”
       Şeytan karşısında da insanlar ve peygamberleri tarafından yalnız bırakılan Tanrı, bir süre sonra Geothe, Hölderlin, Dostoyevski, Einstein, Tolstoy ve Freud gibi isimlerle ilerletir muhabbeti. Ne yazık ki, bu entelektüel çevre bile yetmez Tanrı’ya umut aşılamaya. Artık gidip çalabileceği tek bir kapı kalmıştır:
       
“NEDEN DAHA ERKEN GELMEDİN?”
       “Aşk kesinlikle bir oyundu, ama hepsi bu değildi. Vahadaki ilk andan beri sevmek, sevişme arzusundan öte bir şey olmuştu; çiçeğe kendi kokusunu ve anısını eklemek demekti sevmek. Aşkın sevileni hem tanıdık, hem kutsal kılmaktan geçtiğine karar verdik. Bize gerekli görünen her şeyin bir listesini yaptık. Kesinlikle vazgeçilmez koşullardan biri neşedir; o olmadan oyuna ne başlayabilir ne de bitirebilirsiniz. Birlikte gülmek birbirini sevmek demektir ve neşe, ona sahip olanların bildiği gibi, en yüksek hayat biçimidir. İnsanlar onun yokluğunu ödünç neşeyle gidermeye çalışırlar -başkalarının yaptıkları ve söyledikleri karşısında atılan kahkahayı kastediyorum-, yorgun beden o umutlandırıcı enerjiden biraz yakalayabilsin diye. Halbuki aşk başkasına kendi neşenizi vermektir. Nitekim sahiden sevebilen ve bu oyunda kazananabilenler, önceden de mutlu olanlardır.”
       Aşk konusunda ahkâm kesmek kolaydır da, aşkın çarpım tablolarında mamur bir yer edinebilmek aynı ölçüde kolay değildir her zaman. Doğrusu bu ya, Tanrı da farkındadır bunun. Ne var ki, bu durum gözünü açacağı yerde canını sıkmış ve olanlar olmuştur bir kez daha: “Böcekler, o baş belaları! Ortaya çıkışları bile rezilceydi. Ruh halimden yararlandılar, yıldızların altındaki yarıkların, çatlakların, ipliksi kanalların, karanlık gediklerin sakinleri. Her biri kendimi kötü hissettiğim bir zamanın ürünüdür ve her biri bana o zamanı hatırlatır.”
       Tanrı’nın da en az bizim kadar kendini kötü hissettiğini düşünüp bir miktar da olsa teselliler mi aşılasak kendimize, yoksa metrekareye düşen börtü-böcek yoğunluğuna bakıp hepten umutsuzluğun kandilsiz kıyılarına mı konaklasak? Bunu düşünmek için henüz vakit vardır, çünkü Tanrı bir başka kötü alışkanlık daha edinip gazete okumaya başlamıştır. Ama imkânlarını kullanıp kısa sürede bilinçlenen bir okurdur O:
       “Gazete okumayı öğrenmiştim artık. Önemli haberlerin hiçbir zaman birinci sayfada yer almadığını biliyordum. İç sayfaların bir köşesine sıkışmış olurdu onlar, gazeteci şaşırmış da daha başka ne yazacağını bilememiş gibi, kısacık ve ayrıntıdan yoksun (...) Gelgelelim, zavallı editör o haberi hangi akla hizmetle yayınladığını bilemese de, insanlığın kendini tanıdığı yerdi orası.”
       Doğrudur, “insanlığın kendini tanıdığı” yerdir gazeteler. Ne var ki, bunun her zaman olumlu sonuçlar verdiğini, bu tanışmanın tarafların önüne engin ufuklar serdiğini söylemek mümkün değildir. Tanrı bunu farkettiğinde, maalesef vakit çok geçtir:
       “Dünyamın kusurlu bir eser olduğunu, daha bir sürü çalışma gerektiren bir çeşit eskiz olduğunu çoktandır biliyordum. Söz konusu düzeltme çabasının bu gezegende, bu varlıklarla gerçekleştirilemeyeceğini en sonunda kabullenmiştim. Yarattığım şey kötüye gidebiliyor, ama silinemiyor ve değiştirilemiyordu. Evrenimi iyileştirmek için insanoğlundan yararlanma çabalarımın sonuna gelmiştim.”
       
       

       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları