Home page
Haber Menüsü



 
Lozan konferansı günlerinde Musul için yapılan gösterilerden biri  
Musul ve Kerkük’ün kısa tarihi  
Kuzey Irak’ın iki büyük kenti Musul ve Kerkük, ABD işgalinin ardından, uzun yıllar sonra yeniden Türkiye’nin dış politikasının odağına yerleşti. Kerkük’teki Türkmenlerin uğradığı saldırılar, Türkiye’de bölgeye karşı duyulan hassasiyeti artırdı.  
   
NTV-MSNBC
 
    26 Ağustos 2003—  Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılan Musul ve Kerkük’ün, 1926’da dünya karşısında varoluş mücadelesi veren genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm çabalarına rağmen İngiliz etkisindeki Irak yönetimine bırakılışının kısa tarihi…  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Musul-Kerkük bölgesi ilkçağların en önemli medeniyetlerinden ikisi olan Asur ve Babil devletlerinin kurulduğu bölgeydi. Kerkük şehri Asurlular tarafından inşa edilmiş, Musul da yine bu uygarlığın dini merkezi olmuştu. İlkçağ dünyası içinde önemli bir merkez olan Musul-Kerkük bölgesi, İslam devletleri döneminde de önemini koruyarak Emevi ve Abbasi devletlerinin belli başlı şehirleri oldular.
1910'larda Kerkük

       
       Türklerin Anadolu’ya geçtikleri dönemde ise Musul ve Kerkük bölgesinin Türk nüfusu hızlı bir artış sürecine girdi. Büyük Selçuklu Devleti’nden sonra, Osmanlı Devleti hakimiyetine kadar geçen süre içinde Musul-Kerkük, Irak Selçukluları, Zengiler, Erbil Atabeyliği, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safeviler gibi devletlerin hakimiyetine girdi. Bölgeye büyük Türkmen göçleri bu dönemlerde oldu ve bu iki kentin çevresinde Arap nüfusundan daha ağırlıklı bir Türkmen nüfusu oluşmaya başladı.
       Moğol istilası ve Timur’un akınlarıyla zaman zaman kesintiye uğrayan bu süreç Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından 1517 yılında bölgenin Osmanlı ülkesine katılmasıyla çok uzun yıllar sürecek yeni bir döneme girmiş oldu.
       
OSMANLI YÖNETİMİNDE MUSUL
       Yavuz Sultan Selim, Safevi Devleti ile yapılan Çaldıran Savaşı’nı kazanmasının ardından, İran sınırını güvenlik altına almak için İdris-i Bitlisi’yi, Kürt ve Türkmen emirlerinin Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını sağlamak için Musul-
Yavuz Sultan Selim
       Kerkük bölgesine gönderdi. İdris-i Bitlisi burada yaptığı çalışmalarla Osmanlı Devleti’ne bağlanacak olan emirlere, oturdukları yerleri yurtluk ve ocaklık olarak vererek aşiretlerin Osmanlı hükümdarlığı altına girmelerini sağladı.
       Kanuni 1534’te çıktığı Tebriz seferi sırasında Kerkük’te 28 gün kaldı. Aynı yıl içinde Kanuni’nin Bağdad seferinin ardından Musul eyelat haline getirilerek Kerkük ve Süleymaniye bölgesini de kapsayan bir merkez halini aldı.
       Bu tarihten sonra Musul Eyaleti Osmanlılar ile İranlılar arasında birçok defa sınır ihtilaflarına ve savaşlara neden oldu. Ayrıca bölgede çıkan isyanlar nedeniyle Osmanlı ordusu sık sık Musul Kerkük bölgesine girmek zorunda kaldı.
       Ayrıca Musul bölgesinde, Osmanlı hakimiyetinde kaldığı süre boyunca sıklıkla göç olayları meydana geldi. İran’ın zaman zaman bölgeye girmesinin yanısıra özellikle kuraklık ve doğal afetler yöre insanının başka yerlere göç etmesine yol açtı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Musul

       
       Bunların arasında 1667’deki Musul depremi, 1711 yılında tüm Musul, Kerkük, Süleymaniye bölgesinde yaşanan büyük çekirge istilası en dikkkat çekici göç nedenleri oldu.
       Musul-Kerkük bölgesi, 19. yüzyıl ortalarında petrol kaynaklarının keşfinin ardından bir anda Avrupa devletlerinin ilgisini çekmeye başladı.
İngiliz ve Almanların Irak'ta nüfuz mücadelesine giriştikleri dönemde yapılan Bağdat demiryolu

       
       1900’lü yılların başında İngilizler ve Almanlar bölgede kendi hakimiyetlerini kuracak girişimlere başladılar. Almanya girişimini Osmanlı yönetimindeki nüfuzunu artırarak sürdürürken İngiltere bölgedeki aşiret reislerini ayaklanmaya teşvik ederek Osmanlı yönetiminin halk üzerindeki etkisini zayıflatmaya çalıştı. Bu girişimler Kürt, Arap, Türkmen, Süryani, Keldani, Yakubi ve Ermeni gibi pekçok topluluğun milliyet ve din farklılıklarını sömürerek etkili olmaya başladı.
       
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA MUSUL-KERKÜK
       Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki aylarda Osmanlı Devleti, İngilizlerin Basra Körfezi’nden Irak’ı istila etmek için Hindistan’da hazırlık yaptıklarını haber almıştı. Nitekim İngiltere 1914 Kasım ayında Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek birlikleriyle Şattülarap ağzındaki Fav bölgesini işgal etti.
       İngiliz güçlerinin hızla Kuzeye doğru yürüyüşe geçmesinin ardından Osmanlı ordusu da bölgeyi savunmak için büyük çaba sarfetti. Eylül 1915’de Bağdat’a bağlı önemli bölgelerden biri olan Kutu’l-Ammare’nin, başında General Townshend’in bulunduğu İngiliz birliği tarafından düşürülmesi Bağdat’ı büyük bir tehlike ile karşı karşıya bırakmıştı.
       Ancak General Townshend, Bağdat’a doğru yürüyüşe geçtiyse de Selmanpak’da Türk kuvvetlerince karşılanarak bozguna uğratıldı ve Kutu’l-Ammare’ye geri çekilmek zorunda kaldı.
Birinci Dünya Savaşı döneminde bir İngiliz haritasında Musul-Kerkük bölgesi

       
       Kutu’l-Ammare’ye kapanmış bulunan İngiliz işgal kuvvetleri, Goltz Paşa ve Ali İhsan Paşa idaresinde takviye edilen Osmanlı ordusunun 7 Mart 1916’da başlattığı saldırı sonucunda teslim olmak zorunda bırakıldı. Ve 29 Nisan’da General Towsend’le birlikte 5 general, 481 zabit ve 13.100 askerden oluşan İngiliz kuvvetleri kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul ettiler.
       Ancak Osmanlı yönetimi bu başarıdan yeterince faydalanamadı. Bölgedeki ordu İngilizlerin uzun süre hareket edemeyecekleri düşüncesiyle başka bölgelere kaydırıldı.
       İngilizler bu boşluğu iyi değerlendirerek Basra’da beklettikleri Hindistan kuvvetleriyle ileri safta bulunan birliklerini takviye ettikleri gibi daha çetin şartlar için erzak ve mühimmat tedarikine başladılar ve çok geçmeden Bağdat, 11 Mart 1917 tarihinde İngiliz kuvvetleri tarafından hiçbir savunmayla karşılaşmadan işgal edildi. Böylece Irak’taki dengeyi kendi lehlerine çekerek 7 Mayıs 1918’de Kerkük’ü ele geçirdiler.
       
MONDROS’UN ARDINDAN
       Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Mondros Ateşkes antlaşmasının imzalanması üzerine İngilizler bölgedeki varlıklarını sürdürdü. Antlaşmadaki 7. madde, yani ‘lüzum görüldüğü takdirde stratejik noktaların işgal hakkı’ üzerine İngilizler, 3 Kasım 1918’de Musul’a girdiler.
Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayan Osmanlı heyeti
       
       İngilizler o günden itibaren şehirden, hiç bir Türk kıtasının ve nakliye kafilesinin çıkmasına izin vermeyip, Musul ve civarında Hıristiyanlara tecavüzde bulunulması ve bu tecavüzlerin devamı halinde Musul’u işgal edeceklerini ileri sürdüler. Musul’daki Osmanı ordusu komutanı çeşitli diplomatik girişimlerle 15 Kasım tarihine kadar direndiyse de şehri boşaltmak zorunda kaldı.
       Milli Mücadele’nin başlamasıyla Musul-Kerkük bölgesinde de bir takım hareketlenmeler oldu. Bölgedeki Türkmen ve Kürt aşiretler İngliz işgaline karşı direnişe geçtiler. Musul’da seri ayaklanmalar patlak verdi ve İngilizler, karakollarını Revanduz’dan on sekiz mil güneybatıya kaydırmaya mecbur oldular.
       Ayrıca İngilizlerin bölgenin yönetimi için planladığı yönemler de başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
       Erbil, Kerkük ve Süleymaniye’deki Türkmenler, kurulması düşünülen Kürdistan’a bağlanıp bir Kürt yönetimi altına girmek istememişler, Musul’daki Kürtler de Arap idaresini kabullenmemişlerdi.
       Bu arada Mustafa Kemal yöredeki aşiret reisleriyle temasa geçti. Irak’taki İngiliz görevlileri, İngiliz yönetimi gözcülüğü altında Büyük Millet Meclisi ile görüşmelerde bulunmayı önerdiler, bu öneri, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı’nca desteklendi. Dışişleri Bakanı Lord Curzon arada sağlam bir esas bulunmadığına değinerek bu görüşmelerin yapılmasına karşı çıktı. Irak’taki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Percy Cox, Kral Faysal’ın saygınlığının arttırılması ve tahtının güvence altına alınması gerektiğini savundu, ayrıca Ankara Hükûmeti ile Fransa arasında yapılan görüşmelerle artan Fransız etkinliğini kırmak için İngiltere’nin de Ankara ile görüşmelere başlamasını gerekli gördü.
       İtilâf kuvvetleri ile görüşme yapılacağını daha önceden gören Ankara Hükûmeti, konferans masasında kullanılabilecek kozlar sağlamak için Aralık 1921’de asker sevkedilip Revanduz ele geçirildi.
       İngilizler, Büyük Millet Meclisi planları ile ilgili bir çok varsayım üzerinde duruyorlar ve Mustafa Kemal’in Irak’taki İngiliz idaresini devirmek için Haziran 1922’de özel bir komite kurduğunu iddia ediyorlardı.
       Öte taraftan Özdemir Bey komutasında Türk birliği Musul bölgesindeki harekâtına başarıyla devam edip, 31 Ağustos 1922’de Derbent Muharebesi’nde İngilizleri ciddi şekilde hezimete uğrattı ve Eylül ortasından itibaren Şaklava kazasına gelerek Musul ile irtibatı sağladı. Anadolu’da başarı ile devam eden mücadele, Musul hattındaki aşiretleri İngilizlere karşı cesaretlendirmişti. Süleymaniye, Kerkük ve Musul bölgesi halkı, bağlılıklarını bildirmek için, vergilerini Ankara’ya göndermeye başlamışlardı. Bölgede Türkler lehine değişen denge İngilizleri, Süleymaniye’yi terketmeye mecbur etti aşiretler şehre girerek duruma hâkim oldular.
       Ancak İngilizlerin bölgedeki çeşitli aşiretleri ayaklanmaya teşvik etmesi ve Türk kuvvetleri batıya kaydırılması zorunluluğu nedeniyle Musul-Kerkük civarındaki harekat durduruldu. Bu sırada Lozan konferansının toplanmasıyla askeri mücadele diplomatik mücadeleye döndü.
       
LOZAN KONFERANSI VE SONRASI
       Lozan Konferansı’nda Musul ile ilgili Türk tezi, coğrafi, etnik, tarihi, siyasi ve ekonomik nedenlere dayanıyordu. Türk tarafı Musul’da nüfusun büyük bölümünü oluşturan Türklerle Kürtlerin, Türkiye yönetiminde kalmayı istediklerini savunuyordu. İngiliz tezine göre ise Cemiyeti Akvam tarafından İngiliz yönetimine verilen bir bölge tekrar geriye verilemezdi.
Lozan Konferansı'nda İsmet Paşa imza atıyor

       
       Oysa İngilizler, Musul’u Mondros Ateşkes antlaşmasının ardından, antlaşma şartlarına aykırı olarak işgal etmişti. Bu, hem uluslararası hukuka hem de Wilson prensiplerine aykırıydı. Üstelik Musul, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde de yer alıyordu. Lord Curzon Musul’da iki kez halk oylaması yapıldığını ikisinde de halkın Türk yönetimini istemediği sonucunun ortaya çıktığını öne sürüyordu. Ayrıca sık sık İngilizlerin Musul’daki varlığının petrolle ilgisi olmadığını belirtiyordu.
       Oysa İngilizlerin gizlemek istediği fikirleri şuydu: Musul İngiltere’nin etkisi altında bulunan Hindistan yolundaki en önemli kentlerden biriydi. Ayrıca dünya ekonomisinde artık yerini iyice sağlamlaştırmış olan petrol açısından da zengin kaynaklara sahipti. Yani hem ekonomik hem de stratejik nedenler İngiltere’nin Musul üzerinde dikkat çekici bir yoğunlukta hak iddia etmesine yol açıyordu. Ancak İsmet Paşa bu konuda kolay teslim olma niyetinde değildi. Musul sorununu ilk kez 26 Kasım günü Lord Curzon ile yaptığı özel görüşmede gündeme getirdi.
       Musul’un Türkiye’ye verilmesi konusundaki Türk tezine, Curzon’dan ‘bu konuyu konferans dışında çözelim’ yanıtını alan İsmet Paşa, öneriyi kabul etti. Ancak İngilizler birkaç gün içinde önerilerini bir tarafa bırakarak Türklerin Musul üzerinde hak iddiasından vazgeçmesi şartıyla Musul petrollerinden hisse verilmesi için görüşmeler yapmayı dile getirdiler. Hatta bunun için İngiliz petrol uzmanları, Türk delegasyonuyla görüşmeler de yaptı. Ancak İsmet Paşa Türkiye’nin Musul üzerindeki hakkından vazgeçmiyordu.


       
       Lozan görüşmelerine katılan İkinci Murahhas Rıza Nur da, 5 Aralık 1922 tarihinde Lord Curzon’u ziyaret ederek, Musul Türkiye’ye bırakılırsa tatmin edici bir barış imzalanabileceğini, Sovyet Rusya ile ilişkilerin dahi kesilebileceğini bildirdi. Ancak İngiliz Dışişleri Bakanı, kendi Doğu politikalarının tamemen yok olması anlamına gelen bu teklifi reddetti. Curzon için Musul’un İngiliz güdümünde kalması hayati önemdeydi. Yunanistan’a verilen destek nedeniyle kaybedilen uluslararası etkinliğin Musul’un İngiltere’de kalmasıyla yeniden sağlanabileceğini umuyordu. Hatta Musul için daha önce ‘en önemli mesele’ dediği Boğazlar politikasını bile ikinci sıraya bırakıyordu. Ardarda gelen görüşmelerden Ocak 1923’e kadar sonuç çıkmayınca İsmet Paşa sorunu doğrudan Londra ile çözme arayışına girdi.
       İsmet Paşa Musul yüzünden Lozan görüşmelerinin kesilmesinden kaygı duyan İngilizlerin yeni Başbakanı Bonar Law’ı ikna etmeyi umuyordu. Bu iş için Muhtar ve Şeref Bey Londra’ya gittiler ancak Musul’da çıkarları bulunan bazı İngiliz milletvekilleri dışında görüşme yapamadılar. Lord Curzon ise bu girişimden rahatsız olduğunu açıkça belli ediyordu. Özel görüşmelerle Musul sorununun çözülemeyeceği anlaşılınca Curzon sorunu Lozan’daki Arazi Komisyonu’na götürdü. Komisyonun 23 Ocak 1923’teki toplantısında yapılan konuşmalar oldukça sert geçti. Curzon’un Arazi Komisyonu’ndaki, sorunu oldubittiye getirme çabaları sonuç vermedi.
Milletler Cemiyeti

       
       Ve Musul konusu Lozan Konferansı’nda görüşülecek konuların dışında bırakılarak askıya alındı. Ancak İngiliz diplomasisi sorunu Milletler Cemiyeti’ne taşımayı başardı. Milletler Cemiyeti’nde İngiltere sözü en çok geçen ülkelerden biriydi ve Türkiye henüz geçici üye konumundaydı. Sonuç olarak 1924 ve 1925 yıllarında Milletler Cemiyeti’nde yapılan uzun tartışmaların ardından Musul, İngiliz etkisindeki Irak’a bırakıldı.
       Türkiye’nin Milletler Cemiyeti kararına tepkisi sert oldu Ancak aynı dönem Güneydoğu’da çıkan isyanlar, Türkiye’nin henüz savaştan yeni çıkmış olması, askeri olarak eksiklerinin bulunması ve uluslararası alanda yalnız konumda bırakılması bu konuda daha fazla direnmeye engel oldu. Ve Milletler Cemiyeti kararına uymak zorunda kalarak 5 Haziran 1926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul’u Irak’a terketmeyi kabul etti.
       
       
    TOP5 İsrail hücum botu Gazze kıyısını vurdu  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları