|
Defne Sarısoy: Öncelikle Türkiye - Yunanistan arasındaki sorunların geçmişine bakalım. Çözüm bekleyen sorunlar arasında, Ege konusu ayrı ve kapsamlı bir yer tutuyor. Zira Ege sorunu kendi içinde alt başlıklar olarak sıralayabileceğimiz önemli unsurlar taşıyor. Genel olarak baktığımızda, 1923 Lozan Barış Anlaşmasıyla kurulmuş olan dengelerin geçen zaman içinde değiştiğini görüyoruz. Sorunları bugüne taşıyan etkenler neler? Enis Tulça: Şimdi Lozanda oturtulan denge, söylediğiniz gibi zaman içinde erozyona uğradı. Bir kere şöyle bakabiliriz; Türkiyeyle Yunanistan arasında pek çok anlaşma var,bazıları Osmanlı döneminden. 1912deki anlaşma, Uşi Anlaşması, Osmanlı ve İtalyanlar arasında Trablusgarpın ardından yapılmıştır. Orada Egeyi kapsayan unsurlar da vardır. Daha sonra 1913te Büyükelçiler konferansı var, Balkan Harbi sonu anlaşmaları var. Sonra Lozan var tabii. Ama Lozan sonrasında da 1932de İtalyanlarla yapılmış tutanaklar var. Bu iki tutanaktan biri güneydeki Meis Adası ve civarındaki ada ve adacıkların aidiyeti, diğeri de 12 Adalar ile ilgili. İşte Kardakın da bulunduğu bölgenin aidiyetiyle ilgili. Sonra 1947de Paris Anlaşması var ki Türkiye taraf değil o anda, Yunanlılarla İtalyanlar arasında. Ama bütün bu tarihi süreç içinde, örneğin 47 sonrasını ele alırsak, bu konu bir kriz boyutunda veyahut bir siyasi anlaşmazlık boyutunda pek gündeme gelmiyordu. Ta ki 1973te o zamanki Yunan Enerji Bakanı çıkıp Kuzey Egede petrol olduğunu tahmin ediyoruz, tespit etmek üzereyiz ve biz bu pertolü arayacağız uluslararası konsorsiyumlarla birlikte diye bir beyanatından sonra konu gündeme geliyor. Tabii Yunanlılara göre petrol aranacak bölgeler kendi suları, Türkiye ve uluslararası sular. Karasuları gibi anlaşmazlık unsurları bu şekilde gündeme geldi ilk defa. |
|||||||||
Ve 1974 Şubatında iki ülke arasında ilk nota verilmeye başlandı. Uluslararası antlaşmalara göre, Egeden çıkacak petrolün maliyetli bir petrol olduğu, ancak varili o zamanki hesaplara göre 40 dolara satılabilirse bu petrolü çıkarmaya değeceği hesaplanmıştı. Bu anlaşmazlık 1973-74te ortaya çıkınca, iki ülke bir şekilde karşı karşıya gelmiş oldu ve Egede ilk kriz 1976 yazında yaşandı. 1976nın 7, 8, 9 Ağustos günleri Türkiyeye göre uluslararası su olan, Yunanistana göre kendi karasuları olan bölgelere önce araştırma gemilerini yolladı her iki ülke ve akabinde de onları takiben askeri gemiler bölgeye gidince ilk kriz, ilk savaş tehlikesi yaşandı ve hadisenin uluslararası hukuka yansıması da hemen ertesi gün, 10 Ağustos 1976 günü Yunanistanın tek taraflı olarak Lahey Adalet Divanına başvurmasıyla başladı. Adalet Divanına giderken herhangi bir konuda anlaşmazlığı olan iki ülke oturuyor bir tahkimname dediğimiz belgeyi hazırlıyor: Ben seninle hangi konularda anlaşamıyorum, senin görüşün şu, benim görüşüm bu. Altına imzalar atılıyor ve Divana başvuruluyor. Divanın alacağı karar da bağlayıcı oluyor. Fakat o zaman Yunanistan tek taraflı başvurdu. Yunanistanın talebi, Türkiyenin Egedeki hasmane tutumunun durdurulması ve adalarla kıta arasındaki sınırın tespiti yönündeydi. İkisini de Divan kaale almadı, yani uygulamaya koymadı. Egede 1976dan sonra 1987 Mart krizi yaşandı aynı şekilde, hemen hemen aynı sebeplerden. Orada da rahmetli Özalın otel odasında sohbet sırasında söylediği bir cümle ile kriz önlendi. Onlar belirli bir sınıra veyahut da belli bir bölgeye girmezlerse, biz de çıkmayacağız dedi ve kriz aşıldı. Son olarak da Kardakta ilişkiler gerildi ki o biraz farklıdır, onu da Amerikanın müdahalesi yani Clinton yatıştırdı. Yani üç kere savaşın eşiğine gelindi ve hala da çözülmüş hiçbir şey yok. Dondurulmuş vaziyette duruyor bu problem. Bu arada 1982de Uluslararası Üçüncü Cenevre Konferansı nihayetlenince, buna Türkiye taraf olmadı. ABD de dahil, dört ülke dünyada taraf olmadı. O andan itibaren de o sözleşmeye istinaden Yunanistan kendi hukuki zeminini oturtmaya başladı. Bu arada kendi koydukları çekinceye rağmen başvurmaları, 1976da onlara büyük bir ders oldu ve o tarihten bu tarafa deniz hukukunda Yunanistan hakikaten müthiş atılım yaptı, müthiş yatırımlar yaptı. 1982den bu tarafa da artık, deniz hukukunun kuralları üstünde Yunanistan yürümeye başladı. Şimdi Ege yarı kapalı bir deniz. 3 bine yakın ada var, adacıklar var. Bu adacıklar da bağlı ada, adacık diye tasvir edilen şeyler hukukta, en büyük sorunu da onlar yaratıyor. Çünkü bu adacıkların bir kısmı bütün bu anlaşmalarda, Lozan dahil, öncesi ve sonrasında ismen zikredilmiş. Bu Yunanistanındır, bu Türkiyenindir gibi, bazıları da zikredilmemiş. O zikredilmeyenler işte bugünkü sorunların sebeplerinden biri. Defne Sarısoy: Peki İtalyanlarla imzalanan antlaşmalardan kaynaklanan hakların Yunanistana devredilmesi nasıl gerçekleşti? Enis Tulça: İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye, Ege adalarıyla ilgili hiçbir hakkımız ve iddiamız yok diyor. Yunanistan da bundan istifade edip, İtalyanlara ait 1912den beri 12 Adalar bölgesinin bir şekilde Yunan nüfusu olduğunu ileri sürüyor, 1947de Paris anlaşmasıyla Yunanlılara geçmesi gündeme geliyor ve geçiyor. İşte bu bölgenin ada veya adacıkları da haliyle o anlaşmalarla onlara geçtiği için, Kardakta olduğu gibi 1947deki anlaşmayı öne sürüyorlar. Türkiye ise bunun sadece bir teknisyenler zaptı olduğu, hiçbir şekilde hayata geçmediği ve birçok geçmiş haritalarda Kardakın Türkiye tarafında olduğunu söylüyor. Hakikaten 1800lerden beri gelen süreçte, mesela 1950lerde Amerikan haritalarında Kardak Türk tarafında. Türkiye, Yunanistana diyor ki; Bütün Ege sorunlarını gelin görüşelim, bir sonuca varmaya çalışalım. Bu olmazsa Divana gidilebilir. Yani Divan kapısı son dönemde zannediyorum yine açık Türkiye açısından. Yunanlılar ise diyor ki; Benim kıta sahanlığı sorunu dışında ve 96dan beri de Kardak sorunu dışında sizinle görüşecek hiçbir şeyim yok. Egenin tamamı benimdir, onlar için isterseniz gideriz. Adalet Divanına gitmek için de tahkimnameyi oturup birlikte yazmak lazım. Şimdi çıkış yolunda bir kere iki ülke anlaşamadı. Yani Divana ne için gidilecek, o olmadığı için yıllardır zaten gidilemiyor yani bu üç krizden beri. Defne Sarısoy: Biraz daha güncel olaylara bakarsak, son zamanlarda it dalaşı diye tabir edilen savaş uçaklarının birbirini tacizi çok fazla gündeme gelmeye başladı. Özellikle Yunanistanın konuyu uluslararası platforma taşıma gayretleri çok dikkat çekici. Avrupa Birliği nezdinde ve uluslararası kamuoyu oluşturmak yönünde Türkiyeye nasıl bir baskı uygulama çalışıyor Yunanistan? Enis Tulça: Şimdi benim gördüğüm kadarıyla geçen kasım ayından itibaren hakikaten Egeye bakış açışları yine değişti. Orada belki iki meseleyi şimdi birleştirmemiz lazım, Kıbrıs ve Ege. Bunun askeri boyutu da var, ona da girebiliriz ama siyasi boyutunda, eğer Annan planı kabul edilseydi, benim şahsi görüşüm Kıbrıs meselesi daha çok Ege sorunu paralelinde çözülmüş olacaktı. Kıbrısta uzlaşı ihtimaline karşı Yunanistan , 1999-2000den sonra özellikle Egede de bir diyalog başlatma yönüne gitti.Yani yıllardır kopuk olan diyalog başladı. 2000den beri çok gizli giden, 4-5 diplomatın götürdüğü bir süreç vardı. Kıbrısta netice alınmayınca, aynı Ege meselesi bu kere yavaş yavaş bir sertleşme kartı olarak da kullanılmaya başlandı bir süredir. İşte bu hava sahası problemleri ki bu yeni bir şey değil, 1931 Eylülünde hava sahasını tek taraflı olarak gizli bir şekilde 6 milden 10 mile çıkarıyorlar. 1936da Lozandaki 3 millik kara sularını 6 mile çıkarıyorlar, Türkiye buna 1964te cevap veriyor 6 mile çıkarıp. Ve bu iki sorun bugün hala işte gündemde. Egenin üstünde Türkiye, o 4 millik farkı tanımadığı için Türk uçakları Ben bunu tanımıyorum dolayısıyla ihlal ederim demek için zaman zaman o 4 milin 1-2 miline girip çıkıyor diyebiliyoruz. Yunanlılar da bunu ya protesto vererek karşılıyor ya it dalaşıyla karşılıyorlar . Burada bence tamamen bir reaksiyon bu. İş dönüyor dolaşıyor hep Avrupa Birliğine dayanıyor. Şöyle denilebilir; Kıbrısta onlar birşeyler bekliyorlar bizden, Egede de biz onlardan bekliyoruz, öyle bir hava var. Yani Egede biz mağduruz, Kıbrısta onlar mağdur kendi bakış açılarıyla. 1999da Helsinki Zirvesinin zemininde, hem Ege var hem Kıbrıs var. Orada bir dilek var , 2003-2004e kadar bu iki sorunun halledilmesi, eğer hallolmazsa Avrupa Birliğinin de durumu tekrar değerlendireceği. Maalesef Avrupa Birliğinin de bu konuda menfi rolü oldu. Sorun daha çözülmeden 1990da güneyin başvurusunu kaale aldılar, 1997de de müzakereler başladı ve şimdi de üye oldu sonuçta. Orada belki bir çifte standart var denebilir. Yunanlılar diyor ki Önce Kıbrıs çözülsün, sonra diyalog ilerler. Böyle bir zıtlık var işin içinde yani benim görebildiğim kadarıyla. Dolayısıyla Kıbrısta da netice alınmayınca, onların bu beklentileri düşmüş oldu. Mesela Helsinki sonrasında, Alman Dışişleri Bakanı Fischerin bir beyanatı vardı gazetecilerle konuşurken. Gazeteci sordu Türkiye Helsinkide, yani 1997de kapı dışarı edildi. 2 yılda ne değişti de 1999da yeşil ışık yakıldı? Fischer , Biz Kıbrıs meselesi halolsun diye yaptık dedi açıkça. Yunanlıların bence Helsinkiden bu tarafa çok güzel getirdikleri bir ince diplomasi var. İşin Kıbrıs cephesine baktığınızda, en büyük korkusu Yunan tarafının; Kuzeydeki varlığın, devlet yapısı ve kurumları ile günün birinde tanınması. Çünkü tanındığı an yıllardır savundukları kendi davaları çöküyor. 1976daki bir bakıma ilginç bir örnektir. 1974 Kıbrıs harekatının ardından, 1976 Ağustosunda Ege krizi ile yine savaşın eşiğine gelinmiş. Birden bire 1976 Kasımında, Ege konusunda bir usul anlaşması ortaya çıkmıştır ve iki ülke Ege konusunda 10-12 maddelik bir anlaşmaya varmıştır. Yani işbirliği, birbirlerinin aleyhine harekette bulunmama falan gibi. 1976-79 arasında da bir diyalog sürdü Egede. Hava sahası için 2 yıl 8 seans görüşmeler yapıldı, birinci Paris, ikinci Paris görüşmeleri yapıldı. Arada 1978 Martında Ecevit Karamanlisle görüştü... Bütün bunlar Yunanistanın o zamanki AETye giriş yolunda bir kazaya uğramama siyaseti içinde gerçekleşti. Ve ne zamanki AETye girdi Yunanistan, 1981 Ekiminde de Yunan halkının ilginç bir reaksiyonu oldu. 6 yılda Yunanistanı AETye sokma başarısını gösteren Karamanlis ve onun partisini elinin tersiyle silip attı. Ekim 1981de Papandreu büyük değişiklik sloganıyla iktidara geldi ve tamamen Türkiyeye karşı bir tutumla hareket etti. Defne Sarısoy: Şimdi burada Ege konusunda iki ülke arasındaki uzlaşmazlık konularından biri de, Ege karasularının 6 milden 12 mile çıkarılması çabaları. Burada özellikle Türkiyenin çekinceleri var. Karasularının 12 mile çıkarılmasının Türkiye açısından ne gibi sakıncaları var? Enis Tulça: En büyük sakınca, 6 mil durumunda yüzde 7 olan Türk karasuları Ege denizinde yalnızca 1 ünite artıyor, yani 12 mile çıkarsa yüzde 8 oluyor. Yunanlıların ise 23 ünite birden artıyor ve Egenin büyük bir yüzdesi , yani yüzde 60 küsuru zannediyorum Yunan karasuları olmuş oluyor. |
|||||||||
Yani havada, karada, denizde boğuluyor Türkiye. Güneyde de Kıbrıs var. Akdenizde Avrupa Birliğinin yetki alanları dediğimiz şey çıkacak yarın öbür gün. Mesela 1 Ocak 2005te tek Avrupa sahası diye birşey çıkacak. Kıta hava sahası denen şey kalkıyor. O zaman ne olacak? Yani o sorun o zamana kadar halledilmemişse, bu sefer Türkiyeyle Avrupa Birliği karşı karşıya olmuş olacak. Avrupa Birliği için bugün bir sınır var Yunanistanla Türkiye arasında Egede. Ama ABD için pek yok. Mesela geçen ekimde zannediyorum böyle bir hadise oldu. İkinci Dünya Savaşından kalma bir gemiyi çıkarmak için Egede Yunanlılar yardım istiyor Amerikalılardan. Amerikalılar Yardım edemeyiz diyorlar, orası sizin karasularınız değildir, müdahale edemem ben diyor. Bir de tabii bunun dışında işin askeri boyutu da var. Türkiyede hala öyle bir hava var, Biz büyük ülkeyiz, ordumuz büyüktür şeklinde. Ancak 1980lerden sonra hem Yunanistan, hem Güney Kıbrıs hızla silahlanmaya başladı. 1985lerden sonra eğitimli bir ordu oldu Güney Kıbrısta. 1993te Andreas Papandreunun Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasında meşhur doktrini oluştu. Dolayısıyla şimdi çıkabilecek bir kriz veya kriz ihtimalinde, Yunanlılar geçmiş krizlere oranla, kendilerini bir çatışmaya daha hazır görüyorlar. Defne Sarısoy: İki ülke arasında süregelen kıta sahanlığı ve mülkiyeti tartışmalı ada ve adacıklar gibi sorunlarda Uluslararası Deniz Hukuku ne derece etkili oluyor? Bu sorunların hukuksal olarak çözümünde ne gibi zorluklar var? Enis Tulça: Yani mesafelerden başlıyor hadiseler. Aslında bölge bölge, adacık adacık onun tespitinin yapılması lazım. Türkiyenin fazla bir iddiası yok. Şu anda anlaşmalarla Yunan toprağı olan adalarla zaten hiçbir ilgimiz yok. Artı çoğu Yunan adası burnumuzun dibinde, onların adacıkları da bunlara dahil olacak veya olmayacaktır. Karşılıklı bir anlaşmaya varılsa Yunanistan bundan karlı bile çıkar. Artı bir uzlaşıcı formül bulunabilir mesela bence çok mantıklı, 3, 6, 12 mil formülü uygulansa, aslında Ege, Kıbrıstan çok daha kolay çözülebilecek bir sorun belki. Ama bunu siz bir koz olarak tutarsanız elinizde, Türkiye aleyhine her fırsatta kullanmaya kalkarsanız, işte o zaman da tabii yıllarca netice alamıyorsunuz. Yunan - Türk ilişkilerinde Yunanistanın değişken tutumları, uluslararası ilişkiler tabiriyle bir öyle bir böyle olması, sorunu çözümsüz kılıyor. Defne Sarısoy: Peki aslında sorunların çözümü nerede yatıyor? İki taraf nasıl bir adım atmalı ki, hiç kimse hakkının yenmediğini düşünerek soruna bir açılım getirilebilsin? Enis Tulça: Şimdi Yunanlılar açısından hep önce Kıbrıs diye görüldüğü için hadise, Türk tarafının çekinceleri var. İşte malum o iki kesimliliğin sulandırılmaması, bu verilecek topraklarla 60 bine yakın kişinin göçmen hale düşmesi, KKTC ile Türkiyenin, bu garantörlüğün kalkması gibi riskler. Buralarda Türk tarafını tatmin edecek bir formül geliştirilebilirse, o zaman bence Egede iki taraf da tatmin olduğu andan itibaren çok rahatlıkla masaya oturulur ve görüşmeler süratle ilerler. Defne Sarısoy: Egede çözülemeyecek bir sorun yok yani. Enis Tulça: Bence yok. Yani bu kadar yıldır 3 kere savaşın eşiğine gelindi, bundan sonrakilerde de belki pisi pisine gelinecek. Ama Yunan toplumu birtakım saplantılarından kurtulamıyor gibi geliyor bana. Yani öyle bir hava var ki, belki biraz Yunanistanın o tarafını da keşfetmekte fayda var. Her ne kadar son dönemde birtakım gelişmeler olduysa da, özüne döndüğümüzde Ortodoks dininin rolü de büyük. Yalnız Türkiyeye karşı değil, örneğin Papa Yunanistanı ziyaret edeceği zaman ayağa kalktılar. Nedenmiş? Efendim 1453te İstanbul düştüğünde Papa kınamamış. Böyle bir kısır döngü içinde bir millet. Venizelos - Atatürk zamanına baktığınızda, orada da mesela Venizelosla barış yapılıyor. 1910 ile 1922 arası Yunanistan toprakları 4 kat büyüyor, Türkiyeye karşı yapmadığını yanına bırakmıyor. Ondan sonra Atatürk gibi bir liderin karşısında mecburen el sıkışıyor. Orada bile söylediği bir söz var, 1930da yüzüncü yıl törenlerinde diyor ki: Türklerle 450 yıllık bir davamız var, biz şimdilik temyiz hakkımızı kullanmıyoruz. O da ilginç bir söz. Dolayısıyla hep benim lehimde olsun her şey ya da hep Türkiye aleyhine bir şeyler çıksın derdinde oldu Yunanistan. Bu bence hala devam ediyor. Dolayısıyla Türk - Yunan ilişkileri sürtüşmeye her zaman açık maalesef. Aponun yakalanmasından sonraki süreçte, 1999 Şubatındaki hadiseden sonra uluslararası anlamda, Amerika açısından ve Avrupa Birliği açısından Yunanistan terör damgasını yemiş, terörle iç içe yatıp kalkan bir ülke durumuna düşmüştü amiyane tabiriyle. Helsinki sonrasında Yunanlı diplomatların veyahut akademisyenlerin hep söyledikleri bir şey vardı: İşte biz bir jest yaptık Helsinkide, şimdi karşılığını bekliyoruz türünden. Aslında bu jest Türkiye tarafından onlara zaten Helsinkiye giden yolda 99 sürecinde yapıldı. Yani haziran ayında ilişkiler bu duruma düşmüşken terörden dolayı, 3 ay içinde aynı ülke Dışişleri Bakanı İsmail Cem kalkıp bir inisiyatif aldı ve diyalog çağrısında bulundu. Papandreu da haziranda verdi cevabı mektupla. Ve o zamandan zaten diyalog başladı. Temmuzda ilk Yunan heyeti Ankaraya geldi. Arkadan Ağustosta deprem oldu filan ve süreç başladı. Ama ilk başı tamamen Türkiyenin iyi niyeti ile, Yunanistanı düştüğü zor durumda kuyunun içinden tutup çıkarmasıyla gelişmiştir. |
|||||||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||