Home page
Haber Menüsü


 
Tuhaf! Büyüme var; iş, gelir, tüketim yok!
 
İç talebe, iç tüketime yansımayan bir tuhaf büyüme yaşandı. İhracatla dönen çarklar stokları azaltırken, boşalan stoklara takviye için ithalat yapılmış, üretim sürdürülmüş. İç talep ise sürünmüş.
 
Mustafa Sönmez
NTV-MSNBC
 
10 Nisan—  Türkiye’de ne zaman yüzde 7-8’lik büyüme yaşansa bunu toplum bir şekilde hissetmiştir. Örneğin deprem yılı 1999’da yaşanan yüzde 6.1’lik küçülmeden sonra yüzde 6.3’lük büyüme yaşanan 2000’i hatırlayın. Ne kadar canlı bir iç pazar, tüketim, reklamlar…

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Ya da 1994’te yaşanan yüzde 6.1’lik küçülmenin ardından yüzde 8, yüzde 7 ve yüzde 8.3 büyüme yaşanan 1996, 1997 ve 1998 yılları..
       O yıllarda, büyümeyi gerçekten hisetmişti mal piyasaları, haneler… Ama yüzde 9.4 küçülme yaşanan 2001’in ardından yüzde 7.8 büyüme yaşanan 2002’de bunu hissetiniz mi?
       Herkes farkında ki, bu tuhaf bir büyüme. Nitekim, muhtevası analiz edildiğinde, büyümenin ihracattan ve stoka üretimden kaynaklanan bir tarafı olduğunu farkediyoruz. Buna karşılık büyüme istihdam yaratmamış, reel gelirlerde düşüş durmamış, dolayısıyla özel tüketim harcamaları yerinde saymış. Kısacası büyüme var; ama refah, rahatlama yok....
       
İŞSİZLİK ARTTI
       Önce istihdamdan başlayalım. 2002’nin yüzde 8’e yaklaşan yüksek büyüme hızı acaba istihdama bir katkı yaptı mı? Başka bir deyişle, işsizliği azaltıcı bir rol oynadı mı? Bu kadar büyüme olmuşsa iş de yaratmıştır, diye düşünebilirsiniz. İşini kaybedenler yeniden işine dönmüş olabilir, yeni iş alanları açılmıştır, diye umabilirsiniz.
       Ama ne yazık ki öyle olmamış. Ekonomi yüzde 7.8 büyümüş ama paradoksal biçimde işsizlik de artmış!...
       Ekonominin yüzde 10’a yakın küçüldüğü 2001’de açık işsizlik oranı yüzde 8.5’a çıkmıştı. Bu, 2000’de yüzde 6.6 idi. İşsizlik oranının dörtte biri, işten çıkarılmalardan (tensikat) kaynaklanıyordu.
       Ekonominin yeniden büyümeye geçtiği 2002’de ise işsizlik oranı yüzde 10.6’ya çıkmış. Evet, yanlış okumadınız, ekonomi yüzde 7.8 büyümüş ama işsizlik de yüzde 11’e yaklaşmış. Bu tabii ki açık işsizlik. Bir de iğreti, part-time ve geçici işlerde çalışan ve her an işsiz kalabilecekler diye tarif edilen adına da “eksik istihdam” denilen işsizlik var.
       Bunların oranı da toplam işgücünün yüzde 6’sına yakın. Bu durumda açık işsizler ile eksik istihdam edilenleri topladığımızda toplam işsizlik oranının yüzde 16’ya ulaştığını görüyoruz. 2002’de işgücünün 24 milyon olduğu anımsandığında, işsiz sayısının 3.8 milyona çıktığını, bir anlamda 4 milyona merdiven dayadığını söyleyebiliriz.
       Bunların 2.5 milyonunu açık işsizler, yaklaşık 1.5 milyonunu eksik istihdam kategorisindeki işgücü oluşturuyor ve atıl işgücü yüzde 16’ya ulaşmış görünüyor. Oysa bu oran kriz yılı 2001’de yüzde 14.5, kriz öncesinde, yani 2000’de ise yüzde 13.5’tu...
       
KENTLERDE DURUM VAHİM
       Duruma, kent/kır ayrımında baktığımızda daha ürkütücü bir tablo var. Açık işsizlik genelde yüzde 11’e yakın ama kentlerde yüzde 15’i buluyor.
       Buna bir de yüzde 6 eksik istihdamı eklerseniz, kent işsizliği yüzde 21’i, yani işgücü olabilecek her 100 kişiden 21’inin atıl durumda olduğu gerçeğini yüzümüze haykırıyor.
       İşsizliği azaltmak, büyümeyi hızlandırmaktan geçiyor, deniliyordu. Yüzde 16’yı bulmuş işsizlik oranını her yıl yarım puan azaltmak, en az yüzde 6’lık büyüme gerektiriyor, deniliyordu. Ama, yüzde 7.8 büyüdüğümüz halde bırakın işsizlik oranında gerilemeyi, 1,5 puan daha artmış işsizlik…
       Büyümeye rağmen işsizliğin tırmanıyor olması, Türkiye’nin sosyal dengeleri açısından alarm verici nitelikte.
       
BÜYÜMENİN MUHTEVASI
       Bu tablo, başka bir önerme üstünde de düşünmemizi gerektiriyor. O da şu tekerlemedir: “Ekonomide büyüme olursa, istihdam sorunu çözülür, işsizlik azalır...”
       Genelde doğru olan bu tez, bizim 2002 yılında yaşadıklarımızın da kanıtladığı gibi, her zaman ve her durum için geçerli değil. Büyüme dediğimiz sürecin muhtevası da önemli. İç pazara mı, dış pazara dönük mü üretim yapıyorsunuz? Ne kadar emek yoğun bir büyüme sözkonusu? Sermayenin emek/sermaye biçimindeki organik bileşimi nedir?
       Bu sorular, büyüme ile istihdam arasındaki ilişkide önemli rol oynuyor. Bir de ekonomilerin istihdam yaratma kapasitesi ülkeden ülkeye değişiyor. Ülke ekonominiz öyle bir özellikte olur ki, katma değer üretiminizi yeni istihdama gitmeden de artırabilirsiniz. Ya da öyle teknoloji yatırımları yaparsınız hem istihdamdan tasarrufa gidersiniz hem de katma değer artışınız hızlanır. O zaman da büyüdüğünüz halde istihdam yaratmamış olursunuz.
       
REEL ÜCRETLERE GELİNCE...
       2002’deki canlanmaya karşın imalat sanayiinde reel ücretlerin 2001’de yaşadığı büyük düşüş, 2002’de değişmedi. Çalışılan saat başına reel ücretlerde 2001’de görülen yüzde 15’e yakın gerilemenin 2002’de ise yüzde 5.5 gerileme şeklinde devam ettiğini görüyoruz. (DİE, İmalat Sanayii Çalışılan Saat Başına Reel Ücret Endeksi verileri...)
       Demek ki, reel ücretlerde de, büyümeye karşın bir iyileşme yok.
       
VE TÜKETİM…
       Bu öyle bir büyüme ki, istihdam yaratmamış, reel gelirlerde bir artış yaratmamış. Öyle olunca haneye giren gelirde de artış olmayacağına göre, hanehalkı harcamalarına da hayrı dokunmamış. Nitekim, özel tüketim harcamalarına baktığımızda, bu açıkça görülüyor. 2002’de, kriz yılı 2001’e göre, sabit fiyatlarla, özel tüketim harcamaları sadece yüzde 1.8 artmış.
       Ekonomi yüzde 7.8 büyüyor ama ailelerin harcamaları yüzde 1.8 artışta kalıyor. 2002’deki harcamalar, kriz öncesinin yani 2000’in yüzde 7.5 altında. Yani, iki yılda nüfus artmış ama harcamalar iki yıl öncesini yakalayamadığı gibi, yüzde 7.5 gerisinde kalmış.
       Ailelerin harcamalarının yeterince artmamasında, hatta 2000’in yüzde 7,5 altında kalmasında hem reel gelirlerinin azalmış olmasının, istihdam yaratılamamış olmasının (haneye yeni gelir girişi olmamasının), hem de geleceğe yeterince güvenmeyip ihtiyatlı davranmalarının etkisi var. 1 milyondan fazla kişinin işten çıkarıldığı krizde, yeniden iş bulabilenler azınlıkta.
       Böyle olunca haneye giren gelirdeki aşınma, yeni istihdamla giderilebilmiş değil. Reel gelirler yüzde 5.5 azalmış. Aileler, ayrıca savaşın belirsizliği karşısında harcamalarına hassasiyet gösteriyorlar ve ihtiyatı elden bırakmıyorlar.
       Aile harcamalırnın alt kalemlerine baktığımızda, tabii ki aile bütçesinde öncelik mutfağa veriliyor ve harcamalarda en düşük tasarruf gıda harcamalarında yapılıyor.
       Kriz yılı 2001’de 2000’e göre toplam harcamalar yüzde 7.5 gerilemişken gıdada bu yüzde 3’lerde kalmıştı. 2002’de de gıda harcamaları fazla artmadı ama gerilemedi de. Yani aileler, eldeki gelirle önce mutfak harcamalarını yapıyorlar.
       Esas ertelenen harcama, dayanıklı mallarda. Yani ev eşyası, otomobil gibi mallarda. 2002’de dayanıklı mal alımları, 2000’in yüzde 28 altında. Yani aileler, otomobil, beyaz eşya gibi kalemlere henüz yeterince harcama yapmıyorlar. Yarı dayanıklı mallar ve gıda dışı tüketim harcamaları da geçen yıl, 2000’deki düzeyinin yüzde 6 altında kalmış.
       Özetle, iç talebe, iç tüketime yansımayan bir tuhaf büyüme yaşandı. İhracatla (ama bunun da yoksullaştıran bir ihracat olduğunu söylemeden geçemeyiz) dönen çarklar stokları azaltırken, boşalan stoklara takviye için ithalat yapılmış, üretim sürdürülmüş. İç talep ise sürünmüş.
       Durum 2003’te pek mi farklı olacaktır? Sanmıyoruz. 2003 için beklenen büyüme oranı yüzde 2’den fazla değil. Bunun da yine büyük ölçüde ihracattan medet uman bir büyüme olacağını tahmin ediyoruz. Tarımda 2002 büyüme yılıydı, 2003 dinlenme yılı olacaktır. Sanayi, özellikle tekstil ve dayanıklı malların ihracatıyla bazı altsektörlerde canlı olabilir. Turizm için bir “dinlenme” yılı olacağı aşikar. Devlet de IMF marifetiyle harcamalarını iyice kısacağı için, büyümeye pozitif etki yapamayacaktır. Böyle olunca, Türkiye 2003’te de iç pazarı büzülmüş, buna bağlı olarak iç pazara dönük sektörleri, sıkıntı yaşayan bir ülke görüntüsü vaadetmektedir.
       
2002 DERSLERİ
       Her büyüme istihdam yaratmaz, reel gelir artışına yol açmaz, iç tüketimi canladırmaz. Büyüme vaaaar, büyüme var! Bizim 2002’de yaşadığımız -ve korkum o dur ki, bir “model” olacaktır- büyüme, “yoksullaştıran” bir büyüme. Bu tür bir büyümeyi Uzak Asya, bir süredir yaşıyor. Model, tamamen ucuz emek sömürüsüne dayalı.
       Ekonomiler, daha çok emek-yoğun sektörlerin lokomotifliğinde her yıl yüzde 7-8 büyüyor. Ama bölüşüm giderek adaletsizleşiyor. Refah seviyesinde, büyümeye rağmen bir iyileşme görünmüyor.
        Demek ki, büyüme sözcüğünün büyüsüne de kapılmamalı, ne menem büyüme olduğuna ayrıca bakmalı...
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları